Âhirete Kul Hakkıyla Giden Kimse Alnı Secdede Delinmiş Olsa Bile Kurtulamaz

30 Mayıs 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Namaz
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir Ramazan sohbetinde, Ramazân-ı Şerîf'in fazîletinden bahsederken, Ramazân'da oruç tutan müminlerin Bayram'a eriştiklerinde bütün günahlarından arınacağını beyân ettikten sonra hemen ilâve edip, "Fakat kul hakkı müstesnâdır" buyurmuşlar ve kul hakkına giren bazı meseleler hakkında şu îzâhâtı yapmışlardı :
Kul hakkı düşmez. Biz şimdi oraya geleceğiz, davâ orada. Kul hakkı. Kul hakkı aldınsa vereceksin. Bir de aleyhinde konuşma meselesi var. Bunlar da hakdır. Meselâ ekseriyâ bizim müslümanların yapdığı bir ahlaksızlıkdır bu, hepimizi yapıyoruz maalesef, hepimizde var bu hastalık. Adam çekiştirmek, adam eti yemek oluyor bu.
Hattâ bir gün huzûr-i seâdete bir kadın gelmiş, uzun boyluymuş kadın, Efendimiz'e bir şey sormuş, sallallahu aleyhi veselleme, Ramazan'mış. Efendimiz ona cevap vermiş. Sonra o gitmiş, orda bulunan bir hanım daha varmış, Efendimizin yanında. "Yâ Resûlallah, ne kadar uzun boylu kadın, değil mi?" demiş. Efendimiz, "At ağzından, at ağzından, at ağzından" demiş. Tükürmüş, bir et parçası. "Az kalsın yutacakdın, gidiyordu orucun, kadının etini yedin" demiş. O hanım, "Ben doğrusunu konuşdum yâ Resûlallah, boyu uzundu" deyince, Efendimiz, "İşte bu gıybet" demiş, adam çekiştirme. Olmayanı söylesen bühtan o, iftirâ o. O daha berbat.
Gene böyle bir şey daha olmuş. Cenâb-ı Peygamber, iki kişinin yanına, iki sahabenin yanına Selmân-ı Fârisî'yi vermiş, bir yere gidiyorlarmış. Cenâb-ı Peygamber iki zenginin yanına bir fukarâ verirmiş, onlar geçinsinler diye. Çünkü iki kişinin yemeği ile üç kişi doyar. Gidiyorlarmış, bir yere varmışlar. Ramazanmış, o iki sahabe sıcakdan fenâlaşmışlar. İkisi zengin, içlerinde fukara olan Selmân-ı Fârisî, hem de çok yaşlı. Selmân-ı Fârisî'ye demişler ki, "Yâ Selmân, Medîne yakın, git Resûl-i Ekrem'e, git sor gel, biz helâk olduk, öleceğiz, gideceğimiz yere varamayacağız, öleceğiz. Orucu açalım mı?". Selmân-ı Fârisî dönmüş Medîne'ye, gelmiş huzûra, "Yâ Resûlallah, o iki zât, oruçdan fenâ halde bunaldılar, orucu açalım mı diye soruyorlar" deyince, Efendimiz Selmân'a, "Onlar iftarı yapdılar" demiş. "Yâ Selmân, onlar iftarı senin etinle yapdılar, oruç açmaya hâcet kalmadı" demiş. Meğerse ikisi konuşurken demişler ki, "Selmân da gitdiği yerden gelmez" demişler. "Selmân'ın ayakları ağırdır, ağır gider" demişler.
Bana beden olur her ne olursa
Başım selâmet olur dilim durursa 
 
Bir de bühtan var. Meselâ, Allah muhâfaza, senin aleyhinde, sende olmayan bir şeyi söylüyorum, sende olmayan fenâ bir şeyi, kötü bir sıfatı. Sende yok ama öyle bir sıfat. O, bühtan. Onun tövbesi daha ağır. Nerde konuşdum? Burda değil mi? Bu adamları bulup söyleyeceğim ben, diyeceğim ki, "Efendiler, ben Hâfız İsmâil Efendi hakkında böyle konuşdum. Ben yalancıyım, onda öyle bir ahlâk yokdur. Ben yalan söyledim, adama iftirâ etdim". Sonra gideceğim seni bulacağım, "İsmâilcim, ben senin aleyhinde böyle böyle konuşdum, sana iftirâ etdim, seni kimlere karaladımsa, onlara haber verdim. Şimdi hakkını bana helâl et" diyeceğim. Sen de bana hakkını helâl edeceksin. Sonra ben Cenâb-ı Hakk'a yöneleceğim, "Yâ Rabbi, rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem tağfirlenâ le nekûnenne minel hâsirîn" deyip ağlayacağım, sızlayacağım Allah'dan mağfiret dileyeceğim. Öyle kimseye söylemeden tövbe olmaz. Yevm-i kıyâmetde lap diye yakasına sarılır.
Hele iffet, nâmûs meselesi. İffet meselesinde konuşulursa, dünyâda ve âhiretde Allah'ın lanetine uğrar. Gözüyle görse dahi söyleyemez, dört kişi görecek. Anlatamaz, söyleyemez. Ekseri bizim mahallelerimizde vardır, "Bu kadın iyi giyiniyor, herhalde bunun bir şeyi var galiba, hımm" filan diyen, mutlakâ lanete uğrar, Allah'ın lanetine uğrar. Erkek, giyinmiş, iyi giyiniyor filan, "Bunda bir şey var ki böyle iyi giyiniyor" diyerek arkasından haber yokken iffetiyle oynuyorsa, Allah'ın lanetine uğrar. Onun için çok adam var, câmide namaz kılıyor kılıyor kılıyor, kılmayanlara lafım yok, onlar ne yaparlarsa yapsınlar, kılıyor, alnı secdede delinse yarın yevm-i kıyâmetde paçayı kurtaramaz. Onun için bak, rüyâlarda ölenleri hep çirkin vaziyetde görüyoruz. Akrabâlarınızdan, bildiklerinizden kim varsa, bana göstersin bakalım, "Ben cennete gitdim" diyenlerden bir tânesini. Hadi! Şeyhinden tut, hocasına imamına varasıya kadar, hepsi bir belâya mübtelâ olmuş âhiret âleminde. Yaa! O zannediyor ki namaz kılmakla iş halloluyor. Öyle değil!
Bir takım mesûliyyetler var dünyâda insanlar için, çok mesûliyyet var. Bir takım böyle günahlar var. Onlar onu kaldırmaz. Meselâ ben senin yedi dirhem arpanı çalsam. Böyle açık konuşayım ben de, aslında câiz değildir böyle konuşmak ama anlatmak için böyle konuşacağım. Yedi dirhem arpanı çalsam ben senin, yarın yevm-i kıyâmetde bu yedi arpaya karşılık ne verilecek sana biliyor musun?. İmam arkasında yedi yüz vakit namaz kılmışım, kabûl olmuş, bu yedi yüz vakit namaz sana verilecek, yedi arpaya. Hukûk-i ibâd bu kadar mühim mesele.
Hazret-i Ömer'i âlem-i ma'nâda görmüşler, yüzü sapsarı. Aşere-i Mübeşşere'den Hazret-i Ömer. Sormuşlar "Allah sana ne muâmele etdi?" demişler, "Daha şimdi yakayı kurtardım" demiş. "Neden?", "Bir hayvan yuları vardı, bir defa kopdu diktirdim, bir daha kopdu diktirdik, bir daha kopdu diktirdik, bir daha kopunca, 'artık takmayın, kopuyor bu' dedim. Hakk Teâlâ buyurdu ki, 'O bir defa daha takılırdı hayvanın boynuna, niçin sen Ümmet-i Muhammed'in malını helâk etdin' diye onun hesâbını bana sordu" demiş. Vefâtından altı yedi ay sonra, yüzü sapsarı, Hazret-i Ali görmüş. Ömer gibi adam, âdil Ömer. 
Var sen şimdi, "ben şuyum buyum" diye ortada dolaş. Öyle kolay iş değil. İşimiz, Allah'ın rahmetine, mağfiretine kalmışdır. Çok ağlamak, yalvarmak lâzım Cenâb-ı Hakk'a. Hani bazı adam, "Namaz kılıyorum, kurtulurum" diyor. Nereye kurtulacaksın namazla filan. Ne namaz, ne oruç, ne zekât, bunlarla bitmez, irfân lâzımdır. Ârif olmak, kemâl ermek lâzımdır. "Namaz kılma" demedim ha! Sözümü yanlış anlama! Namazsız olmaz. İslâm'ın erkânıdır, rüknüdür, Peygamber'in gözünün nûrudur, mü'minin mi'râcıdır namaz. Namaz filan, onlar hep erkân-ı İslâm'dan, yapacaksın ama bunları imhâ etmeyeceksin.
