Secde ile yüzleri, tevhîd ile gönülleri sürûrlanan, seyyidü'l-âlem olan Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı yani sevgili peygamberimizi ve Allah'ın mahbûbu, habîbi, sevgilisi olan Efendimizi her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Îmânın kemâli yani kemâl-i îmân yani îmânın tâmmı, Allah'ın istediği arzu etdiği îmân, her kim ki Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı her şeyinden ziyâde sever, o kimsenin îmânı, Hakk'ın istediği îmân üzere olduğu beyân olunur. Yani îmânın kemâli, Resûlullah'ı her şeyinden ziyâde sevmekledir. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin kıymetini bil, O'nun sözlerini tut, yapdığın efâl u harekât ile, işlerle Allah ve Resûlüne ihânet edip Peygamber'i üzme.
Yarın ilticâ edeğimiz yer, yani rütbeler mülgâ olup kasalar kaldırıldığında herkesin bu izâfî hüviyeti elinden alındığı vakitde, bir kurtulacak kapımız vardır, Bâb-ı Muhammediyyet. Kabre girer girmez, Hazret-i Muhammed hakkında sorarlar, "Bu zât hakkındaki malûmatın nedir?" diye. Herkese! Bu âlemde Resûlullah'ı seven, O'nun yolundan ayrılmayan, O'nun izini izleyen, O'nun nûruyla nûrlananlar, "O Allah'ın sevgilisi ve resûlü, cümle enbiyânın seyyidi Muhammed Mustafâ'dır" diyecekler. Ve îmân pasaportlarında bu imzâyı görürlerse eğer, ebedî saâdete ve râhata kavuşacaklardır. Kimin pasaportunda Muhammed Resûlullah'ın imzâsı yokdur, onun işi vahîmdir. Onun için îmânın kemâli Resûlullah Efendimizi herşeyden ziyâde sevmekledir ki, bütün sermâyemiz, bütün ümîdimiz odur. Allah Celle Hazretleri buyuruyor, "Kim ki Resûlullah'a itâat eder, Allah'a itâat etmiş olur. Kim Resûlullah'a bîat eder, Allah'a biât etmiş olur. Kim Resûlullah'ı sever, Allah'ı sevmiş olur. Kim Resûlullah'a ihânet eder, Allah'a ihânet etmiş olur". Mü'minlere ihânet de, Resûl'e ihânetdir. Çünkü her mü'min, Resûlullah'ın bir cüz'üdür. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen, bu kelime-i tayyibeyi söyleyen her mü'min, Resûlullah'ın bir cüz'üdür, hepsinde cüz'-i Muhammediyyet vardır. Kimisi sulben, kimisi yol bakımından.
Geçen hafta abdestin bazı esrârından deryâlardan bir katre, şemsden bir zerre olarak bahsetmişdik. Abdestin zâhir kısmı ve bâtın kısmı. Malûm ya, kâle'n-nebiyyü aleyhi's-salâtü ve's-selâm, Resûl-i Ekrem şems-i hakîkat-i Muhammediyye Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki, "Temizlik îmândandır, en-nezâfetü mine'l-îmân". Allah da bâtında ilk temizliği şirkden berî kılarak, "Lâilâheillallah" dediriyor. Çünkü müşirkler necisdir. Allah'a şirk koşanlar necisdir. Evvelâ tathîrâtı maneviyyâtda "Lâilâheillallah" yapıyor. "Lâilâheillallah" diyen "Muhammedü'r-Resûlullah" diyebilir. Zâhirde abdest.
Abdestin bazı husûsâtından size böyle deryâdan bir katre, şemsden bir zerre olarak bir mikdar bir şeyler sunmuş idik. Gene aynı şey üzerinde duracağız ve manevî abdeste gideceğiz.
Abdesti tamam olmayan bir adamın namazı tamam olmaz. Îmânında kusur olan kişinin de îmânı kâmil olmaz. Nasıl ki insanın vücûdunda abdest mahallinden ufak bir yer kuru kalsa abdesti olmadığı gibi, kalbinde Hakk sevgisinden gayrı bir sevgi varsa eğer, biraz iş tehlikelidir. Onun için bâtın abdestine çok dikkat edeceğiz. Zâhir abdestini aldığımız gibi, ona titizlikle davrandığımız gibi, bâtın abdestine de çok dikkat edeceğiz. Bâtın abdesti, kalbe Hakk'dan gayrı bir nesne girerse, bozulur. Çünkü kâfirin putu bir, müslümanın putu bin tânedir. Nasıl ki Kabetullah'ın içerisine üç yüz altmış put sokdular müşrikler, Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâm geldi Kabe'yi tathîr etdiği gibi, bizim kalbimizdeki putların da imhâsı ve tathîrâtı muhabbet-i Muhammediyye iledir. Kalbe Muhammed muhabbeti girdi mi, kalb tathîr olur.
Allahu Sübhânehû ve Teâlâ diyor ki, "Ey îmân edenler!". Çok mühim! Tekrar ediyorum gene. Bu hitâbı eden, semâvâtın ve ardın ve bilinen ve bilinmeyen âlemlerin rabbi, bizi yokdan vâr eden, yani bir katre sudan bizi halk eden Allah. Yani bu kâinâtı seriyyeden süreyyâya kadar, bildiğimiz bilmediğimiz âlemleri "kün" emriyle halk eden Allah. "Kün"ün manâsı Arapçada "ol" demek. "اِذَٓا اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ izâ erâde şey'en en yekûle lehû kün fe yekûn". Allah bir şeyi irâde ederse, ol der, o şey zâhir olur, olur, meydana gelir. Bu kâinâtı bir "kün" emriyle halk eylemiş, bizi de bir katre sudan halk etmişdir. Âdem'i de toprak ile sudan halk etmiş, kudretullah ile yoğurmuş hamurunu. Âdem'e rûhundan nefh eylemiş. Ve biz Âdem çocuklarıyız. Peygamber-zâdeyiz yani. Her insan peygamber-zâdedir. Onun için dedesinin, babasının şerefini düşünmelidir insanoğlu. Âdem oğluyuz çünkü.
Hazret-i Muhammed'e hem esmâ, hem sıfat, hem zât öğretilmişdir. Âdem'e yalnız esmâ öğretilmiş. Senin peygamberin, benim peygamberim, nûru evvel olan Muhammed Mustafâ'ya. O'na hem esmâ, hem sıfat, hem zât talîm etdirilmişdir, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme. Peygamberini iyi bileceksin. "Efendim, Mekke'de doğdu, Abdullah'ın çocuğu, Emine'de olma, dedesi Abdülmuttalib, amcası Hamza idi, Ebû Tâlib idi, Abbâs idi" diye böyle konuşursak eğer, bunu Ebû Cehil senden benden daha iyi biliyor. Hazret-i Peygamber'e bakan Peygamber'i görmedi, bakdı ama göremedi. Allah kime gösterdiyse o gördü.
Bir gün Huzûr-ı Saâdet'e evvelâ Ebâ Cehil denilen kişi geldi, girdi. Müşriklerin ileri gelenlerinden. Akıllı bir adam ama tevfîki yok. Kafası şeytanlığa işleyen akıllı bir adam. Ama tevfîki yok. Tevfîksiz akıl insanı şeytan yapar. Huzûr'a girdi, Cenâb-ı Peygamber'e şöyle hitâb etdi. İyi dinle! Kulağını benden yana ver! "Yâ Muhammed!" Estağfirullah. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. "Senden acı sözlü, senden ekşi yüzlü bir adam görmedim kâinâtda". Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, cevâb verdi ona, "Sadakte Yâ Ebâ Cehl, doğru söyledin Yâ Ebe'l-Hakem, doğru konuşuyorsun" dedi. O cehennem oldu gitdi, arkasından seyyidinâ Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahu teâlâ anh Efendimiz Hazretleri geldiler. İçeri girdi, "Yâ Resûlallah, senden tatlı sözlü, senden güzel yüzlü bir kimse görmedim. Bu kâinât üzerinde öyle bir kimse üzerine güneş doğmamışdır" dedi. Efendimiz, "Sadakte Yâ Ebâ Bekr" buyurdular. Ashâb-ı kirâm, ashâb-ı bâ-safâ dediler ki, "Yâ Resûlallah, biri zemmetdi, biri medhetdi, ikisini de tasdîk etdiniz. Bunun sırrı nedir?". Şöyle buyurdu iki cihân serveri, "Ben bir mir`ât-ı mücellâyım, bana bakan kendini söyler".
