HUTBE
Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-azîm.
Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem.
Re'sü'l-hikmetü mehâfetullah.
Sadaka Resûlullah ve nataka Habîbullah.
Kalbleri îmân nûruyla bezenmiş, alınlarında eser-i sücûd, dillerinde tevhîd, yüzleri nûr-i islâm ile münevver, kıyâmet gününe inanan, bu kısa hayâtın hisâbını Allah'a vermeği kabûl eden, Hakk'ın celâlinden korkan, cemâline âşık olan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline müştâk olanlar!
Dünyâ hayâtı gâyetle kısadır. Bir gölgeden güneşe çıkmak gibi yâhud güneşden gölgeye çıkmak gibidir. Çok kısadır, pek kısadır fakat ma'nâsı gâyetle büyükdür. Dil gibi. Dil de öyle. Cirmi küçük, cürmü büyük dilin. Ufak bir et parçası ama insanları a'lâ-yı illiyyîne götürür yani yüceltir, yükseltir, cennete götürür veyâhud da esfel-i sâfilîne, cehenneme götürür o kısa et parçası. İnsanları dünyâda ya rahata, safâya, saâdete, necâta, ferâha erdirir yâhud adamı sehbâya verir dil parçası. Cirmi küçük, cürmü büyük.
Dünyâ hayâtı da bunun gibidir. Yolcu yolunda giderken bir ağaç gölgesine uğrayıp, orada bir mikdar meks etmesi, oturması, biraz istirahat etmesi, sonra oradan kalkıp yürümesi gibidir dünyâ hayâtı.
Bir misâl daha verelim. Bir köprü farzet, köprünün bir ucu ana rahmi, bir ucu âhiretdir, köprünün üzeri, geçişi dünyâ hayâtıdır. Acaba anlatabildik mi? Fakat köprünün diğer tarafında bir büyük binâ vardır, bu dünyâ köprüsünün nihâyetinde. Bu binânın üst kısmı cennât u âliyât, alt kısmı cehennemdir. Bu âlemden sonraki âlemde yani âhiret âleminde iki makâm vardır. Bir cennet vardır, bir de nâr vardır. İnsanlar da ikiye taksîm olmuşlardır, ya cennet ehlidir, ya cehennem ehlidir.
Cennet ehli olanlar, Allah'ı tevhîd edenler, Allah'ı şirkden berî kılanlardır. "Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh". Bu, Allah'ın hakkıdır. Allah'ı bir bilmek, O'na şerîk, benzer koşmamak. Kemâl sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh, istediğini istediğine veren, istediği vakitde almak kudretine mâlik bulunan, bizleri bir katre menîden ana rahminde hayız kanıyla, kudret fırçasıyla istediği şekle koyan, sonra bu âleme getirdikden sonra tekrar bu âlemden bizi götüren yani bizi getiren ve götüren, istemediğimiz hâlde getiren, istemediğimiz hâlde götüren ve istediği vakitde getiren, istediği vakitde götüren, o kudrete mâlik Cenâb-ı Hakk Celle veTekaddes Hazretleri.
Görüyorsun ya, bak semâvâta! İşte onun sâhibi. Senin gözün bir mikdar görüyor, benim gözüm de bir mikdar görüyor. Semâdaki yıldızlar böyle, dünyâdan yedi yüz milyon büyük olanları var içlerinde, o da bizim için. Ondan daha yukarıya âlemler var. İşte o semâvâtı senin üzerine yücelten, yıldızlarla karanlık geceyi süsleyen, gündüz sana güneşi doğuran, yağmurlar yağdıran, bir tarla içerisinde renk renk, lezzeti ayrı, tadı ayrı, zevki auyrı, kokusu ayrı, meyvalar, çiçekler ihsân eden, rengârenk, bir tencerede pişiyor, aşçısı bir, tenceresi bir, bir bahçeyi tencere farzet, bahçıvanı da aşçı farzet, içerisindeki incirin tadı ayrı, zeytinin tadı ayrı, üzümün tadı ayrı, eriğin tadı ayrı, elmanın ayrı, armutun ayrı, çiçekler rengârenk, bunları ihsân eden o Allah yok mu, seni ve beni ana karnına bir katre menî olarak düşürdü de, "هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ hüvellezî yusavvirüküm fi'l-erhâmi keyfe yeşâ", orada kudret fırçasıyla, hayız kanıyla bizi istediği şekle koydu, en güzel şekle koydu.
Kimin şekli biliyor musun, senin şeklin ve benim şeklim? Biz maymundan gelme değiliz. Biz Âdem'den gelmeyiz, Âdem aleyhisselâmdan. Yani peygamberzâdeyiz. Âlem-i ervahda Cenâb-ı Hakk'ın "e lestü bi rabbiküm" hitâbında, Hakk'a söz verdik, "Yâ Rab sana şirk koşmayacağız" diye, "seni Rab tanıyacağız, seni mabûd bileceğiz" dedik ve Âdem'in sulbünden geldik, Âdem aleyhisselâmın. Âdem bir peygamberdir. Senin şeklin kimin şekli biliyor musun? Resûl-i Ekrem'in şeklidir. Allah kendi nûrundan Muhammed Mustafâ'yı halk etdi, bütün insanları da Hazret-i Muhammed'in şeklinde halk etdi. Maymun insan olmadı, belki insan maymun oldu. Domuz insan olmadı ama bazı insanlar domuz oldular Benî İsrâil'den. Ümmet-i Muhammed'e yok mu? Var ama gizli. Ameller tebdîl olunur, nesh olunur.
Ben gözümle gördüm, Hakk şâhiddir, şurası makâm-ı Muhammediyyetdir, bana inanırsınız. Balat tarafında bir tefeci, fâizle para veren, halkın iliğini, kanını emen bir adam ölmüşdü, o devirde belediye teşkîlâtı yokdu, hiç bir gassâl o adamı yıkayamadı. Çünkü bir hınzır olmuşdu. Teneşirin üzerinde bir hınzır olmuşdu. Biz, Çarşamba'da Mehmed Ağa Câmisinin imâmı o vakit Hacı Ömer Efendi'ydi, onun mahdûmu vardı Hâfız Necâtî Efendi, onunla berâber gitdik gördük, seyretdik bakdık, geldik. Sonra kimse yıkayamadı, Vâlide Hastahânesinin imâmı vardı, Hâfız Ahmed Efendi, o geldi, yüzüne çuval atdı, o şekilde onu gasletdi.
Cenâb-ı Hakk Benî İsrâil'e, iyi dinle, kulağını benden yana ver, Benî İsrâil bazı günah işlediği vakitde, onlar akşamdan insan, sabahleyin hayvan oluverirlerdi. Allah Benî İsrâil'in bir kısmını domuz, bir kısmını maymun yapdı, insandan oldu, bir kısmı fâre oldu. Hattâ hadîs-i şerîfde gördüm ben, hâlâ onlar yahudiliklerini muhâfaza ediyormuş fâreler de, deve eti yemezlermiş. Çünkü yahudiliğe göre deve eti yemek haram, deve sütü içmek haramdır. Deve eti yemez, deve sütü içmezlermiş o fâreler. Yani hâlâ yahudiliklerini muhâfaza ediyorlar. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem böyle buyuruyor.
Nesh olunmak, Benî İsrâil'de vardı. Bizde de manevî olarak nesholunur fakat yüz senede, elli senede bir kere böyle bir kişi olur ki halka ibret olsun diye yani unutmasınlar diye. Haberde kalmasın, ilme'l-yakîn olmasın, ayne'l-yakîn olsun diye Cenâb-ı Allah bazen böyle yapıyor.
Gene İbn Şâhne Târihinde, bir adam imamın taklîdini yapmış, Haleb'de, bak yerini söylüyorum, İbn Şahne Târihinde kayıtlı, bunu da târihde gördüm, imamla alay etmiş, istihzâ etmiş imamla. Hocaefendi hazretleri nasıl okuyorsa Kur`ân'ı filan, alay etmiş onun şekliyle, derhal maymun oldu diyor. Allah maymun yapdı onu diyor.
Gene Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin arkasından Cenâb-ı Peygamber'in taklîdini yapan, ağzını burnunu oynatarak böyle yapan bir herif vardı, Cenâb-ı Hakk ona öyle bir koku verdi, öyle bir hastalık verdi ki, müşrikler bile onu yanlarına sokmaz oldular, öyle helâk oldu gitdi, cehenneme yuvarlandı.
Biz gelelim dersimize. Kudretullahı görüyorsun değil mi? Semâvâtı nasıl kaldırmış? Yıldızlarla nasıl semâyı süslemiş? Güneşlerle, mevsimlerle, aylarla, günlerle, haftalarla, saatlerle, dakîkalarla, sâniyelerle, hep hesâba sokmuş Allah bunları, birer birer hesâbda bunlar. İşte bunlara kâdir olan Allah senin de ömür hesâbını sana soracak. Nereye sarfetdin ömrünü? Günaha mı sevâba mı? Çünkü diyor ki Peygamber, "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki bu âlemden sonraki âlemde iki makâm vardır. Birisi cennet, biri nâr". İkisinin de ehli var. Cennet ehli, Allah'ı tevhîd eden, Allah'a şirk koşmayan, sözü temiz, özü temiz, zâhiri temiz, bâtını temiz, dili tevhîd ile süslenmiş, gözü ibretli, kulak dinlediğinden öğüt alıyor, hak yola yönelmiş, nereden gelip nereye gitdiğini aramış sormuş ve arıyor. Ve diyor ki, "Ben burada fânîyim, bir bâkîye ihtiyâcım var" diyor. "Ben burada açım beni doyurcak bir rezzâk lâzım" diyor. "Ben zayıfım bir kavîye ihtiyâcım var benim". İşte Allahu Teâlâ'yı bulmuş böyle bu şekilde. İlme'l-yakîn ve ayne'l-yakîn ve hakka'l-yakîn bulmuş Allah'ı.
Çünkü burada Allah'ın kudretini görmeyenler, Hakk'ı görmeyenler, âhiretde göremezler, gözleri kördür onların. Onlar bu âlemde her ne kadar zâhirde görseler de onların kalb gözleri kördür. Cenâb-ı Hakk diyor ya, "وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve men kâne fî hâzihî a'mâ fe hüve fi'l-âhireti a'mâ", bu âlemde a'mâ olan, yani hak ve hakîkati görmeyen demek, baş gözü kör olan ma'nâsına değil, kalb gözü kör olan. Kalbin gözü vardır. Kalbin kulağı vardır. Kalbin kalbi vardır. Kalbin dili vardır. Yalnız vücûdun dili yok, vücûdun gözü yok, vücûdun burnu yok, vücûdda ne varsa, kalbde o vardır. Burada a'mâ olan, hak ve hakîkati bulamayanlar, çok ağlayacaklar.
Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, ashâbına şunu söyledi, kulağında kalsın, dedi ki, muhbir-i sâdık Muhammed Mustafâ böyle haber verdi, ne yapalım biz onu naklediyoruz, indî bir şey söylemiyoruz. İndî olursa benim sözüm, ister kabûl et, ister etme ama muhbir-i sadık olan Allah'ın sevgilisi mahbûbu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafâ, sâhibü'l-mu'cizât, sâhibü'l-Mi'râc, sâhibü'l-Kur`ân, habîb-i Yezdân, bir gün dedi ki ashâb-ı bâ-safâya, iyi dinle, kulağını benden yana ver, "Binde dokuz yüz doksan dokuz kişi nâra, binde bir kişi cennete gidecek" dedi. Ashâb-ı kirâmın kulakları böyle açıldı, gözleri fal taşı gibi büyüdü. "Yâ Resûlallah, ne olur bizim hâlimiz?" dediler. Buyurdular ki, sallallahu aleyhi vesellem, iyi dinle, "O binde bir sizsiniz" dedi, cümleniz yani. Muhammedü'r-Resûlullah diyenler yani. Allah diyenler, Allah'a şirk koşmayanlar. Katletmeyenler, adam öldürmeyenler, zinâ etmeyenler, hırsızlık yapmayanlar, içki içmeyenler, anaya babaya âk olmayanlar, anaya babaya âsî olmayanlar, Allah'ın kitâbını kendisine minhâc edinmiş, sırât-ı müstakîm olan yola, İslâm yoluna çıkmış. Çünkü o sırât-ı müstakîm olan İslâm yolunun bir ucu Allah'a vâsıl olur, rızâya, rıdvâna, cennete gider.
Kardeşler! Çok korkunç günler gelecek. Önümüzde büyük akabeler bizi beklemekde. Ölüm akabesi, kabir akabesi, kabir karanlığı, kabir zulmeti, kabir azâbı, kabir sorusu. Sonra onunla da bitmiyor iş, ondan sonra kaldırılacağız. "Efendim kim kaldıracak? Nasıl olur, kalkar mı ölen adam?". Görmüyor musun rebîi, ilkbaharı görmüyor musun? O ölü ardı Allah nasıl diriltiyor! İnkâr mı edeceksin! İşte onun gibi. Ölü toprakları Allah diriltiyor, yerden yeşertiyor böyle, kâdir. Ha o, ha o. Bir mikropla bütün insanların hilkati Allah için birdir. Allah'a hiç bir zorluk yokdur. Bir mikrobu yaratması neyse, milyarlarca insanı yaratması da odur Allah için.
Her ne yaparsan yap, Allah huzûruna çıkacağını düşün. Hiç bir şey unutulmaz, Allah her şeyi görür, Allah her şeyi işitir, Allah her şeyi bilir. Hattâ sâhib olduğun vücûd bile senin aleyhinde şehâdet edecekdir. Bunu unutma! Eller, kollar, gözler, kulaklar, hepsi senin aleyhinde şehâdet edecekler. Yâhud lehinde şehâdet edecekler. Leh de var, aleyh de var.
Diyecek ki, "Yâ Rabbi, abdest aldı, uzak bir mescide gitdi, tevhîd ederek, sana ibâdet etmek için, şâhidim ben" diyecek. Allah görüyor ama şâhidleri de var. Günah işlemişsin inkâra yeltenmişsin, ağzın tutulur, elin konuşur, ayakların şâhid olur. Esteîzübillah, "اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el yevme nahtimu 'alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". Biz kıyâmet gününde ağızları mühürleriz, elleri konuştururuz, ayakları tanık tutarız, şâhid tutarız yapdıklarınıza diyor Hazret-i Allah.
Her şeye kâdir O! O'ndan başka bir şey yok, "lâ mevcûde illâ hû". "Lâ mahbûbe illâ hû", ancak sevgili O. "Lâ ma'bûde illâ hû", O'ndan gayrı ibâdete lâyık ilâh yok. Allah, Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Hakkıyla Allah'dan kork. Bilmiş ol ki muhakkak her nefesin sayısınca senden sorulacakdır. Allah yoluna girersen, Kur`ân yoluna, her şey kolay. Allah sana kolaylık gösterecek ibâdet ve tâatında. Masiyete gidenler, onlar helâk oldular, masiyete, isyâna gidenler, günaha gidenler. Hakk yolunda yürü. Dilinde tevhîd olsun. Gönlünde Allah muhabbeti olsun. Gözünde ibret olsun. Kulağın hakkı işitsin, hakka kulak versin. Hakdan gayrını işitme, tıka kulaklarını. Yani Allah'ın sevmediği sözleri dinleme, onu demek istiyorum sana. Kulaklarını tıka. Onlara kulak tıka. Allah'ın davetine, Allah'ın kitâbına, Allah'ın davetçilerine kulaklarını iyi aç, zarar etmeyeceksin.
Güneşin gurûbu yaklaşdı. Dünyânın en son menzili kabirdir, âhiretin de ilk menzili kabridir, oradan girilir içeriye. Aklım var diyorsun, görmüyor musun? Ecel bir nehir, içmedik kim var? Soruyorum sana, ecel bir nehir, yani su, bir akan su, öyle farzedelim, içmedik kim var? Hani âbâ u ecdâdın? Hani Firavunlar? Hani ene rebbükümü'l-a'lâ diyen Firavunlar nerede? Onlar ne oldular? Orduları vardı, askerleri vardı. Kimisini bir mikrop, kimisini bir sivrisinek helâk etdi. Hele o Nemrud! Hele o Şeddad! İbrâhim Peygamber'e kafa tutmuşdu Nemrud. "Rabbin nedir?". "Yuhyî ve yümît" dedi Hazret-i İbrâhim Peygamber. "Nedir o rab dediğin senin?". İbrâhim aleyhisselâm cevâb verdi, "Yuhyî ve yümît, öldürür ve diriltir". Budala cevâb verdi İbrâhim Peygamber'e, "Kâle ene uhyî ve ümît, ben de öldürür ve diriltirim". Hapisden iki adam getirdi, birini öldürdü, birini bırakdı. "İşte birini öldürdüm, birini bırakdım" dedi. "Onu yaşatıyorum, onu öldürdüm" demesin mi! Ahmak herif. Öldürmekle diriltmenin ne olduğunu bilmez. Ahmak! Kısa aklıyla Hakk kudretini tartmağa kalkmış terâzisi. "فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ fe innallahe ye'ti bi'ş-şemsi mine'l-meşriki fe'ti bihâ mine'l-magrib, Allah güneşi şarkdan doğdurur, haydi bakalım sen de garbdan doğdur". Ölüyü diriltiyorsun ya! Haydi bakalım. "فَبُهِتَ الَّذ۪ي كَفَرَۜ fe bühitellezîne kefer", şaşırdı kâfir, dedi ki, "Seninle işim yok Yâ İbrâhim, söyle rabbine onunla harb edeceğim ben, ordum var benim" dedi, "hazînem var" dedi, "kuvvetim var" dedi. Cenâb-ı Hakk İbrâhim Peygamber'e vahyetdi, "Git söyle ona, filanca sahraya gelsin harb edelim karşılıklı". Haber verdi İbrâhim Peygamber, "Haydi ordunu topla gel bakalım" dedi. Nemrud ordularını topladı, o devre mahsûs olan silahlarını, mancınıklarını, oklarını, kılıçlarını, kargılarını, topuzlarını topladı, saf saf bağlandılar, hazırlandılar. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, bize ibret olsun içün, en âciz mahlûk, insanların gözüyle gördüğü en âciz mahlûk nedir, sivrisinek, Allah, o kibirli kâfire sivrisinek ordularını gönderdi. Görelim anlayalım diye. O devride mikrop gönderse anlamaz herif, görmez ki mikrobu. Milyonlarca sivrisinek tekbîr ederek çıkdılar Allah düşmanıyla harb etmeğe. Gök karardı, güneş görülmez oldu. Bekliyorlar asker gelecek diye, karşıdan bir siyahlık geliyor, vızıltıyla karışık. Tekbîr alıyorlar, vızıltısı o, tesbîhi sivrisineğin.
Fakat bu arada, öyle diyor ehl-i keşif, bir sivrisinek vardı topaldı, kanadı da sakatdı, ayağı da topladı, dedi, "Yâ Rabbi, gazâyı emr ü fermân buyurdun, benim kudretim yok harb etmeğe, sakatım" dedi, "Yâ Rabbi ben bu gazâdan geri kaldım". Üzülüyor.
Ey Türk evlâdı! Ey müslüman evlâdı! Gazâdan geri kalsan sevinme, üzül. Bak, sivrisinek bile Allah yolunda üzülüyor, sen insansın. Malınla, canınla vatanına, milletine, dînine hizmet et, ağlayanın gözyaşını sil, yoksulları sevindir.
Hakk Teâlâ buyurdu ki o sivrisineğe ilhâm etdi, dedi ki, "Mâdem ki böyle aczini ifâde etdin, sakatsın, en kibirli olan, bana karşı hasım olduğunu söyleyen adama seni havâla etdim, sen git ona". O sivrisinek dinlene dinlene geldi. O sinek orduları bir hücûm etdiler, Nemrud'un ordusunda, ne mancınığı kaldı, ne askeri kaldı, darmadağın oldular, bozuldular, kaçan kaçana. Burnundan içeri giriyor ve helâk ediyor. Gözlerinden içeri giriyorlar, burunlarından içeri giriyorlar ve helâk ediyorlar. O topal sinek dinlene dinlene geldi. Nemrud da kaçdı sarayına girdi. İçeri girdi, kapının anahtar deliğinden içeriye. Yaaa! Anahtar deliği yoksa Allah anahtar deliğini halk ederdi orada. Allah dilerse deveyi iğnenin deliğinden geçirir. Ne iğnenin deliğini büyütür, ne deveyi küçültür. Allah dilediği gibi yapar, işte o kadar! Geldi Nemrud'un dizine oturdu. Dinlendi, yorulmuşdu çünkü. Nemrud vurmağa çalışıyor, sağ eline kondu, oradan sol eline derken, burnundan içeriye girdi. Başladı beynini oymaya. "Efendi, sivrisinek mi?" Yaaa!
Sonraki Nemrudları da Şeddadları filan, mikroplar helâk etdi. Kıvrım kıvrım kıvrandırıyor. Kasaları dolu fakat hiç bir faydası yok. Doktorlar ellerini çekmişler, âciz kalmışlar yani iş Hakk'a kalmış. Hele bir tânesine gitdik, okumaya götürdüler beni, dedi ki bana, vallahi böyle bak, "Hocaefendi, bana bir şey musallat oldu, bak orada duruyor" dedi bana. Amam paranın para zamanı, bu para değil, "Kasada yedi milyon var" dedi, "beni bunun elinden kurtarın, yedi milyonu size vereyim" dedi. Bakdık duvarda bir şey yok, biz görmüyoruz. "فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ * وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ felevlâ izâ belagati'l-hulkûm, ve entüm hîneizin tenzurûn". Rûh hulkuma geldi mi, var dediklerin yok oluyor, var zannetdiklerin yok oluyor, ne kasa, ne rütbe, ne kese, yok dediklerin var oluyor. Hani âhiret yokdu ya, hani melekler yokdu, azâb yokdu, ölüm yokdu, mahşer yokdu, onları görüyorsun, başlıyorsun görmeğe.
Ey mü'min! Ehl-i nâr olsun, ehl-i cennet olsun, ölmeden, ölüm ânında, son nefesinde, gideceği yeri görür. Ehl-i cennetsen gideceğin yeri göreceksin, ehl-i nâr isek gene gideceğimiz yeri gösterecekler bize. Allah muhâfaza buyursun. Onun için dâimâ ibâdet ve tâat Cenâb-ı Hakk'a.
Ve başladı Nemrud'un beynini yemeğe. Adamlarını çağırdı, uğraşdılar, imkânı yok ölmesine. Nihâyet çâreyi böyle buldular, iki asker getirdiler, kafasına topuzla vuruyorlar, tokmakla, sinek topuzu yiyince sersem oluyor, biraz duruyor, durunca Nemrud rahatlaşıyor. İçeride hayvanın sersemliği geçdi mi, gene başlıyor yemeğe, gene tokmakla vuruyorlar kafasına. Bazen öyle, öyle olur, insan parayı verir kendini tokmaklatır.
Allah'dan kork! Allah'dan kork! Ne olacağımız malûm değil yârın. CEnâb-ı Hakk'a dâimâ şunu, her gece şunu söyleyin müslümanlar, "Îmânımı yoldaş et, azâbından bizi koru, dâimâ rızânda kullan ve tâatından zevk ver bize yâ Rabbi" de. Aman ibâdetsiz dolaşma. Cenâbet menâbet dolaşma. İbâdetli ve tâatlı ol, dâimâ silahlı bulun. Çünkü dön borusu çaldığı vakitde, hemen dönersin gerisin geriye, dinlemezler kimseyi. "Ircıî" dediler mi, dön gerisi geriye, "ırcıî", tamam, bitdi, o kadar. Dön borusu. Yani askere nasıl emir veriyorlar, "bak!", onun gibidir. Onun için ölenlerin gözü kalır böyle, böyle bakarlar.
Kim fazla tokmak vurursa onun maaşını fazla veriyordu, ustalıkla vuruyorsun diye. Sonra birisi bir gün bir tokmak vurdu, cehenneme yuvarladı. Hani yer tanrısıydı ya! Kendi adamları kendisini döverek öldürdüler. Kâfirler de böyle. Kendi elleriyle put yaparlar, ilahlarını kendileri beklerler. Ne zararı var ne faydası Allah'a şirk koşdukları şeylerin.
Allah'a yönel. Allah'ı sevenleri sev. Allah'a mutî olanlara mutî ol. Nefsine mutî olma, nefsinle biraz çarpış, insan olduğun meydana çıksın. En büyük gazâ nefs ile mücâdele ve nefse hâkim olmakdır. Nefsine hâkim olmayan insan sayılmaz, sûretâ insan da görünse hakîkatde hayvan sayılır.
"يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ". Bak şimdi, dedim ya sana, geldin bir ağaç gölgesinde oturdun gideceksin, onun gibi bir yolcusun yani her şeyin hazır olsun. "Yarın tövbe ederim, ibâdete yarın başlarım" diyenler zarar etdiler. Ne vakit gideceğimiz malûm değil, diyorum ya işte, "bak!", tamam, bitdi, o kadar. Nefesi verirsin alamazsın. "Gençdi efendim". Olsun, genç olsun ne yapalım.
Hani biliyorsunuz ya, hatırlarsınız siz, belki içinizdeki yaşlılar ama. Gönül ihtiyarlamıyor da. Cihan pehlivanı Kara Ahmed Pehlivan var, meşhûr, Türklerin. Bizim âbâ u ecdâdımız hepsi kavî kuvvetli insanlar. Harama uçkur çözmemişler hiç. Arslan gibi yetişmişler. Kalblerinde Allah korkkusu. Böyle insanlar oldukları için kavî insanlar. Bir gün laf arasında atmış bizim Ahmed Pehlivan, Aksaray'da, demiş ki, "Azrâil gelse benim sırtımı yere getiremez" demiş. Der demez rûhunu kabz etmiş Azrâil aleyhisselâm. O anda. Söz yarıda kalmış ağzında. Acaba anlatabildim mi? Bir daha söylüyorum. Laf esnâsında, "O kadar kuvvetliyim ki ben, Azrâil gelse benim sırtımı yere getiremez" derken Azrâil rûhunu kabz eyleydi. Bu kadar.
Bir ân yani. Fakat o ânın içerisinde ânlar yaşanır. Bir ândır fakat o ânın içerisinde seneler yaşanır, seneler yaşanır o ânın içerisinde. O uzar o. Sana göre ândır, bana göre ândır. Ölen kişi için ân değildir o, uzundur. Kirâcı gibi yani. Yâhud ev sâhibi gibi. Malûm ya kirâcıya hemen ay başı geliyor, ev sâhibi diyor ki "amma uzadı ha bu ay" diyor. Yaaa öyle. Safâda olanlar, "Yâhu ne vakit gelip geçdi, sene geçdi" diyor. Safâdasın da ondan. Hapishânede yat bak gidiyor mu? Hastahânede hasta ol, bak vakit geçiyor mu? Sıhhatın var, güzel işiyorsun, rahat rahat. Bir tıkansın da bak gör. Suyun var ama ağzın yoksa içmeğe ne yapacaksın? Haydi suyu içdin bu sefer çıkaramazsan ne yapacaksın? Soruyorum. Allah'dan kork! Hikmetin başı Allah'dan korkmakdır.
Ömür gâyetle kısadır, gelip geçicidir. İşte bu câmiye geldiniz, oturduk biraz, beni dinlediniz filan, öyle farzet, altmış yetmiş sene farzet bunu, ki o kadar bile gelmez, sana bir gün gibi gelmez erişecek ecelin, bir gün haydi diyecekler, eşyan hazır olsun. Yolcu yolunda gerek olduğu gibi eşyan hazır olsun. Vasiyetini yaz. Borçlu kalma, borçlarını ver. Kazâ namazlarını kıl. Bak söylüyoruz, anlatıyoruz. Bizim güneş gurûba yaklaşdı. Kazâ namazlarını kıl. Sakın namazı kazâya bırakma. Namazlarını kıl. Hem de seve seve kıl. Hem de hudû huşû ile kıl. Hem de Allah beni huzûruna kabûl etdi diye kıl. O namazda ne zevk var biliyor musun, "اِيَّاكَ نَعْبُدُ iyyâke na'büdü"de? Cenâb-ı Hakk mekândan münezzeh olarak tecellî eder adamın karşısına, mekândan müezzeh olarak. Senin aklın benim aklım erişmez. Ne benim dilim onu tarîf edebilir, ne senin kafan onu idrâk edip alabilir. İbâdetlerinizi yapınız. Dâimâ istiğfâr ediniz Cenâb-ı Hakk'a. Ama böyle dille değil, gönülle, gönül diliyle. Gönül diliyle, gönül, gönül! Gönül diliyle istiğfâr ediniz. Yani istiğfârın ma'nâsı, Allah'dan affını istemek manâsındadır.
Gelip geçiciyiz. Onun için, "وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ vel-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Yarın için ne hazırladın? Bak Allah ne diyor burada, âyet-i kerîmede. Yarın için ne hazırladın diyor, yarın için ne hazırladın? Yarından murâd ne? Âhiret günü yani. Çünkü "küllü âtin karîb", her gelici yakındır.
Bu kadar. Kesiyoruz. Sizi üzdüm ve yordum. Hava da sıcak. Ama burası gölge altında, elhamdülillah. Mahşer gününde gölge yokdur ancak arşın gölgesi vardır, Resûl-i Ekrem'in Livâi'l-hamd isimli sancağının gölgesi vardır. İki gölge. O arşın gölgesinde gölgelenenler, âdiller, peygamberler, âdil hükümdarlar, âdil hâkimler, gâzîler ve şehîdler ve sâlihler ve Allah'a çok çok ibâdet eden zâhidler, âbidler oraya toplanacaklardır. Bir kısmı da Allah'ın Resûlünün Livâi'l-hamd sancağı altında gölgeleneceklerdir. Ondan başka gölge yokdur. Vallahi, Resûl-i Ekrem'in söylediği gibi söylüyorum, kafatasları içerisinde beyinler kaynayacakdır. Bu günleri düşün, hatırla, bunlar gelecek. İstiyorsan arşın gölgesine gitmek, Resûl-i Ekrem'in civârına iskân olmak, ibâdet ve tâatında bulun. Sözlerim belki acı ve incitici, öyle geldi size. Çünkü nefse acı gelir hak kelâm. Nefs hasta olduğu için, hasta adama bal tattırsan, acı gelir bal. Nefslerimiz ıslâh olmadığı için, ölümden korkar, incinir nefs, ölümden hiç duymak istemez. Böyle cehennem, ateş, azâb mazâb dinledi mi nefs hiç hoşlanmaz bunlardan. Hiç hoşlanmaz. Hiç sevmediği şeylerdir. Çünkü hasta olduğu için bu tatlı kelâm, Resûl'ün tatlı kelâmı ona acı, cevizin kabuğu gibi gelir. Halbuki aslında tatlıdır, tatlıdır, hepsi tatlıdır, hepsi güzledir. Resûl-i Ekrem ne haber verdi, hepsi hakdır ve gerçekdir, olacakdır. O'nun güzel dediği güzeldir O'nun çirkin dediği çirkindir. Allah'ın güzel dediği güzeldir, çirkin dediği çirkindir. Senin ve benim aklımla güzelliği çirkinliği biz ayıramayız. Allah'ın kitâbı buradadır.
Yâ Rabbi, bize insanlığa hizmeti, ibâdetde kudreti, tâatda vuslatı ihsân u inâyet eyle. Bizi dînimize, memleketimize, vatanımıza, milletimize hayırlı insanlar et. Bizi kötü kişilerden kılma yâ Rabbi. Her ne kadar irâde-i cüziyyemiz biizm elimizde ise de senin irâde-i külliyen yanında ne olabilir. Sana teslîm olduk yâ Rabbi, habîbin hürmetine bizi şakîlerden kılma, saîdlerden eyle.