Âhirete Hazırlanmak

24 Ocak 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Dua

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
﴾وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿٣
Vel 'asr. İnnel insâne le fî husr. İllellezîne âmenû ve 'amilus sâlihâti ve tevâsav bil hakki ve tevâsav bis sabr.
Sadakallahü'l-azîm.

Gönülleri nûr-i îmân ile münevver, alınları Rabbü'l-âlemîn'e secde etmekle nûrlanan, âhiret gününe inanan, Hakk'ın celâliden korkan, cemâline âşık olan, rıza-yı ilâhîye tâlib olan âşık-ı sâdıklar!

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki ve hallâkı ve rezzâkı, "asra kasem olsun ki, bütün insanlar hüsrandadır" buyuruyor.

Bu sûre-i celîle hakkında, bundan evvelki hutbelerimizde de, dilimizin döndüğü kadar, aklımızın yettiği kadar, bildiğimiz kadar, sizlere bir şeyler söylemeye gayret ettik. Herkes nasîbi kadar bundan bir şeyler öğrendi. Gene aynı sûre üzerinde birkaç söz daha söyleyeceğiz. Kıyâmet gününe kadar bu sûre-i celîlenin ma'nâsını, bundaki bulunan esrâr-ı rabbâniyyeyi, bunda olan ilmi anlatmaya kalksak, emîn olunuz ki, ağaçlar kalem, kürre-i ard ve semâvât kağıt, denizler mürekkep, canlı mahlûk da kâtip olsa, mürekkepler tükenir, canlılar yazmakdan yorulur, kağıtlar biter, fakat bu âyet-i kerîmenin ma'nâsı, kelimetullahın ma'nâsı bitmez, tükenmez.

Burada herkes kendisinin Cenâb-ı Hakk'a kurbiyyeti kadar, takvâsı kadar, verâ'ı kadar ve nasîbi kadar bir şeyler öğrenir. Allahu Teâlâ Hazretlerinin kelâmından herkesin bir nasîbi vardır. Yani mü'minlerden bahsediyoruz. Nasîbi olmayanlar da var. Onlar da nasîbsiz, ne diyelim. Onlar için de duâ ediyoruz. Cenâb-ı Hakk onların da kalblerini feth ü küşâd etsin. Onların kalblerini de nûr-i îmân ile münevver kılsın, İslâm'ın hakâikini, îmânın dekâikini, onlara da öğretsin ve tattırsın, ibâdet ve tâatdaki lezzeti ve zevki duyursun da Allah'a secde etsinler. 

Duâ ediniz, ağzınızdan kötü sözler çıkarmayınız, hattâ beddûa dahi etmeyiniz. Dâimâ duâ ediniz, duâcı olunuz. Bazı dayanılmayacak hareketler görürseniz, eğer onlara dayanamazsanız yani üzüntüyle bedduâ etmek lâzım gelirse, onlara Allah'ın kelâmı ile cevap verin, daha hayırlıdır.

Babalara yâhud baba namzedlerine hitâb ediyorum. Birisi Abdullah el-Mübârek'e oğlundan şikâyet etti. Abdullah el-Mübârek ona, "Sen çocuğuna bedduâ ettin mi?" diye sordu. "Ettim" deyince, "Çocuğunu kötü yapan sensin" dedi. "Niye bedduâ ettin, niçin kötü söyledin? Onun hakkında Allah'dan hayır isteseydin ya. Babaydın senin duân müstecâb idi" dedi.

Onun için, diğer kardeşlerimizin de yani İslâm'a sırt çeviren, îmândan nasîbi olmayan, câmi yolunu bilmeyen, Allah'ın kitâbını okumayan kişilerin de, kalblerinin feth ü küşâdı için duâ et. Duâlar müstecâb olur ve bir gün bakarsın ki, taş gibi kalbler yumuşayıverir.

"Efendi, bunu sen nerden aldın da söylüyorsun?". Hepiniz bunu hocaefendilerden işitmişsinizdir. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Yâ Rabbi, iki Ebe'l-Hakem'den biriyle İslâm'ı te'yîd et" dedi. İki Ebe'l-Hakem'den murâd, iki Ömer, yani birisi Ebâ Cehil, birisi Hazret-i Ömer. Resûl-i Ekrem böyle duâ etti, ertesi günü Hazret-i Ömer geldi, islâm oldu. Hazret-i Ömer, Peygamber'in duâsıyla islâm olmuşdur. Yani bildiğimiz Ömer radıyallahu anh. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin büyük iltifatlarına mazhar oldu. Peygamberimizin kayınpederi oldu, o makâma çıkdı. Resûlullah'ın halîfesi oldu. Resûlullah buyurdu ki, "Benden sonra nebî gelseydi, Ömer ibn Hattab gelirdi" dedi. Yaa! Bunlar hep duâ ile oldu.

Onun için hemen böyle kızarak bedduâ edip kimsenin kahrını istemeyin. Hele bâhusûs dîn kardeşlerimize, hak yoldaşlarımıza, ufak tefek şeyler için böyle kızarak, nefsimize uyarak, kötü sözler söylemek, onlar hakkında kötü şeyler dilemek hiç câiz olmaz. Dâimâ hayır söyle, hayır sâhibi ol. O tohum birgün sana meyva verecekdir, onu göreceksin. Böyle nice âsîler, nice şakîler, duâ ile sâlihlerin duâsıyla hepsi saîd olmuşlardır. Yani kötüler iyi insanların duâlarıyla iyi olmuşlardır. İyi insanlar safına girmişlerdir. Onun için dâimâ lisânınızı hayra yorunuz, hayırla süsleyiniz. "Allah kahretsin" diyeceğine, "Allah kahretmesin", "Allah sana hidâyet versin" de. Bak ne kadar güzel değil mi?. Hattâ birine çok kızsan da "Gözün kör olsun" desen, bu sözü söylesen, zâhirde böyle söyle ama, hakîkatde şu niyetle söyle, "Allah'dan gayrını görme" manâsına söyle.

Mü'mine lâyık olan budur. Mü'minin özü, sözü, yüzü, zâhiri, bâtını, temizdir ve temiz olmalıdır. Mü'minden bahsediyoruz, Muhammedîden bahsediyoruz. "Kitâbım Kur`ân, nebiyyim nebiy-yi âhiri'z-zamân mahbûb-i Kibiryâ rahmete'n-lil-âlemîn" diyenlere söylüyoruz. "Âhiret gününe inandım" diyenlere hitâb ediyoruz. Hakk'ın cennetine tâlib olanlara, rızâsına râgıb olanlara, cemâline âşık olanlara söylüyoruz. Çünkü oranın miftâhını bu fânî âlemden alacaksın.


Ey Hudâvendâ Gafûr'sun hem Sabûr'sun hem Halîm
Ben bir ednâ kulunum yüzüm kara cürmüm 'azîm
Kesmezem lâkin ümmîdi rahmetini umaram
Çün sıfâtındır senin Gaffâr u Settâr u Kerîm
Çok sana kulluk eden 'ubbâdı sürdün kapudan
Dahi çok müznibleri 'afv eyleyüp kıldın selîm
'İlm ü 'irfân u 'ibâdetde nazîri yok iken
Tard edüp İblîs'i hem la'net edüp kıldın racîm
Nice kimse putperest iken hidâyet eyledin
Dostlarından oldular hem buldular râh-ı kavîm
"وَالْعَصْرِۙ Ve'l-asri, asra kasem ederim ki bütün insanlar hüsrandadır". Geçen hafta biraz söylemişdik, gene söyleyelim. 

Ana rahminden bu âleme gelen kimse musîbet deryâsına düşmüşdür. Burada rahatlık yokdur, ne zengine ne fakire. Ancak dînlenen, dinlenir. Bunun ma'nâsı, dîn sâhibi olan, îmân sâhibi olan, dinlenir demekdir. Allah'a ve Resûlüne ve Kitâbullah'a inanan kişiler dîn sâhibidir. Kim dîn sâhibi olursa o kimse dinlenebilir. Dîni zayıf olanlar, îmânının nûru az olanlar, hiç dinlenemezler.  Kâinâtda ne olursa olsun, nimet ve nikmet, iyilikler ve kötülükler, bunların hepsi Allah'ın takdîriyledir ama bir insan eliyle icrâ olunur. Cenâb-ı Hakk sana kahrını da bir insan eliyle zuhûra getirir, lutfunu da bir insan eliyle zuhûra getirir. Böyle olunca ortadaki vâsıtaya kızmaya hakkın yok. Sen ona darılma, taşı atanı gör. Kim ki kelb mâhiyetindedir, o, atanı değil de atılan taşı ısırır, yani vâsıtayı ısırır, vâsıtayı tanır, atanı tanımaz. Yani köpeğe taş atıldığı vakit, köpek atanı tanımaz, gider taşı ısırır. Dikkat etmedin mi, görmedin mi hiç? Kim ki daha insan olmamış, zâhirde insan ama bâtınını insan edememiş, o vâsıtaya kızar. Sen vâsıtaya kızma, çünkü o, atılan taş gibidir. Sen atanı gör. Atan kimdir? Rabbü'l-âlemîn'dir. İster nimet, ister nikmet. 

İyi şeyleri iyi insanlar elinden zâhir eder, zuhûra getirir. Kötü şeyleri de kötü insanlar elinden zuhûra getirir. Acabâ anlatabildik mi? Benim söylediğim bu sözü, bir zât böyle bir toplulukda söylemiş de, "Küllün min indillah/Her şey Allah'dandır" demiş. Sonra dışarı çıkınca birisi onun ensesine kuvvetlice bir tokat vurmuş. Dönmüş arkaya bakmış, tokatı vuran, "Niye bakıyorsun, bu da Allah'dan değil mi?" deyince o zât, "Âmennâ, Allah'dan ama acabâ kimi vâsıta kıldı, bana tokat vurmaya hangi kötü adamı vâsıta kıldı, onu öğrenmek için bakdım" demiş. Acabâ anlatabildik mi?

Bu âleme gelen kimse musîbet deryâsına düşmüş demekdir. Bu musîbet deryâsına düşünce burada rahatlık olmaz. Burada çalışmak var, burada ibâdet ve tâat var, burada meşakkat var, burada cihâd var, burada müşkülât var, var, var, var. Ben sana bunlardan beş tânesini sayarım, senin başın beş bin tânesi gelmişdir. Gelmedi dersen, bundan sonra gelmeyeceği ne malum? Sabahleyin ne olacağımız malum değil. Bunlar gâfillerin işidir. "Şimdiye kadar gelmedi" diyor. Gelir. Eğer ilk idrarını tutan kimse prostat olsaydı, ilk zinâ eden adam frengi olsaydı, kimse ne zinâ ederdi, ne çişini tutardı, gider hemen yapardı. İdrarın geldiği vakit bekletme idrarını. Burası yeri değil ama söylemek mecbûriyetindeyiz. O da bir sıhhat meselesidir.

Gafletden uyan ko her hevâyı
Bil var yok anınla mâsivâyı
Tevhîd-i fi'âl edüp metîn ol
Fa''âle tevekkül edüp emîn ol
Tedbîr ü gumûmdan ba'îd ol
Tefvîz-i umûr edüp sa'îd ol
Emrâz u belâlara sabûr ol
Teslîm ü rızâ ile şekûr ol
Bir şey olmuyor diye, insanın başına iş gelir, bir şey olmuyor diye. Meselâ adam bir zinâ eder, "Bir şey olmuyor" der. Allahu Teâlâ sâbirdir yani Allah sabırlıdır. Cenâb-ı Hakk'ın esmâlarından biri de Sâbir esmâsıdır, Allah sabırlıdır. Kul bir fenâlık yapar, Cenâb-ı Hakk rahmetinden ona bir şey yapmaz. Bazen de hemen yapar, akibinde bulur. Bazen bırakır, imhâl eder, ihmâl etmez. O kul, "Bir şey olmuyor" der, bir daha yapar. Cenâb-ı Hakk yine onun günâhını setreder yani günâhını kullardan gizler. Kendi bilir fakat onun günâhını meydana koymaz. Hattâ "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen bir mü'min, bir günâh icrâ ettiği vakit, meleklere emreder. Çünkü sol melek insanların yaptığı şer amelleri yazar. 

"Kirâmen kâtibîne ya'lemûn emâ tef'âlûn". İnsanlarda iki melek vardır. Başka melekler de vardır ama şimi anlatacağımız mezu o. Birisi insanların hayır kısmını yazar, biri şer tarafını yazar, yani yaptığı fenâlıkları yazar. Hayır yazan sağ tarafdadır, sağ melek. "Kirâmen kâtibîn". Sol melek de şerri yazar, o sol tarafdadır. Kul bir günâh işledi mi, Cenâb-ı Hakk ona emreder, "Yazma, beklet" der, yirmi dört saat tehir olunur, günâh yazılmaz. Neden? Hakk Teâlâ sâbirdir, sabırlıdır. O zâtın hem suçunu meydana koymaz, hem de günâhını yazmaz. Ola ki o kul, aklı başına gele, Allah'a tövbe ede, Allah'a rücû ede. Tövbe ederse defterine yazılmaz. Ama bir mü'min bir sevap yaptı mı, hemen akibinde yazılır. Allah meleğe emreder, "Hemen yaz" der. Çok mühim! Çünkü buyurmuşdur ki, "Sebakat rahmetî alâ gadabî/Benim rahmetim gadabımı geçti".

Seksen sene küfr ü dalâlet içinde dolaşan bir kimse, küfr ü dalâletde her türlü fenâlığı icrâ etmiş, seksen sene sonra aklı başına gelmiş, olur ya, Allah'a rücû etmiş, Allah demiş, Cenâb-ı Hakk ona "Lebbeyk kulum" diyor, "Ne istiyorsun benden?" diyor. Rahmeti bu kadar geniş. "Efendi, bu adamın yapmadığı fenâlık yok". Rabbü'l-âlemîn onun yaptığı fenâlığı da yapmadığı fenâlığı da biliyor. Allah dedi mi, Cenâb-ı Hakk cevap verir, hemen, derhal. Çünkü neden? Allah'a doğru yürüyerek gidene Allah koşarak gelir. Rahîm'dir, Rahmân'dır, Latîf'dir, Kerîm'dir, Gafûr'dur, Gaffâr'dır ve daha nice esmâsı vardır ki onları biz dahi bilmeyiz. Kendine mahsûs isimleri vardır. Esmâ-yı Husnâ'sını habîbi Muhammed'ine ta'lîm buyurmuşdur, Tevrât'ıyla, İncil'iyle i'lân etmişdir, Kur`ân-ı Mübîn ile de zâhir kılmışdır fakat Hakk Teâlâ'nın nice esmâsı vardır ki onu biz bilmiyoruz. Allah'ın kendine mahsûs esmâları vardır. Esmâ doksan dokuz tâne değildir. Binbir esmâ doksan dokuzun içindedir, doksan dokuz esmâ da sıfat-ı zâtiyye ve sıfat-ı sübûtiyyede toplanmışdır. Bakarsan, öğrenirsen eğer.


Bana rahm etsen Kerîmâ rahmetin mi eksilir
Çünki Rahmân olduğunu halk-ı 'âlem hep bilir
Eyledim ben gerçi bî-had bî-hisâb cürm ü hatâ
Sen ki Gaffâr u Ganî'sin fazla noksân mı gelir
Sen 'atâ etdin ezel bezminde îmânı bana
Zu'm eder vâ'iz ki 'ısyân ile îmân bozulur
Geç bu Kuddûsî günâhkârın suçundan çünki sen
Hem Rahîm'sin hem Halîm'sin hem Sabûr'sun hem Gafûr
Hattâ bir veliyyullaha sormuşlar, demişler ki, "Bu doksan dokuz esmâdan hangi esmâ Allah'ın ism-i a'zamıdır?" demişler. İsm-i a'zam demek büyük isim demekdir, gençler için söylüyorum bunu, ism-i a'zam demek büyük isim demekdir, yani Allah'ın büyük ismi. "Hakk Teâlâ'nın hangi ismi büyük isimdir?" denilince, o veliyyullah demiş ki, "Allah'ın küçük ismi yok ki, bana küçük ismini gösterin bakayım. Hepsi büyükdür., hepsi a'zamdır" demiş. Hangi esmâsıyla ona dönersen, o sana cevap verir. "Fezkurûnî ezkuruküm" âyetinde buna işâret vardır. 

