16 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden Cemâl-i Halvetî Hazretleri abdestin esrârına dâir kaleme aldığı Esrâr-ı Vudû' risâlesinde buyuruyorlar ki :
Abdestin zâhiri, yedi tavır üzere binâ kılınmışdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا" buyurmuşdur. İlk tavır, baş. İkinci ve üçüncü, eller. Dördüncü ve beşinci, yüzler. Altıncı ve yedinci, ayaklar.
İmdi, ey rızâya tâlib! Bilesin ki abdest iki kısımdır. Biri bedenî ve biri rûhî. İkisinin de farziyyeti nass ile sâbitdir. Allahu Teâlâ abdest hakkında, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ" buyurmuşdur. Resûl aleyhisselâm dahi buyurmuşdur ki, "Cennetin anahtarı namazdır, namazın anahtarı tahâretdir".
İlk kısım, 'avâmma da havâssa da farzdır ve beyâna hâcet yokdur. İkinci kısım ise, havâss-ı nâsa farzdır ve beyâna muhtâcdır. Nitekim, "Hasenâtü'l-ebrâr seyyiâtü'l-mukarrabîn" buyrulmuşdur. Ben derim ki, vudû'-ı rûhi yani rûhun abdesti, Allah'dan gayrısından el çekmekdir. Lâkin tahsîli pek güçdür. Nefsin arzuları üzere yürümekle hâsıl olmaz. O nefs ister âbid bir mü'minin nefsi gibi nûrânî olsun, ister fâsık bir mü'minin nefsi gibi zulmânî olsun. Ancak mâsivâallahdan tamamen kesilmekle hâsıl olur. Bunun için de nefsini şerîata bağlı, ârif-i billah bir şeyh-i kâmile teslîm etmek şartdır. Nitekim Allahu Teâlâ, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ" buyurmuşdur. Yani "Eğer îmân etdiyseniz, Allah'ın rızâsına aykırı olan işlerden sakınınız ve Allah'ın rızâsına bir vesîle taleb ediniz" demekdir. Tarîk-i bâtında sâlike lâzım olan, âlim, âbid, zâhid ve ârif bir şeyh-i kamili vesîle edinmekdir. Câhil şeyhin irşâdı sahîh değildir. Nitekim Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri kuddise sırrahu'l-azîz, "Biz tasavvufu kendi karîhamız ile bulmadık, şer'-i şerîfden iktibâs etdik. İrşâd da'vâsında olan kimse, müfessir ve muhaddis ve fakîh olmak şartdır. Eğer bu vasıflar ile mevsûf olmaz ise irşâdı sahîh değildir" buyurmuşdur.
Bundan sonra mal'ûm olsun ki, abdest âyetinde zikr olunan dört uzvun yıkanması farz olduğu gibi, dört nefsin de nefsânî kirlerden âb-ı kudsî ile yıkanması lâzımdır ki havâss-ı nâs olan kimse âb-ı kudsî ile abdest almadıkça Hakk'a münâcât etmeğe lâyık olamaz. Nitekim Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, "Namaz kılan Rabbine münâcât eder" buyurmuşdur. Zîrâ Hakk Sübhânehû ve Teâlâ ibâdete ferâiz-i zâhirî ile emreyledi. Zâhirin nûru ile bâtına vâsıl olsunlar içün. Eğer insan zâhir-i şerîat ile âmil olmaz ise, envâr-ı bâtına vâsıl olamadığı gibi, emânete hıyânet etdiği için, azâb-ı elîme müstehak olur. Nitekim Allahu Teâlâ buyurdu : "اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ". Ma'nâ-yı şerîfi, "Ben azîmü'ş-şân, tâ'at ve ferâiz olan emânetimi, 'aklı ve şu'ûru olmayan ve pek büyük olan göklere ve yere arz eyledim. Tahammül edemedikleri için korkup kaçdılar. İnsan zayıf bünyeli olmasına rağmen tahammül eyledi" demekdir.
Tasavvuf ehli nefs-i emmâreyi yüze teşbîh eylediler. Yüz ile emmâre arasında münâsebet nedir denilirse, muhakkak ki nefs-i emmâre, ahlâk-ı zemîmenin mahallidir. Eğer nâr-ı tevhîd ile o zemîmeden ĥalâs olur ise kendisinden ahlâk-ı hamîde zuhûr eyler. Nefs-i emmâre giderse, insandan artık kötü fiiller sâdır olmaz. Eğer insan bâtınını tezkiye ederek değişirse yüzü de değişir ve ne için yaradıldıysa ona döner.
Ele gelince. Nefs-i levvâme ile el arasındaki münâsebet şudur ki, el insanın âletidir. Nefs-i levvâmenin, hem nûrânî hem zulmânî âlemde mutasarrıf olması, elin tasarrufu gibidir gibidir. Bu da hadîs-i şerîf ile sâbitdir. Zîrâ Peygamberimiz, 'aleyhi's-salâtu ve's-selâm, "Mü'minin kalbi Rahmân'ın iki parmağı arasındadır" buyurmuşdur. Bu hadîs-i şerifin sırrını iyi anla!
Başa gelince. Baş ile nefs-i mülhime arasındaki münâsebet şudur. Baş insan bedeninin devâmına sebebdir. Zîrâ baş kesilirse insan ölür. Nefs-i mülhime de rûhânî bedenin hayâtına sebebdir. Zîrâ mühime olmasa, insan ilâhî ilhâma mazhar olamaz, ilhâm-ı ilâhîye nâil olmayan da rûhen ölmüş sayılır.
Ayaklara gelince. Ayaklarla nefs-i mutmainne arasındaki münâsebet de şudur. Sâlikin âlem-i ceberûtdan âlem-i lâhûta yürümesine vâsıta nefs-i mutmainnedir. Nitekim Allahu Teâlâ, "يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ * اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ" buyurmuşdur.
İmdi, ey tâlib! Uzuvlar arasındaki münâsebeti öğrendin ise bilesin ki nefs-i emmârenin temizliği taleb ve şevk ve riyâzatla olur. Levvâmenin temizliği, muhabbet-i Hakk iledir. Mülhimenin tahâreti, aşk-ı ilâhî iledir. Mutmainnenin yıkanması cezbe-i Rahmân'la olur. Nitekim "Cezbetün min cezebâti'r-rahmân tüvâzî amelü's-sekâleyn" buyurulmuşdur. Manâsı, "Hakk'ın cezbelerinden bir cezbe iki dünyânın ameline denkdir" demekdir.
Bu takdirce, bu nefslerin temizlenmesi lâzımdır. Zîrâ nezâfet îmândandır. Bu kelâm da hadîs-i şerîfdir.
İmdi ey tâlib! Buraya ķadar bâtın abdestinin esrârını dört makâm üzere öğrendin Bundan sonra yedi makâm üzere dahi beyân olunsun ki sâlik ölmeden evvel tarîk-i tezkiye ve tasfiyeye rağbet eylesin.
Hazret-i Şeyh yedi nevi temizliği de şöyle îzâh buyuruyorlar :
Birincisi manevî tahâretdir. İkincisi, manevî ağız temizliği. Üçüncüsü manevî burun temizliği. Dördüncüsü manevî yüz temizliği. Beşincisi manevî el temizliği. Altıncısı manevî baş temizliği. Yedincisi manevî ayak temizliği.
Birinci temizlik, nefs-i emmâre pisliklerinden temizlenmekdir :
Manevî pislikler, kin, hased, cimrilik, tamah, tûl-i emel gibi kötü ahlâkdır. Eğer sâlikde bu pisliklerden birisi bulunursa, Allah'a yaklaşamaz. Nasıl ki bildiğimiz namaz pisliklerden temizlenmeden câ,iz olmuyorsa, hakîkî namaz da manevî pisliklerden temizlenmeden olmaz. Sâlike lâzım olan nefsini nefes-i Rahmân marifetiyle bu gibi pisliklerden temizlemekdir ki kendisine Şeytan tasallut etmesin. Nefes-i Rahmân da ancak şeyhin nefesiyle hâsıl olur. Öyleyse, sâlik yüzünü nefes-i Rahmân'dan çevirmeyip dâimâ o tarafa müteveccih olsun ki cezebât-ı Rahmân'ın şerefiyle müşerref ola.
Ey tâlib! Bil ki, tahâret beş harfden mürekkebdir. Tâ ve Hâ ve Elif ve Râ ve Tâ. Tâ, kötü ahlâkı gidermeye işâretdir. Hâ, nefsâniyyeti gidermeye işâretdir. Elif, nefsin tarîkde istikâmetine işâretdir. Râ, Hakk'ın nefse tecellîsinin ricâsına işâretdir. Tâ, günahdan tevbeye işâretdir. Ve bu tahâretde nice sayısız sırlar vardır, tafsîle hâcet yokdur. Merteben yükseldikçe Allah sana bildirir. Bu beyândan anlaşıldı ki, ilk makâm, tahâret makâmıdır.
İkinci fasıl, manevî ağız beyânındadır :
Ey tâlib! Bilesin ki, zâhir ağzı ile insan yemek yer, su içer, ancak o ağız sebebiyle yemenin içmenin sırrınâ vâkıf olur. Onun üstündeki ilâhî sırlara vâkıf olmaz. Halbuki ilâhî sırlar bütün eşyâyı kuşatmışdır. Nitekim Allahu Teâlâ buyurdu : "وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ". Manâsı, Allahu Teâlâ'nın ilmi her şeyi ihâta eder demekdir. Hiç bir şey onun ilminden hâriç değildir. Ne zaman ki Allahu Teâlâ insana sırrını vermeği murâd etdi, evvelâ insanın kalbine erişdirdi. Sonra kalb vâsıtasıyla insana nüfuz etdi o sır. Mazharlar arasında en büyük mazharın insan olduğu "ve lekad kerremnâ benî âdem" âyetiyle beyân olundu. Bu itibarla, insanın kalbi, ağzı gibidir. Zîrâ sırr âleminden gelen feyz-i ilâhî kalbe gelir. Sonra o vâridât, kalb vâsıtasıyla nefsânî kuvvetlere yayılır. İşte bu muhabbetullahdır. Zîrâ kalb îmân mahallidir ve Allah'ın vahdâniyyeti kalb ile tasdîk olunduğu gibi ağız ile de ikrâr edilir. Yani ağız da îmân mahallidir. İşte bu yüzden kalb ağız menzilesindedir denilmişdir. Bu beyândan anlaşıldı ki, eğer tâlib, kalbini arıtır ise Allah'ın nimetlerinden yer, içer. Arıtmaz ise, yiyemez, içemez, hüsranda kalır. Allah korusun.
Üçüncü fasıl, manevî burnun beyânıdır :
Ey tâlib! Bilesin ki, zâhirdeki burun, koku almaya yarar, kokuların sırlarına erişir. Aşk kokusunun sırrına ise ancak manevî burun ile erişilebilir. Manevî burundan murâd, rûhdur. Ama her rûh değil ârifin sıfatı olan irfân-ı hakîkî manâsına gelen rûhdur. Ona rûh-ı sultânî derler, burun menzilindedir.
Dördüncü Fasıl manevî yüzü beyân eder :
Ey tâlib! Bilesin ki zâhirdeki yüz öyle bir uzuvdur ki insan onunla yönelir. Bu yüzde gayrılık ve ikilik bulunur. Tasavvuf ehli indinde buna itibâr yokdur, muteber olan manevî yüzdür ki kendisinde ikilik ve gayrılık bulunmaya. İşte bu manevî yüzden murâd, insandır. Sâlike lâzım olan, yüz makâmında vâki olan insan sırrını nefsânî kirlerden mâ-i kudsî ile yıkamakdır. Ağız menzilinde olan kalbi, nefsânî kirlerden muhabbet ve riyâzat ve açlık suyuyla yıkadığı gibi. Nitekim Allahu Teâlâ Mûsâ aleyhisselâma vahy etdi, "Aç kal ki beni göresin, tecerrüd et ki bana vâsıl olasın". İşte bu riyâzatın makbûliyyetine işâretdir.
Beşinci fasıl manevî eli beyân eder :
Zâhirdeki el ile insan her şeye tasarruf eder. Bu ele mukâbil bir el daha vardır ki ona manevî el derler. İşte bu el, sırr-ı sırrdır ki bu sırra sırr-ı hafî dahi derler. Sâlik ma'ârif-i ilâhiyyeyi hiç bir sûretde alamaz ancak bu el makâmında olan sırr-ı hafînin nûru ile alır. İnsanın isteklerini diğer uzuvları ile değil de ancak eliyle alması gibi.
Altıncı fasıl manevî başı beyân eder :
Ey Tâlib! Bilesin ki, zâhirdeki baş, insanın bedenî hayâtına sebeb olduğu gibi manevî başı da sâlikin manevî hayâtına sebebdir. Zîrâ insanın başı kesildiğinde hayâtı sona erer. İşte bu baş, nefs-i râdıyye medârıdır ki kendisiyle ahlâk-ı ilâhîye vâsıl olunur. Nitekim Resûl-i Ekrem, "Ahlâkullah ile tehalluk ediniz" buyurmuşdur. Manâsı, "Ey ümmetim!
Baş ile nefs-i râdıyye arasındaki münâsebet şudur ki, baş bütün uzuvların başı olduğu gibi nefs-i râdıyye de sırr-ı ehadiyyete ve vuslata mahaldir. Bu sebeble baş menzilesinde kılınmışdır.
Yedinci fasıl, manevî ayağı beyân eder :
Ey tâlib! Bilesin ki zâhirdeki ayak insanın bir uzvudur ki insan onunla bir mekandan bir mekâna gider, seyr eder. Bunun karşılığında bir ayak daha vardır ki ona manevî ayak derler. O manevî ayakdan murâd, Allah'ın sıfatlarıdır ki sâlik bu âlemde onlarla yürür. Eğer o sıfatların birisi sâlike taalluk etmese, yol alamaz. Öyleyse sâlike lâzım olan, yüce himmet burâkına binip fakr u ihtiyâç libâsını giyip kabz u bast kademine mâlik olsun ki maksad-ı aksâya vâsıl olsun. O maksad-ı aksâ âlem-i ehadiyyetdir. Sâlike lâzım olan iki ayağını kudsî su ile yıkamalı ki, ölmeden evvel sâlike münâcât-ı mahz hâsıl olsun.
Buraya kadar yedi uzvun bahsi tamamlandı. Bundan sonra temizliğin kemâlini beyân edelim.
Kemâliyle temizlik ancak varlığın fenâsıyla olur. Zîrâ o varlık en büyük günahdır. O günahla münâcât olmaz. Öyleyse gayret et ki sana Allah'ın inâyeti ere ve ölmezden evvel fenâya ve sonra da bekâya vâsıl olasın. İşte bu da münâcâtın en yüksek mertebesidir.