Abdurrahmân Sâmî Saruhânî Hazretleri

27 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Hüseyin Vassaf
Abdurrahmân Sâmî Efendi Hazretleri, 5 Mart 1879 (12 Rebiülevvel 1296) târihinde Manisa Saruhan'da dünyâya gelmişdir. Leyle-i Mevlid münâsebetiyle babasını tebrîke gelen Çöplü Dede nâmındaki bir veliyullah, "Efendim, şimdi dünyâya gelen mahdûmunuzun ismi Abdurrahmân olsun" demesiyle, babası Âsım Efendi oğluna bu ismi vermiş, kendisi de Sâmî adını ilâve etmişdir. Haremeyn vâlilerinden olan babası Âsım Efendi, urefâ-yı tarîkatdan bir zât-ı muhteremdir. Dedesi Ahmed Nûrî Efendi de meşâyihdendir. Vâlideleri cihetinden silsileleri, Seyyide Zeyneb Hazretlerine, pederleri cihetinden silsileleri de Hazret-i Ömer Efendimize ulaşır. 

İlk tahsîline memleketinde başlayan Sâmî Efendi bilâhere İstanbul'a gelerek Fatih Çifteayak Bahr-ı Sefîd Medresesine devam ederek Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi'den ve zamanın allâmesi Hüseyin Necmeddin Pürzetî Efendi'den icâzet almışdır. Bir kısmı matbû bir kısmı da yazma hâlinde duran kıymetli eserleri ilimdeki derecesini göstermeye kâfîdir. Hazret-i Şeyh, dînî ilimlerden başka Kimyâ ve Astronomi ilimlerini de tahsîl etmiş. Hattâ usta bir kimyâger olarak pek çok ilaçlar, terkîbler hazırlamış, lâzım olduğunda bunları imal ederek eşe-dosta, konuya-komşuya ihsân etmişdir. 

Sâmî Efendi Hazretleri ilim tahsîlinden sonra, gördüğü bir rüyâ üzerine mürşid aramaya başlamış ve Çanakkale'de mukîm Tarîk-i Uşşâkiyye'den Ahmed Şücâeddin Efendi Hazretlerine intisâb etmiş ve bir müddet bu zâtın terbiyesi altında kalıp seyr u sülûkünü ikmâl etmiş ve kendisinden icâzet almışdır. Meşhûr Sefîne-i Evliyâ'nın müellifi Hüseyin Vassaf Bey, Hazret-i Şeyh'in seyr ü sülûk mâcerâsını bizzat kendi ağzından dinlemiş ve eserine şöylece kaydetmişdir : 

Kendi nakillerine nazaran, hadâset-i sinninden beri müdâvim-i zikr olup, bir gece âlem-i ma’nâda Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve selem Efendimiz Hazretlerini rü'yet ile şeref-yâb olarak na’leyn-i şerîfini ihsân buyurduğu günden i'tibâren cezbe ve aşkı galebeye başlayıp bir mürşid taharrîsi sırasında işâret-i Peygamberî ile Çanakkale’de meşâyih-i Uşşâkiyye’den ve Âzâde Hazretleri sülâlesinden Ahmed Şücâeddîn Efendi’nin dâhil-i dâire-i reşâdeti olmuşdur. İlk mülâkâtı şöyle nakl ederler. Ahmed Şücâeddîn Efendi va'z ediyor imiş, hitâm-ı va'zda mülâkî olup elini öpdükte, "Oğlum Sâmî, ma’lûmâtım var, nasîbinizi vermeye ma’nen me’mûrum" buyurup, bey'at vermişdir. Dört sene sülûkda bulunup, Tarîk-i Uşşâkî’den icâze almışlardır. Esnâ-yı icâzetde tâc-ı şerîfin biraz yüksekçe dikilmiş olmasına karşı, şeyhi kabûl buyurup Sâmî Efendi’ye giydirmiştir. Sâmî Efendi, Hazret-i Mısrî’yi rü’yâda görüp, elinden asâsını alır görmesiyle, şeyhi bunu hasen ta'bîr ederek, "Oğlum, ben ümmîyim, senin icâze ismin Niyâzî'dir, tâcın Niyâzî Hazretlerinin tâcı gibi uzunca olmasında beis yoktur. O Hazret'in de uzunca idi" buyurmuşlar imiş.

