20 Mart 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
İnsanoğlunun çıkdığı ilk cennet, anne karnıdır. İnsan annesinin karnında, gâyet rahatdır zîrâ hiç bir şey için meşakket çekmez, gıdâsını zahmetsizce alır, üşümez, acıkmaz, canı yanmaz, korkmaz, gelecek için endîşe taşımaz. Dikkat ederseniz, herkes, annesinin karnındaki bebeğin rahatını temin için uğraşır. Hâmile olan kadına herkes ihtimâm gösterir, onu rahat ettirmeye uğraşır. Anne karnının cennet misâli bir yer olduğunun bir diğer alâmeti de, doğumdur. Doğum çok zahmetlidir, çünkü çocuk o rahâtı bırakıp dışarı çıkmak istemez. Nitekim çıkar çıkmaz da hemen feryâda başlar. Çünkü artık rahatını kaybetmişdir.
Anne karnından çıkıp dünyâya gözlerini açan çocuğu da bir nevi cennetde kabûl edebiliriz. Çünkü yeni doğan çocuğa da herkes alâka gösterir. Zâten daha o dünyâya gelmeden onun için bir çok hazırlıklar yapılmışdır. Elbiseler, eşyâlar, oyuncaklar, salıncaklar, beşikler, döşekler, bezekler, emzikler alınmışdır hattâ odalar hazırlanmışdır. Bebek, doğdukdan sonra uzun süre anne sütü ile beslenir. Bu sâyede hem gıdâsını zahmetsizce alır, hem mükemmel bir şekilde beslenmiş olur hem de beslenirken annesinin şefkatini ve merhametini bütün benliğiyle hisseder. Annesinin merhamet kucağında, babasının şefkat himâyesinde, büyüklerinin muhabbet nazarları altında ve sevenlerinin ihtimamlı gözetiminde bulunan çocuk, mutlak bir emniyet, huzûr ve mutluluk içinde yaşar. Bilirsiniz ki, emniyet, huzûr, mutluluk cennetin vasıflarıdır.
Bir gün gelir, çocuk büyür ve artık bulunduğu cennetden çıkmak mecbûrîyetinde kalır. Önce okula başlar, uykudan ve oyundan fedâkârlık etmek ve çalışmak zorunda kalır. Artık onun yanında onu her an gözetecek birileri yokdur, artık kısmen de olsa kendi başının çâresine bakmak zorundadır. İnsan biraz daha büyüyünce, geçim derdi başlar, iş bulmak, çalışmak, para kazanmak gibi bir çok zahmetlere katlanır. Hayâtın ileri safhalarında evlilik gibi, çocuk sâhibi olmak gibi bir çok mesûliyyetler yüklenir ve bunların getirdiği zahmetlerle uğraşır. İnsan yaşadıkça hastalıklarla, büyüklerini ve sevdiklerini kaybetmek gibi üzüntülerle de karşılaşır.
Yetişkin bir insanın, kendi irâdesi ile nefsine karşı cihâda başlaması ve nefsinin arzularını terketmesi de cennetden çıkmak demekdir. Zîrâ nefsine tâbî olan insan, sanki cennetde gibidir, yer, içer, uyur, güzel elbiseler giyer, keyif sürer, çoluk-çocuk, mal-mülk sâhibi olur. İnsan bu cenneti terketmedikçe, nefsânî ve şeytânî sıfatlardan kurtulamaz ve ebedî saadete nâil olamaz. Ebedî saadeti elde etmenin yolu, nefs ile mücâhede ederek, nefsin kötü sıfatlardan kurtulmak ve kalbi tasfiye etmekdir. Bu da çok meşakkatli bir işdir.
Dikkat ederseniz sıradan bir insanın başına gelen bu hâdislerin, Âdem'in cennetden çıkıp dünyâya inmesi ve burada bir çok meşakkat çekmesinden pek bir farkı yokdur.
Gerek Âdem aleyhisselâmın, gerek âdemoğlunun dünyânın mihnetleri içine düşmesinin hikmeti şudur ki insanı kemâle getiren rahat değil tam aksine zahmetdir. İnsanın gerek maddî gerek ma'nevî ilerlemesi hep çalışmaya ve mücâdeleye bağlıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın "Zül-celâli ve'l-ikrâm" esmâsı da buna işâret eder. Allah'ın celâli içinde cemâli, kahrı içinde lutfu, nârı içinde nûru vardır. Nitekim "El-cennetü tahte zılâli's-süyûf /Cennet kılıçların gölgesindedir" hadîs-i şerîfi de buna işâret eder.
Bebek, anne karnındaki cenneti terketmezse, dünyâdaki nimetlerden mahrûm kalır, yetişip büyük bir insan olamaz. Rahâtını terketmek istemeyen bir çocuk, okula gitmeyip tembellik edere ya da hep oyun peşinde koşarsa, ilim, irfan, san'at ve meslek sâhibi olamaz. Bunlardan mahrûm olan bir kimse de izzet sâhibi olamaz, zelîl ve sefîl olur. Nefsi ile mücâhede etmeyen ve hevâsına tâbi' olan bir insan da, Hakk'ın rızâsını alamaz ve Hakk'a kurbiyyet edemez. Halbuki insanın şerefi Hakk'a kurbiyyetdedir. Zâten cennetin hakîkati de Hakk'a kurbiyyetdir.