17 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
SERTÜRBEDÂR AHMED AMÎŞ EFENDİ (ksa)HAZRETLERİ’NİN KELÂM-I ÂLİLERİ
1. “Allah’dan gayri bir şey yoktur. Allah’ın aynı da yoktur.”
2. “Allahın takdîr etmediği vukûa gelmez. Takdîr ettiğinden korkmak da küfürdür .”
3. “Allah tecellisini tekrar etmez.”
4 . “Esmâ-ı İlâhiye, Zât-ı İlâhiye’nin libâsıdır. Her an bir libâs ile zuhur eder. Onun hükmü bitince
diğer bir isimle telebbüs eder.”
5. ”Allah bu dünyâda esmâ ile tecelli buyurur. Hangi esmâ ile zuhûr ederse, diğerleri ona tâ’bî
olur.”
6. “İnsanların çoğu mâbûd-u mevhûma tapar. Esmâ ile müsemmâ ele gelmez. Önce müsemmâyı tanımalı.“
7, “Mütecellî vâhid, meclâ müteaddittir .”
8. “UIûhiyet ile ubûdiyet sırlarına âşinâ olana abdullah denir.”
9. “Nefhâ-i sırr-ı Hudâ’dan haberdâr olana ‘ârif’denir.”
10. “ ‘Kelâm-ı nefsî’ her lisandan sâdır olur. fakat lisân-ı Arab’a bürünmüştür”
11. “Allah’ın akve’l kuvâ, â’ciz’ül â’ciz olduğunu anlayınca ‘hah ‘ dedim.”
12. “Allah’ın öyle nedimleri vardır ki, Muhammed’den (sav) dahî gizlidir.”
13 “İnnemâ yahşellâhe min ibâdihil ulemâ. (Fatır-28) Bütün kullar Allah-ı Teâlâ’dan, O da âlim
kullarından haşyet eder. Haşyet ederse titrer mi? Yok. Pâdişahın vezirini sayması gibi sayar.”
14. “Bütün ârifler Allah’da fenâ bulur. Allah’da kâmil’de fenâ bulur.”
15. “Cenâb-ı Hakk şerr-i cüz'îyi kullanır, altından hayr-i küllî zuhûr eder. Cenâb-ı Hak hayr-i cüz'îyi
kullanmaz ki, altından şerr-i küllî zuhûr eder.”
16.“..Ve asâ en tekrehû şey’en ve hüve hayrün leküm, ve asâ en tühibbû şey’en ve hüve şerrün leküm...’ buyurdular. (Bakara, 216 : ...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır, ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir,,,)
17. (Ahmed Tahir Memiş Hazretlerinden rivayetle) “Allah benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynar. Oynar oynar sonra ne yapar ? ... Yer”
18. “Ye Allah için , iç Allah için, otur Allah için, gez Allah ile”
19. “Haydin haydin kapuları kakalım, yari can’da kıstırıp anda halvet edelim.”
20. “Ahmed Amîş Efendi hazretleri” Tevâcüd , vecd, vücûd “ der, sonra eliyle diline işaret ederek “Hal dili ile buradan ötesi söylenemez ki” buyururmuş.
21. “Allah mükevvenâtı zulmette halk etti. Zulmet vahdet demektir.”
22. “Allah sûretle zâhir oldu.”
23. “Ezelde hilkat yoktur, zuhûr vardır. Her şeyin ism-i âlî'sini bil, babanın verdiği isimle çağır
24. “ Cemî-i mevcûdât Hakkın zuhûrudur. Şuûnât-ı İlâhiyye irâde-i Zâtiyye'dir. Allah hadd-i Zâtında ekberdir.”
29. ” ‘Tuz iki maddeden ibâret olup, her biri ayrı ayrı alınırsa birer semm-i mühlik olduğu halde, ikisinin bir arada alınması mûcib-i fâidedir ‘ diyen bendegânından bir doktorun bu ifâdesi üzerine,‘ Allah Celle Celâluhû ile Muhammed Sallâllâhû Aleyhi vesellem ve Ali de böyledir’ buyurdular.”
31. “ ‘Bismillah’ın manası: Allah’ın bendeki taayyünü ile”
32. “Lâ ilâhe illâllâh’da ‘İlâh’ şâgil mãnãsınadır.”
33. “Hakk insân-ı kâmildir.”
34. “Taşı nur, toprağı nur, kâmil ölmez kab’tan kab’a boşalır.”
(Hamami Tevfik Efendi Hazretleri bir süre ihvânı ile Kağıthanede teferrüce (gezintiye) çıkarlar. Bektâşi can’larından bir zat’da Karyağdı Tepesinde demlenir ve bu zevâta ‘hay huyenlar’ dermiş. Bir gün Hazret abdest alıp bu Can’ın yanına gider ve kulağına birşeyler söyler. Bunun üzerine o can hemen Hazret’in ayaklarına kapanıp. “Vallâhi budur. Billâhi budur, bundan başka yoktur” diyerek biat eder. Sorulduğunda şöyle der: 45 Sene önce şeyhim Âlem-i Cemâl’i teşrif buyururken “Senin kulağına kim ‘Kâmil ölmez, kabtan kaba taşınır’ sözünü söylerse senin sülukun onun yanında biter” buyurdu. Kırkbeş senedir bunu bekliyordum. “ )
35. “Hakikat-ı salât, insân-ı kâmil’e tek bir secdeden ibarettir. O secde, rûhun, rûh-u azîm’e inkiyâdından ibârettir.”
36. “ ‘Elestü birabbiküm’ de ruhun ‘belâ’sını burada izhardan ibarettir.”
37. “İlim irfan demektir; irfan Hakk’ı bilmektir. Eğer Hakk’ı bilmezse, ha bir kuru emektir.”
38. “ ‘ Hayye alesselâh ’ mü’minleri salâte; ‘hayye alelfelâh ’ münkirleri felâha dâvettir.“
39. “Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allah’ın üzerine yemin verseler, behemehâl Allah onların
yeminini icrâ buyurur.”
40. “Zãhiren kaderiyyûn, bãtınen ceberiyyûn'dan ol “
41. “ İrade-i Teklifiye , İrade-i Tekviniye’nin zuhûru içindir. İrâde-i teklifiye irâde-i tekviniye’nin aynı ise o kişi saîddir. Değilse şakîdir. ”
42. “Allah’ın takdir etmediği vukua gelmez. Takdir ettiğinden korkmak da küfürdür.”
43. ” Allah’ın senin alnına yazdığı şeyin men’ine Muhammed (sav) bile kãdir değildir.”
44. “Mârifet Hak’tan râzı olmaktır.”
45. “Allah benden râzı olmasaydı beni dünyaya getirmezdi. Ben Allah’tan râzı olmalıyım.”
46. “Sen Allah’a hizmet et; Allah tekmil kullarını sana hizmet ettirir.”
47.“Âyete bakılırsa, Allah “Kün” demedi. Bir şeye “Ol” demeyi murâd ettiği anda olur”
48. “Ârifler için irâde-i cüz’iyye’yi tasdik etmek küfürdür. Mahcuplar için de irâde-i cüz’iyye’yi adem-i tasdîk küfürdür”
49. “İrâde-i külliyye’nin efrâd-ı beşerde zuhûruna o ferdin irâde-i cüz’iyyesi denir.”
50. “‘ İyyâke Na’büdü ve iyyâke nestain’ irâde-i cüz’iyeyi silmiş süpürmüştür. “
51. ( Kuşadalı Efendimizden ) “Şeyhimin mertebesi HAKK, Resullüllah sallallahü aleyhi vesellem
Efendimizin HAYY, Allah’ın mertebesi HÛ’dur buyurmuşlar.“
52. “Ben bazen, ben’siz Allah derim.”
.53. Kuşadalı Efendimiz “Hakk ulûhiyeti kimseye vermez. Fakat bazen (bu) fakirden tecelli eder” buyururmuş
54. “ ‘O, bu, hep O’ derler. ‘O, bu, hep bu’ imiş. Bunu anlayınca üç sene gökyüzüne bakamadım”
55. (Bir gün mübarek parmakları ile enfiye alıp) “Ârif (bir başka rivayette kâmil) te bu zerreden bile Hakk’ı simâ eder. Rüzgar uğultusu, kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı hep Hakk’tır. ”
56. “Her ne zaman elimi duaya kaldırsam, bir de bakarım ki bütün mükevvenât dileklerini (bu) fakîre arz ediyorlar.”
57. “Nûr-i Nübüvvet Efendimize, ‘Seni kendim, âlemi de senin için yarattım’ buyuruldu. O, rûh-i pâki ile akdem, vücûd-u pâki ile hâtemdir.”
58. “Abdiyyet-i Muhammediyye’nin zerresini idrâk eden, başını yerden kaldıramaz .“
59. ”Bir yere giderken, ‘Resûl Efendimiz’in Mekke’den Medineye hicret buyurdukları gibi ben de hicret ediyorum’ deyiniz.”
60. “Medine’de olun, Medine’de oturmayın.”
61.(Nevres Bey’den rivâyetle):Türbede bir gün Sakal-ı Şerif ziyâret edilirken, Salât'ü Selâm esnâsında: " Medine'ye gidip Muhammed'i (sav) toprağın altında aramayınız" buyurdular.
62. “Resûl’e muhabbet vâcibdir. Eğer Resûl’ümüze muhabbet aşk derecesini bulursa, o vakit “İnsan benim gizli hazinem, ben insanın gizli hazinesiyim” hadîsi vardır, onun sırrı tahakkuk eder. Aşk gönlü istilâ edince nefis ölür
63. “Kimin Resul’e muhabbeti fazladır, imânı tamdır. Kimin noksan ise imânı noksandır. Onun ahlâkını taklid edersek, onun muhabbeti kalbimize nüfûz eder. Zikir aşkı, aşk da visâli doğurur “
64. “Her saadetimiz Resûl-i Ekrem’e mubabbetimizledir.”
65. ” Her velînin kemâli, Resûl-i Ekrem’i anlayışı nisbetindedir.”
66. “ Ravzã-i Mutahhara’yı ziyâretle namaz kıldım Dua ediyordum. Hazreti Resulullâh sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, sağ tarafımdan zuhûr ile şu âyet-i kerîmeyi okuduklarını işittim:...felâ tes’elni ma leyse leke bihî ilm...” (Hud, 46 : Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme”)
67. Hazreti Azîzimiz Medine’de minber ile mihrap arasından teveccüh ettiğinde Resûlüllâh sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz zuhûr buyurup, bãzı iltifatlarda bulunurlar. Hazreti Azîzimiz de kendilerinden üç şey sual buyururlar. Bunlardan birinde Üveys-el-Karâni (Hz) ile mülâkatlarının hakikatinden sual buyurmuşlar. Resûlüllâh (sav) Efendimiz : “ O benim velâyet-i âmme’me kadehimiz gibidir “ buyurmuşlar.
68. “Diğer verese-i Enbiyâ kendi müridlerini dâirei mezûniyyetleri kadar terâkki ettirirler. Vâris-i Muhammed’e hudûd yoktur.”
69. “Muhammed sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin görüldüğü rüyânın sãhibi Muhammed sallallâhü aleyhi vesellemdir. Onu kimse tefsir edemez.”
70. “Resulullâh sallallâhü aleyhi vesellem efendimizi rüyâda gören, münkir ise müslim, fãsık ise sâlih, sâlih ise evliyâ’ya terâkki eder, (onlara) mülhak olur “
71. “Her şeyin başı Ehl-i Beyt’ e muhabbetdir”
72. “Duaların en hayırlısı nedir? diye sorulduğunda şöyle buyurdular: ‘Yârabbi bizi Ehl-i Beyt kapısından ayırma ‘ ”
73. “Hakîki Tevhîd: Allah, Muhammed, Ali’ dir. ALLAH, MUHAMMED, ALİ, HÛ.”
74. “Mustafâ’yı, Murtezâ’yı şey-i vâhid bilmeyen azabtan kurtulamaz.”
75. “Efendim Hazretleri şöyle buyururdu: Aynada baktım özüme, Ali göründü gözüme”
76. “Ehl-i Beyt’e çok muhabbet etmeli, çok sevmeli. Necât yolu Ehl-i Beyt’in yoludur.”
77. ”Sahâbe-i Kirâm Efendilerimizin derecelendirilmeleri Ehl-i Beyt’ten sonra gelir. Ehl-i Beyt’i seven Peygamberini; Peygamberini seven Allah’ı sevmiş olur.” buyurdular.
78. “Her mü’min Alevîdir, ama her Alevî mü’min değildir.”
79. “Sairleri halîfe-i Hakk’dır. Hazreti Ali Halîfe-i Resûl’dür.”
80. ( Nevres Beyefendi’den): “ Şeyhim bana sual buyurdu: “ Adem’den evvel din var mıydı? “Evet Efendim vardı. Din-i İslâm”. “Hazreti Muhammed kaç kişiyi irşâd buyurdu?” Ben de korktum, lisânen söyleyemedim. Şehâdet parmağımla işâret ederek “Bir” dedim. “Evet yalnız Hazreti Ali’yi irşâd buyurdular.”
81. “Resulullâh sallâllâhü aleyhi vesellem buyururlar ki: “Biz Ali ile bir vücudduk. Bu âleme geldik, baş ayrıldı”
82. “Diğer Sahâbe-i Kirâm tâlim ve terbiye ile Hazret-i Resulûllah (sav) Efendimizi anladılar. Hazret-i Ali (ra) aynaya baktı, kendini gördü.”
83. Hazret-i Resûlullah (sav) Efendimiz tarafından Hazret-i Fâtıma’ya (sallallahu tealâ aleyhima ve alâ âlihima ) buyurulmuş ki : “Allah mükevvenâta nazar eyledi, iki kimseyi kendisine intihâb etti. Onun birisi senin baban, birisi de senin zevcindir.”
84. “Bazı kişiler Hazret-i Ali (ra) efendimizi Hazret-i Resüllâh (sav) Efendimize şikâyet ettiklerinde “Ondan bana şikâyette bulunmayınız. ‘ innehû mahsûsun fi zâtillâh ‘ (= O, Allah’ın zât’ına tahsis edilmiştir ) buyurdular”
85. ” Ebû Tâlib Radiyâllâhü anhü’dür” Radiyâllâhü anhü = Allah ondan râzı oldu ( olsun )
86. (Nusret Hanımefendi rivâyetiyle) Hazreti Haticetü’l Kübrâ ( selamullâhi aleyhâ ) vâlidemizin vefâtı sırasında Resûlüllâh (sav ) Efendimizin şöyle demiş olduğunu buyurdular : “Ya Hatice, ortağın olan Hazreti Meryem’e benden selâm söyle.”
87. ( Dilekleriniz olursa ) “Hazreti Fâtıma Anamız’dan dileyin. O çok merhametlidir. Kendisinden niyâz edileni geri çevirmez. ”
88. (Mustafa Özeren Efendim Hazretlerinden) “Oğlum, Efendim Hazretleri, ‘beni iki direkli (bâzan da: ‘iki direkli on iki kapılı’) şehirde (=İnsanda ) bulursun’ buyururlardı.”