"Lâ ilâhe illallah" dersen, seni şirkden temizler, şirki atarsın. Allah indinde affolmayacak olan günâh, şirkdir. Bir adam şirk üzerine ölürse, Allah'a karşı şirk koşmuş, totemlere, putlara secde etmiş, Hakk'dan başka ilâh tanımış, bunlar müşrikdirler. Bunlar için af yokdur. Ondan gayrı bütün günâhların affı vardır ama ya affetmezse. Dilerse affeder, dilemezse affetmez. Onun için kula düşen vazîfe, günâhın küçüğüne büyüğüne bakmamak, günâh güâhdır, küçüğü büyüğü, ister günâh-ı kebâir ister kebâir, kula düşen vazîfe, Allah'a isyân etmemekdir. İster sagîre ister kebîre, ister büyük ister küçük. Allah dilerse şirkden gayrı günâhı affeder.

Binâenalâzâlik, hangi esmâsıyla onu zikredersen, "fezkürûnî ezkürküm" sırrı zâhir olur. "Lâ ilâhe illallah" dersen, şirki atmış olursun. Çünkü onun ma'nâsının altında "lâ ma'bûde illallah" vardır. "Estağfirullahe'l-azîm" dersen, Allah'ın mağfiretini taleb etmiş olursun, affolurusun. Allah sana cevap verir, yani seni affeder. Rızık istersen yani rezzâkiyyetine "Yâ Rezzâk" diye seslenirsen, rızkıyla mütena''im kılar. Yalnız dünyâ rızkı ma'nâsına değil. Çok adam rızık denildiği vakit yalnız alınan edilen yenilen şeyleri anlıyor, parayı zannediyor. Rızık o demek değildir. Senin burada şimdi aldığın da bir manevî rızıkdır. Bir haz duyuyorsun ya, Allah'ın kitâbından, Resûl-i Ekrem'in sözlerinden, namazdan, o da bir rızıkdır. Rızkın da en a'lâsıdır. Çünkü rûhun gıdâsıdır.

Hangi esmâ ile Allah'ı zikredersen Cenâb-ı Hakk sana cevap verir. Çünkü yürüyene koşarak gelir, hiç bir kulunu kapısından kovmaz. Kim Cenâb-ı Hakk'a ilticâ ederse mutlakâ istediğini Hakk'dan koparır. 
Efendiler! Bir de şu mesele var. Vakit dar ama onu da söylemeden geçmeyelim. "Efendim ben çok şey istedim ama Allah bana vermedi" diyenler var. Sakın böyle deme ha! Hakk'ın kapısına gidip, Allah'ın esmâsını anarak ve kalbinden Allah'a inanarak ve Resûl-i Ekrem'i şefî' tutarak Allah'dan ne istedinse sana verilmişdir. Bu iki türlü verilir. Bir dünyâda verilir bir de âhiretde verilir yani iş ahirete taalluk eder. Dünyâdaki fânîdir yani madde kısmı gelip geçicidir. Diyelim ki on bin apartmanın oldu, bütün İstanbul senin oldu, bütün Türkiye senin oldu, bütün dünyâ senin oldu, bırakıp gideceksin. Bunu kafana koy. Pâdişah, paşa, vezir, kıral, emîr, zengin, fukarâ, hiç bir ferd yokdur ki ölümün tadını tatmaya. Mutlakâ, ama er, geç. Hiç kimse ölüme çâre bulamaz. "Velev küntüm fî burûcin müşeyyede". İster demir kalelere gir, ister burçlara çık, ister yedinci kat semâya saklan, mutlakâ seni ecel gelip bulacakdır. Bu da iki türlüdür. Dâimâ söylüyorum ki bu îmânın cilâsıdır.