Hazret-i Şeyh Kasımpaşa'daki Yahyâ Kethüdâ Dergâhı postnişînliğine tayîn edilmiş ve tekkeler kapatılıncaya kadar burada vazîfe yapmışdır. Bu vazîfeden aldığı maaşı hayır hasednâta sarf etmiş, geçimini elinin emeği ile karşılamışdır. Kendisi kimyâgerdir, kazancını misk imâl ederek temin etmişdir. Kimyâyı çok iyi bildiği gibi, ilm-i simyâda da yed-i tûlâ sâhibidir. Bu ilme dâir eserler telif etmiş ancak vefâtına yakın bir tarihde, ehil olmayanların eline geçer endîşesiyle hepsini imhâ etmişdir.

Sâmî Efendi Hazretleri, Arapça'ya ve Farsça'ya son derce vâkıdır. Hattâ her iki dilde şiirleri bile vardır. Arapça'ya vukûfiyetini gösteren diğer bir delil de meşhûr Kâfiye isimli kitaba bir şerh yazmış olmasıdır.

Ahmed Şücâeddin Efendi

Sâmî Efendi Hazretlerinin diğer bir husûsiyyeti de pek çok tarîkden mücâz oluşudur. Hüseyin Vassâf Efendi bu husûsu bizzat kendisinden şu şekilde rivâyet ediyor :

Sâmî Efendi, şeyhine hitâben, "Efendim, dîğer tarîkatlardan da sâhib-i silsile olsam, müsâade buyurulur mu?'" istîzânına cevâben "Salâhî Efendimiz Hazretleri de cem' etmişdir. Esnâ-yı sülûkda olamazdı, ba'de’l-icâze muhayyersin" yolunda müsâadede bulunmalarıyla dîğer tarîklerden de ayrı ayrı mazhar-ı icâze olmuş olduğunu hikâye etdi.

Yine Hüseyin Vassâf Efendi, Hazret-i Şeyh'in icâze aldığı turuk-i aliyye ve meşâyihini şu şekilde beyân ediyor :

1. Nakşibendiyyenin Muhammed Can Kolu : Edirne’de Mihâl Bey Dergâhı şeyhi Ebubekir b. Halîl Efendi
2. Nakşibendiyyenin Behcetiyye Kolu : Hisâr Şeyhi Muhammed Nûrullâh Efendi
3. Kâdiriyyenin Karîbullah Kolu : Mısır meşâyihinden Ebu'l Envâr Feyzüddin Efendi'nin halîfesi Şeyh Hilmi Efendi
4. Kâdiriyyenin Muhyiddin ibn Arabî Kolu : Şeyh Hayrullah Efendi
5. Sa'diyye : Edirneli İsmail Rüşdî Efendi
6. Şa'bâniyye : İzmirli Şeyh Ahmed Efendi
7. Rufâiyye ve Bedeviyye : İzmirli Şeyh Mustafa Hilmî Efendi
8. Gülşeniyye : Edirneli Şeyh Şerefeddin Efendi
9. Şâzeliyye : Şeyh Hayrullah Efendi
10. Düssûkiyye: Şeyh Abdurrahman Kalenderî
11. Mevleviyye : Manisada medfûn merhûm İsmail Çelebi'nin ruhaniyyetlerinden
12. Halvetiyye'nin Uşşâki Kolu : Gelibolulu Ahmed Şücâeddin Efendi

Hazret-i Şeyh, "Küllü't-tarîk tarîki Muhammediyye" düstûrunu kabûl eden yani turuk-ı aliyyenin hepsini hak yol bilen kâmil bir mürşiddir. Nitekim şu nutk-i şerîfinde de bunu dile getirmişdir : 