89. “Kâinat tek vücuttur, zübdesi ise insan.”
90. “Şu an, bu an, her an kemâkân.”
91. “ Elhamdülillâh, Elhamdülillâh, Elhamdülillâh, zuhûru kemâliyle tecelli etti.“
92. “Allah’ın tecellisi münkirden mü’mine geçti .”
93. “Güzel ses âlem-i ervâhtan haber getirir. Âşıkın aşkını, fãsıkın da fıskını artırır “.
94. “Melâikenin avâmı, havassı insanların havassına hâdimdir. Melâikenin avâmı, havassı, hass’ül-hasları insanların hass’ül-haslarına hâdimdir. İnsanların has’ları evliyâullâh ve hass’ül-has’ları enbiyâullâhtır. Melâike’nin hass’ül-hasları, İsrâfil, Azrâil, Cebrâil ve Mikãil aleyhümüsselâmdır.”
95. “ Allah Hz Âdem’e hitab etmiş: ‘ Ya Âdem, sen beni eskisi gibi göremezsin. Görmek istediğin zaman, fer’in olan Havvâ’ya bak. Havvâ’ya hitâb etmiş: Ya Havvâ, beni eskisi gibi göremezsin. Görmek istediğin zaman aslın olan Âdem’e bak’.”
96. “Âdem’e inen ilk suhûf: Hesap, bir’den dokuz’a kadar rakamlar; ikincisi: hendese; üçüncüsü mimârî’dir. Onun için hesap kıyâmete kadar terakki edecektir .
97. “Âdem bir tane değildir evlâdım. Şimdiye kadar 28.000 Âdem gelip geçmiştir.”
98. “Hazreti Âdem’e bütün diller teklif edildi ama o, Türk lisânını seçti. Onun için Türk devleti ilelebed pãyidâr olur.”
99. “Kur’ana gönül bağı ile bağlanmalı.”
100. “‘Okuduğum Kur’anın ma’nâsına uygun yaşamayı nasib et. Kullarını onunla âmil kıl Allah’ım ‘ diye dua etmeli. “
101. “Kur’an okurken veya salâvât-ı şerîfe getirirken, nefesinizin kesildiği zaman içeriye yutkunduktan sonra nefes alınız.”
102. “Kur’ân-ı Kerîm’de bazı kelimât vardır ki, takdim te’hir olursa mânâ-yı hakîkîsi zuhûr eder. Bazan harfin takdim ve te’hiri icâb eder. Bunu ârif bilir.”
103. “Hâtime Fâtiha’nın aynıdır. Saâdeteyn arasındaki şekâvete; şekâveteyn arasındaki saâdete itibâr yoktur.”
104. Bir gün Kur’an okuyorlardı. “Ben alimim. Siz de Kur’an okursunuz amma benim gibi değil. Ben okurum, mefhûmu gözümün önünden geçer” buyurdular.
105. “Kur’an’ı kapatırken: ‘Yârabbi, cümle Ümmet-i Muhammed’le beraber ilmiyle âmil eyle’ diye dua etmeli.”
106. “Çok Kur’an okuyan bunamaz “
107. (Nevres Bey rivâyetiyle) “Namazda okunan Kur’an’ın her harfi (kelimesi) için yüz sevap, namaz haricinde abdestli okunan Kur’an’ın her kelimesi için elli sevap, namaz haricinde abdestsiz okunan Kur’an’ın her kelimesi için yirmibeş sevap verilir” buyurdular.(Hadisi şerif)
108. Evliyâullah’dan bir zât Kur’an tilâveti yüzünden
mazhar-ı velâyet olmuş,Sonra gözleri âmâ olmuş.
Ne vakit Kur’an okurlarsa gözleri açılır, hitâmında
yine kapanırmış.
Tilâvet = Okumak
Mazhar-ı velâyet olmuş = Velilik mertebesine erişmiş
Hitâmında = Sonunda
109. “Kur’an okurken veya salâvat-ı şerîfe
getirirken nefesiniz kesildiği zaman içeriye
yutkunduktan sonra nefes alınız”
110. “Efendim Hazretleri ‘Beni bu türbenin
türbedârı zannederler, oysa ki biz bütün bu
âlemin türbedârıyız’ buyururdu.”
111. “Rahmân ve Rahîm isimleri esmâ-i
Muhammediye’dendir. Onunla zuhûr edince
tadından yenmez” buyururlardı.
112. “Hazret’i Resûlullâh sallallâhü aleyhi
vesellem’ den bana gelinceye kadar bu tecelliye
kimse mazhar olmadı. Ben Rahmânirrahîm
tecellisine mazharım. Benden şer beklemeyiniz”
buyururdu.
Tecellî = İlâhî takdirin meydana çıkması, kader
Mazhar = Sahib olma, nail olma, şereflenme
113. Bir gün Hazret-i Azîzimizi ziyârete gelen bir
hanım, Efendimizi Kur’an okurken gördüklerinde
“Efendim, ne zaman gelsem sizi Kur’an okurken
buluyorum” demiş. Azîzimiz de: “Hanım, ben başka
kitapları da okudum, aradığımı bunda buldum”
buyurmuş.
64
114. “Kabire toprak atılırken Sure-i Rahmân’ı
okuyunuz.”
115. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri 1877'de ikinci
defa İstanbul'a geldiği zaman, Fâtih türbedârı
Niğdeli Bekir Efendi Hazretleri irtihâl-i dâr-ı
bekâ etmeden önce Amiş Efendi Hazretlerine
"Benim vaktim tamam, benim yerime sen
türbedâr olacaksın, Evkafa git muâmeleni
yaptır" buyurmuşlar. İlk iki gün muâmele
tamamlanamamış. Üçüncü gün "mutlaka üç
saat içinde muâmeleyi ikmâl ettir" buyurmuşlar.
Söylenen zamanda muâmele tamamlanmış ve
huzûra girdiğinde, Bekir Efendi Hazretleri şöyle
buyurmuşlar: "Ahmed! Benim vaktim tamam,
artık gidiyorum. Senin yanında ölürsem belki
dayanamazsın. Bir kaç dakika dışarı çık, bir
dolaş" buyurmuşlar. Emri yerine getirip tekrar
içeri giren Amiş Efendi Hazretleri, Bekir Efendi
Hazretlerinin aynen yerinde oturduğu vaziyette
ebedî âleme göçtüğünü görmüşler ve bunu
şöyle anlatmışlar: "Ahh... O ölmedi, ben öldüm...
Yaşayan O!"
İrtihâl-i dâr-ı bekâ = Bekâ (ebediyet) âlemine göçmek
116. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri
Şehzâdebaşında dâmâdı Ahmed Naim Bey'in
hânesinde irtihâl-i dâr-i bekâ buyurduğunda
gasil işini o semtteki Şehzâdebaşı Câmii imâmı
yapması gerekirken, o zât bulunamadığı için
Fâtih Câmii imâmı Bekir Efendi yapmış. Bekir
Efendi bu gasil işini tâ'zim ve i'tinâ ile yaptıktan
sonra Hazret'in elini ve yüzünü öpmüş. Ahmed
Avni Bey ve Evranoszâde Sâmi Bey'in ısrarla
sorması üzerine olanları anlatmış. Şöyle ki ondan
65
10 sene önce Sarıgüzel Hamamı'nda yıkanırken,
zayıf, nahif bir zât olan Türbedâr Hazretlerini
görünce yıkanmasına yardımcı olmayı teklif
etmiş. Bunun üzerine Amiş Efendi Hazretleri
teşekkür ettikten sonra şöyle buyurmuşlar: "Sen
beni şimdi kendi hâlime bırak. Fakat inşâallah
bilâhere beni iyice yıkarsın."
Gasil ( gasl ) = Mevtayı yıkama, gusül
118. Nevres Bey'in rivâyeti ile Mehmed Tevfik
Kayserî Hazretleri şöyle buyurmuşlar: Bir gün
Efendi Hazretleri "Abd'ülehad Nûri'ye git,
benden selâm söyle" buyurdu. Ben de gittim,
türbeye yaklaştığımda türbedâr kapıyı açtı,
bana "Buyurunuz" dedi. Kendisi girmedi.
Ben girip : "Kutb'ul - ârifin, gavs'ul - vâsılin
birâderiniz Ahmed Amiş Efendi Hazretlerinin
selâmı var" dedim. Onlar da "Aleykümselâm ve
aleyhisselâm" buyurdular."
119. Buna benzer olarak Ahmed Tahir Memiş
Hazretlerinin naklettiğine göre, Ahmed Amiş Efendi
Hazretleri, Kastamonu'ya giden bir bendesine:
“Şâban'ı Velî'yi ziyâret et, benden selâm söyle,
redd-i selâm oluncaya kadar ayrılma " buyururlar.
O zât da ziyâret eder, Hazret'in selâm-ı âli'lerini
67
tebliğ eder. Biraz bekledikten sonra Şâban-ı Velî
Hazretleri zuhûr ederler ve " ve aleyhisselâm "
buyururlar.
Redd-i selâm = Selâm'a selâm ile karşılık vermek
(MFG'nin NOTU: Yukardaki her iki rivâyet'de de cevâbî
selâm (redd-i selâm) da "ve aleyhisselâm" lâfzı
kullanılmaktadır. Abd'ül Ehad Nûri Hazretleri selâma hem
'aleykümselâm' diyerek hem de ve aleyhisselâm' olarak
karşılık vermiştir. Bunun bir sebeb-i hikmeti olmalıdır.
Bir müslüman diğerinin selâmına karşılık verirken
"aleykümselâm" der. Fakat nebi mertebesinde bir
zât'ın selâmına karşılık verirken "ve aleyhisselâm"
denir. [Türkçe - İngilizce Redhouse Sözlüğü'nde ve
Ferit Devellioğlu'nun ' Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik
Lugat'ında , 'aleyh-is-selâm' sözcüğü, "O'na selâm
olsun mânâsında Peygamberlerin adı anılırken kullanılan
bir söz " olarak verilmiştir.] Haddimi aştı isem yüce
efendilerimizin affına sığınırım. )
120. (Nevres Bey’den rivayetle): Türbedar Hazretleri
bir bendesine "Sadık'a yaz, yanına gelenlerin
kimine cehren, kimine kalben benden selâm
söylesin. Kalben selâm verdiklerinde 've
aleyküm selâm' diyene rastgelir" buyurdular.
121. ( Ahmed Tahir Memiş Efendi Hazretlerinden
rivayetle) : Hazret-i Ali (r.a) buyurdu ki: "Dünya'da
iki şeyden korkmam. Biri Allah'ın takdir ettiği,
diğeri de etmediği şeyden." Bunu bir yerde
okudum. Efendim Hazretlerine arz ettim. Buyurdular
ki " Allah'ın takdir etmediği vukua gelmez, takdir
ettiğinden korkmak da küfürdür."
122. "Sekerât-ı mevt'e düşenlerin yanında
dilindeki kuvvete göre ya 'lâ ilâhe illâllah'
veyahut 'Allah' deyiniz. Bir defa 'lâ ilâhe illâllah'
68
veya 'Allah' derse lafı kesiniz. Şâyet o adam
bundan sonra dünyâ kelâmı ederse yine tekrar
'lâilâhe illâllah' deyiniz. Yine bir defa 'Allah'
deyince kesiniz " buyurdular.
Sekerât-ı mevt = Can çekişen kişinin kendinden geçmesi hali
123. ( Abdülbaki Gölpınarlı şöyle naklediyor: )
- "Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi Hazretleri derdi
ki: "Ahmed Amîş Efendi Hazretleri Üsküp'e
gidip Nûr'ul Arabî'den icâzet almışlardı. Bu
icâzet meselesini anlatırken Nûr'ul Arabî için
şöyle derdi: "Bre, icâzeti verirken mühürünü
Besmele'nin 'Ba' sının tam üstüne bastı."
(Not: Gölpınarlı'nın babası Ahmed Agâh Bey ile Amîş
Efendi hazretleri'nin oğlu Ahmed Hakkı Bey, Evkaf
tahsilât kaleminde beraber çalışırlarmış )
124. (Nevres Beyden rivâyet) Birgün abdest
almışlardı. Kurulanmadılar. "Hazret-i Muhammed
(sav) bazen böyle yaparlardı" buyurdular.
125. (Nevres Bey rivayetiyle, Amiş Efendi Hazretleri):
“Ben gençliğimde mutaassıbdım. Lisan
okuyanlara itiraz ederdim . Şeyhim bir gün:
“Ahmed, bir İngiliz, bir Fransız, bir Rus geldiler,
Fatiha-i Şerif’i kendi lisanlarında okursan
Müslüman olacaklar” buyurdu. Ben de durdum
kaldım.”
126. Bir gün huzurda bulunuyordum. Namık Kemâl
Bey'in 'Vatan Yahut Silistre'sinde askerlerin "Allah
muinimiz olsun" sözlerine karşı Abdullah Çavuş'un "
Allah'ın işine karışmayacağız, yoluna gideceğiz"
dediğini arz ettim. Ellerini vurarak "Tam söz budur"
buyurdular.
69
27. "Elinizden bir şey giderse yerinme, bir şey
gelirse sevinme" buyurdular. Ben de gayri ihtiyâri"
Efendim bu Allah mertebesidir" dedim. "Evet
Allah mertebesidir" buyurdular. "Bunlardan
birini yaptım, birini yapamadım" buyurdular.
Lâkin hangisini 'yapamadım' buyurmuş olduğunu
hatırlamıyorum.
128. (Mustafa Bey Hazretleri’nden:) “Efendim
‘İhvânıma kötü ruhlar musallat olamaz. Aman
deyecek kadar hastalanmazlar. Seyr-i sülûku
itmâm etmeden bu dünyadan göçmezler’
buyururdu”.
Seyri sülûk = Hakk’a ermek için bir kâmil rehberin yol
göstereciliğinde yapılan mãnevî ve rûhî yolculuk.
İtmãm etmek = Tamamlamak
129. “Efendim buyururlardı ki : ‘İhvânımı seven
bendendir, seveni seven de bendendir’.”
( Mustafa Bey Hazretleri de şöyle buyururdu:
“Seveni seveni sevenler de ..“ )
İhvân= Kardeşler, sadık arkadaşlar, ( burada : ‘İrşad dairemde
bulunanlar’ )
130. “Buyururlardı ki: ‘İhvânımdan biri şarkta, biri
garpta olsa ân-ı vâhidde imdâdına yetişirim’.”
( Muhterem Dr. Hamdi Beyefendi, Hoca Efendi
Hazretlerinden şöyle nakleder: “Hamdi, hani
o mürşîd-i kâmil ki, ihvânından biri şark
okyanusunda, biri garp okyanusunda sıkıntıya
düşse, ân-ı vâhidde ikisinin de imdâdına
yetişir”).
