20 Mart 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde, este'îzübillah, "وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ve iz kâle rabbüke lil melâiketi innî câ'ilun fil ardi halîfe, kâlû e tec'alu fîhâ men yüfsidü fîhâve yesfiküd dimâ, ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kâle innî a'lemu mâ lâ ta'lemûn" buyurdu. Yani Allah, "Ben dünyâda bir halîfe yaratacağım" buyurdu. Bunun üzerine melekler dediler ki, "Yâ Rabbi, kâinâtı fesada uğratacak, kan dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın, biz seni tesbîh ve takdîs ediyoruz". Peki melekler bunu nereden biliyorlardı? Âdem'den evvel geçen kavimler var ki, melekler onları gördüler ki, ondan kıyâs yaparak söylüyorlar. "Yaratacağın bu mahlûk, bundan evvel geçen, kavm-i cân gibi, kavm-i ten gibi, kavm-i ben gibi sana âsî olur ve kan dökerler, halbuki biz seni tesbîh ediyoruz, takdîs ediyoruz" dedikleri vakit, Allah, "قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ kâle innî a'lemu mâ lâ ta'lemûn" buyurdu. Yani, "Benim bildiğimi siz bilmezsiniz. Sükût edin ve benim yaratacağım mahlûkâta ibret ile bakın, hikmetime muntazır olun" buyurdu.
Allah, Âdem'i halketdi ve ona isimlerini ta'lîm etdi ve aynı zamanda ona isimlerinin sıfatlarını verdi. Esmâyı bilen Âdem, o esmâya da vâris oldu, ama esmânın ters tarafına. Meselâ Allah'ın rahmeti nâ-mütenâhîdir, insanın rahmeti mütenâhîdir yani bir hudûdu vardır. Meselâ Allah'ın rahîmiyyeti nâ-mütenâhîdir, insanınki ise mahdûddur.
Ne zaman ki Âdem halkolundu, Allah ona kâinâtı niçin halkettiğini ve aşkı bildirdi. Âdem esmâyı öğrenince, niçin halkolunduğunu öğrendi ve muhabbetle halkolunduğunu öğrenince, aşka tâlib oldu. Şeytân'a aşk verilmedi. Aşk, Âdem'e verildi. Âdem cennetde idi, aşka tâlib olunca Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Âdem'e buyurdu ki, "Aşk gözyaşıdır, mahzûniyyetdir, ağlamakdır. Ağlamakda zevkdir, mahzûniyyetde neşedir. Fakat cennet-i a'lâ mahzûniyyet yeri değildir, ağlama yeri değildir. Cennetden dışarıya çık, aşkı al, âşık ol" dedi.
Âdem, Hıristiyanların dediği gibi, cennetden gadab-ı ilâhîye uğrayarak çıkarılmadı, aşka tâlib olduğu için çıkarıldı. Çünkü aşka ancak cennetin hâricinde sâhib olabilirdi zîrâ ağlayacak ve üzülecekdi. Âdem, aşkın kendinde olduğunu gördü. Âdem, aşka mâlik olmak için cenneti bir buğday tânesine satdı ve dışarı çıkdı. Âdem, işitti ki sulb-i pâkinden Muhammed Mustafâ gelecek, aşkın zâhir olması için, cenneti bir buğdaya satdı ve dışarı çıkdı.
Bütün peygamberler bir nûrdur, nûr-i vâhiddir. Allah, cümle enbiyânın bidâyeti olan Hazret-i Muhammed'in nûrunu Âdem'in alnına koydu ve bu nûr cümle enbiyâya sirâyet ederek, tâ Hazret-i Peygamber'e geldi. Resûlullah'ın vücûd-i mübârekleri zâhir olup, Allah'ın rahmeti zâhir oldu, meydana çıkdı, yani gözle görüldü. Allah'ın muhabbeti Muhammed'le görüldü. Allahu Teâlâ, O'nu kendine mir'ât etdi. Yani zât-ı ulûhiyyetinin nûrunu mir'ât-ı Muhammed'de zâhir etdi, zuhûra getirdi. Sallallahu aleyhi vesellem.
İşte insanoğlu, nereden geldiğini, nereye gittiğini, niçin geldiğini ve niçin gittiğini ancak peygamberlerden ve onların vârisi olan velîlerden ve âlimlerden öğrendi. Hakk'a giden yollar o kadar çoğaldı ki, her mahlûkâtın her nefesinin sayısınca Hakk'a giden yollar açıldı. Ama bulabilen için.
Aşk ile halkolan mahlûkât, aşk ile yaşadı, aşk ile yaşadı ve aşk ile öldü. Ölmedi, oldu! Çünkü insan ölmez, olur, hayvan ölür. Ne mutlu aşka vâsıl olanlara ve aşkda yaşayanlara! Aşkın hepsi kudsîdir, te'alluk ettiği yerle değişir. Olmamış insanda aşk, şehvetle zâhir olur. Ârif ve kâmil olan insanda ise aşk, aşk-ı ilâhî ile zâhir olur.