17 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Düstûr-ı mükerremimiz olan Allah'ın kudsî kitâbları var. Ve aynı zamanda akl-ı selîm de, yani bu kitâbları insan görmese dahi, akl-ı selîm de, insanların insanlara olan hizmeti ve Cenâb-ı Hakk'ın varlığını gösteren bu varlığı kabûlü ve Hakk Teâlâ'nın karşısında boyun bükmesiyle o yolun felâhına ermiş olur. Akl-ı selîm dedik, akl-ı selîm sâhibleri, bu kâinâtı görünce, bunun büyük bir ibret olduğunu ve büyük bir âyet olduğunu muhakkak kabûl edecekdir. Ve bir şeyin evveli oldu mu, o şeyin âhiri olur. Bir şeyin zâhiri oldu mu, o şeyin bâtını olacağını kabûl eder. Bir hayât olduğu gibi bir memâtın da olduğunu kabûl eder. Ve bütün kazançlarımızın bir gün gelip elimizden hepsinin çıkması, on sekiz fakülte bitirsek, diplomalarımızın elimizden alınması, yani nihâyetinde hiç bir şey olmaması, bu bizim için en büyük ibretden başka bir şey değildir.
Buradan giden rûhlar, yedi mertebe vardır, yani yedi rütbe, yedi âlem vardır, o yedi âleme taksîm olunur. Vücûdlar toprakda kalır, rûhlar oraya giderler. Ve müjdeyi alarak giderler, müjdesiz değil. En son nefesde, Allah meleklerini gönderir. Biz göremeyiz ama yolcu olan zât onu görür, onları. Yani "komaya girdi" dediğimiz ân yok mu, işte o ânda oluyor bu. Dünyâ ile âhiret arasında bir yerdir o, yarı ölü, yarı diri. Yani bu âlemde akl-ı meâş ile inkâr etdiğimiz, "Âhiret var mıdır yok mudur?" denildiğinde, "Yokdur" dediğimiz, var olduğunu gördüğümüz ân o.
Sunucu, "Başka bir programda bir perdeden bahsetmişdiniz, nedir o perde?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Görmediğini görmesi. Şimdi meselâ bu karşıya bakıyoruz, bir şey görmüyoruz. O âlem geldiği vakitde, görmediğimiz yerde bakıyorsun bazı şeyler zuhûra geliyor. İşte perdenin kalkması o. Bunun da böyle kısa yoldan tarîfi, inkâr etdiğimizi, görmediğimizi görüyoruz. Müjdeci melekler geliyorlar, iyi insansa o kimse, müjdeliyorlar, "Korkulacak bir şey yok". Peygamberse, pulü'l-azim peygamberlerin makâmı, yani Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ve O'nun emsâli olan arkadaşları Mûsâ aleyhisselâmın, Îsâ Peygamber'in, İbrâhim aleyhisselâmın, Nûh Peygamber'in makâmları yedinci gökdedir. Mirâc'da Hazret-i Peygamber, Hazret-i Îsâ'yı ikinci kat semâda gördü, o mirâc davâsı. Şimdi rûhlar âlemini söylüyorum ben. Bunlar ulü'l-azim peygamberler, resûller yani. Sonra altıncı kat semâda, nebîler. Beşinci kat semâda, velîler. Dördüncü kat semâda, âlimler, ilmiyle âmil olan âlimler. Üçüncü kat semâda, zâhidler. Allah'dan râzı olmuşlar, kanâat etmişler kâinâtda hayatlarına. Kanaâtkâr insanlar. İkinci kat semâda, âbidler, Hakk'a ibâdet eden zevât. Buraya kadar hepsi bunlar, müjde alırlar. Derler ki, "Müjde sizin için, korkulacak bir şey yokdur, bırakdıklarınıza mahzûn olmayın, gitdiğiniz yerden korkmayın, işte size cennât-ı âliyât verildi". Fakat kıyâmetden sonra, hesâbdan sonra verilecek. Âdetullah böyle. Birinci kat semâda ise, günahkâr kullar. Onlara da melekler derler ki, "Îmânınızı kurtardınız, müjde var ama mahkeme olacaksınız. İnşâallah kurtulursunuz".
Rûh cesedi terk etdiği vakitde, buraya kadar olan rûhlar, semâya çıkar, bunlar kabûl edilir semâya yani geri çevrilmez. Bir gürûh kalır ki bu gürûh kâfirdir. Allah'a inanmamış, peygamberleri tekzîb etmiş, mü'minlere eziyet cefâ etmiş, halka eziyet etmiş, halkı inim inim inletmiş zâlimler. Misâlleri Nemrud gibi Firavun gibi yani. Onların emsâlleri, onların vârisleri. Bunlara semâ açılmaz, açılmayınca bunlar felek-i kamerde hapsolunurlar. Yani kürrede, toprağın içinde hapsolunurlar. Yani hem rûhları hem cesedleri. Rûhları neyle meşgûl oluyorsa ona. Meselâ şatosuna çok muhabbeti varmış, şatoya bağlı kalır o. Eşeğinde bağlı kalır, hayvanında bağlı kalır. Neyse işte yani makâmı. Şehîdlerin ve enbiyânın rûhları müstesnâdır, onlar serbestdir. Yani âhiret âlemi dünyâ gibi değil. Dünyâda insanın irâde-i cüziyyesi vardır, orada irâde-i cüziyye geçmez, irâde-i külliyedir. Şehîdler de öyle, rûhları arşın altında, kandiller içerisinde, yeşil kuşlar şeklinde durur ve muhayyerdir, istedikleri vakitde dolaşabilirler. Kürre-i arda inerler, çıkarlar filan yani. Velîlerin rûhları da böyle. Enbiyânın da öyle.
Şimdi toplayalım işi. Rûhlar üçe ayrılıyor. Birisi mükâfâtını almış, o mükâfât henüz eline geçmemiş, görüyor aldığı mükâfâtı. Bir kısmı, mahkemenin nihâyetine bağlı, ne olacak mahkemesi, mahkemeyi bekliyor. Bir kısmı da, yani son söylediğimiz gürûh, onların da elektrik iskemlesi, idâm sehpâsı kurulmuş, diyorlar ki, "Seni orada idâm edecekler" ve idâm sehpâsına bakıyorlar. Tâ mahşerden, hesâbdan sonra. Onu öyle seyrederek duruyorlar makâmlarında. Bunu gören zât, tabii kabir azâbı görüyor demekdir, onu gördü mü. Diğeri de cennetdeki makâmını görüyor, o da cennetde gibi rahat ve safâ içerisinde.
Sunucu, "İslâm'da cehennem ebedî bir azâb yeri olarak kabûl ediliyor mu?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Tabii, elbet. Cenâb-ı Hakk'ın celâl sıfatıdır cehennem. Cennet de Cenâb-ı Hakk'ın cemâl sıfatı.
Sunucu, "Âhiret âleminde de Şeytan'ın insanlar üzerinde bir tesiri olacak mı?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hayır, hayır, yok. Kabre kadar vardır. Kabirde bir soru vardır. Bir soru, bir suâl vardır. O suâle kadar Şeytan müdâhale eder. Ondan sonra Şeytan gider, bırakır artık. Bütün dînlerde, Allah ile kul arasında, insanları dalâlete sevkedecek olan Şeytan olduğu gibi, her dînde de Allah ile kul arasında, insanları hidâyete, Allah'a götürecek bir kuvvet vardır herhâlde. Şeytan, Allah'ın Mudill esmâsının zâhiridir yani zuhûra gelmiş, vücûd bulmuş hâlidir. Hakk'dan gayrı bir şey yok, "Lâ mevcûde illâ Hû"dur. Allah İblîs'i halk etmiş, "Ona tâbi olmayın" demiş. Yoksa istese kaldırırdı onu ortadan.
Sunucu, "Siz her şeyin Hakk'dan geldiğine inanıyorsunuz ama Şeytan'ın kuvveti kendinden mi geliyor, yoksa ona tâbi olan insanlardan mı geliyor?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hakk'dan gelir. Hakk'dan gelir hepsi ama edeb bakımından biz Şeytan'dan biliriz onu. Nefsden biliriz, Şeytan'dan biliriz. Hakk'dan gelir hepsi. Çünkü Hakk'ın murâdı olmazsa bir ağacın yaprağı dahi yerinden oynamaz. Şeytan'ın varlığı, insanların hidâyet ve rahat ve felâhına sebeb olmdu. Peygamberlerin varlığı, insanların felâketine sebeb oldu. Nasıl oldu derse eğer, Şeytan'a uymayan cennete gider, peygambere uymayan nâra gider, onun için.
İşte rûhlar böyle orada hapsolunur, kıyâmet gününe kadar böyle devam eder. Ansızın bir gün kıyâmet kopar. Olacak bu çünkü, mâdem bir binâ yapıldı, yıkılacak. Mâdem doğduk öleceğiz, mâdem yapıldı binâ, yıkılacak. Yıkıldıkdan sonra, işte ona nefha-i ûlâ diyorlar, İsrâfil Sûr'â üfleyecek, yıkıldıkdan sonra, bir müddet sonra Cenâb-ı Hakk ikinci nefhayı üfletecek ve bütün insanlar, ot yerden biter gibi, cesedleri bitecek yerden. Her rûh, kendi cesedini bilerek, bularak, sevk-i tabiî ile vücûduna girecek. Ondan sonra on bir sınıf üzerine kabirlerinden kalkıp halk mahşere sevkedilecek. Ama bu dünyâ başka hâle gelecek. Ne dağ kalır, ne deryâ kalır. "يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ yevme tübeddelü'l-arda gayra'l-ard", başka bir hâle gelir bu ard, yok olmaz. Sonra hepsi süratle mahşere sürülürler. İşte dünyâdan giderken müjdeyi alanlar, orada müjdesine nâil olur, geçerler. Diğerleri hesâba dâhil olur, hesâbdan sonra gene kurtulurlar. Diğerleri de cezâlarını çekmek üzere nâra sevk olunurlar.
Sunucu, "Ölen kimse, kendisi hakkında verilen hükmü değiştirebilir mi?" diye sorunca Efendi Hazretleri "Yok, yok, yok, yok" buyurdular. Sunucu, "Peki öyleyse, ölüm ve yeniden diriliş üzerine bu kadar düşünmenin ne gereği var?" diye sorunca Efendi Hazretleri, "Mü'minler için iltifât-ı rabbânî o. Kâfirler için de büyük bir inzâr, bize ibret" buyurdular. Sunucu, "Ama biz bilmiyoruz ki, eğer inanmıyorsak" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Haber veriyoruz ya. Gayba îmân ediyoruz ya. Peygamberler böyle haber vermişler.
Kıyâmet günü olmadan burada haşrı neşir görür bir adam, aklı başındaysa eğer.
Sunucu, "Buradan ölen nefs midir?" diye sorunca, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hayır, ıslâhdır o, ölüm yok. Ölüm yok, nefsin sıfatları değişir. Ama ölüm diye tarîf etmişler. Bunun da sebebi var. Meselâ ben bugüne kadar milyarlarca defa öldüm ve dirildim. O da öyle, sen de öyle. Ama bu çok süratli olduğu için elektrik gibi, farkına varmadık.
www.muzafferozak.com