Çünkü diyor ki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Sormuş ashâbına, "Müflis kim?" demiş. "Malı mükü olmayan" demişler. "O dünyâ müflisi" demiş. "Müflis şuna derler. Bir adam namazıyla, zekâtıyla, orucuyla gelir. Fakat ötekini çekiştirmiş, ötekini incitmiş, ötekine vurmuş, ötekine sövmüş. Bütün bu hayır hasenât onlara taksîm olunur. Kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar, verdiği zekâtlar, yapdığı haclar, hak sâhiblerine taksîm olunur. Yetişdi ne âlâ, yetişmezse, hak sâhiblerinin günahları alınır buna yükletilir, sonra, cehenneme yüzüstüne atılır" diyor. İşte müflis buna derler diyor Peygamberimiz. Bu hadîs, sahîh hadîslerdendir.
Hakîkati bilen bir mü'min, bir yeşil yaprağı koparamaz, yere tüküremez, duvara işeyemez. Çünkü işediği vakit, orada bir şehîd yatıyordur, üstüne işer, suratına işer. Her taraf şehîd kanıyla yoğrulmuş. Hendeklerin içerisine yüz yirmi bin şehîd vermişiz. Osmanlılar İstanbul kalesi üzerine altı sefer yapmışlar, sarmışlar İstanbul'u. Altıncısında nasîb olmuş, babamız Fâtih Sultan Mehmed Han girmiş içeriye. Ya, işeyemez yere. Çünkü mutlakâ bir şehîd var yerde. Tüküremez, mutlakâ bir şehîdin yüzüne tükürür. Bir ağacın dalını koparamaz, zikrullah yapıyor çünkü, Allah'ı zikrediyor. Bir şey yok ki Allah'ı zikr eylemeyen. Yeşil yaprağı bile koparamazsın, ağacı kesmek ne demekmiş! Çöp atacaksın câminin bahçesine ha! Komşunun bahçesinin kapısının önüne. Kirâcının suyunu keseceksin, çıksın kirâcı diye, kirâsı az diye. Hacı Efendi suyunu kesmiş kirâcının, "Kirâyı arttırmadı ben de suyunu kesdim. Efendi, günah mı yapdım sevap mı yapdım" dedi, ben de "Çok iyi yapmışsın. Ramazan gününde çok iyi etmişsin, bayıldım yapdığın işe" dedim. Suyunu kesmiş kirâcının da. Ulan suyu kesenden daha zâlim var mı alçak herif! Yezid'den ne farkın var senin, Hazret-i Hüseyn'i kesen, susuz bırakan Yezid'den. 
Cemaatden birisi, "Belediye de her gün suyu kesiyor" deyince, Efendi Hazretleri "Belediyeye sözümüz yok bizim, oraya karışmayız, onlar siyâsî şeyler" buyurdular.

Aynı zât, Sûre-i Nahl'deki "وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ" âyet-i kerîmesini okuyarak, bu âyetde zulüm gören kişinin misliyle karşılık verebileceği beyân ediliyor deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Sana bir tokat vurana bir tokat vurursun ama onun vurduğundan fazla vuramazsın. O ölçüyü de sen yapamazsan, zâlim olursun. Ölçüyü nasıl aynı yapacaksın, imkânı var mı onun? Yok. Sabretmen hayırlıdır. 
Hazret-i Ömer ibn Hattâb kölelerine sormuş, "İçinizde haksız yere kulağını çekdiğim, vurduğum kimse var mı?". Birsi çıkmış, "Var yâ emîre'l-mü'minîn, benim kulağımı çekdin" demiş. Hazret-i Ömer, "Peki gel buraya, sen de benim kulağımı çek ama benim senin kulağını çekdiğimden ziyâde çekme sakın hâ, zâlim olursun" demiş.
Yetîmi ağlatan elbet olur nârullaha dâhil
Za'îfi sızlatan mutlak cehennemde olur sâil
Erişir mazlûmun âhı der-i dergâhe yok hâil
Amân zulmetme bir ferde yitirme rahm-i Rahmân'ı
Fakîre merhamet eyle kerem ede kerem-kânı

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön