3 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
ÂDÂBU’L-MÜRÎD FÎ-SOHBETİ’L-MURÂD
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdüli’llâhillezî halaka’l-insâne ve eddebe bi’l-‘ilmi ve’l-‘irfâni bi-tenzîli’l-kur’ânillezî kâle fî kelâmihî: “er- Rahmânu ‘alleme’l-kur’âne halaka’l-insâne ‘alleme-hu’lbeyân” ve’s-salâtu ve’s-selâmu ‘alâ nebiyyihî ve habîbihî ve resûlihî muhammedin hüve rûhu’l-ervâh ve ekmelü’linsân el-edîbü’l-müeddibi bi’l-kur’ân ve’l-furkânillezî kâle fî hadîsihi: “Eddebenî rabbî fe-ahsene te’dîbî” ve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ve etbâ‘ihi’llezînehüm ıktedev bihi aleyhi’sselâm fî-cemî‘i’l-akvâli ve’l-ef‘âli ve’l-âdâbi ve’l-erkân bikemâli’l- îkâni ve etemme’l-îmân vehüm yekûlûne fî akvâlihim ‘allemenâ resûlullâhi hatta’l-hirâs.
'Ammâ ba'd, hakîkat-ı sırât-ı müstakîm ki bâtın-ı sübülü’s-selâm ve şâhrâh-ı Ka‘be-i visâl-i Rabbü’l-enâmdır, ya‘nî elsine-i nâsda tarîkat ve râh-ı hakîkat olub anın sülûkuna dâir sırr-ı Müste‘ân mey-i rakrâk-ı muhabbet-i dîvânegân selâsil-i incizâb-ı meveddet olan mürîd-i sâdıka vâsıl-ı Rabb-i enâm ve nâil-i aksâi merâm olmak içün bi’l-cümle tekâlîf-i şer‘iyye ityânından sonra a‘zam-ı esbâbı, “ve enîbû ilâ rabbiküm ve eslimû lehû min kabli en ye’tiyekümü’l-‘azâbu sümme lâ tunsarûn” âyât-ı celîlü’l-beyyinât müfâd-ı münîfince bir nâib-i Hak celle ve ‘alâ ve ridâu’l-kibriyâ olan hâmili esrâr-ı Hudâ ve vâris-i ‘ilm-i enbiyâ ehli’t-tukâ ve’n-nükâ müteşerri‘ ve müteverri‘ ‘ârif-i billâh ve mürşid-i âgâh merdân-ı Hudâ’dan bir mürşid-i kâmile inâbetle intisâbe ve itbâ‘ idüb li-ecli’t-terbiyye her hâlde emrini kabûl etmek içün ta‘alluk-ı kalbiyye ve muhabbet-i vicdâniyye hâsıl etmekdir. Muhabbet istihsâl dahi bir vechile hâsıl ve mümkin olamayub ancak ol mürşid-i âgâhın zamîr-i münîrinde müte‘ayyin olan hubb-ı fillâh’dan kalb-i mürîde,
"Lâ yuhtâcu ‘ale’l-hubbi delîlün/ Mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîlün (Muhabbet için delîle gerek yokdur. O, kalbden kalbe akıp gider" mantûkunca in‘ikâs tarîkiyle hâsıl olub, bu vechile envâr-ı muhabbetin in‘ikâsı husûsunun dahi a‘zamı vesâ’ili mürâ‘ât-ı edebdir ki edîb olan gönül edîbe lâcerem temâyül eyleyüb anda şa‘şa‘a-pâş olan envâr-ı muhabbet mürşid-i edîbin mir’ât-ı dilinde sûret-nümâ olur. O muhabbet o mürîd-i muhibb-i edîbi murâda vâsıl kılub insân-ı kâmil eyler. Çünki bî-edeb olan kimesneden nefret ve ictinâb olunub anda envâr-ı muhabbetin mün‘akis olamaması emr-i zarûrî olduğundan evzâ‘-ı küstâhâne ile me’lûf olanlar ve riyâz-ı âdâb-ı muhabbetden gül-çîn olmayanlar mânend-i behîmetü’l-en‘âm tîh-i dalâlet yaylaklarında halî‘u’l-‘izâr, serseri, ser-gerdân geşt ü güzâr ile ifnâ-yı ‘ömr-i azîz idüb üftâde-i hâk ü helâk ü hicrân olurlar, ne’ûzü bi’llâh.
Binâ’en‘aleyh müştâkân-ı dîdâr-ı şâhid-i maksûd olan mürîd-i edîbe teshîl-i tahsîl-i matlûb içün lâzım ve vâcib olan âdâb-ı erkânın teberrüken sûret-i mesnevîde beyân ve tafsîline ibtidâr olunub Âdâbu’l-Mürîd fî-Sohbeti’l-Murâd tesmiye olundu. Ve mine’llâhi’t-tevfîk.
Ma‘lûm ola ki mürşid olan veliyy-i kâmil, müttakî-i mükemmel, merdân-ı ilâhî ve selâtîn-i Melâmî gerek ziyyi meşâyîhda olmayub sûret-i ‘avâmda da ya‘nî taht-ı kıbâb-ı izzetde mestûr olarak kimesneden ta‘zîm ve tekrîm ümmîd etmez. Mekârim-i ahlâk ile mütehallik olmakla minhâc-ı nâ-savâba gitmez. Ma‘âyib-i mürîdânı şiddet-i ihtiyâc mes etmedikçe lisân-ı sarâhatle izhâr etmeyüb lisân-ı remz ü işâret isti‘mâliyle her şahsın hâline, fehm ve idrâkine göre mu‘âmelede zâhirde bilâ-sipâre-i meşrû‘a ile mülebbes, bâtında ‘âlem-i kudse ta‘alluk ile mukaddes sûrette fakr u fenâ ile boyana.
‘Ammâ hakîkatda mesned-i velâyetde pâdişâh-ı ma‘nâ olmağın o hâs-ı Hudâ’nın huzûruna ruhsat-yâb-ı duhûl ve mahremgâhına reh-yâb-ı usûl olmağa müsta‘id olan sa‘adetmendân-ı âdâb-ı zâhirî ve bâtınî ile edîb ve erîb olmak ‘ayn-ı farz ve farz-ı ‘ayn olduğu delâil-i aklî vü naklî ile müberhen ve vâreste-i kayd u beyândır. Öyle bir mürşidi kâmilin lüzûmu ve anın ‘alâmâtı, icmâlen tercüme-i hâlâtı, ol cevher-i ‘azîzü-‘ş-şânı arayub bulmanın ve idrâk etmenin âdâb u tarîki beyânı mukaddemâtıyla on sekiz âdâbı müştemil bir yâdigâr ihvân-ı mü’minîn-i tarîke vedî‘a kılındı.
Mukaddime Der-Lüzûm-ı Mürşid-i Kâmil
[Mürşid-i Kâmilin Lüzûmu Hakkında Mukaddime]
Ey rızâyiçün Hudâ-yı Kird-gâr
‘Abd-ı hâs-ı hazret-i Perverdigâr
[Hudâ’nın rızâsını kazanmak ve onun has kulu olmak
için,]
Sîne-çâk-ı âteş-i ‘aşk-ı Hudâ
‘Âşık-ı dîdâr-ı nûr-ı kibriyâ
[Allah aşkının ateşi ile ciğeri yanıklara, O’nun nûrunun
cemâline âşıklara,]
Fi’l-hakîka ‘âşık-ı sâdık isen
Sîne-çâk-ı cigeri yanık isen
[Gerçekte sâdık bir âşık, ciğeri yanık isen,]
Virmeye bâzâr-ı ‘aşka hoş revâc
Derd-i hecre etmeye şâfî ‘ilâc
[Aşkın pazarına revaç vermemeli, ayrılık derdine şifâ
için ilaç istememelisin.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 43
Sana göstermen çün âdâb-ı usûl
Bulmağa ol hazrete râh-ı vusûl
[Sana âdâb usûlünü göstermeye, Hakk’a vuslat yolunu
bulmaya,]
[s. 90]
Anla kim elbetde elzemdir sana
Bir mükemmel mürşid-i râh-ı Hudâ
[Anla ki Hak yolunu gösteren bir mükemmel mürşid
mutlaka gereklidir.]
Lîk anı bulmak sana âsân degil
Müdde‘îler sâhib-i ‘irfân degil
[Ancak onu bulmak kolay bir iş değildir. Bu konuda
iddia sâhibi olanlar irfân sâhibi değildir.]
Görünenler sûret-i irşâdda
Kaldılar yâ resm u yâ ilhâdda
[Zira sûreten irşâd sâhibi olanlar ya görünüşte kalmış
ya ilhâda düşmüştür.]
Yâ tasavvuf okuyub ba‘zı kelâm
Hıfz idüb takrîre eyler ihtimâm
[Ya da tasavvuftan bazı sözleri okuyup ezberleyip bir
takım eser kaleme almışlardır.]
Kim hılâf-ı şer‘-i Hak’dır bilemez
Çünki şathiyyâtdurur fehm idemez
[Bunlar, Hakk’ın yoluna neyin uygun, neyin uygun
olmadığını bilemezler.]
Nakl ider bezminde anı herkese
Kim ider ilkâ kulûba vesvese
[Yine onlar sûfîlerin şathiyyâtını71 anlama ve kavra-
71- Şathiyyât, lügatte yalpalama, kıpırdama, köpürme anlamına gelir.
Tasavvufta bu kavrama dört türlü mânâ verilmiştir: 1. Üzerinde
benlik kokusu bulunan kelâm. “Ene’l-hak”, “Subhânî mâ
44 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
ma kabiliyetinden uzak oldukları gibi anlamadıkları bu
sözleri herkese nakletmekten geri durmayarak insanların
kaplerine vesvese düşürürler.]
Sâmi‘in ihrâc ider İslâm’dan
Tâ olur dîn-i mübîne râh-zen
[Dinleyenleri İslâm dâiresinden çıkarıp, bu apaçık dinin
âdetâ yol kesen eşkıyası olurlar.]
Ol kelâmın fehmine ‘irfân gerek
Ya‘ni zevk u hâlet-i vicdân gerek
[Şöyle ki, o şatahat türü sözlerin anlaşılması için irfân,
yani zevk, hâl ve vicdân gereklidir.]
Çün kelâm eyler degil ‘ilm-i tarîk
Belki hâl ile bulur anı sıddîk
[Çünkü bu tür sözler tarîkat ilmiyle söylenen kelâm
değildir. Sıddîk olanlar hâl ile belki onu bulurlar.]
a‘me şânî” gibi, 2. Dilin söylemekten kaçındığı, kulağın duymak
istemediği bir söz, 3. Zâhiren dinî nasslara aykırı söz, 4. Ne söylenmek
istenildiği kolaylıkla anlaşılmayan sembolik, kapalı ifâde
[Bkz. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 485-486]. Yûsuf
Nebhânî’ye göre, şatahat sûfîlerden, sekr ve gaybet hâlinde gelen
vâridatla vâkî olup, mübâh bir sebeble gelen sekr, sınırları
fıkıh kitâblarında çizilmiş şartlar dahilinde kalmak kaydıyla şer’î
teklîfi [mükellefiyeti] düşürür. Bu meslekte bulunanlar sekrden
dolayı mâzûr sayılırlar. Bkz. Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf
Terimleri Sözlüğü, Kalem Yay., İstanbul 2005, s. 762. Ayrıca
bkz. Mustafa Tatcı, “Tasavvuf Edebiyatında Şathiyât-ı Sûfîyâne
Geleneği”, Türk Kültürü, Sayı: 267, Yıl: XXIV, Temmuz 1985, s.
481-487; a.mlf., “Tasavvuf Edebiyatında Şathiyeler”, Türk Kültürü,
Sayı: 280; Ağustos 1986, s. 500-502; Cemal Kurnaz-Mustafa
Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiye, Akçağ Yay., Ankara 2001.
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 45
Kim sülûk ile bulub ol hâleti
Etmeli kesb-i şuhûda himmeti
[Kim seyr ü sülûk ile o hâli yakalarsa, şuhûdu kesbe
himmetini sarfetmelidir.]
Rütbe-i ‘ilme’l-yakîn ‘ayne’l-yakîn
Müntehâda olmalı hakka’l-yakîn
[İlme’l-yakîn, ayne’l-yakîn’den geçip nihâyetinde
hakka’l-yakîn’e ulaşmalıdır.]
Seyr idüb kesretle vahdet ‘âlemin
Kesb idüb halvetle celvet ‘âlemin
[Kesrette vahdet âlemini seyredip halvetle celveti kazanmalıdır.]
Me’hazından ahz idüb ‘ilm ü kemâl
Hâlden kâle idersen intikâl
[Hâlden kâle intikâl edilirse [lisân makâmı]72 ilim ve
kemâller kaynağından alınmalıdır.]
‘Ârif-i billâh olursun ol zamân
Fehm idersin Hakk’ı bî-şekk ü gümân
[İşte o zaman ârif-i billâh, kâmil mürşid olunur ve
Hak, şeksiz şüphesiz anlaşılır.]
72- Allah, vâsılın sadrını müşâhesinin nûruyla vasl ve üns
makâmında genişlettiğinde ve dilindeki illeti kaldırdığında kalb
ve zâhir lisân tek bir lisân hâline gelir. Vâsıl, latîf işâretler ve
fasîh ibârelerle keşifler ve ma‘rifetlerin şerhi cihetinden Hakk’ın
lisânıyla konuşmaya güç yetirir. Bkz. Rûzbihân-ı Baklî, Kitâbu
Meşrebi’l-Ervâh, haz. Nazîf Muharrem Hoca, Edebiyat Fakültesi
Matbaası, İstanbul 1973, s. 216.
46 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Ta‘rîf-i Mürşid-i Ekmel
[En Mükemmel Mürşidin Tarifi]
[s. 89]
Hâlbuki zevk-i şuhûd u vecd-i hâl
Mürşid-i kâmilsiz olmaz intikâl
[Hâlbuki şuhûd zevki ve hâl vecdine, kâmil mürşid olmadan
intikal edilmez.]
Kanda ol bir mevsıl-ı kurb-ı ilâh
Kimyâdır kimyâ bî-iştibâh
[Hakk’a yakınlık kesbedip vuslat bulan nerede? Şüphesiz
o kişi kimyâ [çok az bulunan değerli şey] gibidir.]
Kimyâger lâzım anı bulmağa
Hâkde iksîr-i cânı bulmağa
[Onu ve topraktaki can ilacını bulmak için de kimyâger
olmak lazımdır.]
Müsta‘id isen eger ol ni‘mete
Var ise behren o şâha vuslata
[Eğer o nimete kabiliyetli isen ve o şâha ulaşmaya bir
hissen varsa,]
Sana ta‘rîf edeyim ‘irfânını
Ol velînin sûret-i iz‘ânını
[Sana o velînin irfânını ve anlayış şeklini tarif edeyim.]
Arama sûrî kerâmetle anı
İhtirâ‘-ı hark-ı ‘âdetle anı
[Onu, kevnî ve sûrî kerâmet,73 hârikulâde [olağanüs-
73- Tasavvufta kerâmet iki kısımda ele alınmıştır: 1. Kevnî ve sûrî
kerâmet: Uzun mesafeyi kısa zamanda alma, az gıdayı çoğaltÂdâbu’l-
Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 47
tü] hâllerle arama!]
Kim sana lâzım degil bu rütbede
Ne sihirbâz ve ne ehl-i şu‘bede
[Bu makāmda ve şûbenin ehlinde sana sihirbâz gerekli
değildir.]
Sana bir mürşid gerek kim ehl-i dil
Mazhar-ı nûr-ı Hudâ’dır âb u kil
[Sana gönül ehli ve bedeni Hakk’ın nûruna mazhar
olmuş bir mürşid gerek.]
Kim kerâmâtı ola keşf-i ‘ulûm
Ermeye esrârına akl u fuhûm
[Onun kerâmeti, ilimleri keşfetmek olup, esrârına akıl
ve idrâkin ermez.]
Tâbi‘-i isr-i Muhammed Mustafâ
Sâhib-i hulk-i ‘azîm-i ıstıfâ
[O, Hazret-i Peygamber’in izini takip eder. Onun yüce
ahlâkıyla ahlâklanmıştır.]
İde senden nev-be-nev keşf-i hicâb
Vech-i Hakk’ı göstere bî-irtiyâb
[Senin gönlünden yeniden yeniye hicâb perdelerini
kaldıra ve Şüpheye yer bırakmaksızın Hakk’ın cemâlini
göstere.]
ma, denizde yürüme, gönülden geçeni bilme gibi olağanüstü
hâllerdir. Sûfiler bu tür kerâmetlere fazla ehemmiyet vermeyip
“mekr-i ilâhî” olmasından korkarlar. Halk bu tür kerâmetlere itibar
eder. 2. Ma‘nevî ve hakîkî kerâmet: İlim, irfân, ahlâk, ibâdet,
tâat, amel, edeb ve insanlıkta gösterilen yüce vasıf ve hasletlerdir.
Kötü ve çirkin huylardan sıyrılıp güzel ve tasvib edilen huylarla
bezenmektir. Sûfîlerin itibar ettiği kerâmet çeşidi budur.
Geniş bilgi için bkz. Uludağ, a.g.e., s. 307-308; Yılmaz, a.g.e., s.
333.
48 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Dem-be-dem ahlâkını tehzîb ide
Her hatâda meslekin tasvîb ide
[O, onların ahlâkını günden güne güzelleştirir. Hata
ettiklerinde ise doğru yolu gösterir.]
Göstere eflâkı ervâhı sana
Bildire ekvânı eşbâhı sana
[O, felekleri, rûhları gösterir, varlıkları ve cisimleri bildirir.]
Ola her hâlinde sana gam-güsâr
Göstere nûr-ı Hudâ’yı âşikâr
[Her hâlükârda gam ve kederi defedip, Hakk’ın nûrunu
açıkça gösterir.]
Yorulunca arayub bulmak gerek
Tâ olunca ana kul olmak gerek
[Onları var gücüyle arayıp bulmak ve bulunca da onlara
kul, köle olmak gerekir.]
[s. 88]
Edeb-i Ma‘rifet-i Mürşid-i Ekmel
[En Mükemmel Mürşidi Bilmenin Edebi]
İşbu matlabda idüb teşmîr-i sâk
Geşt kıl her câyı ber-vech-i vifâk
[İşte bu taleb olunan şey için iyice giriştiğinde, her yeri
aynı düşünce üzere gezmelidir.]
Gûş idince bir mazanne merd-i pâk
Cevher-i genc-i defîni genc-i hâk
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 49
[Pâk, büyük bir Allah dostunu işittiğinde, âdetâ yerin
altındaki definelerin cevherlerine benzeyen kâmil insanı
bulduğunda,]
Bul ana abdest ile kurb-ı vusûl
Hâlisâne bezmine eyle duhûl
[Onların yanına abdestli olarak varıp meclisine samimiyetle
girmelidir.]
Öp elin âdâb ile eyle ku‘ûd
Vechine karşu otur eyle şuhûd
[Edeple elini öperek karşısına oturup müşâhede etmelidir.]
İstimâ‘ eyle kelâmın cânile
Vaz‘ına eyle nazar im‘ânile
[Sözlerini can kulağıyla dinlemeli ve sohbetine inceden
inceye dikkat kesilmelidir.]
Kalbini tevcîh eyle kalbine
Matlabın kalbiyle söyle kalbine
[Kalbini kalbine döndürüp, matlabın kalbiyle kalbine
söylemelidir.]
Sana hâlinden iderse keşf-i râz
Remz-i bâ-tasrîh ile ol dil-nevâz
[Şâyet o vakit bu gönülleri okşayan kâmil, hâlinden
bazı sırları açığa vurursa,]
Tâ sana vâkı‘ olub tağyîr-i hâl
Ger olursun fâriğ-i mâl u melâl
[Hâl değişir ve her şeyden fâriğ olunur.]
50 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Hem gelüb sana havâtırdan zuhûr
Ger bulur isen huzûrunda huzûr
[Eğer huzûrunda huzûr bulursan havâtırdan sana
zuhûr akseder.]
Kim gelürse kalbine üns ü huzû‘
Hak Te‘âlâ kurbuna meyl-i rücû‘
[Eğer bir kişi, bir zâtın huzûrunda bulunduğu sırada
kalbinde Hakk’a yakınlaşmaya dâir bir üns, huzû ve rücû
meyli hâsıl olursa,]
Bil ki ol merd-i Hudâ-yı nâmdâr
Mürşid-i Hak’dır velîdir âşikâr
[O zât hakîkaten Allah adamı ve kâmil mürşiddir.]
Edeb-i Evvel Der-Huzûr-ı Mürşid
[Mürşidin Huzûrundaki İlk Edeb]
Ey münîb-i nâ’ib-i Rabb-i felak
Sâlik-i râh-ı visâl u kurb-ı Hak
[Ey yaradan Rabbin vekilinin tövbekârı! Hakk’a yakınlık
ve vuslat yolunun sâliki!]
Ey velîler bezminin mestânesi
Şeb-çerâğ-ı vaslının pervânesi
[Ey velîler meclisinin sarhoşu, vuslat kandilinin pervânesi!]
[s. 87]
Ey muhabbet nârının hâkisteri
V’ey erenler şâhının meydân eri
[Ey muhabbet ateşinin külü ve ey erenler şâhının meydan
eri!]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 51
Çünki buldun râh-ı Hak’da rehberi
Mürşid-i Hak vâris-i peygamberi
[Çünkü Hak yolunda rehberi, Hakk’ın mürşidini,
Hazret-i Peygamber [sallallâhü aleyhi ve sellem]’in vârisini
buldun.]
Çârı destinle tut anın dâmenin
Çârı çeşminle gözet pîrâmenin
[Mürîd, mürşidinin eteğine dört elle sarılmalı ve yanında
gözlerini dört açmalıdır.]
Kim odur ankâ-yı Kâf-ı lâ-mekân
Hükm-i hikmetle Süleymân-ı zamân
[Çünkü mürşid, mekânsızlık dağının ankâsı ve devrin
hikmetle hükmeden Süleymân’ıdır.]
Hem odur bil mehdî-i sâhib-zamân
Kandadır sırr-ı hidâyet-i bî-gümân
[Zamanın mehdîsi de odur. Şüphesiz hidâyet sırrı ondadır.]
Andadır ser-mâye-i ‘ilm-i ledün
Andadır miftâh-ı kenz-i emr-i “kün”
[Ledün ilminin sermâyesi ve “kün [ol]” emrinin
hazînesinin anahtarı da ondadır.]
Bil muhakkak âdem-i ma‘nâ odur
Mazhar-ı sır cümle-i esmâ odur
[Zira gerçek anlamda insan olan, sırla şereflenen ve
cümle esmâ kendisinde toplanan odur.]
Kalbidir beyt-i matâf-ı kudsiyân
Âsitân-ı dergeh-i dâru’l-emân
[Onun kalbi, kutsîlerin tavaf ettiği evdir. Emniyet yurdunun
dergâhının eşiğidir.]
52 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Hâk-i pâyı tûtiyâ-yı nûr-ı ‘ayn
Vech-i Mevlâ’ya vücûdu oldu ‘ayn
[Ayağının toprağı, göze ışık ve sürmedir. Vücûdu,
Hakk’ın vechiyle aynı olmuştur.]
Kim ridâü’l-kibriyâdır âşikâr
Anda mahfî oldu sırr-ı Kird-gâr
[O açıkça Hakk’ın ridâsıdır ve onda O’nun sırrı gizlenmiştir.]
Anın içün oldu mescûd-i melek
Emrine münkâd olub devr-i felek
[Meleklerin secdeye kapanışı onun içindir. Gezegenler
onun emrine boyun eğmiştir.]
Sen de kıl melek gibi anı mutâf
Gece gündüz çevresin eyle tavâf
[Bundan dolayı mürîdler de onun etrafında melekler
gibi gece gündüz tavaf etmelidir.]
Her zaman âdâb-ı erkânı gözet
Meslek-i kânûn-ı merdânı gözet
[Mürîd, her hâlükârda âdâb ve erkânı, Allah adamlarının
yolunu gözetmeli,]
Bezmine gittikçe ey âlî-tebâr
Eyle ta‘zîm u sükûnet ihtiyâr
[Onların meclisine saygı ve sukûnetle girip]
Kıl teeddüb kim ana verme selâm
Kıl niyâzı destine bâ-ihtirâm
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 53
[hattâ teeddüp ederek selâm bile vermemeli, hürmetle
niyâza durmalıdır.74]
[s. 86]
Dâhil olma bezmine bî-abdest
Urma dest-i pâkine nâ-pâk dest
[Yine onların meclisine asla abdestsiz girmemeli, temiz
olmayan elini pâk eline değdirmemelidir.]
İtdi pâkân-ı Hudâ’yı irtiyâb
Şer‘ile nâ-pâklardan ictinâb
[Zira Hudâ’nın pâk dostları şüphe üzerine şer’an temiz
olmayanlardan uzak durmuşlardır.]
Edeb-i Sânî
[İkinci Edeb]
Hırkanı kartal-kanâd eyleme
Lâubâlî yâve sözler söyleme
[Mürîd, hırkasını kartal kanat giymemeli, lâubâli olmamalı,
boş sözler söylememelidir.]
Olma mestâne reviş hırka be-dûş
Gir huzûruna edeble ol hamûş
[Hırkasını omuzuna atıp sarhoşlar gibi yürümemeli,
mürşidin huzûruna edeple girip suskun durmalıdır.]
74- Niyâza durmak, şeyhe saygılı olmak, elini öpmek, eteğini tutmak
ve müridin şeyhinin huzurunda boynunu bükerek ondan
himmet istemesi demektir. Mürîdlerin bağlı oldukları tarîkat
usûlüne göre şeyhlerinin huzûruna çıkması niyâz olarak tanımlanır.
Her tarîkatın kendine mahsus bir niyâz metodu olup,
meselâ Mevlevî dervişleri, sağ eli sol, sol eli sağ omuza koyup,
sağ ayağının baş parmağı ile sol ayağının baş parmağı üzerine
basarak hafifçe eğilir ve niyâzda bulunurlardı. Bkz. Cebecioğlu,
a.g.e., s. 558.
54 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Destini kavuşdurub eyle huşû‘
Destine eyle niyâzı bâ-hudû‘
[Elini içtenlikle göğsüne koyup saygıyla eğilerek niyâz
etmelidir.]
Dur huzûrunda ayakta kâ’im ol
Âsumân-âsâ edebde dâ’im ol
[Huzûrunda ayakta durmalı, gökyüzü gibi edepte dâim
olmalıdır.]
Meclisinde şem‘ine pervâne ol
Zülfünün zencîrine dîvâne ol
[Meclisinde şem‘ine pervâne ve saçının zincirine delidîvâne
olmalıdır.]
Saff-ı na‘le emr iderse et ku‘ûd
Sadr-ı ‘ulyâ üzre eylersin su‘ûd
[Oturacak yerlerin en aşağısına oturmayı emrederse
hemen oturmalıdır. Zira sonunda yüce sadr ile yükseliş
vardır.]
Diz çeküb ol mak‘ad-ı sıdk-nişîn
‘Aynını cân gözüne kıl dürbün
[Mürşidinin huzurunda sıddîklerin oturduğu gibi diz
çöküp oturmalı ve onun gözünü, can gözüne dürbün yapmalıdır.]
Vaz‘ına im‘ânile bak ibret al
Kıl tevâzu‘ eyle râzî himmet al
[Mürid, mürşidinin nasihatını pür dikkat dinlemeli ve
o öğütlerinden gerekli ders ve ibretleri çıkarabilmelidir.
Alçak gönüllülük gösterip rızâsını kazanmalı ve böylelikle
himmetini almalıdır.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 55
Ol tekellüm eylesün sen ol hamûş
Fehmine ol başdan ayağa gûş
[Mürşidi konuşurken sözünü kesmemeli, anlayışına
baştan ayağa kulak kesilmelidir.]
Dinle sen ol eylesün bed’-i kelâm
İbtidâ ki sözdedir hâsıl-merâm
[Mürşidi söze başladığında da, susup dinlemelidir. Zira
asıl söylenmek istenenler ilk sözlerdedir.]
Olsa bî-ma‘nâ eger lâf u güzâf
Lâfdan ma‘nâya eyle insırâf
[Mürşidin söylediği sözler boş lâkırtılar gibi görünse
dahi lafa değil mânâya yönelmek gereklidir.]
Lâfı koy maksûd-ı dil ma‘nâyadır
Kim o ma‘nâ âlem-i ma‘nâdadır
[Çünkü gönlün maksûdu mânâ yönünedir ki o mânâ,
mânâ âlemidir.]
[s. 85]
Anlamazsan eyle kalbinden su’âl
Tâ gönüllerde bulunsun hasbihâl
[Mürîd bu sözleri anlamazsa içinden suâl edip gönülden
gönüle hasbihâl etmelidir.]
Ger galat eylerse ta‘rîz eyleme
Ref‘-i asvât ile sohbet söyleme
[Eğer mürşid bir yanlışta bulunursa itiraz etmemeli,
yüksek ses tonuyla onunla konuşulmamalıdır.]
Kim seni şâyed ki eyler imtihân
Tâ göre etdin mi kim teslîm ü cân
[Şöyle ki o, mürîdlerin cân u gönülden, samimî bir şekilde
teslîm olup olmadıklarını görmek için sınamaktadır.]
56 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Çünki ‘âlimsin nidersin mürşidi
Anladınsa mürşid ile mülhidi
[Çünkü âlimsin mürşidi ne yaparsın, mürşid ile mülhidi
[doğru yoldan çıkmış] anladınsa.]
Ger mesâ’ilden ise ol güft ü gû
Bir zamandan sonra eyle cüst ü cû
[Şâyet mürşid mürîde tarîkat mes’elerinden bir şey
soracak olursa önce düşüncelerini söylemeli, sonra araştırmaya
girişmelidir.]
Vakti ile hall ider her müşkili
Cevherinden fark ider âb u gili
[Mürşid zamanla her müşkili çözer, suyu, toprağı özünden
fark eder.]
Sorma hâlin olmayan esrârı hem
Tâ meşhûdun ola bî-keyf u kem
[Mürîd, kendinde bulunmayan bir hâlin sırları hakkında
niteliksiz ve niceliksiz olarak bu hâl tecellî edene
kadar mürşidine soru sormamalıdır.]
Gör tecellî-i ilâhîyi ‘ayân
Var huzûrunda edeble kıl beyân
[Mürîd, mürşidinde zuhûr eden ilâhî tecellîyi açıkça
görmeli, huzûruna edeple varıp söylemelidir.]
Sözünü kat‘ itme söylerken kelâm
Sabr kıl tâ sözünü itsün tamâm
[Mürşidi konuşurken asla sözünü kesmemeli, sözünü
bitirene kadar sabırla dinlemelidir.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 57
Olur ise müşkilin andan girü
İt su’âl âdâbile kıl cüst ü cû
[Mürîdin başka bir müşkili de olursa bunu edeple
mürşidine sormalıdır.]
Tâ ki tasdîk ola ahvâlin senin
Vecdile kesbettigin hâlin senin
[Ki vecdile kazandığı hâl ve durumu tasdik edilebilsin.]
Kahkahayla gülme eylerken makâl
Hiffet-i ‘akl iktizâsıdır o hâl
[Mürîd, konuşurken kahkaha ile gülmemelidir. Çünkü
bu durum aklın hafifliğine işâret eder.]
Ger tebessüm eyler isen hûb olur
Rıfkile söz söylemek mahbûb olur
[Tebessüm etmek güzeldir. Ancak yumuşak, tatlı söz
söylemek çok daha güzeldir.]
Edeb-i Sâlis
[Üçüncü Edeb]
Başını açub oturma bî-edeb
Öyle vaz‘ı eylemez âlî-neseb
[Mürîdin başı açık oturması edepsizliktir. Çünkü büyükler
bu şekilde oturmayı hoş görmezler.]
[s. 84]
Bir kibârın bezmine gitsen eger
Sikletinden meskenin olsa sakar
[Mürîd bir büyüğün meclisine gittiğinde oranın ağırlığından
dolayı kendisini ateşteymiş gibi bile hissetse,]
58 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Açamazsın başını vehm eyleyüb
Vaz‘-ı nâ-sâz idemezsin yan gelüb
[Vehme kapılıp başını açmamalı ve yan gelip uygunsuz
sözler sarfetmemelidir.]
Bezm-i mürşidde olursun bî-edeb
Sonra andan feyz eylersin taleb
[Mürşidin meclisinde edepsiz davranıp sonra ondan
feyz talep etmek olmaz.]
Edeb-i Râbi‘
[Dördüncü Edeb]
İtme post-ı mürşide vaz‘-ı kadem
Eyleme pâ-mâl anı sen dem-be-dem
[Mürîd, mürşidinin postuna ayak basıp orayı sürekli
ayak altı etmemelidir.]
Kılma hem seccâdesi üzre namâz
Tâ ki da‘vet eyleye ol pâkbâz
[Mürşidi dâvet etmedikçe onun seccâdesi üzerinde namaz
bile kılmamalıdır.]
Kim makâmından işâretdir anın
Hâl-i şânından beşâretdir anın
[Çünkü bu durum sâdık âşığın makâmından bir işâret
ve şânından bir müjdedir.]
Kimseye vermez makâmın evliyâ
Taht-ı şâha basamaz bây u gedâ
[Allah dostları kimseye makâmını vermezler. O şâhın
tahtına zengin fakir kim olursa olsun ayak basamaz.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 59
Edeb-i Hâmis
[Beşinci Edeb]
Mescid ü câmi‘de ola hem-‘inân
Ya‘ni kim durma namâza yan yayân
[Mürîd, mescidde, câmide mürşidi hizâsını gözetmeli,
yani kafasına göre bir yere geçip namaz kılmamalıdır.]
Lutf idüb da‘vet iderse o kerîm
Kıl icâbet ana bâ-kalb-i selîm
[Şâyet mürşidi lutfedip onu dâvet ederse, o temiz bir
gönülle icâbet etmelidir.]
Az girüce dur namâzı kıl tamâm
Farzı itmâm eyleyüb bâ-ihtirâm
[Az geride durup farzı saygı ve hürmetle edâ ettikten
sonra,]
Destine eyle teşekkürle niyâz
Kalk çekil saff-ı ahîre bâz bâz
Elini teşekkürle öperek niyâz edip, gerisin geriye en
arka safa çekilmeli,]
Kıl girüde münferid sünnetleri
Evliyânın böyledir âdetleri
[Burada tek başına sünnetleri kılmalıdır ki Allah dostlarının
âdetleri böyledir.]
Edeb-i Sâdis
[Altıncı Edeb]
[s. 83]
Sübha-gerdân olma bezminde hazer
Eyleme üstâdına ‘arz-ı hüner
[Mürîd, mürşidinin meclisinde tesbih çekip işgüzârlık
yapmamalı, üstâdına hünerini arz-ı endâm etmemelidir.]
60 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Vaz‘-ı mu‘tâd-ı ekâbirdir o kâr
Eyler anı merd-i merdân-ı kibâr
[Çünkü bu iş, büyüklerin alışılagelen hareketidir ve
onu büyük Allah adamları yapar.
Sübhadır eflâk ü esmâ destine
Nitekim esmâ müsemmâ destine
[Bütün felek ve esmâ onun elinde tesbihtir. Nitekim
esmâ onun eline müsemmâ olmuştur.]
Eyleme ızhâr-ı zühd ü i‘tilâ
Eyle tatvîl-i sühenden ittikâ
[Mürîd, mürşidinin yanında zâhidlik ve büyüklük taslamamalı,
sözü uzatmaktan çekinmelidir.]
Edeb-i Sâbi‘
[Yedinci Edeb]
Hîç meclisde oturma yanına
Düş olursun firkatin nîrânına
[Mürîd, mürşidinin meclisinde asla yanına oturmamalıdır.
Zira ayrılık ateşine düşebilir.]
Çün irişmişdir makâm-ı vahdete
Mazhar olmuş rütbe-i ferdiyyete
[Çünkü mürşid, vahdet makâmına erişmiş, teklik rütbesine
mazhar olmuştur.]
Remz ider âdetle merdân-ı fuhûl
Ferd-i mutlak eylemez şirket kabul
[Allah adamları âdet olduğu üzere işâret ve sembollerle
konuşur. Ancak hiçbir zaman “Mutlak Bir”e ortak
koşmaz.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 61
Edeb-i Sâmin
[Sekizinci Edeb]
Hâyile hambâze itme haykırub
İtme ta‘cîz atse ile sümkürüb
[Mürîd, mürşidinin yanında “vâh, eyvâh” deyip haykırmamalı,
aksırarak, sümkürerek onu rahatsız etmemelidir.]
İçme ibrîkinden âb-dest alma hem
Tâ meger emreyleye ol muhterem
[Onun kullandığı su kabından, o emretmediği sürece
su içmemeli ve abdest almamalıdır.]
Men‘ idersin ol suyu idrâkden
Kim olur mahrûm o çeşm-i pâkden
[Çünkü böyle yapılırsa o su, idrâkten menedilmiş olur
ve o pâk sudan mahrûm kalınır.]
Mürşide her şeyde matlabdır vusûl
Kurb-ı Mevlâ’ya kâridir bâb-ı duhûl
[Mürşide vuslat her şeyde asıl maksattır ve giriş kapısı
Mevlâ’nın kurbuna açılır.]
Edeb-i Tâsi‘
[Dokuzuncu Edeb]
Ger sana bir şey ‘atâ eylerse hem
Destini takbîl idüb ahz it o dem [s. 82]
[Mürşid mürîde bir şey verdiği zaman, mürîd mürşidinin
elini öperek onu almalı,]
62 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Hırz-ı cân ile anı idüb kabûl
Remzini fehm it düşün gönlünde bul
[Canı gibi saklayarak kabul etmeli ve remzini anlayıp
düşünmeli, gönlünde bulmalıdır.]
Her ne ise verdigi şey yâdigâr
O senindir bir gün olur âşikâr
[Mürîde verilen bu şey her ne olursa olsun bir hâtıradır
ve mürîde ait olup bir gün sırrı âşikâr olacaktır.]
Çünki mazhardır o dest-i kudreti
Her işi vâbestedir bir hikmeti
[Çünkü mürşid, Hakk’ın ihsân ve ikrâmına mazhar
olmuştur ve her işi bir hikmete matuftur.]
Edeb-i ‘Âşir
[Onuncu Edeb]
İtme bir şeyhi huzûrunda senâ
‘Âlem-i a‘lâya idüb irtikâ
[Mürîd, mürşidinin yanında bir şeyhi öbür âleme göçmüş
olsa bile övmemelidir.]
Hem dahı bir ‘âlim-i nâ-‘âmili
Sûret-i ‘âlemde nâkıs câhili
[Çünkü mürşid, kâmil bir zât ise zaten kimin âlim,
nâkıs ve câhil olduğunu iyi bilir.]
Kâmil ise ol bilür hem ‘izzini
Hem görür hem işidir dem-sâzını
[Kâmil ise mürşid hem kimin izzetli olduğunu bilir,
hem de kimin ihlaslı olduğunu duyar.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 63
Sen görürsün zîb-i zühd ü sûretin
Seyr ider ol sîret ü mâhiyetin
[Mürîd, sûret ve zühdün güzelliğine bakarken mürşid,
sîretine, iç yüzüne bakıp seyreder.]
Sûret ü takvâda zâhid gördügün
‘Âlim-i âgâh ‘ârif bildigin
[Şöyle ki mürîd, bir zâtın görünüşüne bakarak onun
takvâ sâhibi, zâhid, âlim ve ârif olduğunu zanneder.]
Sûretâ zühdile hôş âyînedir
Ma‘nîde bir mülhid-i bî-dindir
[Hâlbuki sîrette onlar böyle değildir, dinsiz imansızdırlar.]
Her kerâmâtı olur bir şu‘bede
Sen kerâmât zann idersin ey dede
[Mürîd, onların bir şûbede gösterdiği olağanüstü durumları
kerâmet zanneder.]
‘Ömrün oldukça çekersin gayretin
Alamazsın zerre denlü himmetin
[Ömrü boyunca uğraşır, didinir fakat onlardan zerre
kadar himmet alamaz.]
Himmeti olsa iderdi kendine
Düşmez idi nefs ü şeytân kandine
[Çünkü onların himmeti olsa önce kendilerine yararı
olur, nefis ve şeytanın tuzağına düşmezlerdi.]
‘Ârif-i billâh anı inkâr ider
Anı tasdîke Hudâ’dan ‘âr ider
[Hak yolunun ârifleri onları reddederler ve Hak’tan
utanıp onları tasdik etmezler.]
64 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Hasm olursun ‘ârif-i billâha sen
Ey kasîru’l-fehm fart-ı cehlden
[Bundan dolayı bazı câhil ve aklı kısalar âriflere düşman
olur.]
[s. 81]
O husûmet sedd-i râh olur sana
Kim açılmaz râh-ı vasl-ı Kibriyâ
[Ki, bu düşmanlık sülûka engel teşkil eder ve Hakk’a
giden vuslat yolu kapanır.]
Hem dahı öyle senâ-yı ‘âlimân
Mürşidi techîl itmekdir ‘ayân
[Mürşidin yanında bu türlü âlimleri övmek hoş değildir.
Açıkça mürşidin câhil olduğu belirtilmiş olur.]
Bir kişi kim mürşidin techîl ider
Kanda andan iktisâb-ı feyz ider
[Çünkü mürşidini câhil görenler ondan feyz alamaz.]
Çünki feyzinden anın mahrûm olur
Tâ kıyâmet hâib u hâsır kalur
[Feyzinden yoksun kalıp, kıyâmete kadar hiçbir şey
elde edemezler.]
Edeb-i Hâdiye ‘Aşere
[On Birinci Edeb]
Bir işinde istişâre eylesen
Her ne re’y eylerse durma eylesen
[Mürîd, bir iş husûsunda mürşidiyle istişâre ettiğinde,
onun görüşü doğrultusunda hareket etmelidir.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 65
Yoksa ‘aksi zâhir olub bî-gümân
Kâr me’mûl iken eylersin ziyân
[Aksi takdirde kâr yerine zarar eder, kâr umut ederken
ziyana uğrar.]
Yâ anı emrinde kılma müsteşâr
Sana âiddir ziyân yâhud ki kâr
[Dolayısıyla bir iş yapılacağı zaman ya mürşide danışılmamalı,
yahut danışılmışsa onun dediği şekilde hareket
edilmelidir. Çünkü kâr da zarar da mürîde aittir.]
Edeb-i İsneyn ‘Aşere
[On İkinci Edeb]
Râhda itsen tesâdüf ger ana
Dur güzergâhında behr-i merhaba
[Şâyet mürîd yolda giderken mürşidiyle karşılaşırsa,
müsait bir yerde durup edeple ona selâm vermelidir.]
Sen teeddüb it ana vir selâm
Çün imâm eyler ‘atâ gayre selâm
[Çünkü başkasına selâm vermek kişiyi üstün kılar.]
Eyleyüb ta‘lîm ol Rabbü’l-enâm
Vir tahiyyetde Nebiyye es-selâm
[Zira Cenâb-ı Hak, “Tahiyyat”ta Hazret-i Peygamber’e
selâm verin diye fermân buyurmuştur.]
Edeb-i Selâsete ‘Aşere
[On Üçüncü Edeb]
Bir yere gitsen ma‘iyyetde eger
Mürşidinle eylesen ya‘nî sefer
[Mürîd bir yere mürşidi ile birlikte giderse yani yolculuğa
çıkarsa,]
66 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Yürü ardınca ol âlî menzilin
İster isen hall ola her müşkilin
[Her müşkilinin hallolmasını istiyorsa onun peşinden
yürümeli,]
[s. 80]
Geçdigi yerden anın itmek mürûr
Kalbine îrâd ider zevk u sürûr
[Onun geçtiği yerden geçmelidir. Çünkü bunlar mürîdin
kalbine zevk ve sevinç getirir,]
Çün kaçar andan şeytân u peri75
Sen de ol yolda bulursun ma‘beri
[İnsan, cin ve şeytân ondan kaçar, böylelikle mürîd
bu yolda bir köprü bulmuş olur.]
Râh-zenlik idemez dîv ü racîm
Kim emîn eyler seni Rabb-i ‘Alîm
[Ne cin, ne de şeytan mürîdin yolunu asla kesemez.
Zira her şeyi bilen Rab, mürîdi emniyeti altına almıştır.]
Zâhir u bâtın idersin ittibâ‘
Gayri meslekden idersin inkıtâ‘
[Mürîd böylelikle hem zâhirde, hem de bâtında mürşidine
uymuş ve başka yollara düşmekten kurtulmuş olur.]
Edeb-i Erba‘a ‘Aşere
[On Dördüncü Edeb]
Gayri şeyhe eyleme nisbet hazer
Kim kabûl itmez bu yol şirket hazer
[Mürîd, mürşidinden başka bir şeyhden el almamalıdır.
Zira bu yol ikilik kabul etmez.]
75- Bu mısraın vezni bozuktur.
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 67
Kimseden alma teberrük zinhâr
Tâc u hırka yâ havâss u yâdigâr
[Asla kimseden teberrük yoluyla da olsa tâc, hırka giyilmemeli,
havâs yahut bir hâtıra kabul edilmemelidir.]
Mâni‘-i seyr ü sülûk-i Hak olur
Hep hicâb-ı şâhid-i mutlak olur
[Çünkü bu gibi durumlar seyr ü sülûka bir engel ve
Hakk’ın cemâlini müşâhedeye perde teşkil eder.]
Mürşid olmazsa eger ol bed-gümân
İkisinin de olur câyı yamân
[Şayet mürşid olmazsa ikisinin hâli de yaman olur.]
Öyle hâlet mürşidi inkârdır
Mürşidi inkâr çok idbârdır
[Yine bu gibi durumlar mürşidi inkâr etmektir ki, büyük
talihsizlik sayılır.]
Hakk’ı inkâr itmedir ol vaz‘-ı yed
Münkirin iflâh[ı] olmaz tâ-ebed
[Mürşidinden başkasından el almak Hakk’ı inkâr gibidir
ki, inkârcılar sonsuza değin asla felâh bulmaz.]
Kim olur bu‘d u katî‘atde helâk
Tâ olur üftâde-i hâk u mağâk
[Onlar Hak’tan uzak kalıp kesinlikle helâk olurlar,
toprağa, çukura düşerler.]
Ya‘ni kim mürted olub emmâreye
Benzer İblîs-i cihân âvâreye
[Yani o kimse dinden çıkıp nefsine mağlup olmuş olur
ki aynen cihanda başıboş gezen şeytana benzer.]
68 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Tard olub dergeh-i Mevlâ’dan hazîn
Dûzah-ı firkatde olmuşdur mekîn
[Ne yazık ki Mevlâ’nın dergâhından kovulmuş ve firkat
ateşindeki yerini almıştır]
Edeb-i Hamsete ‘Aşere
[On Beşinci Edeb]
[s. 79]
Olma münkir itdigin rü’yetleri
Hidmetinde bulduğun hâletleri
[Mürîd, müşâhede ettiklerini ve hizmetle kavuştuğu
hâlleri inkâr etmemelidir.]
Kim büyük ni‘metdir ol zevk u şuhûd
Zevk ü hâl ü cezbe vü vecd ü vücûd
[Zira zevk, şuhûd, hâl, cezbe, vecd ve vücûda kavuşmak
büyük bir nimettir.]
Hâ teşekkür eyle ol ni‘metlere
Mâlik ol tâ bulduğun hâletlere
[Bu nimetlere şükretmek ve bulunan hâllere mâlik olmak
gerekir.]
Kurb-ı Hak’da olasın sâhib-makâm
Sadr-ı mihrâb-ı hakîkatda imâm
[Ki Hak katında makâm sâhibi ve hakîkat mihrâbında
imâm olunabilsin.]
Çün teşekkür ni‘meti müzdâd ider
Küfr-i ni‘met âdemi berbâd ider
[Zira nimete şükür onu artırır, küfür ise insanı berbat
eder.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 69
Kâfiru’n-ni‘me olur ehl-i ‘azâb
Böyledir hükm-i kitâb-ı müstetâb
[Azap ehli nimetleri inkâr yüzünden azaba düçâr olmuştur
ki Kur’ân’ın hükmü de böyledir.]
Doğrudur va‘d u va‘îdinde Hudâ
Hiç terk itmez nizâmın kibriyâ
[Allah, sözünde ve doğru ulaştırmak için uyarmasında
asla yalancı değildir. O ulu zât hiçbir zaman düzenini
terk etmez.]
Edeb-i Sittete ‘Aşere
[On Altıncı Edeb]
Fâsid efkâr ile gitme bezmine
Olma ol vechile mâni‘ ‘azmine
[Mürîd, mürşidinin meclisine kötü düşüncelerle giderek
mürşidinin kararına engel olmamalıdır.]
Eyleme hem gayri yerde gıybeti
‘Âdet itme kendine ol hâleti
[Hiçbir yerde mürşidinin arkasından konuşmamalı ve
bunu âdet edinmemelidir.]
Oldu çü anlar cevâsîsu’l-kulûb
Olsa da her çend settâru’l-‘uyûb
[Çünkü mürşidler her ne kadar ayıpları gizleseler de
aynı zamanda kalplerin câsusudurlar.]
‘Aybını ger sana izhâr eylemez
Seni mahcûb itmek içün söylemez
[Aybını senin yüzüne vurmaz, senin mahcup etmek
için asla konuşmaz.]
70 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Keşfine ger yâver itmezsen anın
Râh-ı ta‘zîmine gitmezsen anın
[Şayet mürîd bunu keşfetme cihetine gitmez ve saygı
yolunu tutmazsa,]
Farz idelim olsa ger ana ‘ayân
Gıybetinle hâtırın keşf ü beyân
[Farz edelim senin gıybetinle aklından geçenler ona
ayan olsa,]
Andan ol hâl ile ey ‘âlî-neseb
Feyz u himmet nice eylersin taleb
[Mürîd bu durumda hangi yüzle mürşidinden feyz ve
himmet talep edebilir?]
[s. 78]
Hem olur mâ-beyne dağlarca hicâb
Öyle sû-i zann u şekk ü irtiyâb
[Hem bu kötü düşünceler, şek ve şüpheler sebebiyle
ikisinin arasında dağlar gibi perdeler meydana gelir.]
Sedd-i râh olur kudûmün seyrine
Sâkıt olursun nifâkın deyrine
[Mürîdin seyr yolu kapanır, nifâk manastırına düşer.]
Göremezsin ‘âlemi nûr-ı ‘ayân
İdemezsin seyr-i bâğ-ı lâ-mekân
[Âlemi apaçık nûrla göremez ve sonsuzluk bahçesini
seyredemez.]
Edeb-i Seb‘ate ‘Aşere
[On Yedinci Edeb]
Hem çağırma nâmını yâd eyleyüb
Eyleme ta‘cîz feryâd eyleyüb
[Mürîd, mürşidine ismiyle seslenmemeli ve bağırıp onu
rahatsız etmemelidir.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 71
Zikr-i müstehcen husûsu söyleme
Hiç hılâf-ı şer‘i bir iş eyleme
[Mürîd, müstehcen sözlerden de sakınmalı, şerîata
muhâlif bir iş işlememelidir.]
Kahkahayla hande itme zinhâr
Öyle vaz‘-ı nâ-revâdan eyle ‘âr
[Gülerken asla kahkaha ile gülmemeli, öyle yakışıksız
şeyler yapmaktan hayâ etmelidir.
Sonra ağlarsın dögünüb taş ile
Vâdi-i bu‘da düşüb bir baş ile
[Çünkü bu işlerin sonu taş ile döğünüp ağlamak, uzak
vâdilere düşüp bir başına yapayalnız kalmaktır.]
Edeb-i Semâniyete ‘Aşere
[On Sekizinci Edeb]
Cümle ta‘lîm-i edebdir sözlerim
Bâ‘is-i feyz u tarabdır sözlerim
[Bütün sözlerim edebi öğrenmekten, safâ ve feyze ulaşmaktan
ibârettir.]
Dinle ta‘lîm-i Hudâ’dır bu suhan
‘Ârif isen remzini fehm eylesen
[Bu sözler, Hakk’ın talimi ile hâsıl olmuştur. Bunları
ancak ârif olanlar anlar.]
Yâ ebânâ deyü feryâd itdiler
Hak Rasûl’ün böylece yâd itdiler
[Ey babamız diye feryat ettiler. Allah Resûlünü böyle
çağırdılar. [Burada Hucûrat Sûresi’nin 2. âyetine76 işaret
vardır.]
76- Bu âyet şöyledir: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden
yüksek çıkarmayın. Ona sözle birbirinize bağırdığınız gibi
bağırmayın ki; siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.”
[Hucurât, 49/2]. Meâl için bkz. Çantay, a.g.e., III, 947.
72 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Bilmeyüb şân-ı risâlet hürmetin
İtdiler tahrîk Mevlâ gayretin
[Hazret-i Peygamber [sallallâhü aleyhi ve sellem]’in
risâletinin şânına saygı duymayı bilemediler ve böylece
Allah’ın gayretini tahrik etmiş oldular.]
[s. 77]
Nehy olundular bu ta‘bîrâtdan
Ögrenüb evsâfını âyâtdan
[Onun vasıflarını âyetlerden öğrenip türlü tabirlerden
nehyolundular.]
Bildiler vasf-ı Rasûlullâhdır
Şânı hatm-i enbiyâullâhdır
[Bildiler ki Resûlullah [sallallâhü aleyhi ve sellem]’in
vasfıdır. Onun şânı peygamberlerin sonuncusu olmasıdır.]
Ba‘dezîn ber-mûcib-i emr-i kitâb
Kıldılar ol servere ‘arz-ı hitâb
[Daha sonra, Kur’ân’ın emrini gereğince Hazret-i Peygamber
[sallallâhü aleyhi ve sellem]’e hitap etmeye başladılar.]
Enbiyâlar vârisidir evliyâ
Anların ‘ilmine mazhar asfiyâ
[Velîler, peygamberlerin vârisleridir ve onların ilmine
mazhardırlar.]
Anıniçün evliyâ zî-şândır
Anlara ism-i ‘azîz ‘unvândır
[Bundan dolayı velîler şân sahibidir, azîz ismi onlara
unvân olmuştur.]
Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd 73
Yâd olunmazlar eb ü ced ad ile
Çağırılmazlar diger bir ad ile
[Onlar baba, ata adı ile hatırlanmaz, çağrılmazlar.]
Ne sebebden anlara din[il]di ‘azîz
Eyleyem bu yolda gel kim germ-hîz
[Onlara hangi sebepten dolayı “azîz” denilmiştir, bu
yolda sıcağı sıcağına anlatayım.]
Anla ma‘nâ-yı ‘azîzin nidügün
Lafz-ı vâlâ-yı ‘azîzin nidügün
[Azîz”in mânâsının ve onun yüce lafzının ne olduğunu,
anlayasın diye.]
Üç me‘ânî var ‘azîz isminde bil
Bak ne sırrı hâmil olmuş âb u gil
[Allah dostlarına verilen “azîz” unvânının üç anlamı
vardır. Gör ki su ve toprak hangi sırrı yüklenmiştir.]
Ana derler kim cihânda lâ-ilâc
Kendüsine ola fart-ı ihtiyâc
[Birincisi, cihânda ilâcı bulunmayan, ikincisi kendisine
aşırı ihtiyaç duyulan,]
Bir dahı ola kim ola bâ-dest-gîr
Kendüsine vâsıl olmak pek ‘asîr
[Ve üçüncüsü insanların elinden tutan, yardımcı olan
ancak kendisine ulaşılması pek kolay olmayan kimsedir.]
Oldu bu üç şart ile fevka’l-ümem
İki ‘âlemde ‘azîz ü muhterem
[Azîz olan zât, bu üç şart ile ümmetlerin üstünde ve
iki dünyada sevgili ve saygın olur.]
74 Âdâbu’l-Mürîd Fî-Sohbeti’l-Murâd
Kim olub ism-i ilâhî mazharı
Sadr-ı envâr u tecellî masdarı
[Zira o, ilâhî isme mazhar, nûrların göğsü ve tecellînin
kaynağı olmuştur.]
Hidmetinde sıdkile eyle kıyâm
Tâ ki olsun sana ol dâru’s-selâm
[Ona ihlâs ve samimiyletle hizmet etmek gerekir ki kişiye
esenlik yurdu olsun!]
Öyle kıldım evliyâya hidmeti
Aldım âdâbile hüsn-i himmeti
[Ben de Allah dostlarına bu şekilde hizmet ettim. Âdâba
riâyet ederek onlardan güzel himmet aldım.]
[s. 76]
Anla bu esrârı Şems’e pey-rev ol
Âsumân-ı vahdete bul doğru yol
[Şems’in bu verdiği sırları anlayıp onun izinden git ki
vahdet göğünü bulup doğru yola ulaşasın.]
Ola kim ser-mest-i dîdâr olasın
Kurb-ı Mevlâ’ya sezâvâr olasın
[Hakk’ın yüzünün sarhoşu olup ona yakınlığa lâyık
olasın.]
Emrine eyle bu pendi fâtiha
Behre olsun sana hüsn-i hâtime
[İşine bu öğüdümü giriş yap ki, iyi bir şekilde bitirme
sana kısmet olsun.]
Temmet er-risâleti’ş-şerîfeti’l-manzûmeti müsemmâ Âdâbu’l-Mürîd fî-Sohbeti’l-Murâd. Harrerehû ve nemekahû ve ketebehû hâk-i pây-i evliyâ a‘nî bihî ‘azîzü’l-‘azîzî, seyyidî, senedî, şeyhü’l-‘azîz, a‘nî Muhammed Bedrüddin el-‘İzzî Hazret-i şeyhu’ş-şuyûhi’l-kâmilîn ‘Osmân Şemsü’ddîn el-Üsküdârî el-Üveysî el-Kâdirî radıyAllahu te‘âlâ ‘anhu, kaddesallahu rûhehû, Muhammed Emîn.
[Âdâbu’l-Mürîd fî-Sohbeti’l-Murâd adı ile anılan mübârek manzûm risâle burada bitti. Onu deftere çeken, harekeleyen ve yazan evliyanın ayağının toprağı, yani onunla azîz olan, azîzimin azîzi, efendim, senedim, azîz Şeyh yani Muhammed Bedrüddin el-İzzî, kâmil şeyhlerin şeyhi Hazret-i Osmân Şemsüddin el-Üsküdârî el-Üveysî el-Kâdirî, Allah Te‘âlâ ondan râzı olsun, rûhunu mukaddes eylesin. Muhammed Emîn.]