Dîdemiz giryân sînemiz sûzân
Rûhumuz hayrân Halvetîleriz

Cismimiz büryân derdimiz dermân 
Aşkımız burhân Celvetîleriz

Sırr ile seyrân şevk ile devrân
Ederiz her ân Kâdirîleriz

Mahremiz zâre bülbülüz yâre
Hârız ağyâre Rıfâîleriz

Bizdedir halvet yâr ile ülfet
Bulmuşuz vuslat Dussûkîleriz

Zikrimiz esmâ fikr-i müsemmâ 
Seyr-i "ev ednâ" Bedevîleriz

Hakk'ı çün bulduk nûr ile dolduk
Aşkla yoğrulduk Şâzelîleriz

Ölmeden öldük sonra dirildik 
Uçmağa girdik Mevlevîleriz

Hayy ü bâkîyiz Dost müştâkıyız 
Aşka sâkîyiz Nakşîleriz biz

Bizdedir Âdem İse'bni Meryem
Hem ism-i a'zam Bayrâmîleriz

On iki seyrân ideriz her ân
Ma'nâda sultân Vefâîleriz

Âşık-ı cânân mahrem-i irfân
Fakr ile pinhân Bektâşîleriz

Vahdete vâkıf kesreti sârif
Kenz-i ma'ârif Şa'bânîleriz

Sâmî ko halkı ara bul Hakk'ı
Yoludur aşkı Uşşâkîleriz

Muzaffer Efendi · Dîdemiz Giryân Sînemiz Sûzân - Uşşak ilahi

Hazret-i Şeyh'in şu nutk-i şerîfi de tarîkat-ı aliyyenin hakâikini göstermesi bakımından çok kıymetlidir :

Halvetîyem kesretim vahdet ile pinhân olur
Celvetîyem vahdetim kesret ile 'ummân olur

Kâdirîyem sırr-ı kudret sırrıma eyler zuhûr
Nakşibendem nakş-ı kalbim külle yevmin şân olur

Şâzelîyem kim harîm-i hazretin seyyârıyem
Bedevîyem sırr-ı vahdet sırrıma feyzân olur

Hem Rufâ'îyem bana semm-i nüfûs etmez eser
Sırr-ı Bektâşem dilimde on iki seyrân olur

Câmi'-i na't-ı celâl vasf-ı cemâl Bayrâmîyem
Hem Düsûkîyem ki vahdet-i şems-i dil tâbân olur

Sünbülîyem sünbülistân-ı hakîkat nisbetim
Sırrı-ı Şa'bânem ki cezb-i Hakk'a dil mestân olur

Mevlevîyem kim külâh-ı istikâmet lâbisem
Ravza-yı hadrâ-yı dil dil-besteye 'atşân olur

 Feth edüp sırr-ı Sinân ile kal'a kâf-ı kesretden
Şems-i Nûreddîn'de dil şerefinde ufk-ı cân olur

Hep tarîkat sırrını lâbis olur sırrım gehî
Gâh vahdet bahrına gark cümleden 'uryân olur

Almışım bu nisbeti şeyhim Şücâaddîn'den
Nisbet-i kudsiyyesi mecmu'a-i pîrân olur

Cümle pîrân sırrını Sâmî Niyâzî bir bilüp
Pîr-i Uşşâkî'de bul 'aşkı bulan sultân olur

Abdurrahman Sâmî Efendi Hazretleri irşâdını Halvetiyyenin bir şubesi olan Uşşâkiyye usûlune göre yapar. Zor günlerde bile zikir meclislerini küşâd eder. Camilerde yatsı namazından sonra el ayak çekildikten sonra zikir meclislerine devam eder. Kendisine korkup korkmadığı sorulduğunda, "Bize bu vazifeyi şahıslar vermediler ki şahıslar istedi diye terk edelim" der. Tefsîrden hadîse, akâidden edebiyâta kadar pek çok sahada eser veren Sâmî Efendi'nin en önemli eserlerinden birisi de "Evrâdü'l Mukarrabîn" adını verdiği ve haftanın her günü için husûsî olarak tanzîm ettiği evrâdıdır. 

Tekkelerin kapatılmasından sonra Sâmî Efendi Hazretleri için zor günler başlamış. Yaşının genç olması, başda İstanbul ve Ege olmak üzere bağlılarının ve sevenlerinin çokluğu, takibi için yeterli bir sebeb olarak görülmüşdür. Menemen hâdisesinde serhalîfesi Bekir Sıdkı Visâlî ile beraber tutuklanırlar. Altı ay tutuklu kaldıkdan sonra berâat etmelerine rağmen artık bir kere mimlenmişlerdir. Hem Şeyh Sâmî Efendi hem de Bekir Sıdkı Efendi hayatlarının sonuna kadar takibât altında tutulmuşlardır. Osmanlı dersiâmı olması hasebiyle kayd-ı hayât şartıyla vâizlik yapabilme hakkı verilmişken, bu hakkı da gasb edilmişdir.