Mü'min de mü'minin mir`âtıdır.
İtme mir`âtı şikest sen yüz bin sûrete kor
Kötü adamı kırarsan seni yüz bin sûrete kor sonra. Ayıp görme, ayıpları ört. Sana zulmedini sen affet. Seni mahrûm edeni sen mahrûm etme. Seni terk eden mü'min kardeşini sen terk etme. Ahlâk-ı Muhammediyye budur. Resûlullah'ın kanını dökenler, dişini kıranlar, sevgili amcasını katledip yetmiş parça edip ciğerini yiyenleri Peygamber affetmişdir, sallallahu aleyhi vesellem. O kadar inadçı olma yani. Senin önderin şems-i hakîkat-i Muhammediyyedir, O senin önüne düşerse seni aydınlatır O. O sirâc-ı münîrdir, Allah'ın bir kandilidir ki kâinâtı nûrlandırmışdır. Allah'ın nûrudur. Kur`ân da Allah'ın nûru, Hazret-i Muhammed de Allah'ın nûrudur, sallallahu aleyhi vesellem. Geçiyoruz.
Abdestin zâhir kısmı, işte hepimiz bildiğimiz gibi. Ellerimizi yıkarız, yüzümüzü yıkıyoruz, ağzımıza burnumuza su veriyoruz. Bazısı "vav"ları tertîb için, bazısı cem' için demiş ulemâ-i benâm hazerâtı. İncelemişler, incelemişler, incelemişler, yani böyle her şeyi halletmişler İslâm dîninde. Hallolmamış hiç bir mesele yokdur. Resûlullah'ın bütün ef'âl ve harekâtını halletmişlerdir yani, bize haber vermişler. Ehl-i Beyt-i Mustafâ'ya, ashâb-ı Resûlullah'a, ezvâc-ı tâhirâta Allah cümlesine rahmet etsin, Allah onlardan râzı olsun. Bir şey haber verilmemiş İslâm dîninde, Peygamberimiz karpuzu nasıl kesdi. Onun rivâyeti yok. Ondan gayrı ne varsa hepsi tesbît edilmişdir.
Kur`ân âyetleri de böyle. Fakat bitmez Kur`ân'ın ma'nâsı. İnsan bir deryâ görüyor, deryânın içine giriyor, o deryâyı bitirdim derken, arkadan bir deryâ çıkıyor ki ma'nâ-yı Kur`aniyye böyle. İkinci deryânın yanında birinci deryâ bir hardal tânesi kadar. Çünkü kelimetullaha nihâyet yokdur. "Efendim, ben Türkçe Kur`ân'ı okudum, bir şey yok efendim. İşte o dedi bu dedi filan" diye Kur`ân-ı Kerîm'e bu şekilde itirâz etmek, Kur`ân'ı böyle anlamak, gökyüzünde güneşi baklava tepsisi kadar görmek gibidir. "Güneş bu kadardır" diye iddiâ eden adam gibidir o. Git yanına, dünyâdan kaç milyon defa büyükdür. Ki Kur`ân'ın ma'nâsına nihâyet yokdur. Kelimetullaha nihâyet olmaz. Allah'a kurbiyyet etdikçe, Resûlullah'a muhabbet etdikçe, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin nazar-ı iltifâtına nâil oldukça, Kur`ân sana söyler. Allah'ın indinden makbûl değilsen, Resûlullah sana sırt çevirdiyse Kur`ân sana söylemez! Bitdi o kadar. Ben bunun misâllerini burada kıssalarıyla anlatmış idim.
Abdestin farzı dört. Yüzü yıkamak, kolları yıkamak, dirsekleriyle beraber, başın dörtde birine mesh etmek, ayakları yıkamakdır. Ağıza buruna su vermek, bu Resûlullah'ın sünnetidir.
Sakın sünnetleri terk etme! En ufağından en büyüğüne kadar. Hem ictimâî sünnetleri, hem ferdî sünnetleri. Bizim müslümanların en büyük kaybı, Peygamber'in ictimâî sünnetlerini terk etmişler, ferdî sünnetlere riâyet etmişler. Ama ictimâî sünnetler terk edilmiş. İctimâî sünnetler var.
Elleri yıkamak, sünnet-i seniyye Peygamberimizin. Bir müslüman günde en aşağı hiç olmazsa, on iki defa el yıkaması lâzımdır. Hepsi de sünnetdir ha! Beş vakit namazda, iki öğün yemekde hem önünde hem ardında, etdi dokuz, üç defa da helâya giderse on iki defa olur yani. Ama bizim müslümanlar suya elini sokmaya korkuyor, Âdem toprakdan halk olundu, dağılacağım diye. Beğenmediğimiz, kendi dinlerinde yıkanmak haram olan kavimler, bunlar, günde üç defa beş defa duş yapıyorlar. Biz korkuyoruz. Sokaklarımız pis, hânelerimiz pis, evlerimiz pis, gönlümüz pis, üstümüz başımız pis. Sizi tebrie ederim, berî kılarım bunlardan. Ben kendimi söylüyorum. Karpuz yer, kabuğunu sokağa atar. Portakal yer, kabuğunu sokağa atar. Çöpüne bakmaz. Hânesine bakmaz. Helâsı yokdur. Helâsı vardır, pisdir. Duvarlarında helâ edebiyatı vardır. Sonra turist bekliyoruz, gelsin görsün diye, rezâletimizi mi görsün yani. Benim saham değil orası ama temiz olmamız lâzım. Yani bir adamın temizliğinden ve intizâmından "Şu adam Muhammedî, bu adam müslüman, mü'min" demelidir, dedirmelidir kendisine. Yalnız nalçayla, şalvarla, yakayı koparmakla değil yani. Yakasız palto giymekle filan değil. Özü temiz, sözü temiz, yüzü temiz, her şeyi temiz olacak. Bunun da bidâyeti îmânla başlıyor, şirkden berî olmak. Sonra arkasından gusül abdesti ve abdest. Müslümanlar günde beş defa namaz kılarlar. Her müslüman bu namazı mirâc bilir. Çünkü Fahr-ı Risâlet buyurmuş ki, "Benim gözümün nûru namazdır". "Es-salât kurratü aynî, benim gözümün nûru namaz" diyor Peygamber. Resûlullah'ı seven, Resûlullah'ı her şeyinden ziyâde seven namazı terk eder mi? Peygamber'in gözünün nûrunu? Ha demek ki seviyorum demek, eğer bunları yapmazsak, o vakit bir yalancı davâ içinde bulunmakdayız.
Ellerimizi yıkadık. İşte geçen hafta söylemişdik, gene söyleyelim. Elini yıkarken, zâhirde su ile tathîr edeceksin, temizleyeceksin, bâtınen, "Senin rızân olmadığı yere ben elimi sürmeyeceğim Yâ Rabbi". Abdest böyle alınacak.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm. Her işde Allah'a sığın bir defa. Hem insan şeytanından, hem cin şeytanından, hem hannâsdan, hem nefsinden. Hattâ Resûl talîm buyurmuş, bir ân bile nefsinin şerrinden emîn olma. "Yâ Rabbi beni nefsimle başbaşa bir ân bırakma, gözümü kapayıp açıncaya kadar". O kadar felâket yani. Çok ince konuşduğum sözler.
Zâhirde elini yıkadın, kirini akıtdın, ne kadar güzel. Bâtınen de, "Yâ Rabbi, senin râzı olmadığın bir yere elimi vurmayacağım". Hakîkaten de sözünde dur ammâ! Sözünde dur!
Ağzıma su aldım, sünnet-i seniyye, zâhirde dişlerimizi yıkamak, ağzımızı tathîr etmek, bâtında, "Yâ Rabbi, senin rızân olmayan, haramdan bir şey yemeyeceğim, dişlerimle çiğnemeyeceğim. Dilimle yalan söylemeyeceğim, gıybet etmeyeceğim, gönül yıkmayacağım". Efendi, gönül yıkarsan, Kabe'yi yıkmakdan berbat olur iş. Kabetullah'ı! Gönül, Allah kabesidir. Kabetullah da Allah'ındır ama Hazret-i İbrâhim yapmışdır onu. Onun için Mevlânâ kaddesallahu sırrahu'l-âlî Efendimiz diyor ki,
Dil bedest âver ki hacc-ı ekberest
Ez hezârân Ka'be yek dil bihterest
Ka'be bünyâd-ı Halîl-i Âzerest
Dil nazargâh-ı Celîl-i ekberest
Diyor ki, kalb yapmak, ağlayanın gözyaşını silmek, kırık kalbi tamîr etmek, ağlayanı güldürmek hacc-ı ekberdir diyor. Bir kırık kalbi tamîr, bin Ka'be'den hayırlıdır diyor. Bunu ben söylemiyorum, Mevlânâ söylüyor. Bu sözden dolayı Mevlânâ'yı tenkid eden olabilir ama kendi noksanını söylemiş olur, tenkid eden kendi kendini tenkid etmiş olur. Hak böyledir çünkü. Zîrâ Ka'betullah'ı Hazret-i İbrâhîm aleyhisselâm, Halîlullah yapdı, emr-i ilâhî ile, kalbi halk eden Allah'dır. Ka'betullah, bir semboldür mü'minler için, tevhîd-i islâm için, mü'minleri toplamak için. Daha bir çok esrârı vardır. Kalbe gelince, semâvâta arda sığmayan Allah, kalbe sığar, tecellî eder kalbe. Çok mühim! Onun için müslümanlar, Hacerü'l-Esved'in önünde, Hacerü'l-Esved'i öpeceğim diye, kaç kişinin cenâzesi çıkmışdır orada. İnsan kıymeti bilmiyor ki, taşa daha çok kıymet veriyor insandan. Halbuki Ka'be de, arş da, kürsü de, cennet de, cehennem de, melâike de, yağmur da, güneş de, ay da, yıldız da insan için halk olundu. Cennet cehennem de insan için halk olundu. KA'be de insan için halk olundu. Ama insan kıymetini bilmeyiz, taşa daha çok kıymet veririz. Evet, bu kudsî taşdır ama insan da kudsîdir. Taş Hacerü'l-Esved'dir, âlîdir. İnsan, halîfetullahdır. Geçiyoruz.
"Haram yemeyeceğim Yâ Rabbi, dilimle kötü söylemeyeceğim, gıybet etmeyeceğim, gönül yıkmayacağım, halkın ayıbını söylemeyeceğim Yâ Rabbi". Setr edeceksin.
Hazret-i Allah Cibrîl-i Emîn'e sordu. Sorması da biz öğrenelim diye yani. Bilmiyor değil. İkisi konuşacaklar, mazhar-ı kelâm Cebrâil, biz öğreneceğiz. "Yâ Cebrâil, senin ben âdemoğullarından yaratsaydım, bana ne gibi ibâdetde bulunurdun?". Cibrîl-i Emîn Cenâb-ı Hakk'a buyurdu ki, "Yâ Rabbi, biliyorsun ne yapacağımı". "Biliyorum ne ibâdet edeceğini ama sen biliyorsun, ben de biliyorum, kullarım öğrensin, onlara önder ol". Cibrîl-i Emîn şöyle söyledi, "Yâ Rabbi, üç şeyle sana ibâdet ederdim. Bir tânesi, suçluların günahını söylemez örterdim". Ama vatan hâininin günahını söyleyeceksin. İffet ırz düşmanını söyleyeceksin. O düşmanın senin, mukaddesâtının düşmanıdır senin o. Mü'minin elinden kazâ ile bir şey çıkmış, günah işlemiş, irtikâb etmiş, olur ya. Bunu yaymaya lüzum yok. "Suçlu mü'minlerin, suçlu insanların günahını setr ederdim". "Fakîr olup da ehl-i ırz olan, yani Allah'dan başkasına yüz sürmeyenlere yardım ederdim". Bir var istiyor kullardan, bir kısmı var, kuldan isteyemez, Allah'dan ister ancak, ona ehl-i ırz derler, ehl-i iffet derler, onlara sadakâtı ve yardımı hattâ gizli yapacağız, göstermeyeceğiz, onları zelîl etmeyeceğiz. Anlayacaksın yüzünden, sen mü'minsin, ferâsetin var senin. "Ehl-i ırza yani kullardan isteyemeyip de Hakk'a kendini arz edenlere, onlara gizli gizli yardım ederdim". "Susuzlara su verirdim". Bizim hacı efendi kiracısı çıksın diye suyu kesmiş. Hacı efendi bizim.
Deve hacı olmaz gitmek ile Mekke'ye
Eşek dervîş olmaz taş çekmekle tekkeye
Ahlâk-ı Muhammediyye olmayınca olmaz. Ebû Cehil Ka'be'nin içinde oturuyordu, Übeyy ibn Halef filan Ka'be'de oturuyorlardı. Sen buradan gidiyorsun oraya. Ahlâk-ı Muhammediyye iş!
"Suyunu kesdim" diyor, "çıksın evden diye", hacı efendi. Nasıl suyu kesersin! Suyu zâlimden başka kimse kesemez. En büyük zâlim keser suyu, halkın suyunu. Hattâ Allah domuzun etini bize haram kıldığı hâlde, bir domuz susuz kalsa, suyunu vereceksin hayvancağızın. Kendi domuz olmadı ki o. Allah ona domuz elbisesi giydirdi, sana bana insan elbisesi giydirdi.
"Yâ Rabbi susuzlara su verirdim. Kabahtlilerin kabahatini örter, söylemezdim, ayıpları meydana vurmazdım".
Mahcûb edecek cemâatin içerisinde, halkın içerisinde, "Sen şöyle değil miydin vaktiyle!". Geçdi o vaktiyle. Bitdi o vaktiyle. Eskiyi karışdırma. "Karışdırırım". Karışdırırsan ben senin daha eskini söyleyeyim, sen de menîsin, ben de menîyim. İleri gidersek iş oraya çıkar. "Et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh, günaha tövbe eden, günahı yapmamış gibidir". Temiz olur, tâhir olur. "Lâilâheillallah" küfür günahını temizler, îmândan sonra bazı cehâletle yapılan, bilmeyerek yapılan günahlar, onlar da istiğfarla temizlenir. Ama sözünde duracaksın, erkek olacaksın, erkek. Çünkü Allah erkeği ta'rîf ediyor, "رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ ricâlün lâ tülhîhim ticaretün velâ bey'un 'an zikrillah". Hatırlamadın mı? Erkek kimdir erkek? Sana bir erkek anlatayım da, erkek. Erkek olacaksın, sözünde duracaksın. Ahdından dönen erkek değildir. Münâfıkdır bir defa evveliemirde.
Yunan çıkmış İzmir'e. Bir erkek anlatacağım şimdi. Yunan çıkmış İzmir'e, iffet ırz ayak altında kalmış.
Abdestin bir sırrı da boynuna su verirken, "Yâ Rabbi, boynuma esâret halkasını geçirme, beni kâfirlere, müşriklere, zâlimlere pâyimâl etme yüzümü, esir etme, zebûn etme" diyeceksin. Çünkü en büyük felâket, en büyük belâ, hürriyetini kaybetmekdir. Senin ceddin kan dökmüş gelmiş, oğullarım serbest Allah desin diye. Bunu kaçırırsan gitdi iş elinden.
O devirde kadınlar erkeklerden kaçıyorlar. Yunan çıkmış İzmir'e, iffet ayakaltı olmuş. Ödemiş tarafında bir Türkmen kızı, çeşmeye gelmiş. Anadolu'da kadınlar erkeği gördüğü vakitde, bilirsiniz, ekseriniz Anadolu çocuğusunuz, erkeği gördü mü arkasını dönerler yolda. Öyle âdet, alışılmış, nedense. Efe gelmiş çeşmeye hayvanını sulayacak, bir Türkmen kızı da elinde testiyle gelmiş, efenin yüzüne baka baka testiyi tutmuş çeşmenin musluğuna. Efe demiş, "Sen kadın değil misin! Erkekden korkmaz mısın! Erkekden çekinmez misin! Niye yani arkanı dönmedin, benim önüme testiyi sürdün" demiş Efe. "Ben karşımda seni erkek görmüyorum ki" demiş "erkekden kaçarız biz" demiş, "erkeğe hürmet de ederiz, erkeğe itâat de ederiz". "Eeee?". "Ama sen erkek değilsin". "Ne demek erkek değilim!" "Erkek olsan Yunan İzmir'e çıkmazdı" demiş. Tüfeği aldı, İstiklâl Muhârebesi başladı.
İşte abdestde elinle boynuna suyu verirken böyle bu şekilde, "Yâ Rabbi esâret zincirini boynuma vurdurma" diyeceksin.
Dükkanda oturuyorum, bir zâhid arkadaş gelmiş, kendisi ilmiyyeden , sarıklı yani. "Efendi, vaazında hiç söylemiyorsun bunu" dedi. Mini etek çıkmışdı o vakit, kısa etekler filan. "Halka söyleyip men etmiyorsun" filan dedi bana, "etsene men bunu" dedi bana. Bana nasîhat ediyor, Allah râzı olsun. Ben dedim ki, "Canım insan düşünmeli, taşınmalı, İslâm'daki bulunan muhaddarât-ı islâmiyyeyi düşünmeli, onların tefekkürüne bırakıyorum" filan diye konuşuyoruz böyle. İçeri bir kız girdi. Meğerse erkekmiş kız. Erkek kızlardanmış yani. "Hocaefendi!" dedi ona, sakallı, belli kendisi, beni hoca zannetmedi, kitapçıyım ben. "Hocaefendi!" dedi, "erkek görsek biz mini etek giymeyiz" dedi. "Siz erkek olun giymeyeceğiz biz mini eteği" dedi. "Biz karşımızda erkek görmüyoruz ki" dedi. Çünkü erkeklik sakalla, şalvarla, bıyıkla değil. Erkek, Allah tayîn ediyor, "رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ ricâlün lâ tülhîhim ticaretün velâ bey'un 'an zikrillah, erkek ben ona derim ki benim zikrimden benim fikrimden onu hiç bir şey alıkoyamaz". Ne kasası, ne kesesi. Erkek o. Neyse.
Zâhir abdesti, işte bildiğimiz suyla alınan abdest. Geçen hafta misâllerini size vermişdim, vakit daraldı. Bâtın abdesti, tövbe ve istiğfardır, günaha suça tövbedir. Ama cezm ile, kasd ile o suçu terk etmeye niyet etmekdir. O suçu terk ederek gözyaşıyla abdest almakdır. Yani yapdığına nedâmet edip, ömrünü şimdiye kadar nereye harc etdi, nereye verdi. Çok gece uyumadın, düğünde, baloda, sünnet düğününde, bilmemne düğününde, evlenme düğününde. Kaç gece Allah için uykuyu terk etdin? Allah'la kaç gece başbaşa kaldın? Allah'ı kaç gece zikreyledin? Düşün bakayım. Kaç yaşındasın. İşte düşüneceksin böyle, o vakit gözyaşınla abdest alacaksın. Buna tövbe abdesti derler. Nâdim olmak. Onun için iki cihân serveri sallallahu aleyhi vesellem, "Et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh, günaha tövbe eden, günahı yapmamış gibidir" buyuruyor.
Ey mü'minler! Zâhiren ve bâtınen temizliğimize ve tahâretimize devâm edelim. Zâhirleri ve bâtınları tâhir olanların istikbâlleri müemmendir. Yakın bir zamanda safâya kavuşur, sultan mevkiine erişirler. Hattâ tâ, "fî mak'adı sıdkın inde melîkin muktedir"e vâsıl olurlar. Hilkatlerini bilmeyenler, zâhirlerini ve bâtınlarını kirltenler, kendilerini zâhirî, maddî necâsetden, pislikden temizlemeyen, bâtınen istiğfâr ile kalbini tathîr etmeyenler ise, âkıbetleri vahîmdir. Çok âh u zâr edecekler fakat âh u zârlarına kimse el uzatmayacakdır. Meğer ki Resûlullah'ın şefâati erişe. Peygamber'i hoşnûd etdiyse eğer.
Yâ Rabii bizi buradan boş çevirme.
Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 9 Nisan 1982 (14 Cemâziyyülâhir 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.