17 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
56
TAHMÎS-İ FUZÛLÎ-İ BAĞDADÎ
1. Âferîn ey nâzım-ı tertîb-i imkân âferîn
Bî-lisân ü bî-zamân bî-hadd ü pâyân âferîn
Kıldı hüsn-i pâkini insânda i‘lân âferîn
Âferîn ey sâni‘-i ten-perver-i cân âferîn
Hâlikü’l-eşyâ ilâhü’l-halk u Rabbü’l-âlemîn
(Ey kâinâtı bir tertip ile yaratan Allah’ım, bütün övgüler sana! Ey dilsiz, zamansız, sonsuz ve sınırsız olan Allah’ım, bütün övgüler sana! Tertemiz güzelliğini insânda zuhûr ettiren Allah’ım bütün övgüler sana! Ey Hâlık! Ey tenleri yaratan ve cânları besleyen Allah’ım, bütün övgüler sana! Ey eşyânın yaratıcısı, halkın ilâhı ve âlemlerin Rabbi olan Allah’ım!)
2. Menşe’-i ilm ü irâdet ma‘den-i hilm ü şühûd
Menba‘-i ef‘âl ü hikmet hem kıyâm u hem ku‘ûd
Hep bütün mahlûk u mevcûd bî-riyâ eyler sücûd
Mübdi’-i âsâr-ı kudret akd-pey-vend-i vücûd
Zâbit-ı erkân-ı fıtrat nakşibend-i mâ’ u tîn
(Ey ilim ve irâdenin kaynağı, varlık âlemindeki görünenlerin ve sükûnetin madeni /çıktığı merkez/, fiillerin ve hikmetin menbaı olan Allah’ım! Ayakta duran ve oturan bütün varlıklar riyâsız /yani mecbûren/ sana secde eder. Ey Muktedir sıfatıyla âlemde gücünün alâmetlerini ortaya çıkaran, vücûd bağını düğümleyen, yaradılışın esâslarını elinde tutan, su ve toprağın ressâmı olan /insân yaratan/ Allah’ım!
3. Bu hayât-ı fânîye her aldanan olmuş behîm
Ârife eşyâyı hâdim bilmeyen kalmış nedîm
Bu fenâya aldanan görmez mi kim her şey adîm
Ey semûm-i satvetin te‘sîri nîrân-ı cahîm
Vey sehâb-ı rahmetin sîr-âbı Firdevs-i berîn
(Bu fânî hayâta aldanan herkes hayvân olmuştur. Kâinâtın ârife hizmetçi olduğunu bilmeyen pişmân olmuştur. Bu geçici dünyaya aldanan kişiler bu dünyanın yok olacağını görmez mi? Ey ezici kudretinin yakıcı rüzgârıyla cehennemin nârını alevlendiren ve ey rahmetinin bulutu yüksek Firdevs cennetlerini sulayan Allah’ım!)
4. Dâhil-i nâr-ı cahîmdir tâbi‘-i nefs ü hevâ
Abd-i mahz-ı ârifân olmaz esîri mâsivâ
Oldular bunlar likâullâha mutlak âşinâ
Kudretin gül-zârına bir sebze Sidrü’l-müntehâ
Hikmetin şem’ine bir pervâne Cibrîl-emîn
(Nefsine ve arzûlarına uyan cehennem ateşine girecektir. Âriflerin gerçek kulu /irfân ehline bağlanan/ Hak’tan gayrının esiri olmaz. Bunlar Allah’ın vechine / zâtına/ âşinâ oldular. Ey Allah’ım! Sidretü’l-müntehâ /vahdet bilincinde insân aklının ulaştığı son nokta/ senin kudretinin gül bahçesinde bir yeşillik; Cibrîl-i Emîn ise, hikmetinin mumunun /makâm-ı Muhammed’deki insân-ı kâmil/ etrâfında bir pervânedir.)
5. Her olan olmuş ezelden olmadan kevn ü mekân
Bu zuhûrât ân-ı dâimdir ne varsa ins ü cân
Eylemiş îcâd sun‘un bî-misâl ü bî-nişân
Sun‘un eyvânında bir kandîldir nüh âsmân
San‘atın dibâcesinden bir varak rûy-ı zemîn
(Eşyâ ve mekân oluşmadan her şey ezelden olmuş, oluşmuştur /varlık, olmuş olanı yaşamaktadır./ İnsân ve sair cânlılar, bu görüntüler âlemi, dâimî bir andır /güzelliktir/. Cenâb-ı Hak, yaratma gücünü benzersiz ve belirsiz bir şekilde bu âlemde göstermiştir. İlâhî sanatın göstergesi olan dokuz gök, kudretinin köşkünde bir kandîl; yeryüzü ise, senin sanat kitâbının dibâcesinden bir yapraktır.)
6. Ehl-i gaflet nâma düşmüş de hem olmuş nâm-cûy
Kimi vehminden halâs ister olur evhâm-cûy
Kimi meyhâne kimi puthâne kimi câm-cûy
Dergeh-i ta‘zîm ü tekrîminde âlem kâm-cûy
Harmen-i ihsân u eltâfında âdem hûşe-çîn
(Gaflet ehli şöhret sevdâsına düşmüş, şöhret arar. Kimi kuruntularından kurtulmak ister, /beceremez / vehimler arar /başka kuruntuların bataklığına düşer/. Kimi meyhâne, kimi puthâne, kimi de cami arar. Âlem, senin kerem ve yüceliğinin dergâhında /kapısında/ murâdını arar; insân, senin ihsân ve lutuf harmanında başak toplayıcıdır.)
7. Feyz-i lutf-ı rahmetin âşıklara nutk u beyân
Nûr-ı zât-ı vahdetin âriflere olmuş ayân
Oldu erbâb-ı dile gâhi ayân gâhi nihân
Arsa-i idrâk-i fevz ü re‘fetin dârü’l-emân
Rişte-i ümmîd-i feyz-i rahmetin hablû’l-metîn
(Âşıklara konuşup açıkladığın /sırlar/ rahmet lutfunun feyzidir /bereketi, coşup taşmasıdır/. Senin bir olan zâtının nûru âriflere ayân, gönül ehline ise gâh ayân olmuş, gâh gizlenmiştir. Senin kurtuluş vemerhâmetinin idrâk edildiği bu arsa /kâmillerin bulunduğu yer/ bizim sığınağımız; rahmet yağmurunun ümit ipi /insân-ı kâmilin eli/ ise tutunacağımız sağlam ipimizdir.)
8. Gösterir sırr-ı hayâtın gâh rebî‘ ü gâh harîf
Tâbi‘i çokdur bunun evhâma düşmüş her herîf
Kurtulan lütfunla olmuş iki âlemde şerîf
Hâk’dan her zerre te’yîdinle bir cism-i latîf
Âb’dan her katre tevfîkinle bir dürr-i semîn
(Hayâtın sırrı gâh ilkbahârı gâh sonbaharı gösterir. Herkes vehmine esir olmuş, bu kuruntulara uyanlar çoktur. Bu ikiliklerden ve vehimlerden kurtulan iki âlemde şerefli olur. Topraktan her bir zerre senin kudretinle latîf bir cisim olur ve her katre senin yardımınla kıymetli bir inci hâline gelir.)
Latîf bir cisim ve kıymetli bir inciden maksat insânî cevherdir. Varlık hava, ateş, su ve topraktan birbirlerinin terkibiyle devrederek cemâdât, nebâtât ve hayvânâttan geçip insâna gelir. İnsânda cism-i latîf hâline gelen bu inciden kıymetli varlık insânda aslına döner ve tekâmülünü tamamlar.
9. Her sözü bu âleme ayn-ı hayâtdır kâmilin
Marifetden gayrı olmaz iştigâli âkilin
Başka yokdur kapı bir her mün‘imin her sâilin
Ol amîmü’l-feyz-mün‘îmsen ki feyz-i şâmilin
Rızk taksîminde kılmaz imtiyâz-ı küfr ü dîn
(Kâmilin her sözü bu âleme hayât kaynağıdır. Akıllı insânın marifet elde etmekten başka meşguliyeti yoktur. Kapı tektir, nimet veren de dilenen kişinin de gideceği başka bir kapısı yoktur. Sen öyle bağışı bol ve yaygın bir nimet sâhibisin ki, her şeyi kuşatan rahmetin, rızık dağıtımında kâfir ve mümin ayırımı yapmaz.)
10. Vâsi‘at-ı rahmetinden olmamış kimse ba‘îd
İki meytin biri kâfir birisi olmuş şehîd
Kimi nâr ister kimi nûr çağırır “Hel min mezîd”
Hiç kes cürm ile dergâhından olmaz nâ-ümîd
Senden ister kâm eğer rüsvâ vü ger halvet-nişîn
(Rahmetinin genişliğinden kimse uzak kalmamış. İki ölünün biri kâfir, biri şehit olmuş. Kimi ateş ister, kimi nûr ister. Cehennem de “Daha fazlası var mı? Kâf/30” diye çağırır. Günâhlılar dergâhından ümidini kesmezler. /Hâsılı/ reziller de kendi köşesinde yapayalnız oturanlar da murâtlarını senden isterler.)
“Yevme nekûlu li-cehenneme he’l-imteleti ve tekûlu he’l min mezîd./O gün cehenneme: “Doldun mu?” deriz. O da: “Daha fazlası var mı?” der. Kâf/30.”
11. İlm ü irfânla münevver olmayan eyler cedel
Zümre-i uşşâka bunda her ne var oldu güzel
Dâhil-i emn ü emânullâh olmuşlar ezel
Hâdisât-ı ihtilâf-ı devrden görmez halel
Kime kim ma‘mûre-i hıfzın olur hısn-ı hasîn
(/Tevhîdin/ ilmi ve irfânıyla aydınlanmayan /ikilikten kurtulamayan/ kişi kavgâ eder. /Halbuki/ âşıklara burada bulunan her şey güzel gelir. Onlar, Allah’ın ezelden koruması altına girmişlerdir. Kim Cenâb-ı Hakk’ın müstahkem kalesine sığınırsa, devrin birbiriyle çatışan, karışık hâdiselerinden zarar görmez.)
12. Hüsn-i tevfîkinledir tedbîr-i her idrâk-ı pâk
Feyz-i tedbîrinledir hep âb u âteş bâd u hâk
Hükm-i takdîrinledir ehl-i hüdâ ehl-i helâk
Neş‘e-i aşkınladır Mecnûn sürûdu sûz-nâk
Pertev-i hüsnünledir Leylî cemâli nâzenîn
(Tertemiz bir idrâke varmanın her türlü tedbîri /hükmü ve yolu/ Cenâb-ı Hakk’ın yardımının güzelliğiyledir. /Ya Rabbi, su, ateş, yel ve toprak /dört unsur=insân/ hep senin hükmünün bereketiyledir. Kiminin hidâyet ehlinden kiminin de helâk olanlardan olması senin ezelî takdîrinin hükmündendir. Mecnûn’un terennümleri senin aşkının neş’esinden ötürü yakıcıdır. Leylâ’nın yüzünün böyle zarîf oluşu da senin güzelliğinin şavkıyladır.)
13. Ârife eşyâda Hak’dan gayrı yokdur müncelî
Keşfeder bu sırrı sevdâ-yı Muhammed’le Alî
Sünnî Şiîlik Kemâlî kalmadı bende belî
Tâatın eyler Fuzûlî tâkat oldukça velî
Hırs ile ne ravza-i Rıdvân diler ne hûr-ı ‘în
(Ârife eşyâda Hak’tan başka görünen bir şey yoktur. Alî bu sırrı Muhammed’in aşkıyla keşfeder. Kemâlî evet bende sünnîlik ve şiîlik kalmadı. Fuzûlî gücü yettiğince Allah’a ibâdet eder ama hırs ile ne Rıdvân cennetini ister, ne de güzel gözlü Hûrîleri! O ancak seni ister.)
14. Kıyl u kâl-i mantık-ı Yunan sadâ-yı nefsdir
İktisâb-ı şöhret ü ad-san riyâ-yı nefsdir
Kabrine diktirdiğin nişân hatâ-yı nefsdir
Hûr-ı ‘în ü ravza-i Rıdvân havâ-yı nefsdir
Nefsden geçmişdir ol senden rızâ ister hemîn
(Ey sen! Yunan mantığının dedi koduları nefsin sesidir. Şân ve şöhret kazanmak nefsin riyâsıdır. Kabrine diktirdiğin nişân/mezâr taşına yazdırdığın anlı şânlı ibâreler/ nefsinin hatâsıdır. Âhû gözlü Hûrîler ve Rızâ cenneti nefsin arzûsudur. O /Fuzûlî/ nefsden geçmiştir, o dâimâ senin rızânı ister, başka bir şey değil!)