Menemen hâdisesi sırasında cereyân eden ibretlik bir hâdiseyi Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri şöyle anlatmışlardı :

Menemen hâdisesinde mahkeme hâkimlerinden biri Efendi Hazretlerinin mürîdlerinden birinin dâmâdı imiş. O dervîş hâkim olan dâmâdının Efendi Hazretlerine yardımcı olacağını söylemiş. Bir bakıma tesellî vermek istemiş. Mahkeme günü gelmiş, duruşma başlamış. Duruşmada, Efendi Hazretleri kânunlara aykırı hiç bir hareketi olmadığını beyân edince, gûyâ tanıdık olan o hâkim, "Bunları darağacında anlatırsın" demiş. Efendi Hazretleri celâllenerek, "Evlâd! Ulemânın eti zehirlidir, ısıran kelb ölür" buyurmuşlar. Bir müddet sonra suçsuz bulunarak tahliye olunca o mürîdi kendisine geçmiş olsun ziyâretine geldiğinde sormuş, "Efendim, bizim dâmâdın size bir faydası oldu mu?" demiş. Hazret-i Şeyh, kemâl-i nezâketinden dolayı "Evet oldu" dedikden sonra "Kendisi şimdi ne yapıyor, nerede?" diye sormuşlar. "Sizin mahkemenizden üç dört ay sonra barsağında bir yara çıkdı, sizlere ömür oldu Efendim" demesin mi!

Şurası da çok câlib-i dikkatdir ki, Hazret-i Şeyh, Menemen hâdisesinde altı ay kadar haksız yere hapis yatdığı hâlde, Atatürk aleyhinde hiç konuşmamış ve başkalarının da konuşmasına müsaade etmemişler. "Atatürk bu ülkeyi kurtardı, aleyhinde konuşmayın" buyurmuşlar.

Abdurrahman Sami Saruhani Hazretlerinin Kabr-i Şerifi

Hazret-i Şeyh, az sayıda dervîşi ile, vaktinin çoğunu sohbet ve ibâdetle geçirmiş ve nihâyet 1934 senesinde bir gece beklenmedik şekilde vefât etmişdir. Kabr-i Şerîfi Edirnekapı Şehidliğinde Mısır Tarlası olarak isimlendirilen bölümdedir. İrtihâlinden birkaç gün önce kabri hakkında nasıl vasiyyet etdiğini ve ne şekilde vâsıl-ı dîdâr olduklarını, o vakitler pek genç olan son dervîşi, Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri şöyle anlatmışlardı :

Vefâtı da şöyle oldu. Babam gibi sevdiğim için, bir gün bana dedi ki, günlerden Cuma günü idi, "sen ölürsen nereye gömülmek istersin?" dedi bana. Halbuki kendi öleceğini söyleyecekmiş, tabii "ben öleceğim" dese, ben üzüleceğim, ağlayacağım filan. Bunu duyurmamak için bu şekilde benimle konuşuyor. "Sen ölürsen nereye gömülmek istersin?" diye soruyor. O yaşdaki bir çocuğa bu sorulur mu?. Ben dedim ki, İstanbul'da Halebî diye büyük bir âlim var, hep âlimler onun etrâfına gömülürler. "Ben ölürsem oraya gömülmek isterim" dedim. Bana dedi ki, "Beni sakın oraya gömmeyin" dedi. "Beni, Mısır Tarlası var, onun kenarına gömün" dedi. "Çünkü ben kötü bir adamım, Allah bana kabirde azâb ederse, ordaki halkı ben incitmeyeyim yani onlara eziyet cefâ etmeyeyim" dedi. "Beni nereye gömeceksiniz? diye tekrar bana sordu. Ben dedim ki, "Mısır Tarlasının kenarına gömülmek istiyorsunuz siz" dedim. Halbuki o bana vasiyet ediyormuş, ben onun vasiyet etdiğini bilmiyorum. "Namazımı Fâtih Camisinde kılarsınız, bana şunu yaparsınız, bunu yaparsınız" filan dedi. Cuma günü bunları söyledi, Salı günü akşam vefât etdi ve Çarşamba günü defn etdik biz onu. Anladım ki ben o vakit, Efendi bana vasiyet etmişdi. Eğer deseydi ki "ben öleceğim", ben üzülecekdim, ağlayacakdım. Beni üzmeden, ağlatmadan, vasiyetini yapdı.

Muzaffer Efendi Hazretleri Hazret-i Şeyh'in vefâtı hakkında da şöyle buyurmuşlardı :

Vefâtları Salıyı Çarşambaya bağlayan gece Yatsı namazında vukû buldu. Sabah erken ilk ben kendilerini ziyârete gitmişdim. Seslendim cevap veren yok, kapı açıkdı, içeri girdim. Efendi Hazretlerini secdede teslîm-i rûh etmiş olarak buldum. Evde kimse yokdu. Bildiğim bütün büyüklerime haber verdim. Bütün defin hizmetlerinde bulundum. Hazret, sık sık secdede uyuyakalırlar, Vâlide Hanım'ın yanına gitmezlerdi. 

Muzaffer Efendi Hazretleri yine Hazret-i Şeyh'in cenâzesinde okumuş olduğu âyetler hakkında da şöyle buyurmuşlardı :

Fakîr, o zaman Arapçayı yeni öğrenmeğe başladığımdan, okuduğum âyet-i kerîmelerin ma'nâlarına vâkıf ve âşinâ değildim. Fakat nasıl olduysa bilemiyorum cenâzesinde Sûre-i Fecr'in son âyetlerini okuyuverdim :
يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ * اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ * فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ * وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي
Yâ eyyetühe'n-nefsü'l-mutma'inne. Ircı'î ilâ rabbiki râdiyyeten merdiyye. Fedhulî fî 'ibâdî. Vedhulî cennetî.
Ey mutma'inn olan nefs! O'ndan râzı ve O'nun rızâsını kazanmış olarak Rabbine dön. Gir has kullarımın arasına. Gir has kullarıma mahsûs cennetime.

Bugün, ancak bu âyet-i celîlenin ma'nâsını ve Allahu Teâlâ'nın hakkıyla îmân eden kullarını hitâb-ı izzetiyle nasıl taltîf ve tatyîb buyurduğunu, denizlerden bir katre ve güneşden bir zerre mikdarı idrâk ve ihâtâ edebilmekdeyim. Rahmetullahi aleyhi ve rahmeten vâsi'a.

Muzaffer Efendi Hazretleri O'nun bazı güzel hasletlerinden de şöyle bahsetmişlerdi :

Adalara gitdiğimiz zaman bana midye kabukları toplatırdı. Onları döver, ezer, çok güzel yanar dönerli tesbîhler yapardı. Pek çok ilaçları kendi yapardı, bendegâna, komşulara eliyle ilaç yapar götürürdü. Çok güzel ney üflerdi. Ne zaman sofra kurulsa dâimâ sofraya bir kişilik fazla kap koyardı. Mutlaka yemeğe birileri gelsin isterdi. Bir müddet beklemeden lokma etmezlerdi. Kimse gelmezse bir müddet bekler, sonra yemeğe başlarlardı. Kapıyı hiç örtmezlerdi. 

Allah şefâatlerine nâil eylesin ve feyzlerinden istifâde edebilmeyi cümlemize nasib ü müyesser eylesin. Âmîn.
ESERLERİ 
Hazret-i Şeyh'in pek çok eseri vardır. Bu eserlerinden bir kısmı risâle şeklinde, bir kısmı da hacimlidir. Bazı eserleri yayınlanmış, bazıları yazma olarak kalmışdır. Yazma hâlinde kalan eserleri şunlardır :

1. Sırr-ı Tevhîd : Mürîdlerine hitâben yazılmı bir eserdir.
 
2. Tefsîru'l-Kur'ân Tenvîrü'l-Beyân : Tefsîr ilmi hakkında Türkçe bir eserdir. Birinci mukaddimede, sûre ve âyetin tarifleri yapılmıştır. İkinci mukaddimede tefsîr ile te'vîl ıstılahları arasındaki farklar dile getirilmiştir. Üçüncü mukaddimede tefsîr ilminin konusu, faydası ve gâyesi işlenmişdir.

3. Hadîs-i Erbaîn : Dört bâbdan müteşekkil kırk hadîs derlemesidir. Birinci bâb, ezel ile ilgili hadisler, beş hadisden ibaretdir. İkinci bâb, ibâdetlerle ilgili hadisler, on altı hadîsden ibaretdir. Üçüncü bâb, muamelata dâir hadîsler, on hadîsden ibaretdir. Dördüncü bâb, "la yezâl" ile alâkalı hadîsler, dokuz hadisdir.

4. Tevcîhü'l-Âyati'l-Muhtelefi'z-Zâhir : Kur'ân'da birbirleriyle çelişiyor gibi görünen â
yetlerin nasıl anlaşılması gerekdiğini açıklamakda ve gerçekde Kur'ân ayetleri arasında bir tenâkuz olmadığını göstermekdedir.
5. Düstûr-i Bedi' : İki fasıldan ibaretdir. Yukarıdaki eserinin biraz daha hacimlisidir.

6. Sırrı'l-Kadîr fî İlmi'l-İksîr : Kimya ilmi ile ilgili bir eserdir.

7. Kenzü'l-Âşıkîn : Hazret-i Peygamber'in bazı hadîslerini manzûm bir şekilde beyân etmekdedir.

8. Şerhu'l-Emâlî : Kelam ile ilgili 32 varaklık bir risaledir.

9. Şerhu'l-Kâfiye : İbn Hacib'in "Kâfiye"sinin şerhidir. Nahiv ilmi ile alakalıdır.

10. Fâtiha Sûresi Tefsiri : Bu sûre-i celîlenin tasavvufî bir tefsîridir. Eserin metnini de içeren yüksek lisans tezine bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Hazret-i Şeyh'in yayınlanmış olan eserleri de şunlardır :
1. Mi'yâru'l Evliyâ : Kitâb dört ana kısımdan oluşur. Birinci kısım şerîat, ikinci kısım tarîkat, üçüncü kısım hakîkat hakkında olup tasavvuf ve sôfiyye ıstılâhlarının tarif ve açıklamalarını içermekdedir. Dördüncü kısım, marifetullahı avâm, havas ve hâssu'l havassa göre açıklamakdadır.

2. Dîvân : Hazret-i Şeyh, nutk-i şerîflerinde tasavvufun bütün inceliklerini, şiirin bütün imkânlarını kullanarak pek zarîf bir sûretde ifâde etmişdir. Eser, 
1980 yılında Şahinler Vakfı tarafından, 2006 yılında da H Yayınları tarafından yeni harflerle yayınlanmışdır. Hazret-i Şeyh'in hemen hemen bütün nutuklarını biz de yayınladık ve bazılarına şerhler de yapdık. Dileyenler Dîvân-ı Uşşâk'dan bakabilirler.

3. Müntehabât-ı Sâmiyye : Muhtelif konularda derleme bir eserdir.

4. Evrâdü'l Mukarrabîn : Cuma gününden başlamak üzere haftanın yedi gününde mürîdlerce okunacak vird, duâ ve salavât-ı şerîfeleri ihtivâ eder.

5. El-Meslekü's-Sâmiyye Fî Sülûki'n-Nakşiyyeti'l-Behâiyye ve'l-Halvetiyyeti'l-Hüsâmiyye : Nakşî ve Halvetî tarîkatlarına göre sülûkda başlangıçdan itibaren nefsin kat etdiği makâmlar ile bu makâmların anahtarları, âyetlerle ve hadîslerle beyân edilmişdir.
6. Şerh-i Esrâr-i Esmâi'l-Hüsnâ : Esmâ-i Hüsnâ'nın kısaca manaları, kulun bu isimlerden alması gereken hisse, Esmâ-i Hüsna'nın şifâ olduğu hastalıklar beyân edilmişdir.

7. Binâ-yı İslâm : "İslâm beş şey üzerine binâ edilmişdir" hadîsinden yola çıkarak islâmın beş rüknü tafsilatlı olarak anlatılmışdır.

8. Hediyyetü'l-Âşıkîn : Dört bâbdan müteşekkil 36 sayfalık bir eserdir. Birinci bâbda, îmân, islâm ve ehl-i sünnet itikâdı beyân olunmuş, ikinci bâbda, islâmın beş rüknü tasavvufî bir üslûbla açıklanmış, bu rükünleri yerine getirmeyenlere verilecek cezâlar beyân edilmişdir. Üçüncü bâbda, ahlâkın menşei, tarîfi ve çeşitleri îzâh edilmişdir. Dördüncü bâbda, şerîat, tarîkat, feyz, marifet, zikrullahın fazîleti, mürşid-i kâmilin alâmetleri, evlilikde karşılıklı hak ve hukuk gibi meseleler ele alınmışdır.

9. Tuhfetü'l-Uşşâkiyye : Abdullah Salâhaddin Uşşâkî Hazretlerinin Tarîk-i Uşşâkiyyenin usûl ve âdâbına dâir Arapça olarak kaleme aldığı eserin tercümesi olup, Hazret-i Şeyh tarafından bir takım ilâveler yapılarak genişletilmişdir.

10. Nâme-i Muharrem : Kerbelâ Fâciası hakkındadır.

11. Mevlid-i Müctebâ : Resûl-i Ekrem Efendimizin hayâtını, evsâfını ve yüce kadrini beyân eden manzûm bir eserdir.

12. Mir'ât-ı Eyyâm : Günlerin hassalarına dâir bir eserdir.
Hazret-i Şeyh'in eserleri bunlardan ibâret değildir. Evrâd-ı Mukarrabin isimli eserinin kapağında eserlerinin bir listesi verilmişdir. Buna göre elimize ulaşmayan eserleri şunlardır :
1. Şerh-i Nûniyye ed-Dürretü'l-Meknûniyye : Akâidle alâkalı.
2. Kenzü'l-Ârifîn : Tasavvufla alakalı.
3. Risâle-i Hürriyyet
4. Mihveri'l-Ulûm
5. El-Mecâlisü's-Sâmiyye
6. Cevâmiu'l-Kelîm
7. Zübdetü'l-Ulûmü'l-Arabiyye
8. Medâricü's-Sâlikîn ve Meâricü'l-Vâsılîn 

HAZRET-İ ŞEYH'İN HAYÂTI ve ESERLERİ HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR 

Hazret-i Şeyh ve eserleri hakkında yapılan çalışmalar şunlardır :
  • Dîvân-ı Sâmî : 1980 senesinde Şâhinler Vakfı tarafından yayınlanmış ve ücretsiz olarak dağıtılmışdır. Bu esere, şu bağlantıdan erişebilirsiniz.
  • Abdurrahmân Sâmî'nin Hayâtı, Eserleri ve Tefsîr-i Fâtiha-i Şerîf Risâlesi : Süleyman Derin tarafından 1993 senesinde hazırlanan yüksek lisans tezidir. Bu teze şu bağlantıdan erişilebilir.
  • Uşşâkîler - Abdurrahmân Sâmî Niyâzî : Salahattin Aydemir tarafından 2005 yılında Çorum'da yayınlanan bu eserde, Hazret-i Şeyh'in hayâtı, eserleri ve menâkıbı anlatılmışdır. Bu eserde Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Hazret-i Şeyh hakkındaki beyânâtı da bulunmakdadır.
  • 19. Yüzyılda Bir Uşşâkî Şeyhi - Abdurrahmân Sâmî Saruhânî  : Yusra Taner tarafından hazırlanan yüksek lisan tezidir. Bu tezde, Hazret-i Şeyh'in hayâtı ve eserleri hakkında bilgi verildikden sonra, bir takım dînî ve tasavvufî meseleler hakkında Hazret-i Şeyh'in eserlerinden alıntılar yapılmışdır.
  • Uşşâkî'de Bul Aşkı : Naciye Kaya tarafından hazırlanan ve 2016 yılında yayınlanan bu eserde, Hazret-i Şeyh'in Dîvânı, Mevlid, Mir`âtu'l-Eyyam ve Nâme-i Muharrem adındaki risâleleri bir araya getirilmişdir.
Biz vahdetin mihmânıyız enfüsdedir âfâkımız
Geçdik bütün 'âlemleri budur ezel mîsâkımız
Fânî olup 'âlemde hep cân mülkünü kıldık taleb
Mahva erişdirdi edeb 'aşk âteşi ihrâkımız
Hüsn ü cemâl-i lâ-misâl envârı etti işti'âl
Cân ü gönül oldu hilâl şems-i ezel işrâkımız
'Aşk ile mestân olalı şevk ile hayrân olalı
Müstağnî-i hûr-i cinân feyz-i ezel ezvâkımız
Etvâr-ı Hakk etvârımız esrâr-ı Hakk esrârımız
Envâr-ı Hakk envârımız ahlâk-ı Hakk ahlâkımız
Derd-i derûn ile hicâb-ı zulmete üftâdeye
Âb-ı hayât-ı ma'nevîdir nisbet-i tiryâkımız
'İlm-i ledünden bî-hurûf nûr-i tecellî dersimiz
Zât u sıfât esrârına vâkıf olur 'uşşâkımız
Cânân ilinden mülk-i câna 'aks eder feyz-i ezel
Nûr-i bekâbillâh ile ilhâm olur intâkımız
Mîzâb olup Sâmî Niyâzî dil tecerrüdle tamâm
İksîr-i cândır ma'nevî 'âşıklara intâkımız

Listeye geri dön