Mü'minler! Ölümden korkmayınız. Yalnız ölüme hazırlık yapınız. Ölüm mü'minler için olumdur, kâfirler için ölümdür, hayvanlar için ölümdür. Kâfirler, hayvan mâhiyetindedirler, sûretâ insandır, hakîkatde hayvan, belki de hayvandan daha ednâ ve eşnâdır. Neden? Este'îzübillah. "اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ ülâike kel en'âmi belhüm edall". "Habîbim, işte bunlar, hayvanlar gibi, belki hayvanlardan daha dalâletdeler". Niçin? Bir vahşî hayvan, arslan, kaplan, pars, bir adamı parçalar. İnsanın vahşîsi milyonları parçalar, perîşân eder, hâneleri harâb eder, beldeleri türâb eder, milyonlarca insanı mahveder.

İnsan, insan, insanoğlu en yüksek mevkide, Allah'ın halîfesi, esteîzübillah, "وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً ve iz kâle rabbüke lil melâiketi innî câ'ilün fil ardi halîfe". İnsanoğlu halîfetullah. İnsanoğlu, en ednâ ve eşnâ. Ancak îmân ile işte, "asra kasem ederim ki, اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ innel insâne lefî husr", bütün insanlar husrânda yani hayvan derekesinde. "اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا illellezîne âmenû", îmânlı gönül, îmânlı gönül ve a'mâl-i sâliha icrâ eden, Allah'ını tanıyan, Allah'ını seven, Allah için Allah diyen, cennet için değil, cehennem için de değil, Allah için Allah diyen, "Kulum ben, O benim Rabbim" diyerek Allah diyenler ve sâlihatı icrâ edenler, onlar müstesnâ. Onlar kim? İşte bunlar halîfetullah. Ötekiler, "اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ ülâike kel en'âmi belhüm edall". Çünkü neden? Allah'sız bir gönülden her şey beklenebilir. 

İki kimseden korkunuz. Birisi, Allah'dan korkandan korkun, bir de Allah'dan korkmayandan korkun. Allah'dan korkandan korkun, zîrâ o işi Allah'a havâle eder, ne kadar kuvvetli olsan, Allah senin hakkından gelir. Hakk'dan korkmayandan kork çünkü her türlü fenâlığı irtikâb edebilir, her türlü fenâlığı, her türlü fenâlığı yapar. İftirâ da eder, hased de eder, gadab da eder. Bütün hayvânâtın ne kadar ahlâk-ı habîsesi varsa onun üzerindedir. Belki hayvanlar arasında iyi ahlaklı hayvanlar da bulunabilir fakat insanoğlu, Allah muhâfaza buyursun. Çünkü esfel-i sâfilîne gitmişdir.

"Asra kasem ederim ki,  اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ innel insâne lefî husr",  bütün insanlar husrândadır yani hayvan derekesindedir. "İllellezîne âmenû", îmânlı gönül ve a'mâl-i sâliha icrâ eden, Allah'ını tanıyan, Allah'ını seven, Allah için Allah diyen, cennet için değil, cehennem için de değil, Allah için Allah diyen, "Ben kulum, O benim Rabbim" diyerek Allah diyenler ve sâlih ameller işleyenler, onlar müstesnâ. Bunlar kim? İşte bunlar halîfetullah. Ötekiler, "ülâike kel enâmü belhüm edal". Çünkü Allah'sız bir gönülden her şey beklenebilir. İki kimseden korkunuz. Birisi Allah'dan korkandan korkun, bir de Allah'dan korkmayandan korkun. Allah'dan korkandan korkun, zîrâ o işi Allah'a havâle eder, ne kadar kuvvetli olsan da, Allah senin hakkından gelir. Hakk'dan korkmayandan kork çünkü her türlü fenâlığı irtikâb edebilir, her türlü fenâlığı yapar. İftirâ da eder, hased de eder, gadab da eder. Bütün hayvânâtın ne kadar ahlâk-ı habîsesi varsa onun üzerindedir. Belki hayvanlar arasında iyi ahlaklı hayvanlar da bulunabilir fakat insanoğlu, Allah muhâfaza buyursun, esfel-i sâfilîne gitmişdir.
Şimdi bir ma'nâ daha verelim. Geçen hafta söylemişdik. 

"وَالْعَصْرِۙ Ve'l-asri". "Asra kasem ederim". Resûlullah'ın tulû'e ettiği asır, asr-ı saadet. Yâhud Resûlullah'ın tulû'undan ilâ yevmü'l-haşrı ve'l-karâr devâm eden asır. Çünkü Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin rûhâniyyeti bizle berâberdir. Bunu görenler var. Resûlullah ile konuşanlar var. Sen dînde ilerlersen, Allah sana nasîb ederse, bu zevklere erersin. Dikkat burulursa, içinizde Arapça bilenler var, "esselâmu aleyke eyyühennebî"de, "aleyke" kelimesi, muhâtab müfreddir ve müzekkerdir. Her namazda "esselâmu aleyke eyyühennebî" diyorsun, baksana, Resûl-i Ekrem'in rûhâniyyeti namazda senin karşındadır. Resûlullah'a selâm veriyorsun. Görenler var. "İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în" derken de öyle. "Yâ Rabbi sana ibâdet ederiz, bu ibâdeti yapmak için senden yardım dileriz, senin yardımın olmazsa biz senin huzûruna çıkamayız, ibâdeti yapamayaz Yâ Rabbi" diyoruz. Sen kendin mi geldin zannediyorsun buraya. Öteki de gelmiyor. O mu gelmiyor zannediyorsun. "Efendi, senin zannın bu". Benim zannım değil. Durgun suya sopayı soktuğun vakit, sopa kırık görünür. Aslında sopa kırık değildir, senin rü'yetin bozukdur. Maneviyyat bunun gibidir. 

"Asr"dan murâd, "Asr-ı Muhammediyyet"dir. Sallallahu aleyhi vesellem. Üçüncüsü ikindi namâzı vaktidir. Allah ikindi namâzı vaktine kasem ediyor. İkindi namâzı vaktine! O kadar mukaddes. Onun için Cenâb-ı Hakk burada şimdi ikindi namâzı vaktine kasem ediyor. O kadar mühim. İkindi vakti melekler dünyâya inerler, dünyâda bulunan melekler semâya çıkarlar. Sabah namazı vakti nöbet değişir. Gündüz melekleri iner, gece melekleri çıkar. Namaza gelirsen câmiye, senin için o şekilde şehâdet ederler. "Yâ Rabbi, biz semâdan indik, sabah namâzında biz bunu kıyâmda gördük, ikindi vakti semâya çıkdık, biz bunu kıyâmda gördük". Semâdan inen melek de öyle der. "Yâ Rabbi, şâhidim ki bu zât, kıyâmdaydı" der. Çünkü şâhid ararlar. Allahu Teâlâ görür ama şâhidsiz iş yapmaz. Meselâ kıyâmet gününde ellerimiz ve ayaklarımız bizim aleyhimize şâhid olurlar. Esteîzübillah. "El yevme nahtimu 'alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn" yani "Biz kıyâmet gününde, ağızları mühürleriz, elleri konuştururuz, ayakları şâhid tutarız, yaptıklarınıza" diyor. Resûl-i Ekrem de şâhid olur. 

Şimdi dersi burada bırakıyoruz.

"İnne'l-insâne lefî husrin"i cân ile işit
Düşme husrân ile 'ukbada sakın hasrete sen
Bende-i nefs ü hevâ perver-cism olma sakın
Ki ezel 'ahd ile geldin Hakk için hizmete sen
Nice taht sâhibinin oldu tabutu tahta
Hakk'a sıdk ile kul ol kim eresin devlete sen
Nice atlas giyenin olmada kaftanı kefen
Hıl'at-i tâ'at-i Hakk ile eriş zînete sen
Nice zergîrlerin zerre-i hâk oldu teni
Zer-i hâlis ederek kalbi eriş safvete sen
Sâmiyâ nush ederek kendini irşâd eyle
Ermek istersen eğer tâ ebedî 'izzete sen
Ey âşıkân! İbâdet ve tâatlarınıza dikkat ediniz. Hukûk-i ibâda yani kul haklarına dikkat ediniz. Anaya babaya itâata dikkat ediniz, onlara isyân etmeyiniz. Hattâ onlara isimleriyle seslenmeyiniz. Bir kimse anasına babasına ismiyle seslense ameli habt olunur, yani yaptığı sevaplar bâtıl olur, bozulur. "Anneciğim" ve "Babacığım" diye seslenecek. "Anne" de demiyecek, "Anneciğim" ve "Babacığım" diyecek. Öpmek lâzım gelse annenin ayağının üstünü değil altını öpecek. Çünkü cennât-ı âliyât ananın ayağı altındadır. 

İbâdetlerinizi sakın ihmâl etmeyiniz. Bugün, yarın deme! Dünyâ seni aldatıverir, ansızın cansız at kapıya geliverir. O güzelliğin solar, kuvvetin geçer, sağlam sinirlerin gevşeyiverir, hiç haberin bile olmaz.

İbâdetlerinize dikkat ediniz. İbâdetleri Allah'a seve seve yapınız. Kazâ namazlarınızı kılınız. Hazırlık yapınız. Bir yolcu yola gider gibi hazır olunuz. Hani bir kimse yola gidecek, mutlakâ gidecek ama, gideceği vakit malum değil, onun gibi olunuz. Çünkü "haydi" deyiverirler. Eşyânı topla, hazırlan. Yani vasiyetini yaz ki senden sonrakiler arkandan dalâletde kalmasınlar.

Hak ve hukûka riâyetkâr ol. İnsan hakkı, kâfir hakkı, hıristiyan hakkı, yahudi hakkı, hayvan hakkı, hepsine riâyetkâr ol. Velev ki bir zerre olsun, zerre. Velev ki bir zerre! Yani güneş vurur, yerden tozcukları kaldırır, o tozcukların her bir tânesi bir zerredir. Velev ki o kadar olsun. Hayır ve şer her ikisini de göreceksin. "fe men ya'mel miskâle zerratin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerah". Hayır yapan zerre kadar hayrın mükâfâtını, şer yapan da mutlakâ şerrin belâsını görecekdir. Hiç bir şey Allah indinde unutulmaz.  

Yakın bir zamanda bu sözlerim hakîkat olacak. Gayb zannettiğimiz şeyler meydana gelecek, var dediklerimiz yok olacakdır. Güvendiğimiz dağlara karlar yağacak, dayandığımız duvarlar yıkılacakdır. Rütbeler, kasalar, keseler, ilgâ olacakdır. Ne parana sâhib olabilirsin, ne evlâdına. Ancak temiz bir kalbe mâlik oldunsa, o kalbi Allah'a îmân ile doldurdunsa, o kalbi aşk-ı Muhammed'le süsledinse, "yevme lâ yenfe'u mâlun velâ benûn illâ men etallâhe bi kalbin selîm", kalb-i selîm sâhibi isen, o vakit senin için faydası vardır, yoksa ne evlâdın, ne kasanın, ne masanın faydası olur. Belki bu âlemde sâhib oldukların başına belâ olacakdır, kasan, kesen, rütben. Vazîfende adâletle bulunmadınsa senin başına belâ olacakdır. Malı Allah yoluna sarfetmedinse, haramdan kazanıp harama sarfettinse, başına belâ olacakdır. Çünkü helâlın hesâbı, harâmın azâbı vardır. Hakk Teâlâ unutmakdan münezzehdir. Allah görür, Allah işitir, Allah bilir, Allah dilediğini yapar. Allah ölüyü diriltir, diriyi öldürür. Allah hastaya sıhhat, sıhhatliye hastalık verir. Nice azîzler sabahleyin zelîl, nice sabah zelîl olanlar akşam azîz oldular.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
 "Yevme lâ yenfa'u"da kalb-i selîm isterler

www.muzafferozak.com


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde18 Şubat 1983 (5 Cemâziyyülevvel 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön