1 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyüklerden bir zât Emevî halîfelerinden birinin huzûruna girmiş. Halîfe, "Anlat bakalım?" deyince, "Ne anlatayım ki? Allah zikrinden gayrı, insanın söylediği her sözün vebâli vardır, bilmiyor musun?" demiş. Halîfe hatâsını anlamış, "Lütfen bana nasîhat et" deyince, Hazret şöyle demiş : "Kıyâmet gününde insanlar perîşân hâlde dolaşıp duracaklar, ne yapsalar üzüntü ve acılardan kendilerini kurtaramayacaklar. Yalnız dünyâda Hakk rızâsı için nefslerini üzenler, acıtanlar o acılardan, o üzüntülerden kurtulabilecekler".
Demek ki neymiş? Âhiretde acı çekmek istemiyorsak, acıyı burada çekeceğiz. Hem de bilerek, isteyerek, kendi irâdemizle yapacağız bu işi. Kendimize işkence edeceğiz demek değil bu. Ya ne demek? Nefsimize acı ilacı bizzat biz içireceğiz, hoşumuza giden şeyleri terkedeceğiz, keyif aldığımız şeyleri bırakacağız. Zîrâ nefsimize hoş gelen şeyler, zâhirde bal gibi tatlı ama hakîkatde zehirden farksız. Nefsimize nâhoş gelen şeyler ise zâhirde zehir gibi acı ama hakîkatde tam bir şifâ.
Küçük bir misâlini verelim. Uyku ne kadar tatlı değil mi? Uyu uyuyabildiğin kadar, hiç bıkmazsın uykudan. Halbuki çok uyumak tam bir felâketdir. Yalnız manevî bakımdan mı? Hayır, maddî bakımdan da öyle. Ne kadar çok uyursan o kadar tembelleşirsin, o kadar ağırlık çöker üstüne, hattâ rûh sağlığın bozulur, hiç bir şey yapmak istemezsin, yattıkça yatasın gelir. Uyku çok tatlı gelir insana ama fazladan uyuduğun her dakîka ömür hazînesinden hebâ edilen paha biçilmez bir cevherdir. Manevî kısmına gelince, çok uyumak kalbi karartır. Uyku gafletdir çünkü. Çok uyuyan kişi ibâdet ve tâata üşenir, üstelik zevk de almaz, feyz de almaz ibâdetden, tâatdan.
Nefsine hoş gelen her şeyi buna kıyâs edebilirsin.