9 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Vesîletü'l-Merâmında buyuruyorlar ki :
Malûm ya, kıyâmet alâmetlerinden biri de güneşin batıdan doğmasıdır. Ehlullaha göre bunun manâsı, rûh güneşinin kaybolması ve nefs ve tabîat zulmetinin dünyâya hâkim olmasıdır. Nitekim bugün olan da budur. Herkes nefs-i emmâresine mahkûm olmuş, hevâ ve hevesi peşinde koşmakdadır. Bazıları zannediyor ki, âhir zamanda şeyh yok, mürşid yok, velî yok, halka rehberlik edecek kimseler yok da o yüzden insanlar böyle şaşkındır. Hayır, bilakis mürîd yok, tâlib yok, kâbiliyyet sâhibi insan yok. Hazret-i Şeyh'in teşbîhiyle ifâde edecek olursak, doktor var, fakat hastalar hasta olduklarını kabûl etmiyorlar, tedâviye yanaşmıyorlar. O vakit doktorlar da meydana çıkmıyor, gizli kalıyor. Yani, Hazret-i Şeyh'in tabiriyle, şahs-ı velâyet, serini ceyb-i hafâya çekiyor.Zuhûr-i nübüvvet, Âdem-i sûretde hilâl gibi olup Cenâb-ı Nübüvvet'de bedriyyet mertebesine erdiği gibi, zuhûr-i velâyet dahi âdemü'l-velâyede hilâl misâli olup, Hazret-i Hatmü'l-Evliyâ'da bedriyyet mertebesine erip ondan sonra ilâ âhiri'z-zamân intikâsa bed' etmişdir. Yani zuhûru müntakıs olur. Yoksa nefs-i velâyet değil. Ve âhir zamânda mahâk vâki' olur. Yani şemsin mağribden tülû'uyla şahs-ı velâyet serini ceyb-i hafâya çekip işrâk-ı şems rûh hilâfına mübeddel olup, ancak zulmet-i nefs ve tabî'at kalsa gerekdir. Ve ol vakitde isti'dâdât ve kâbiliyyât bi'l-külliyye muzmahille olup, âsâr-ı sa'âdetden nişân görünmez olur. Ve ol vakte dek şems meşrıkdan tulû' etmekle her 'asırda envâr-ı nücûm-ı velâyet dahi tulû' ve zuhûrdadır. Gerçi a'yün-i nâsdan nihândır. Zîrâ a'mâ-yı kalb gâlib olmakla görünen ancak şems-i zâhirdir, şems-i bâtın değil. Zîrâ kıyâmet kahr ve setre dâirdir. Yani vahdetin tecellîsi kesreti kahr ve setr eder. Şimdi ki tekârub-i zamân vâki' olmuşdur kıyâm-ı kıyâmet hükmündedir. Ve esmâ-ı ilâhiyyenin zuhûrâtı az kalmışdır. Onun için Kur’ân’da gelir : "لِكَيْ لاَ يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا". Yani erzel-i ömürde 'ilm cehle mübeddel olup, melekût mestûre olduğu gibi, âhir-i 'âlemde dahi zuhûr hafâya tebdîl olunup, kemâlât-ı insâniyye verâ-ı perdede kalıp, dîde-i idrâkden nihân olsa gerekdir.
İşte âlemin erzel-i ömrü, âhiridir. Ve bundan fehm olunur ki, vasat-ı ömürde insân kuvvetli olduğu gibi, vasat-ı müddet-i Muhammediyyede dahi 'âlem kuvvetli idi. Bilâhire za'f kabûl etdi. Ve her yüz sene dahi vasatı i'tibârıyla böyledir. Yani oralarda bi-hasebi'l gâlib kuvvet-i İslâm zuhûr eder ve 'âlem ma'mûr ve âbâdân olur. Sonra pîr olmağa bed' edip, âhir bir tabîbe muhtâc olur. Ve hastanın kuvvet-i marazına göre tabîb-i hâzık lâzım olduğu gibi âhir zamânın hastalığı dahi böyledir. Onun için Hazret-i Mehdî gibi tabîb-i kavîye muhtâc olur. Ve bundan fehm olunur ki, her 'asrın tabîb ve marîzi olur. Yani marazına göre tabîbi dahi bulunur. Velâkin marîz olanlar marazlarından bî-haber olmakla "tabîb yokdur ve biz marîz değiliz" kıyâs ederler. Velâkin demişlerdir ki, "اي خواجه دردنيست وليكن طبيب هست ey hâce derd nîst velâkin tabîb hest". Yani derd yokdur, yoksa derde dermân etmeğe tabîb bulunur. Nitekim söyler yokdur, yoksa söyletir bulunur. Yani kâbil-i ta'lîm olur. Tûtî olsa ona göre mu'allim bulunur. Feemmâ kâbil yokdur. Bu cihetden mu'allim dahi hafîdir. İşte üstâdla şâkird ve şeyhle mürîd dahi böyledir. Aceb zamândayız ki cevheriyyet haceriyyete mübeddel olmuştur. Fa'rif cidden.