Şark = Doğu, Garp = Batı.
Ân-ı Vâhid = Tek bir an
70
131. “Bir bardak suyu bile ücretsiz içmeyiz”
132. “Talep yok. Talep etmeyiz, geleni de geri
çevirmeyiz.”
133. “Bu niçin böyle oldu ? Bu böyle olmamalıydı”
gibi sözler câiz değildir. Çünki bundan Allah’a
akıl öğretmek çıkar .”
134.. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri damatları
Naim Bey’e buyurmuşlar ki:
* Dağı dağ, taşı taş gördükçe şeyhe muhtaçsın;
* ‘Şu şöyle olsun, bu böyle olsun’ dan
kurtuluncaya kadar şeyhe muhtaçsın;
* Kendinle konuşuncaya kadar şeyhe muhtaçsın;
* Gelene sevinmeyinceye, gidene yerinmeyinceye
kadar şeyhe muhtaçsın;
* Yer taban, gök tavan arasındaki cümle mahlûkãtı
kendinizden mukaddem ihvân bilmedikçe şeyhe
muhtaçsın ‘.”
Mukaddem = Birşeyden daha önce / daha önde gelen
İhvân = Kardeşler, sâdık arkadaşlar
135. “Yer taban, gök tavan arasındaki kâffe-i
mahlûkãt ihvânınız olmayınca tevhid kokusu
duyulmaz”
Kâffe-i mahlûkãt = Bütün yaratılmışlar
136. “İnsan geçmiş eyyâmı düşünerek bugününe
şükretmeli.”
Eyyâm = Günler, zamanlar
137. “Dünyada eşini bulamazsan, işini bilemezsen
rahat edemezsin .”
71
138. “Aradığını vücud dükkânında bulursun .”
139. “Mârifet, Hak’dan râzı olmaktır ”
140. “ Gittiğiniz yerde gönül safâsı bulabiliyorsanız
oraya devam ediniz. Gittiğiniz yer burası dahi
olsa, gönül safâsı bulamıyorsanız sizin için
buraya gelmenin bir faydası yoktur.”
141. “Biz kabul ettiğimizi yedi göbek yukarıdan,
yedi göbek aşağıdan kabul ederiz .“
142. “İyi bir iş yaparsan vücûd giyer. O, senin
hâdimin olur. O bir melâikedir. Fenâ bir iş
yaparsan o vücûd giyer, o senin zebânindir”
Vücud giyer = Varlık kazanır Hâdim = Hizmetçi
Zebâni = Cehennemde görevli melek
143. “İleri gitme, geri kalma, âdet etme, âdeti
bozma.”
144. “İleri gitmeyin, ayağınıza basarlar; geriye
kalmayın tekme atarlar ! Saf’da duracaksınız,
namazda nasılsa öyle... Hizâyı muhâfaza
edeceksiniz” ( Hadîs-i şerîf: “Hayr’ul umûri evsatuhâ“
= her şeyin hayırlısı ortasıdır )
145. “Kimseye nereden geliyorsun, nereye
gidiyorsun diye sormak câiz değildir. Eğer birisi
sorarsa, şuradan geliyorum, buraya gidiyorum
deme. Daha doğrusu: “Minhü ileyh” (= O’ndan
geldim, O’na gidiyorum ) dersin .”
146. “Kâfir yoktur. Sen kâfir dediğin için kâfirdir
147. “Sâlik ne sofu, ne sefîh, ikisi ortası olmak gerek .”
148. “Ve mâ’rifet ehli, eşyânın ilmi ne üzerine ise hakikatle bilmiş ve görmüştür.
Mahbûb şânında buyurur:
‘...Kul hel yesteviyllezine yâ’lemûne velleziyne
lâ yâ’lemun‘ (Zümer,:9, De ki: Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu )
‘ ... Ve ülâike hümül müflihûn’ ( Bakara, 5 : Ve
kurtuluşa erenler de ancak onlardır (
‘ ... Ve hümül mühtedûn’ ( En’am, 82 : Ve onlar
doğru yolu bulanlardır )
‘ ... Ve lâ hüm yahzenûn’ ( Bakara 262 : ve onlar
üzülmeyeceklerdir ?
‘ ... İnne ibâdiy leyse leke aleyhim sultân...’
(İsra, 65: Muhakkak ki benim (ihlâslı) kullarım
üzerinde senin hiç bir hâkimiyetin yoktur )
‘ Ve alleme âdem’el esmâe küllehâ...’ (Bakara, 31
: (Allah ) Âdem’e bütün isimleri öğretti ... )
Ve nice bunun gibi âyât (ayetler) inmiştir. İmdi
tasarrufa mâil olanlardan olmayasın !
‘Kellâ innehüm an Rabbihim yevmeizin
lemahcûbun. Sümme innehüm lesâlülcahîym’
( Mutaffifin, 15,16: Hayır! Onlar şüphesiz o gün
Rablerinden (O’nu görmekten) mahrum kalmışlardır.
Sonra onlar kuşkusuz Cehennem’e gireceklerdir )
Ve mâ’rifet ehli şânında buyurur :
‘Ma’siyetullahi illa biinayetillah ve la kuvvete ala
ta’atillah illa bitevfikillah’ (Ancak Allah’ın inayeti
ile günah işlenir ve ancak Allah’ın mıvaffak kılması
ile Allah’a ibâdete güç yeter)
Mâ’rifet = Bilmek, irfan sahibi olmak (Mâ’rifet’in zıddı inkâr’dır )
Mahbûb : Muhabbet edilen, sevilen
Şân = (burada :) Hakkında, hâli, keyfiyeti. ( mahbub hakkında,
marifet ehli hakkında gibi )
73
( Mahbûb şânında = Muhabbet edilenler hakkında )
Mahcûb = Üstü perdelenerek gizlenmiş olan, utangaç
Tasarruf = (Buradaki mânâsı ) : Kerâmet göstermek, Allah’ın,
velî kuluna eşyâya ve varlıklara hükmetme yetkisi vermesi –
(Not : Hakikatta tasarrufda bulunan (mutasarrıf ) Allah (CC)’dır,
velîler de Allah’ın lütfu ile kerâmette bulunurlar.)
Mâil olanlardan = Meyledenlerden
Tâ’at = İbâdet etmek, Allah’ın (CC) emirlerini yerine getirmek,
itâat etmek
149. “Bizim yolumuzun esâsı, Allahdan gãfil
olmamak, kimseyi incitmemek.”
150. “Gıyâben biat vermek âdetimiz değildir.
Fakat yüz kere istiğfar, yüz de salât’ü selâm
okusun; bir de :
‘Eser-i eseri’ş şey zâlike’ş şey
Nûr-u nûru’ş şey zâlike’s şey ‘
olduğunu bilsin” (Bir şeyin eseri kendisi olunca,
nûr’un karşılığı da yine nûr’dur) Buyurdular
Eser = Bir şeyin varlığına delalet eden şey, Birinin meydana
getirdiği şey, yazılan kitap
Zâlik = Bu,şu,o ; kezâlik, bunun gibi, böylece
151. (Nevres Bey’den rivâyet) “Eğer senin sırrında
işret etmek yoksa, kimse senin yanında işret
edemez” buyurdular.
152. “Tabiatinde sekir vermek istidâdı olan bir
şeyi içmekten, içmemeği tercih ederiz .”
Sekir ( Sekr ) = Sarhoşluk
153. “Yapmakla yapmamak arasında muhayyer
bırakıldığımız bir şeyde yapmamayı tercih
ederiz.”
Muhayyer = Seçmesi / seçilmesi serbest olan
74
154. “Yanınızda birisi Kur’ân-ı kerimi yanlış da
okusa tashih etmeyiniz. ( Doğrusunu okuyarak
) Biz böyle biliyorduk deyiniz .”
155. Kayserili Aziz (Mehmed Tevfik Efendi
Hazretleri) iki tavuk alıp Amiş Sultan'a götürmüş.
Amiş Efendi "hangisi iyi ise onu pişir" demiş.
Mehmed Tevfik Efendi "Efendim birini kırk
paraya, öbürünü elli paraya aldım" demiş. Amiş
Efendi Hazretleri tekrar "Hangisi iyi ise onu
pişir" demiş ise de Kayserili Aziz aynı cevabı
tekrarlamış. Bunun üzerine Amiş Efendi: "Aferin
köftehor, Hakk'ın mahlukları arasında tefrik
yapmamayı öğrenmişsin" buyurmuş.
156. ” Tenezzül ayn-i terâkki’dir.”
(Nevres Beyin rivâyetiyle Mehmed Tevfik Efendi
Hazretleri şöyle buyurmuş): “Tuizzü idim, tüzillü’ye
geldim” ( = Azizlikten zelilliğe ; Allah-ı Tealâ’dan
kulluğa indim)
(Ahmed Tâhir Marâşi Hazretleri de şöyle buyurmuş:”
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri ölecekleri gün kapının
eşiği önüne uzanmış, perişan bir halde ağlıyorlarmış.
Sormuşlar: “Ya Abdülkâdir, niye ağlarsın? Senden
bahtiyâr kimse var mı? Sen zamanın kutbu’sun.”.
Cevaben “İşte en son mertebeyi burada zillette
buldum” buyurmuşlar. Bizim Türbedâr Efendi
Hazretleri de zillette buldular.” )
Tenezzül = Alçalma, aşağı inme
Ayn-ı terâkki = Yükselme / ilerleme’nin ta kendisi.
157. Vazifeyi yaparken, “Yârabbi, Sana hizmet
ediyorum” demeli.”
75
158. “Sizden, birinin hâlini sorarlarsa, tek bir iyi
hâlini biliyorsanız, onu söyleyiniz.”
159. Harbiye Mektebi Fransızca hocası olan Nevres
Bey’e: “Karşınızda ders okumak üzere gelenler
indallâh sizden büyüktür.”
İnd-Allâh = Allah yanında, Allah katında
160. “Siz derse ders hazırlayarak girmeyiniz.
Kalben talebeye biat ediniz. Onlar lâzım olan
şeyi size söyletirler.”
Biat ( bey’at ) = Birisine bağlılığın bildirilmesi
161. “Kaç numara verelim ?” diye mümeyyizlere
sorduğun zaman, ne derlerse onu vermeyecek
isen, sorma ! Sözün nereden geldiğini bil.“.
Mümeyyiz = Sınav odasında bulunup talebeyi değerlendiren
kimse.
162. Şeyhim bana : “Ahmed, sen huzurdasın, diz
otur” buyurdular.
163. Bir kadın Ahmed Amîş Efendi Hazretleri’nden
Medinede Resulüllâh (sav) hazrerlerinin Ravzâ-i
Mutahhara’sına konmak üzere bir dua yazmasını
rica eder. Hazret bir pusulaya bir iki satır yazıp verir.
Kadın “ Ama bu kadarcık olur mu?” deyince “Hadi
git be kadın. Ben onu zâtımdan Muhammed’ime
yazdım. Elbette olur” buyururlar.
164. “Bir kahvede otururken yanınıza biri gelirse kahve ısmarlayınız. Osmanlılık budur.”
165. “Bir yere girdiğiniz zaman kapuyu nasıl bulursanız öyle bırakınız”
166. “Kimseyi incitme, avcılıkla uçan kuşlara bile dokunma.”
167. “Bizi sevenleri sevenler imânlarını kurtarmadan ãhırete gitmezler.” (Mustafa Beyefendi Hazretleri : “Seveni seveni sevenler de” buyururdu.)
168. “Yaptığınız kabahati kimseye söylemeyin, hüküm giyer, çünkü şâhit oluyor.”
169. “Karşınıza bir adam geldiği zaman yüzünü gördüğünüzde Hakk’ı hatırlatıp zikr ettirirse, o, mü’mindir.”
170. “Vazifeniz başında benden size selâm getirip de bir şey teklif ederlerse yapmayınız.“
171. “Eve girersen halvet, çıkarsan celvet.”
(İnsân-ı kâmil mertebesindeki bazı ehlullâh o halvet hâli
üzre kalmak arzu eder. Kimisi de Haktan halka döner ve
irşâd makâmına geçer. Bu zâtlara celvetî denir. Bunlar
celvette halvettedir, yani, zâhirde halk ile, bâtında Hak ile
olurlar. Niyâzi-i Mısrî Hazretlerinin halveti, Aziz Mahmud
Hüdâyi Hazretlerinin celveti tercih buyurdukları rivâyet
edilir - MFG )
Halvet = Yalnızlık, tek başına kalmak
Celvet : Fenâfillâh olan sâlikin halvetten çıkması
172. “Olmuş olmuştur, olacak da olmuştur.
Olacak bir şey yoktur.”
77
173. “Taşı nur, toprağı nur; kâmil ölmez, kalpten
kalbe boşalır.”
174. “Zât görünür, bilinmez; sıfât bilinir
görünmez.”
175. “Kalbini daima Hakla bulundur. O vakit her
şey Kur’an olur, için dışın Kur’an olur. ”
176. “Ağlayamıyorum. Eğer gözyaşı dökseler
benim de gözlerim yaşarır. Küçüklerin gözyaşları
büyüklere gelir, onları müteessir eder. Anlar da
ilticâ ederler. Allah da kabul buyurur.”
İlticâ etmek = Sığınmak
177. “Hüner, ikiyi bir etmektir”
178. “Her şeyin ism-i âlî’sini bil, babanın verdiği
isimle çağır.”
179. “Mecdi, söz ağzımdan çıkar, unuturum.
Fakat ben ne söylersem hâdisât ona göre zuhûr
eder”.
180. “İnsanda en son kaybolan, mânevî saltanat
hırsıdır.”
181. “Yokuşu severim, inişi sevmem.”*
182. “Nefsi öldürmek o kadar zordur ki, ben
nefsimi öldürdüm diyen evliyânın daha köşeyi
dönmeden nefsi karşısına çıkar. Yendim
sanırsın, yere atarsın, bir de bakarsın ki yine
karşına dikilir. ”
78
183. “Gerçek kurban, tüm mâsivadan benlik
bakiyyesini ifnâ etmektir. ”
Mâsivâ = O’ndan gayrısı ( Allah’dan başka herşey )
İfnâ = Mahvetmek, yok etmek
184. “İslâmda vefâ esastır.“
185. “İnsan gönlü, sırr-ı mübhemdir. İnsanla
oynamaya gelmez.”
Sırr-ı mübhem = Belirlenemeyen gizli hakikat
186. “A’mâ diye, gözü görmeyene denmez; didâr-ı
Hakk’ı görmekten mahrûm olana denir.”
Didâr-ı Hakk = Hakk’ın yüzü
187. “Kader bahisleri akıl ile halledilemez ve
anlaşılamaz, ‘hâl’ ile anlaşılır. Onun için ehlullâh
kader meselesinin konuşulmasını yasak
etmişlerdir. ”
Hâl = İnsanın irâde ve çabası olmadan Allah’ın lütfu olarak
kalbe gelen güzel ma’nâlar.( Hâller geçicidir, halbuki mücâhede
ile kazanılan mânevi makamlar kalıcıdır.)
188. “Mükevvenât bütün teferruatıyla insanın
kendisinde mevcuttur, sahibi de beraber. ”
Mükevvenât = Bütün yaratılmışlar, bütün mahlûkât
189. “Namazı kılmazsan işine şeytan, kılarsan Rahmân karışır. ”
190. “Namaz olmazsa niyâz olmaz. Niyâz olmazsa münâcat, münâcat olmazsa rü’yet, rü’yet olmazsa hakikat olmaz. O da olmazsa Hak bulunmaz. ”
191. “Bizim yolumuz muhabbet yoludur.“
192. “İnsan şişmemeli, ibâdetine mağrur
olmamalı. Tâatin işlenişine değil, kabûliyetine
bakılır.”
193 “En büyük ibâdet, Hakk ile daim olmaktır
194.“Muhabbette fâni olan, vuslatta bâki olur.”
195. “En büyük ibâdet ve sevâb, bir kalbi şâd
etmek, sevindirmektir. En büyük günah da, bir
gönül kırmak, ihtizâz ettirmektir.“
İhtizâz ettirmek = titreştirmek , deprendirmek (incitmek)
196. “Vücûduna sözü geçmeyenin başkasına
sözü geçmez.“
197. “Maddeden geçmeyen mânâyı bulamaz.”
198. “İnsanların bazıları, kendilerini kurtarmadan
başkalarını kurtarmaya kalkışıyor.”
199. “İrşâda mezûn olmadığı halde başına adam
toplayanın, Müseylemet’ül -Kezzâb ile haşrından
korkulur.“
Müseylemet’ ül - Kezzâb = Yalancı Müseyleme. Asr-ı Saâdette
peygamberlik iddia etmiş, Hicri onbirinci yılda öldürülmüştür.
200. “ Münâfık esfel-i sâfilîn’in esfelidir.“
Sâfil = sefil , düşük ahlâklı, karaktersiz ( çoğulu : Sâfilin )
Esfel = En sefil, en alçak, en aşağı
80
201. “ Ma’siyete rızâ aynıyla ma’siyettir.“
Ma’siyet = İtaatsizlik, günâh, isyân
202. “Tedbir, takdîre muvâfık düşerse muvaffak
olunur.“
Takdîr = Kaderde yazılan Muvâfık = Uygun
203. “Tedbirde kusûr edip de takdîr-i İlâhiyeyi
itham etmemeli.“
204. “Nâs lâyık olduğu idâreyi bulur.“
Nâs = İnsanlar, ahali
205. “Nâs’a hizmet, Hakk’a ibâdet gibidir.“
206. “Mal ve can emniyeti ile huzûr; doğruluk,
emniyet ve insâf ile mümkündür.“
207. “Aşağı başa bağlıdır. Bütün kötülükler
yukardan gelir.”
208. “Vâli ismi Esmâ-i Hüsnâ’dandır. Vâli halka
hizmetle mükelleftir. Rızık sıkıntısı çekmekten
berî’dir.”
Beri’ = Kurtulmuş, yük altında olmayan
208. “Zulüm ve itisâfın cezâsı evlâda intikal eder.”
İtisâf = Haksızlık ve zulüm
210. “Sahâvet sıfât-ı enbiyâdır. Sahî adam
cennete girer. Cennet de burada başlar.”
81
Sahâvet = Cömertlik, el açıklığı Sahî =Cömert, eli açık,
Sıfât-ı enbiyâ = Nebîlerin / peygamberlerin sıfatları
211. “Her mazhar yalandan ictinâb etmeli. Çünkü
yalan insanı hacil eder, kepâze eder.”
İctinâb etmek = Kaçınmak, sakınmak, çekinmek
Hacil = Utanmış, utanan ( ’a’ kısa okunur )
212. “Makam, servet ve ilim ucûb vermemeli.”
Ucûb = Kibir, gurur
213. “Biz evlâd-ı sulbiyyeye değil, evlâd-ı
maneviyyeye îtibâr ederiz.”
Evlâd-ı sulbiyye = Döl evlâdı
214. “İnsanı şaşırtan nefsidir. Nefsiyle ölçer,
aklıyla muhâkeme eder.”
215. “İstikâmet üzere devam edilirse
mukadderattaki şer hayra tebdil edilir.”
İstikâmet = Doğruluk, namuslu hareket, Allah’a kulluk etmek
216. “Câhil inat eder, inkâr eder; kâmil sabreder;
ârif seyreder.”
217. “Câhil, bilmeyen değil, bilmediğini
bilmeyendir.”
218. “Her alınan kitabın üç defa okunmak hakkı
vardır “
82
219. (Yüksek hakikatlara ulaşmayı kastederek şöyle
buyurdular ): Bu iş kitapla olmaz, fakat kitapsız
da olmaz “
220. “Bundan böyle tasavvuf kitaplarını okumak
yasak. Kur’an okuyun, Hadis okuyun, Mesnevî
okuyun. (Niyazi-i Mısri Divanı için de ayni beyanları
vardır). Başka kitaplarla uğraşmayın. Tasavvuf
kitaplarını yazanların çoğu (henüz) yolda iken
yazdılar. Neş’e ve mertebe bakımından birbirini
tutmaz sözler olur. Sizi şaşırtır. Ama Mevlâna
gitti, dönüp geldi, Mesnevî’sini sonra yazdı “
221. “Dünyada rahatlık gönül hoşluğuyladır.”
222. “Kimsenin eksiği ile uğraşmayınız; rahat
edersiniz.“
223. “Benim yanımda kimseyi zemmetmeyin.”
Zemm etmek = Kötülemek, birisinin ayıplarını söylemek,
224. “Bir şeyin olması için çok ısrar etmeyiniz.
Gönlünüzü ona takmayınız. Siz ısrar ettikçe o
sizden uzaklaşır.”
225. “Size zararı dokunan bir iyilik, başkasına
iyilik sayılmaz.“
226. “Bana bir şey sorduğunuzda söylediğimi
aynen yapın.”
227. “Âlimin uykusu câhilin ibâdetinden daha
hayırlıdır.”
83
228. “İvazlı ve maksatlı ibâdetten hayır gelmez.”
İvaz = Bir şeye karşılık olarak verilen şey / bedel
229. “Allah’ı an da nasıl anarsan an, yeter ki an !”
230. “Kalb safâsı, beden hafifliği iste“
231 “Maksad safâ-i kalb, hiffet-i bedendir.
Maksad bu safâ-i hakîki-i kalb’i getirmektir”.
(Mustafa Özeren Efendim Hazretleri bu fakire şöyle dua
etmeyi emir buyurmuştu : “Yarabbi, iki cihan saâdeti,
kalb neş’esi, gönül huzûru, beden hiffeti lütfeyle”
(MFG )
Hiffet = Hafiflik
Safâ-i hakîki-i kalb = Kalbin hakîki safâsı / huzûru
232. “Bize nisbeti olanlarda bunama olmaz”.
233. “Biz bir binayı tamir ederken kiremitlerini
bile sallamayız .”
234. “Biz her işde müsebbib-i hakikîyi görür,
vâsıta olana müteşekkir kalırız.”
Müsebbib-i hakikî = Bir işde esas sebeb olan
Müteşekkir = Şükreden, teşekkür eden
235. “Zâlimler Allah’ın sıyrılmış kılıcıdır. Hangi
milletler, hangi kullar O’na âsi ise ona müstevlî
kılar. Mutî olandan Cenâb-ı Hak bunu kaldırır.
Düşmanın kafasına irâdeyi veren Allah’tır.”
Müstevlî = İstilâ eden, galip gelen, zapteden
Mutî = İtaatkâr, isyân etmeyen
84
236. “Yüzmeyi öğrenmeden denize girerseniz
boğulursunuz.”
237. “Kendi işini kendin gör. “
238. “En ziyade sabra muhtaç olduğumuz ân,
sabrımızı kaybettiğimiz ândır.”
239. “Kâmillere en makbul hediye, ahde vefâdır.”
240. “Dış kapuyu kapa, iç kapuyu aralık bırak.”
241. “İbrâhim-ül meşreb olunuz. Ama İbrâhim
olmadan da kendinizi ateşe atmayınız.”
İbrâhim-ül meşreb = Huyu, ãdetleri Hz. İbrâhim gibi olan
242. “Göçmüşe râbıta olmaz “
Râbıta = Bağ, ilişki, (Burada, ruhâniyetinden feyz almak için
bir mürîdin mürşidini düşünmesi, onun sîmâsını zihninde
canlandırması ifade ediliyor)
243. “Şeyhim bana buyurdu ki: ‘Kaya gibi olmalı.
Kımıldatan olursa kımıldamalı.”
244. “İşi kendi haline bırak. Allah en iyisini yapar.”
245. “Biz illet’ten, kıllet’ten, zillet’ten âri olmayız.
Yalnız yatacak derecede hastalık vücudumuzu
istilâ edemez.”
İllet = Hastalık, dert Kıllet = Kıtlık Zillet = Horluk, hakirlik
246. “Her şeyin muhabbeti fenâ bulur, mürşid
muhabbeti fenâ bulmaz, gittikçe artar.”
Fenâ bulma = Yok olma
85
247. “Vâhid’ül Ehad’in arzu ve irâdesine muhâlif
hiç bir şey istemem ve kabul etmem.”
Vâhid = Bir, tek, eşi benzeri olmayan, parçalanıp bölünemeyen,
ortağı olmayan ALLAH ( cc.)
Ehad = Bir, tek, eşi benzeri olmayan, henüz âlemleri yaratmadan
ve isim ve sıfatları ile tecelli etmeden önce kendi Zât’ı ve kemâli
ile var olan
ALLAH (cc.) Bu mertebede ( Lâtaayyün Âleminde ) ‘gizliden
daha gizli’ ‘ Zât-ı Ehâdiyyet’dir.
248. “Zât-ı Hakk’ın mahrem-i esrârı olmağa
bakmalı.”
Zât-ı Hakk = Cenâb-ı Hakk’ın zâtı
Mahrem-i esrâr = Gizli sırlara vâkıf olan ( bilen ) kimse
249. “Mâ’na kadîmdir. Kimsenin olmaz.”
Kadîm = Eski, başlangıcı olmayan (‘a’ kısa okunur)
250. “Havâtıra itibâr edilmemeli.”
Havâtır = Hâtıralar, (burada ) düşünceler, fikirler
251. “Haddenin bütün deliklerinden geçirmeden
insanı kemâlâta erdirmiyorlar.”
Hadde = Tel imâl etmeye yarayan delikli madeni levha
252. “ İş başında olanlarda mes’uliyet-i mâneviye
olmalı. Sonra, kãnunu nizâmı bilmeli ve sonra da
istikãmet üzere olmalı.”
İstikãmet = Doğruluk, namuslu hareket
253. “Mes’uliyet-i mâneviye cezâsız kalmaz,
ancak zaman alır.”
86
254. “Varlıktan yokluğa düşmüş olanlardan
birisine muãvenet etmek isterseniz kut yevmiye
muãvenette bulununuz.”
Kut yevmiye = Yaşatacak kadar günlük ihtiyaç
Muãvenet= Yardım
255. “Tevekkül bâbında durmazlarsa, biraz şey
verip savarlar.”
Tevekkül = Elinden geleni yaptıktan sonra işin sonunu Allah’ a
bırakmak, verdiğine âazı olmak Bâb = Kapı, konu
256. “ Sen Allah’ın işine karışma.”
257. “ Sen verdin, biz yidik , vermezsen ne yirdik.”
258. “ Benim ihvânım bahtiyârdır. O bahtiyârlığı,
zuhûrunda görürler.”
259. “Bendendirler, halka ne karışırlar;
halktandırlar, bana ne gelirler.”
260. “Ben neşeleneyim ki âlem de neşelensin.”
261. “Allah tecellisini tekrar etmez.”
262. “Beni put yap tap. Ya sen bana bir tekme
atarsın, sen kalırsın; ya ben sana bir tekme
atarım, ben kalırım.”
263. “Kâmilin kabulü, şefâat-i hassaya nâiliyettir.”
Şefâat-i hassa = Özel şefâat
264. “Gökten düşenin parçası bulunur. Gönülden
düşenin parçası bulunmaz.”
87
265. “Nasîb olursa, nasîbini yer altında bulur.”
266. “Helvaya şeker konulacak zamanı helvacı
bilir.”
267. “Durayım deme ha! koparırsın. Nasıl
bulursan öyle çal.”
268. “Ben kırk senedir çalarım. Lâkin bulduğum
gibi çalarım.”
269. “İşiniz varken bırakıp bana gelmeyin.”
270. “ ‘Söyleyene bakma, söyletene bak’ derler.
Doğrusu, ‘ söyletene değil, söyleyene bak’tır.”
271. “Selâm göndermeyenden bana selâm
getirmeyiniz. Birisi sorarsa, ‘selâmı vardır’
deyiniz.”
272. (Mehmed Tevfik Efendi Hazretlerinden): “Bir gün
huzurda iken gönlümden ‘ Fakirde de keşf-i kerâmet
olsa ‘ diye geçirdim” “Keşif meşif ne olacak? Sen
bana bak, ben sana bakayım. Bu sana yetişmez
mi?” buyurdular.”
273. “ ‘Efendim emret’ deyip durmayın” (fem-i
saâdetlerini göstererek) “ Buradan bir şey çıkar.
Yapamazsınız. mes’ul olursunuz.”
Fem-i saâdet = Mübârek ağız
274. “Her ne yirseniz, ‘sadaka’ deyiniz, yiyiniz.”
275. Birine bir şey verirken. ‘hediye’ veyâ ‘sadaka’
deyiniz.”
88
276. “Osmanlı’dan sözünü, ârif’den gözünü,
evliyâullâh’dan özünü saklayamazsın.”
277. “Birisi yeni bir ev yaptırırsa, rütbe alırsa,
yeni bir elbise giyerse onu tebrik etmeyiniz.”
278. “Yeni bir gömlek bile giyseniz iki rekât namaz kılınız”
279. “Kıyâmette ( mahşerde ) içler dış, dışlar iç
olacak.”
280. “Rüzgâr iniltisi, kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı
hep Hakk’ındır.”
281. “Bulmalı, duymalı, doymalı.”
282. “Küllü musallin imâmün velev kâne
münferiden” hadîsinin manâsında şöyle
buyurmuşlar: “ İmam, metbû demektir. Cemâat
de kendi vücûdudur.”
Metbû = Kendisine tabi olunan / uyulan
283. “Süt içerken ağzınızda iyice dolaştırın, luâb
ile karışsın.”
Luâb = Tükürük
284. “Gör geç, belle geç, durma geç. “
285. (Hoca Efendimiz’in nutk-u âlîleri) Vazifeyi
yaparken ‘Yâ Rabbi, sana hizmet ediyorum’
demeli.
286. “Kişi sevdiği ile haşr olur.”
89
287. “Bakkal dükkanında duruyordum. Bir
meczûb bana ‘Ahmed’ diyerek elime bir metelik
koydu. ‘Sıkı tut’ dedi. Hayatımda bu cihetle
parasız kalmadım.”
288. “Birinci sene imâm, ikinci senede tamam,
üçüncüde kalpaklı Yuvan, dördüncüde bir kalbur
saman olmayın.”
289. Bir gün sinn-i âlîlerini soran bir zâta hitâben :
“Şeyhim bana derdi ki: ‘Ahmed, senin tarihin
meçhûldür“ buyurmuşlar.
Sinn = Yaş
290. “Mâneviyâtta ilerleye ilerleye, evvelâ adını,
sonra tadını, sonra huzûrunu, ve nihâyet kendini
bulursun.”
291. “İnsan yolunda yuvarlanmalı. Yuvarlandıkça
toparlanır.”*
292. “Muhabbette fâni olan, vuslatta bâki olur.”
293. “Bazı insanların gözü, bazılarının sözü,
bazılarının da özü değer. Özü değenler
evliyâullâhtır.”
294. “Hepimizin hatâsı var. Hiç kimse hatâdan
münezzeh değildir. Tövbekâr olunursa Allah
affeder. İrtidâd başka; tövbe edilse bile kabul
olunur mu bilmem.”
Münezzeh = suç ve noksanlıklardan uzak tutulmuş
İrtidâd = Dinden dönmek, İslamiyetten çıkmak
90
295. “Dâire-i tevhîdde gelene sevinmek, gidene
yerinmek noksanlık alâmetidir.”
Dâire-i tevhîd = Tevhîd âlemi
296. “Bizde gelene ‘niye geldin’, gidene ‘niye
gittin’ demek yok.”
297. “Taleb de yok, red de yok.”
298. “Bizde nimeti reddetmek yoktur. Emekli
olmadan ayrılma. İstifa yok.”
299. “İkrâm ve iltifata itibâr etmemeli.”
300. “Biz ‘Tebbet Yeda’ suresini hatim tamam
olsun diye okuruz.”
301. “Muhabbet hilkati değiştirir.”
302. “Aşk gönlü istilâ edince nefis ölür “
303. “İtibâr ağyâra olur.”
Ağyâr = Yabancılar, başkaları
304. (Hazret-i Aziz Efendimiz, hâne-i saadetlerinde
Makbule ve Nusret Hanımefendilerle aşağıdaki
ilâhiyi söylerlermiş)
Ne tâlib-i dünyayız
Ne rãgıb-ı ukbãyız
Biz âşık-ı şeydâyız
Hû Hû yâ men Hû
Leysel Hâdi illâ Hû
Tâlibin matlûbundur
Âşıkın seyrânı Hû
91
305. (Miralay Hilmi Bey Rivâyetiyle) Hazret-i Azîz’i
ilk ziyâretimizde ‘ Bu milletin hâli ne olacak?’ diye
sordum. “Gâvurlar girer, yine çıkar. Allah dinini
hıfz eder” buyurdular.
Hıfz etmek = Saklama, koruma, muhafaza etme
306. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri eve âcilen ekmek
alınması icâb eden bir gün, refikası Hanımefendiye
bakkala gidip almasını söyler. Hanımefendi
cevâben çarşaflı olmadığını biraz sonra gelecek
birini yollayacağını söylerse de, Hazret-i Azîz
beklemek istemediği için “Böyle çık al, beis yok”
der.Hanımefendi başına bir örtü örterek ev kıyafeti
ile gider alır. Ertesi gün Türbe’de Abdülaziz Mecdi
Bey’e bu hâdiseyi anlatarak şöyle buyurur: “ Bir
defa ağzımdan çıkmış bulundu, söylememeli
idim. Fakat her halde söylediğim gibi olacak,
çarşaf kalkacaktır .”
307. (Kâzım Bey, Bulgar ihtilâli sırasında yaşadığı
mâceraları ve Manastır’dan Beyruta, Üskübe,
Görüceye ve tekrar Manastır üzerinden Selânık
yoluyla İzmire ve İstanbula geldiğini anlattıktan sonra
şöyle devam ediyor: “Hazret-i Amîş Efendim’e ancak
14 sene sonra kavuşmuş oldum. Mübârek ellerini
öptükten sonra ismimi sordu. “Kâzım” dememle
“Bizim Kâzım mı?” diye sordu. “Neredesin
Kâzım, Kendini çok özlettin” buyurdular.
“Ancak şimdi geliyorum efendim “ dedim. Rumeli
ahvâlinden sorması ile, vekâyii muhtasaran arzettim.
Merhamet-i İlâhiye’nin bu ümmet-i merhûmeye has
bir şefkatle tecellisâz olmasını diledim. Kalbimden
söyleyerek “Bu işlerin başında hep Rus fırıldağı
vardır “ dedim.
92
Cevâben “ .... ve katele Dâvudü Câlût ...” ayetini
(Bakara. 251) okudu. “En nihayet Tâlût Câlût’u
katledecek ve ancak o zaman ferahlık olacaktır”
buyurdular ve elimden tutarak Fatih Camii avlusunda
beraberce yürüdük. Esnâ-i râh’da, eski arkadaşım
Veli’yi sordum. “ Kimbilir nerede sürtüyor “
buyurdu. “ Talebeliğimde beni onun rehberliğine
vermiştiniz “ dedim. “ Biz ihvânımızı kendimiz
terbiye eder, başkalarına vermeyiz “ buyurdular.
Ve artık Hâne-i saadetlerine giderken müsaade
istiyerek tekrar vedâ eyledim ”
Ahvâl = Haller
Vekâyi =Vakıalar,olaylar
Muhtasaran = Kısaca, özet olarak
Ümmet-i merhûme (Millet-i merhume) = Rahmete mazhar
olmuş Müslümanlar / İslâm milleti
Tecellisâz =Tecelli etmiş
Tâlût, Câlût : ( Bu konuda Bakara Suresi, 246, 247, 248, 249,
250 ve 251. ayetlerine bakınız )
Esnâ-i râh’da = Yol esnasında
308. “Hâtıratı redd ile uğraşma. Hâtırat, ilham,
vahiy hepsi birdir”
Hâtırat = Hâtıralar, anılar ( Burada : akla gelen şeyler )
309. “İrşâd, neş’e-i Muhammedî ile olur. O da
şimdi Halvetî’lerde vardır. Biraz da Kãdirîler’de
var.”
310. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri, dünya ahvâlinin
bozulduğundan şikâyette bulunan müridlerinden
Halil Efendiye,” Halil baksana bana, ben bir çalgıyı
bozar tekrar yaparım ve çalarım Senin bu işlere
aklın ermez “ buyurmuşlar. Bu zâta huzurlarında
ileri geri laf söyletmezlermiş.
93
311. (Mustafa Özeren Efendi Hazretlerinin rivayetiyle)
Mehmed Tevfik Efendi Hazretleri “Bir arifin
gönlüne girmek için ya siyim siyim ağlamalı, ya
haline acındırmalı, ya da peşin peşin saymalı”
buyururmuş.
312. “Sâlihler yollarını doğrultmuşlardır. Bize
küp dibindekiler lâzımdır.”
313. “‘Siz kimlerdensiniz?’ diye sorarlarsa,
“Ahmed Amîş kullarıyız” dersiniz”.
314. Ömer’ül Halvetî Hazretleri bir gün “Ahmed,
sen çok ricâle mülâki olursun. Onlarda benim
meslekimi ara, meşrebimi arama” buyururlar.
Mülâki olmak = Buluşmak, görüşmek
315. (Beykozlu Ali Bey rivayetiyle) “Ben sağ
iken kimseden korkmayın, kimse size bir şey
yapamaz. Ben öldükten sonra hepten korkmayın.
Mahşerde içlerimiz dış, dışlarımız iç olacak”
buyurmuşlar.
316. “Tuttuğunuz bir hizmetçi namaz kılmasını bilmiyor ve okuması da yoksa, ‘Bismillâhirrahmanirrahîm’i öğretiniz, namazı kıldırınız. Sonra ‘errahmanirrahîm’i, sonra ‘mãliki yevmid-dîn’i ....ilâ ãhir öğretiniz” ( Azar azar, her seferinde birer ãyet öğreterek )
317. “El ile men et, dil ile men et, kalb ile men et.
El ile men zâhiriyyun’un ; dil ile men ulemânın;
kalb ile men evliyâullah’ın vazifesidir. Ez’âf-u
iman (*) yani en kuvvetli iman budur “
Zâhiriyyun = Görünüşe göre hüküm verenler, iç yüzünü /
hakikatini bilmeyenler.
94
Ulemâ = Alimler, bilginler
Ez’âf =Bir şeyi iki misli yapan fazlalıklar / katlar / pek çok.
( zı’f’ ın çoğulu )
(*) Bu kelimenin eski yazı imlâsında ‘f’ harfinden önce
‘elif’ vardır. Elifsiz olan ‘ez’af ’ da ise, ( a ) uzatmadan
okunur ve bu kelime ‘zaif ‘den gelmektedir.. Referans
alınan bazı metinlerde bu hatâlı okuma çelişkili yorumlara
yol açmıştır. MFG.)
318. “Bir yere misafir gittiğiniz zaman, sigara
verirlerse içiniz. Menhiyyât’dan bir şey olursa,
‘haramdır’ diye reddetmeyiniz, ‘mideme
dokunuyor, doktor men etti’ gibi bir bahâne
bulunuz,
Menhiyyât =Şer’an haram / yasak edilmiş şeyler
319. “Evliyâullah’dan iki sınıf bahtiyârdır.
Biri, hayât-ı câvidânî’ye mazhar olanlar (yani
hayât-ı zâtiyye ile ‘hayy’ olanlar), diğeri, sîne-i
Resulullâh’ı (muhammediyeyi) saran âdemler”
Câvidânî = Sonu olmayan, sonsuz, dâimi
Hayy = Canlı, diri, devamlı hayat sahibi
Sîne = Göğüs
320. (Nevres Beyefendi’den rivâyet) Bir gün üzüm
alıyorduk, üzümcü taneleri koyuyordu. Ben itiraz
edip koyma dedim. “Bırak, taneleri kime verecek”
buyurdular.
321. (Hoca Efendimizden) “Havf ve Recâ
kaydından kurtulmadıkça insan insân-ı kâmil
olamaz. Meselâ yüz evliyâullâhı idam etseler kılı
kıpırdarsa, veya kendisine kutbiyyet ve gavsiyyet
arzusu gelirse fakr’ı-tam sahibi olamaz.”
Havf =Korku
Recâ =Emel, ümit
95
Havf ve Recâ = Hem Cehennem korkusu hem de affedilip
Cennete gitme ümidi
Kutub (Kutb) = Zamanının en büyük evliyâsı
Kutbiyyet =Kutub olmak
Kutb-ul aktâb = Zamanındaki Kutubların en büyüğü
Gavs = Zamanındaki Evliyaullah’ın en büyüğü
Gavsiyyet =Gavs olmak
Fakr’ı-tam =Tam fakirlik. Cenâb-ı Hakk’a mutlak muhtaç
olduğunun tam bir teslimiyetle bilinmesi.
322. “Mürşidin vazifesi müridini küfür ve imân ve
havf ve recâ kaydından kurtarmaktır.”
323. “Mürşide mülâki olmayanlar şeriatın tarifi
veçhile kızgın sacda kalırlar. Mürşide mülâki
olanlar rahat kalırlar.”
Mülâki olmak = Kavuşmak, buluşmak
324. “Hak yolunun kapısı mutlaka bir velidir. Bu
yola her halde böyle bir kapıdan girilir. “Ben ilmi-
İlâhi şehriyim. Ali de şehrin kapısıdır “ hadîsi
bu mânâya işarettir. Bilverâse onu zamana da
tatbik mümkündür “
Bilverâse = Varislik yoluyla
325. “Veli ile konuşan velidir”
326. “Görüyorsun ya evliyâullah ne kadar
mütehammildir”
Mütehammil = Tahammül edici
327. “Allah râzı oldu mu her şey oldu demektir”
328. “Enbiyânın maddiyatta da tesiri olur. Evliyâ
yalnız ruha tesir eder”
96
329. “Biz nübüvvet’in velâyeti’nin sırrı’nın
neş’esine me’mûruz. Şimdi bu neş’e yalnız
halvetîlerde, biraz da kãdirî’lerde kalmıştır.”
Nübüvvet = Peygamberlik.
Yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gelen peygambere
‘Resûl ‘, Kendinden önceki Resûl’ün getirdiği kitap ve
şeriati devam ettirene ‘ Nebi ‘ denir.
Velâyet ( Vilâyet ) = Velilik, ermişlik. Hakk’ın kulunu,
kulun Mevlâ’sını dost edinmesi’dir.
Her peygamber aynı zamanda Allah’ın velisi, dostudur.
İbnü’l Arabî gibi bazı büyük mutasavvıflara göre
peygamberlerin velâyeti onların nübüvvetinden üstündür.
Çünkü velâyet peygamberlerin Hakk’a dönük yüzü,
nübüvvet ise halka dönük yüzüdür. Ayrıca ‘ el-Veliy ’ ismi,
Allah’ın Güzel İsimlerindendir (Esmâ-i Hüsnâ), ve velâyet
O’nun sıfatıdır. Peygamberlik ise insanın sıfatıdır.. (Prof.
Dr. Süleyman Uludağ – Tasavvuf Terimleri Sözlüğü ).
330. “Maziye karışanın hâli teşrih ve tekrir’dir.
Mesâlik-i evliyâullah’dan değildir “
Teşrih = Bir şeyi anlaşılır şekilde açıklamak
Tekrir = Bir sözün etkisini artırmak için tekrar tekrar söylemek
Mesâlik-i evliyâullâh = Evliyâullâh’ın meslekleri./ yolları.
331. (Kuşadalı Hazretlerinden ): “ Altın sırr-ı velâyet,
gümüş sırr-ı nübüvvet’e işârettir. Mürşid’in el
ayası da sırr-ı Zât’dır. Mürşid, sâlikin teşri’ini
muhâfaza içindir.” (Mürşidin elinin içini öpmek
levh-i mahfuzu öpmektir’ derler )
Teşrî = Yeni hükümler getirilmesi ve kanunlar konulması, şeriata
ait emir ve yasaklar ( “Sâlik’in teşrii’ni muhafaza“ =
‘Sâlik’in hukukunu koruma ‘ manasına )
Levh-i mahfûz = Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı
olduğu mânevî levha, İlâhi ilim.
97
332. “Bizim fabrikaya düşen paslı demir bile olsa
24 ayar altın ederiz. Bazan bakırın üstüne bir
altın cilã vurur altın ayarında kullanırız. Gelen
domuz ise, tuzlamız vardır, oraya atarız. Mürûr-u
eyyâm ile tuz olup her yemeğe çeşni verir.”
Mürûr-u eyyâm’la = Geçen zamanla
333. Efendi Hazretleri bir gün Hazret-i Azîzimiz
Sultanımız Efendimize “Efendim, sizin karşınıza
günde bu kadar zevât gelir, onların ne ahlâkta
olduğunu nasıl anlarsınız?” diye sorunca
gülmüşler ve “Onlar kendilerini bana anlatırlar”
buyurmuşlar.
334. “Kapalı kutuya mal konmaz. Domuza inci
takılmaz”
335. (Evranoszâde Sãmi Bey rivâyetyle) “Karabãş’ı
Velî Hazretlerinden sonra Kuşadalı hazretleri
sâhib-i zuhûr’dur. İki üç yüz senede bir zuhûr
eder” buyurdular. Hazret-i Azizimiz, Sultanımız
bir gün Ömer’ül Halvetî Hazretlerinin huzurlarında
bulunurken Kuşadalı Efendimiz Hazretlerinin
sohbetlerinden bahis buyurulmuş. Hazret’i
Azîzimizde zevk-i derûni hasıl olmuş. Böylece
zevk ve tefekkürde iken Kuşadalı Efendimiz
zuhûr buyurmuşlar. Mübârek vücutlarının sadr-ı
âlî’lerinin (mübârek göğüslerinin) yemin ve yesar
(sağ ve solundan) ve fevk-i taht’larından (yukarı
ve aşağısından) birer şems (güneş) zuhur ederek
hepsinin şuaları Hazret-i Azîzimizin üzerinde
toplanmış. Bunu Ömer’ül Halveti Hazretlerine
arz ettiklerinde, müşârün-ileyhin gözleri yaşarıp
“Ahmed, bu hâli nice ehlullâh arzu ederler,
muvaffak olamazlar. Cenâb-ı Hakk sana nasib
98
buyurdu. Kuşadalı’nın ayniyyeti kemâli ile sizde
zuhûr edecek “ buyurur.
Zuhûr = görünmek, meydana çıkmak
Zevk-i derûni = Kalb / gönül zevki , kalb neş’esi
Tefekkür = Fikr etmek, düşünmek
Sadr = Göğüs
Yemin = sağ Yesar = sol
Fevk = üst Taht = alt
Şems = güneş Şua = Işık, ışın
Müşârün-ileyh = İsmi daha önce söylenmiş olan,
Ayniyyet = Tã kendisi olarak
Kemâl = Kâmillik, olgunluk
336. (Kuşadalı Hazretleri) “Kıyâmet yaklaştıkça,
enbiyâ vârisleri bulunan evliyâ gittikçe,
makamları münhal kalır. Gitgide yalnız
vâris-i Muhammedî kalınca ona da biat eden
bulunmayınca, alâmet-i kübrâ’yı kıyâmet yer yer
başlar.” buyurmuşlar.
Münhal = Boş / açık me’muriyet pozisyonu
Biat ( bey’at ) etmek = Bağlılığını bildirmek
Kübra = En büyük ( Ekber’in dişil formu )
Alâmet-i kübrâ’yı kıyâmet = Kıyametin en büyük işaretleri
337. “Va’büd Rabbeke hatta ye’tiyeke’l yâkıyn”
(Hicr, 99 : Ve sana yakin gelinceye kadar Rabbine
ibâdet et) Yâkin gelince kendisi eder “ buyurdular.
Yâkin = Şüphe olmadan kesin şekilde bilmek.
338. (Naim Bey rivâyetiyle: Ömer’ül Halveti Hazretleri
Aziz Sultan Efendimize buyumuşlar ki ):
Ahmed, Ahmed ! Rübûbiyyetin ubûdiyyetine;
ubûdiyyetin rubûbiyyetine mâni’ olmasın”
Rubûbiyyet = Cenab-ı Hakk’ın her zaman her yerde her
yaratılmışa muhtaç olduğu her şeyi vermesi
Ubûdiyyet = Kul olduğunu bilip Allah’a itaat etmek.
99
339. “Hâtime Fâtiha’nın aynıdır. Saãdeteyn
arasındaki şekãvete; şekãveteyn arasındaki
saãdete itibâr yoktur.”
Saãdeteyn = İki Dünya saadeti
Şekãveteyn = İki dünya şekaveti (‘a’ inceltmeden uzun )
Şekavet = Her çeşit kötülük, haydutluk
339. “ Huzurda teveccüh olmaz.”
Teveccüh = Bir yere (mürşide) doğru (kalben) yönelme
340. Hamâmi Tevfik Efendi azîzimizin müridânından
birine râbıta halinde iken semâvat münkeşif olmuş
râbıtadan gaflet etmiş. Huzûra girdiğinde Efendi
Hazretleri “Siz rabıtâ-i şerifi bir temâşâya fedâ
ettiniz” buyurmuşlar.
Mürid = İrade edip isteyen, Şeyhine bağlanmış olan
Müridan = Mürid’in çoğulu Semâvat =Semalar, gökler
Münkeşif olmuş = Keşfolunmuş,, apaçık olmuş
Temaşa = Seyretmek, seyir
341. (Kuşadalı Efendimizden) “’Râbıta’ Râbıta’
derler, Hak’tan gãfil olmamak demektir .“
Râbıta = Bir şeye bağlanma, dervişin kalben mürşîdine
yönelmesi; Resulullâh’a / Allah’a kalbi bağlamak / rabt etmek
342. “Asıl râbıta, şeyhi’nin uluhiyyetini tasdiktir.”
Ulûhiyyet = Allah’lık sıfatı, Tanrı’lık vasfı
343. (Kuşadlı Efendimizden) “Âhirete intikal etmiş
mürşîd’e râbıta olmaz. Eğer olsaydı, Resûl
Efendimizden başkasına olmazdı.”
(İsmail Hakkı Altuntaş’ın derlediği ‘Ahmed Amîş
“Efendi’ adlı eserin, 8.baskı, sayfa 73 deki dip not’tan
100
– bazı düzeltmelerle - naklen ) “ Kuşadalı Hazretleri
mânevî irşâda izin verdiği kişilerin her biri(ne) âlem-i
velâyeti vermişse de, rãbıta telkinine salâhiyet
vermemiştir. Bu âlî yolda râbıta telkin etmek her
asırda sãhib-i vakit’de tecellî eden bir lütf-i kübrâ’dır.
Kuşadalı Hazretleri hâl-i hayatta iken kendileriyle
şeref-i mülâkata nail olmayanların râbıta etmelerini
men buyururlardı. Bu gibiler, biat ettikleri vekilin
delâletiyle âlem-i sülûke dâhil ve istidâdı olanlar
velâyete bile vãsıl olurlar. Ancak kemâl bâd’el
kemâl bulmak, nâib-i ekmel-i Muhammedî’ye
mülâkat ile olur “ denilmektedir”.
Âlem-i velâyet = Velilik (evliyâlık ) âlemi
Sâhib-i vakit = Yaşanan zaman’ın ( manevi ) sahibi
Lütf-i kübrâ = En büyük lütuf
Mülâkat = Yüz yüze buluşma, kavuşmak
Şeref-i Mülâkat = Mülakata erişmenin şerefi
Sülûk = Bir tarikata bağlanmak Âlem-i sülûk = Tarikatlar
Kemâl bâd’el kemâl = Kemâl üzeri kemâl
Nãib-i ekmel-i Muhammedî = Muhammedî yolun en mükemmel
vekili
344. Kuşadalı Efendimiz Mehmed Can Efendi’ye
şöyle buyurmuş : “Hicaz’da taş atarken taşlayan
ile taşlanın kim olduğunu gördün mü?”
345. “Yetmişbin kelime-i Tevhîd îmansız gitmiş
adamın imânını kurtarır.”
346. “Benim yanıma gelip li-vechillâh beş dakika
oturan imânını kurtarmadan gitmez “
Li vechillâh = Allah için, Allah aşkı için
347. “Kâmillerin irtihalden sonra da sâliklerine
feyzi devam eder. Sülûk’da vefât edenlerin
terakkiyâtı devam ettiği gibi.”
101
348. Efendimiz Hazretleri buyurdular ki, “Bir gün
huzûra girdim. Baktım Efendi Hazretleri gitmek arzu
buyuruyorlardı. İçimden ‘Aman Efendim’ diye feryat
ettim. O zaman “ Ulan, tecelli-i kemâl’dayım,
makâm-ı müntehîde’deyim. Bu akşam baktım
Hacı Ahmed ikileşmiş. Birini yükün önünde
gördüm. Artık bana gitmek lâzım geldi.
Elemlenme mahcûb değilsin, muhtaç değilsin,
hocan yok, ne demleniyorsun “ buyurdular.
Tecelli-i kemâl =İlâhi kudretin kemâl ile (bütün güzel sıfatlarla )
ortaya çıkması
Makâm-ı müntehîde = En son, her şeyi tamamlayan makâm.
Mahcûb = Perdelenmiş, üstü örtülmüş
349. Hazreti Azîzimiz, Âlem-i Cemâl’e intikalleri
yaklaştığı zamanlarda “Benden sonra benim
gibisini bulamazsınız” bir kaç defa da “Nefesimi
içeri alacağım, dışarı vermeyeceğim “ buyurdular.
Âlem-i Cemâl = Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsân ile tecelli ettiği
Âhıret Âlemi.
350. (Nusret Hanımefendi rivâyetiyle) Efendi
Hazretleri buyururlardı ki, “Bu âlemden giderken
insanı kuruturlar yahud limon gibi sıkarlar”
351. Mahdûm-u âlî’leri Ali Beyin vefâtı sonrası
kabir yeri belirlemede ihvân arasında müzâkereler
olurken, ‘ Efendi Hazretlerine de bir yer ayıralım’
denir. Nevres Bey huzura girmek için daha kapıyı
açar açmaz Hazret-i Azîz şöyle buyurur: “Onların
kabirleri teslim-i ruh ettikleri mahaldir.”
(Nebiler ve Allah dostları teslîm-i ruh ettikleri
mekânda ( makamlarında ) sırlanırlar.)
Sırlanmak = Ölen bir ârifin toprağa verilmesi.
102
352. (Halil Efendiye buyurmuşlar ki) “Sen beni
görünce cezbeleniyorsun. Dağı taşı gördüğün
zaman da cezbeleniyor musun?” Halil Efendi
“hayır” demiş. “Öyle ise olmadı. Ne zaman, neyi
görürsen hakikat-i İlâhiyyeyi müşâhade ile
cezbelenirsen o zaman” buyurmuşlar.
353. (Birgivi Mehmed Efendiye) “Bana sarılsaydın
daha iyi olurdu ama Halil’e sarıldın. Ben’den
Halil’e, Halil’den sana” buyurmuşlar. (Mustafa
Özeren Efendimizden tamamlama: “Ya yol verir,
ya vermez” )
354. (Kâzım Bey rivâyetiyle) Mektep Arkadaşlarımdan
Remzi isimli birisi Nakşibendî Hâlidî tarîkine intisâb
etmişti.Bir gün bu zât “ Seni şeyhime götüreyim
gelir misin ?” dedi. “Gidelim” dedim. Tekkeye gittik.
Bizi o tarîke mensûb olmadığımız için zikirlerine
sokmadılar. Zikir sonuna kadar hariçte bekledik.Bir
gün de ben Remzi’ye, “Bu hafta da benim şeyhime
gidelim “ dedim. Muvafakat etti. Her ikimiz huzûra
vardığımızda Hazret, bana hitâben : “Muhabbet
iki türlüdür. Birisi, hiç bir itiraz ve illet kabul
etmeyen muhabbettir ki, illâ fillâh sırf Hakk için
muhabbettir. Bu, Allah Tealâ’nın ‘Yâ Vedûd’
isminden alınmıştır. Ehlullâh buna ‘meveddet-i
hakîkiye‘de derler. Diğeri sãdece muhabbetdir
ki her türlü avârıza mâruzdur. İllet peydâ eder.
Meselâ sevgilisinde gördüğü ve beğendiği her
hangi bir şeyin zevâli ile o muhabbet mahkûm-u
inkirazdır. Birinin hüsnüne, parasına veya
mansıbına muhabbet gibi. Bunlardan her hangi
birinin zevâliyle muhabbete ârıza gelmiş olur ki,
bu kısım muhabbet doğru değildir.”
Sonra bana dönerek “Sen zanneder misin ki senin
103
muhabbetin gibi herkes de seni öylece seviyor?
Bu öyle değildir, aldanmağa gelmez “
buyurdular.Nitekim o arkadaş ile muhabbetimiz
bundan ileri gidemedi. O benden, ben de ondan
uzaklaştık.
İntisâb = Bir kimseye bağlanmak
Mensub olmak = Bir kimseye bağlanmış olmak.
Muvafakat etmek = Râzı olmak, uygun bulmak
İllet = Maksat, gaye, esas sebeb, vesile,
İlla fillah = Sırf Allah (CC) için
Meveddet = Muhabbet, sevgi, dostluk
Avârız = Ârızalar
Zevâl = Sona ermek, gitmek
Mahkûm-u inkıraz = Sönmeye / kaybolup gitmeye mahkûm
Hüsn = Güzellik
Mansıb = Devlet hizmeti, memuriyet
355. (Kâzım Bey zâbit olunca taşraya tâyin edilir.
Hazreti Azîz’den ayrılmak çok güç gelir. Vedâ için
bir hafta huzura çıkar ve her seferinde ağlar. Bir
gün Hazreti Azîz “Ne ağlıyorsun be çocuk?” diye
sorar. “ Efendim ben ağlamayayım de kim ağlasın
? Gözlerimin kapanıklığı henüz zail olmamış iken
pürtaksir sizden ayrılıyorum. Teessüfüm bu yüzdendir
” dedim. Hazret Cevâben: “Helvacı helvaya şeker
katacağı zamanı bilir, ne sıkılıyorsun be. Senin
isteğinle olmaz o’nun isteğiyledir. Her şeyin
zamanı vardır. Kederlenme” buyurdular ve nereye
tayin edildiğimi sordular. “Üsküp’e “ dedim. “Oh,
desene, Mekke’ye gidiyorum desene. Oraları
Muhammed Nûr’ul Arab’ın ( Koca Arabın ) ayak
bastığı mübârek yerlerdir. Ne güzel, güle gül git,
ferahlanırsın. Biz sizden asla münfek değiliz ki.
Nereye gidersen git bizi kendi nûrunda, kendi
ruhunda, mânevî varlığında bulursun” diyerek
izhâr-ı teselli ve beşâret buyurdular. Tekrar ve doya
doya mübârek ellerini öperek arz-ı vedâ eyledim. “
104
Zâbit = Subay Pürtaksir = Kusur dolu olarak
Teessüf = Esef etme, üzüntü
Münfek = Ayrı Beşâret = Müjde
356. “Bütün hocalardan elif okudum. ( Seyyid
Muhammed ) Nûr’ul Arab’dan bütün okudum”
357. “İbrâhim Aleyhisselâm ile müşerref
olduğumda uzun yaşayacağımı tebşir
buyurdular”
Tebşir = Müjdelemek
358. “Eski peygamberler zamanında ümmetleri,
kendilerini unutmamak için resimlerini
yapıyorlardı. Fakat Muhammed sallalâhü
aleyhi vesellem bunu men etti. Çünkü ümmet-i
Muhammed’den bir adam eğer çalışırsa her
istediği peygamber kendisine temessül eder
(görünür ) ve peygamberin kendisi ile de görüşür.
O halde resme hacet kalmaz”
359. Kuşadalı Efendimimizin müridânından birisi
adalardan birine vâli tayin edilmiş. Oradan “Efendim
buranın ahâlisi gâvur, hayvanları domuz” diye
mektub yazar.Hazret cevaben: “Ben de ‘beni
onlarda da görsün’ diye gönderdim “ buyururlar.
360. “ Fatih İstanbulun Medinesi’dir “
361. Şemseddin Paşa Bükreş’den “Efendim iki
karpuz bir koltuğa sığmıyor ” diye Kuşadalı
Hazretlerine müracaat ederler. Azizimiz Efendimiz
de “İki karpuzu bir etsin “ buyururlar.
362. “Hareket-i arz (deprem) geçtikten sonra
kendimi şu ayeti okurken buldum: ‘.. Rabbena
105
ma halakte haza batıla, sübhaneke fekina
azabe’n-nar ‘ (Al-i İmran, 191: Rabbimiz! Sen bunu
boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi ateşin
azabından koru ) .
363. “Cemaatla namaz kılarken, imam cehren
okursa dinleyiniz. Cehren okumuyorsa kendi
virdinizle meşgul olunuz”
Cehren = Açıktan, yüksek sesle
364. “Vuslat hakiki olmadan evvel Azizimiz
Sultanımız dört defa kendilerini envâr-ı
Ahmediye’leri ile bana gösterdiler”
Envâr = Nurlar
365. “Şükr-ün nimet , rüyet’ül mün’im” (Nimete
şükür. nimeti vereni görmektir )
Mün’im = Nimet veren
366. Abdülaziz Mecdi Bey, Giritte iken talebesi olan
Hariciye Nazırlığı yapmış Giritli Ahmet Nesimi
Bey’i Amîş Efendi Hazretlerine götürmek istermiş.
Bir gün bu düşüncelerle huzûra vardığında Efendi
Hazretlerinin elinde bir mıknatıs olduğunu görmüş.
Türbedâr Hazretleri bu mıknatıslı demir çubuğu
çivilere uzatınca çivileri çekmiş. O zaman Hazret :
“Bak mıknatıs çivileri nasıl çekti. Ben istersem
istediğimi böyle çekerim. Siz ötekini berikini
getireceğiz diye neye uğraşırsınız” buyurmuşlar.
Yine bir gün Mecdi Efendi’ye: “Bu adamları getirip
durma. Herkes buraya giremez, biz istemeliyiz.
Biz isterken de istediklerimizi getirmeye
muktediriz “ buyurmuşlardır.
106
367. “Her ne yerseniz ‘sadaka ‘ diyerek yeyiniz”
368. Şeyhleri kendilerine buyurmuşlar: “Ahmed
açlığın aklına gelirse benden değilsin”
369. Hazreti Azizimiz su içerken sudaki tecelli-i
Hakkî’ye (Hakk’ın tecellisine) işâreten: “Sana çok
şükür “ buyururlardı.
370. Ahmed Amîş Efendimiz Hazretleri, lafza-i Celâl
zikrine “Minel âbâd ilel âzâl ilâ mâ-lâyetenâhin
müstecmiu bi cemiis-sıfat” ( Ebedlerden ezellere,
sonsuz olan bütün sıfatların hepsini toplayan Allah)
diyerek başlarlardı.
Lafza-i Celâl ( ismi Celâl ) = ‘ Allah ‘ lafzı
371. “Nevres Bey rivâyetiyle ) Rüştü Bey ile bir gün
huzûr-u saâdete gittik. Hazret: “Ulan bana boza
getirdin mi?” buyurdular. Ben de: “Getireyim
efendim” dedim. “ Boza der demez aklınız bozacı
dükkânına gitmesin. Mürşid ne demek istiyor
onu anla, sözünü anla. Onlar boş söylemezler”
Ben de “Evet efendim. ‘ve mâ yentiku an-il hevâ”
( Necm, 3 : O (Resulüllah (sav) hevadan konuşmaz).
Mübârek şahãdet parmaklarını ağızlarına götürerek
işãretle “Sus” buyurdular.“ O yalnız Muhammed
(sav)’e mahsustur. Mürşidler hakkında da
öyledir. Biz ihvãnımızdan böyle söz sudûrunu
severiz. Lâkin herkesin yanında söylenmez “
buyurdular.
Hevâ = Nefsin isteği / arzuları
Sudûr = Sâdır olmak, çıkmak, meydana gelmek
372. Gümüşsuyu Askeri Hastahanesi
Baştabipliğinden emekli Albay Doktor Hamdi
107
Hızalan Beyefendi’den naklen) Edirnekapı dışındaki
Bekir Niğdevi Hazretlerinin kabri şerifi yanında,
Çanakkale Savaşında Fransız zırhlısını batıran
meşhur asker Miralay Hilmi Şanlıtop Bey’in de kabri
vardır. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri kendisine şöyle
buyurmuşlar: “Siz harbin fecaatini bilmezsiniz.
Ben Rus (Kırım) harbinde yaralıları sırtımda
taşıdım. Harbin fecaatini yakinen bilirim. Sakın
harbi temenni etmeyin “
373. Bir bayram günü bayram namazını edâ ettikten
sonra türbede ziyaretine gittim. Türbeden çıktılar,
ben de beraberdim. Cami etrafında nöbet bekleyen
askerler nöbetlerini bitirmiş, gidiyorlardı. Türbenin
Akdeniz cihetindeki zincirli kapıdan geçtiler. O
zaman Hazret-i Azîz şöyle buyurdular: “Siz camide
iken bunların beklediği nöbet senin yetmiş
senelik ibâdetinden efdaldir.”
Efdal = Daha faziletli, daha iyi
374. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri Tırnova’da bir
camide imamlık yaptığı sırada, sokakta fazla alkol
alıp yere düşmüş bir adam görür. İnsanlar toplanmış
hakaretler etmektedir. Hazret “Onu benim sırtıma
bindirin, evine götüreyim” der ve sırtladığı
adamı evinde yatağına kadar taşır. Adam sabah
ayıldığında annesinden olanı biteni işitir ve çok
utanır. “Tevbeler olsun, bir daha içmeyeceğim”
der ve bu alışkanlıktan kurtulur.
375. Bir gün yanında dâmâdı Dâr-ül-fünûn
müderrislerinden Ahmed Naim Bey (Baban)
bulunduğu sırada huzûruna bir genç gelir, elini öper
ve karşısında durur. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri
bu gence hitâben: “Haydi git, yine eskisi gibi
108
kârhânelerde, meyhânelerde gez dur” der. Genç
tekrar elini öper, gider. Ahmed Naim Bey bu sözler
karşısında hayretler içinde kalır. Bunu anlayan Amîş
Efendi Hazretleri, “Bu gencin a’yân-ı sâbite’sinde
( Levh-i mahfûz’da) kârhânelerde, meyhânelerde
gezmek vardır. Nasıl olsa bunu yapacak. Ben
böyle söylemekle hiç olmazsa günahdan
kurtulmuş olur. Çünkü bu takdirde yaptıklarını
emirle yapar ” buyururlar.
Bunu nakleden Abdülaziz Mecdi Efendi bu şahsın
hala bu yolda gezmekte olduğunu söylerdi.
Dâr-ül-fünûn = Üniversite’nin eski adı
A’yân-ı sâbite = İlâhi ilimde eşyânın ezelden beri sâbit olan
suret ve hakikatları.
Levh-i mahfûz = Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı
olduğu mânevi levha ; İlâhi ilim
376. (Beykozlu Ali Bey’den)” Amcam Miralay (Albay)
Hasan Bey’i, ma’iyetindeki Salih Bey jurnal eder.
Amcam da üzüntüden felç oldu. Hazret-i Azîz’imiz’e
teşriflerini rica ederek fakirhane’ye getirdim. Evde
diğer bir odada Hasan Bey’in kızı son nefesinde
hasta yatıyordu. Hazret-i Azîz Hasan Bey’in odasına
girdiler ve secdeye kapanarak biraz durduktan sonra
hastayı yukarı kaldırın buyurarak diğer hastanın
odasına teşrif buyurdular. Halbuki biz kendilerine
ondan hiç bahsetmemiştik. Kızcağıza: sordu: “pelte
yapacak mısın?” “Evet efendim”, “Kendi elinle
getirecek misin?” “Evet Efendim”, “Ben börek de
isterim” “Peki efendim”
Efendi Hazretleri teşrif buyurdular. Komşumuzdaki
bir kız çocuğu vefat etti. Bizim kızcağız kurtuldu.
Jurnal eden Salih Bey kapının önünden geçerken,
orada bulunan çavuşa “ Bey nasıl oldu ?” diye
sorar. Çavuş: “Elhamdülillâh iyileşti “ der. Salih Bey:
109
“Bekle, onun müddeti kırk gündür. Kırk gün sonra
ölür” der.Lâkin üç gün sonra kendisi öldü gitti.”
377. Hoca Efendimiz Hazretleri buyururlardı ki,
“Vuslat hakiki olmadan evvel Azîzimiz, Sultânımız
dört defa kendilerini envâr-ı Ahmediyye’leri ile
bana gösterdiler”
Vuslat = (Sevgiliye ) Kavuşmak, Envar = Nurlar
378. Meşrutiyeti müteakip Mehmed Efendi
Hazretlerine bir kaç kere kova ile su getirtip leğene
döktürerek badehu ellerini ayaklarını suyun içinde
biraz zaman durdurduktan sonra “Al bunu el ayak
değmez bir yere dök” buyurmuşlar.
Badehu = Bundan sonra
379. Evranoszade Sami Bey, o zaman Rüşdiye
öğretmeni olan Şerafettin Yaltkaya’yı Hazret-i
Aziz’in sohbetine getirmiş. İki saat bounca Efendi
Hazretleri hiç konuşmamış. Sami Bey Efendi’nin
böyle gelenlere dua edip bazan müjdeler verdiğini
bildiği için merak eder. Ertesi gün tek başına
huzura girer ve “ Efendim Şerafettin için bir müjde
vermediniz, sebebi nedir” diye sorunca Efendi
Hazretleri “O bulunduğu mesleğin en yükseğine
çıkar” buyururlar.
(Hakikaten Şerafettin Bey profesör ve Diyanet
İşleri Reisi olur, ancak İslam’a hizmet bir yana bazı
sorunların çıkmasına da sebeb olur. Onun için
icraatını bilenler ona “ Telefüd-din Haltkaya “ adını
takmışlardır.)
Dr.Hamdi Hızalan Beyefendi’nin Ahmed Tahir
Memiş ve Mustafa Özeren Efendilerimiz Hazeratı
ile ilgili bazı hatıraları :
110
(Aşağıdaki bölüm, muhterem ağbeyim, büyüğüm Dr.
Hamdi Hızalan Beyefedi’nin, Tâc-ül Ürefa, Ahmed
Tâhir Memiş Mârâşî (Hoca Efendi) Hazretlerinin
irtihâl-i dãr-ı bekã buyurmasından sonra, emânetin
Mustafa Özeren Efendimiz Hazretlerine intikal
etmesi sonrasında bazı densizlerin nifak çıkarmaya
kalkışması üzerine kaleme aldığı, neşredilmemiş
ve bir nüshası bu acize lütfedilmiş hâtıratından,
şifâhen muvafakatları alınarak iktibas edilmiştir.
Bu lütuflarından dolayı kalbî şükranlarımı arz eder,
bu a’ciz’i gönülden çıkarmamasını, dualarını eksik
etmemesini niyâz ederim. – MFG)
380. Nevres Bey, Temmuz 1937’de, o zaman 17
yaşında olan Hamdi Beyi Hoca Efendi Hazretlerinin
elini öpmesi için Bursa’dan İstanbul’a gönderir.
Dönerken Hoca Efendi Hazretleri “Nevres Bey’e
benden selam söyle, gönderdikleri hediyeyi
aldım, kabul ettim. Heybenin arka gözünde idi,
aldım ön gözüne koydum” buyururlar. Hamdi Bey,
söz konusu ‘hediye’nin kendisi olduğunun ve kabul
edildiğinin henüz farkında değildir.
Hazret-i Aziz bir defa da şöyle buyurmuştur:
“Asıl marifet heybenin ön gözüne girmektir.”
Hamdi Bey Hoca Efendi Hazretlerine son derece
muhabbetle bağlanmıştır. Efendi Hazretleri şöyle
buyurmuşlardır: “ Bir insan şeyhinin uluhiyeti’ne
kail olmazsa, ondan ahz-ı feyz edemez “
Ulûhiyet = Kendisine kulluk edilen Allah-ü Azimüşşan’ın bir vasfı
Kãil olmak = İnanmak Ahz-ı feyz = Feyiz almak
381. “ Vefatlarına yakın bir gün Hoca Efendi
Hazretlerini ziyârete gitmiştim. İkimiz yalnızdık.
Bana dediler ki: “Oğlum, bir gün Mehmet Efendi
Hazretleri ile beraber Divan Yolu’nda Âlem
111
Beğendi Terzihânesi’nden çıktık. Beyazıt’da
kahvehaneye gidecektik. Türbe’ye (şimdiki
Çemberli Taş’a) geldiğimizde Mehmet Efendi
Hazretleri orada duran bir otomobili tutmamızı
istediler. O devirde otomobiller yeni çıkmaya
başladığından ve nâdir olduğundan, şöför 5
Lira (bu günkü ile takriben 100 ila 150 Lira)
isteyince, ben “Efendim Beyazıt iki adımlık
yer, yürüyüverelim” dediğimde “Hoca, sen
gelmezsen gelme” dediler ve hemen – Mustafa
Bey’in tuttuğu – arabaya bindiler. Şöför hareket
ederken “Dur, dur, Hoca kaldı, Hocayı alalım”
dediler
Hoca Efendi Hazretleri bu hikayeyi anlattıktan sonra
bana “Oğlum dikkat et, bu meşrebde olan şeyhe
hizmet etmek zordur” buyurdular.
Hoca Efendi Hazretleri mâzide kalmış olan bu vakıayı
bana niçin anlattılar diye çok düşünmüş fakat işin
içinden çıkamamıştım. Vaktâ ki vefatlarından sonra
bir hâdise ile karşılaşınca bu hikâye aklımı başıma
toplamaya yetti. Aynı günde Mustafa Bey Hazretleri
“Benim meşrebim Mehmet Efendi Hazretlerinin
meşrebine benzer” dediklerinde Hoca Efendimiz
Hazretlerinin bu vakıa’yı anlatışlarındaki hikmete ve
beni hatâdan muhafaza edişlerine hamd ettim.”
382. “Hoca Efendi Hazretleri her zaman her yerde ve
herkesi şu nutukları ile ikaz ve irşâd buyururlardı:”
“Bu yolda meşrebe değil mesleğe bakılır”
“Hüküm zâhirdekindedir”
“Râbıta zâhirdekine olur. Eğer gayba râbıta
olsaydı doğrudan doğruya Resulüllâha olurdu”
383. Hoca Efendi Hazretlerinin kerimesi Perran
Hanım’ın bir arkadaşının çocuğu sık sık havale
112
(bir nevi sara nöbeti geçirmektedir ve annesi çok
üzgündür. Perran Hanım : “Efendi babam hastalara
okumaz ama bir rica edeyim” demiş. Hoca Efendi
Hazretleri kabul etmiş Mustafa Bey Hazretlerini
de çağırmış. İkisinin yalnız olduğu odaya çocuğu
almışlar. Bir müddet sonra Mustafa Bey’in “HAAAY”
diye bağırdığını duymuşlar. Çocuk o günden sonra
bir daha havale nöbeti geçirmemiş. “Ve münezzilel
Furkane ma hüve şifaün ve rahmetin lilmü’minin
“ ( Biz Kur’an’ı mü’minlere şifa ve rahmet olarak
inzal ettik ) Ve Hüve ala külli şey’in kadir .”
384. “Bir gün Hoca Efendimiz Hazretlerinin
devlethânelerinde huzurda idim ve yalnızdık. Bizi
kimse rahatsız etmesin diye oda kapısını içerden
sürgülettiler. Bu arada diz dize bâzı esmâları
tâ’lim ile beraberce zikr ettikten sonra, kulağıma
bazı sırlar ve nefhalar üflediler ve ilâve ettiler : “
Oğlum, Mürşidin nefhası – Nefha-i sırr-ı Hudâ
– müridin kulağından ilkah olur ve müridin
kalbinde tomurcuk husûle gelir. Buna ‘veled-i
Kalb ‘ (kalb çocuğu) denir. Bu zamanla büyür.
O zaman sen aradan çıkarsın, o kalır “ dediler ve
ilâve ettiler “Onun için sağırdan ne mürid olur,
ne de mürşid” buyurdular. Allah cümlemizi sağır
olmaktan muhâfaza buyursun.”
Esmâ= İsimler (Cenâb- Hakk’ın güzel isimleri )
Nefha = Üfürük, üfürmek, rüzgârın hafif esişi
Nefha-i Sırr-ı Huda = İlahi sırların esintisi
Hudâ = Cenab-ı Hakk, Hâlik
( Hüdâ = Doğruluk, hidâyet. Kur’an-ı Kerîm’in bir ismi )
İlkah = Aşılamak, döllemek
385 .“Bazı arkadaşlar Hoca Efendi hazretlerinin bir
cephesini görerek bütün vecih’lerini anladıklarını
113
sanıyorlar. Halbuki Hoca Efendi Hazretleri bütün
mükevvenâtı muhît olup onu anlamak hiç birimizin
kârı değildir. Onu hüvesi hüvesine ancak vârisi
anlayabilir. ....... Zaten Allah’da Kur’an-ı Kerîminde
‘fesemme vechullâh’ yani ‘ Her vecih Allah’ındır’
buyuruyor.... Nevres Bey Rahmetullah’dan işitmştim.
Bir gün aziz Sultanımız buyurmus ki : “Nevres şimdi
ben sana hakîkatini gösteririm amma zarf küçük
mazruf büyük” Yine Nevres bey’den dinlemiştim.
Bir gün Amiş Efendi Hazretleri: “Padişahlar bazan
tebdil-i kıyafet gezerler. O zaman onun padişah
olduğunu bilmeyenler karşısına geçer dangıl
dungul konuşurlar. Amma o zaman padişahlığı
ile bir tecelli ederse korkudan herkesin dudağı
patlar” buyurmuşlar “
Vecih ( Vech ) = Yüz, görünen yüz
Mükevvenat = Bütün yaratılmışlar
Muhit = Etrafını kuşatan, ihata eden
Hüve = ( Arapça’da ) ‘ O ‘ manasına işaret zamiri
Zarf = Kab, mektup konulan kılıf,
Mazruf = Zarf içine konan / konması istenen şeyler
Tebdil-i Kıyafet = Kıyafeti değiştirmek
386. ( Hoca Efendi Hazretlerinin hijyen ve kılık kıyafete
olan titizliği hakkında Hamdi Beyin hâtıraları-özetle)
Hamdi Bey 2 ay önce diktirdiği resmi elbisesi ile Hoca
Efendi Hazretlerini Çengelköydeki yazlık köşkde
ziyâret eder. Biraz sohbetten sonra Hazret “Hamdi
Bey, senin bu elbisen ağarmış, sen Ankara’ya
dönünce yeni bir elbise diktir” buyurur. Hamdi
Bey eve dönünce hakikaten yakasının altının
ağardığını görür. Ertesi gün huzûra ancak 10-15
defa kullanılmış bir sivil elbise giyerek gider. Hoca
Efendi Hazretleri’nin ilk sözü “Hamdi sana bir de
sivil elbise lazım. Ankara’ya gidince bir de sivil
114
elbise diktir” olur. Hamdi Bey Ankara’ya döner
dönmez en iyi kumaşlardan bir sivil, bir de askeri
elbise diktirir.
Yine birgün Çengelköy’e acele gittiği için sakal tıraşı
olamayan Hamdi Bey’e, Hoca efendi Hazretleri
“Ne o Hamdi Bey, sakal tıraşı olmamışsın. Bizim
yolumuz kalenderlik yolu değildir. Bir daha seni
böyle sakallı görmek istemiyorum” buyurmuşlar.
387. “Söz sıfat-ı Resüllullâh olan ümmî’lik bahsinden
açılmışken şu hâtıralarımı da kaydedeyim. Hoca
Efendi Hazretleri söylerlerdi ki, Ahmed Amîş Efendi
Hazretleri (gençliğinde medresede zamanının en
yüksek ilm-i zâhiri’sini tahsil ettiklerinden) “Ben
bildiklerimi unutuncaya kadar ne çektim”
derlermiş. Yine hoca Efendimiz Hazretleri; “Benim
en son kurtulduğum kayıt, hoca’lık kaydıdır”
buyururlardı.”
Ümmî = Mektep ve medresede okumamış kimse, okuyup
yazma bilmeyen kimse ( câhil ise, okuma yazması olsa bile bir
şey bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen kimsedir )
İlm-i Zâhiri = Maddi aleme ait ilimler
388. “Hoca Efendi Hazretlerinin huzurda yazdırdıkları
uzun nazmın ilk dört mısraı :
Unutup bildiğini ârif isen nâdân ol
Bezm-i vahdet’te ne ilim ne âlim isterler
Dergâh-ı pir’e varıp dirliğini arz etme
Anda hergiz ne sipâhi ne zâim isterler
Nâdân = Câhil, haddini bilmez
Bezm = Sohbet meclisi, muhabbet yeri
Bezm-i vahdet = Vahdet meclisi
Dirlik = (burada ) Geçim için sahip olunan varlıklar
Hergiz = Aslâ, kat’iyyen, hiç bir suretle
Sipâhi = Zeamet sahibi, kendilerine verilen araziden öşür (yani
yetişen mahsullerden onda birini ) alan ve Sipâhi denen,Osmanlı
askerleri
Zâim = Zeamet sahibi
115
389. Nûr-u Nübüvvet’den zamanımıza kadar vârisi-
Muhammed pek çok ehlullâh zuhur etmiştir. Bütün
bu evliyâlar zinciri mertebelerini, şeyhinin önünde
diz çökmek, ona kul olmak ve şeyhinin hâliyle
hallenmekle bulduklarını söylemişlerdir. .... Bu iş
kitap okumakla olmaz. Bilakis zahir ilimleri bazan
insanın sırtına yük ve ayağına bağ olabilir. Hatta
‘her şeyi ben biliyorum kaydından kurtulmak da
pek zor olabilir. ... Ehlullâh, ‘” ben ne öğrendi isem
şeyhimden öğrendim, her türlü hâli ve makâmı
Efendimden devr aldım “ demişlerdir. Bunun da
sermayesi Hulûsu kalb, teslimiyet ve mutlak itaattir.
Bu o kadar mühimdir ki onun için Ahmed Amîş
Efendi Hazretleri (Nevres Beyefendi’den rivâyetle ):
“Askerler söz dinlemeye ve mutlak itaata
alışkındırlar. Onun için askerler kolay derviş
olurlar ve çabuk terakki ederler” buyurmuşlardır.
390. Hoca Efendi Hazretleri bir arefe günü ben
kuluna “Oğlum sen hakiki bayram nedir, bilir
misin?” diye sorup, “Hakiki bayram mürid’in
mürşid’i ile bir olmasıdır” demişler ve “Haydi
bayramın mübârek olsun” diyerek ellerini uzatıp
öptürmüşlerdi. Elhamdülillâh”
391. (Ali Âli Bey’in zevcesi Hulkiye Hanım’ın
rivâyetiyle) Hoca Efendi Hazretleri vefatlarından
kısa bir süre önce, Çengeköyde aynı köşkte ikãmet
ederken, Ali Âli Bey’e “Seni sıddıkiyet makâmına
irsâl ediyorum” dedikten sonra Mustafa Bey
Hazretlerini göstererek “Aliyyül Murtezâ da
budur” buyurdular.
Sıddııkiyet = Son derece dürüst ve doğru olma makamı, Hz.
Ebubekir’in makamı
İrsal etmek = Göndermek, yollamak
116
392. Hoca Efendi Hazretlerine muhalefet eden ve
aleyhinde tezvirat yapan kimseler Hamdi Bey’i çok
üzdüğü günlerde Hazret şöyle buyurmuştur :
“Oğlum sen üzülme, yüksek dağların başı
dumanlı olur”; bir seferinde de : “Oğlum, büyük
dağların başından hiç bir zaman duman eksik
olmaz” buyurmuşlardır.
Tezvirat = Yalan dolan ve iftira etmek
393. “Bir gün Hoca Efendi Hazretleri ile Veliyiddin
Efendi Kütüphanesinde yalnızdık. Sohbet arasında
buyurdular ki: “Oğlum, nefsi öldürmek o kadar
zordur ki, ben nefsimi öldürdüm diyen evliyânın
köşeyi dönerken nefsi karşısına çıkar.”
Büyüklerimden işittiğime göre, sıfâtiyyun
mertebesindeki bir evliyâullah bile şeytanın ve
nefsinin şerrinden kendini kurtaramaz. Kurtulabilmek
için Zâtiyyun mertebesinde makâm-ı müntehî ehli
olmak gerekirmiş.”.
(Not : Tevhid’in üç mertebesi vardır.1) Tevhid-i
Ef’ãl : Hakk salike fiilleriyle tecelli eder, bütün fiilleri
Allah’dan görür. 2) Tevhid-i sıfât : Hakk sâlike
sıfatları ile tecelli eder, sadece Allh’ın sıfatlarını
görür. 3) Tevhid-i Zât : Hakk sâlike zât’ı ile tecelli
edince, mevcûd olarak sadece Allah’ı görür. ‘ Lâ
mevcûde İllâllah’ (Allah’dan gayrı hiç bir şey yoktur)
der .Bu, Zatiyyun makamıdır ki makamların en
sonu, en yücesidir. – MFG )
Sıfâtiyyun mertebesi = Tevhid-i sıfât ehlinin mertebesi
Zâtiyyun Mertebesi = Tevhid-i zât ehlinin mertebesi
Makâm-ı müntehî = Erişilebilecek en son makâm
117
394. “Hoca efendi Hazretleri buyurdular ki, Bir gün Abdülaziz Mecdi Beye rastladım. Bana dedi ki: “Mânâda Ahmed Amîş Efendi Hazretlerini gördüm. Bana: ‘Vekilim, mahbûbum, nedîmim Mehmed Efendidir’ buyurdular. Siz Mehmet Efendi Hazretlerini görüyorsunuz. Lütfen kendilerine bu rüyâmı söyleyiniz. O benim metbû’um (yani tâbi olduğum zât), ben onun matlûb’u (yani taleb ettiği) olayım” dediler. Ben de, Türbe’de Mehmet Efendi Hazretlerinin huzûruna vardığım zaman hâdiseyi anlattığımda, Mübârek ağlayarak “Hoca, hoca, ben bu rüyâyı görseydim başımı gider onun ayakları altına koyardım. Verilen geri alınmaz, amma, Mecdi buraya gelip diz çökmedikten sonrada menzil alamaz “ buyurdular.”
Mehmet Efendi Hazretleri zâhirde ümmî oldukları için ara sıra “Hoca, nedîm ne demek, mahbûb ne demek” diye sorarlar ve ağlarlarmış. Fakat ne yazık ki, gördüğü açık işarete rağmen, derin zâhiri ilmi ayağına bağ olduğu için Abdülaziz Mecdi Bey, ümmî olan Mehmet Efendi hazretlerine gidip teslim olmamıştır. Verilen geri alınmaz, fakat olduğu yerde kalmıştır.”
395. “ Rüyaların zahiri, batıni ve bir de tahtında müstetir hakiki manaları vardır.Bunları ancak ehli bilir. Onun için Resulü Ekrem Efendimiz “Rüyalarınızı ehline tabir ettiriniz” buyurmuşlardır. Bilhassa Efendi’lerin görüldüğü bir rüya başkalarına söylenmeden ilk olarak kendilerine arz edilmelidir. Bunun için Hoca Efendi Hazretleri “İçerisinde benim görüldüğüm rüya bana aittir, bana söyleyiniz“ derlerdi.”
396. “Hoca Efendi Hazretleri eskiden Ramazân-ı şerifde Ayasofya’da vaaz ederlermiş.Benim
yetişdiğim devirde Cuma günleri Cuma namazından
sonra Sultan Ahmet Camii’nde, Pazar günleri öğle
namazını müteakip de Nûr-u Osmaniye Camii’nde
vaaz’u nasihatla herkesi irşâd ederlerdi. Son
zamanlarında yalnız Nûr-u Osmaniyede vaazlarına
devam ediyorlardı. Son bir kaç sene, vaazlarında üst
üste hep Bakara Sûresinin baş tarafındaki, felâha
eren mü’minlerin hallerinden bahseden âyetleri
(Elif, lâm, mim, zalikel kitâb lâ reybe fiyh,
ellezine yü’minûne bilgayb,ve yukiymünessalât
ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn) çeşitli mâna ve
misallerle tefsir ve izah ederlerdi. Bu âyetı kerimenin
sonunda 3 defa “ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn,
ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn, ve mimmâ
razaknâhüm yünfikûn” diye her seferinde üç defa
tekrar ederlerdi.Bu üç defa tekrar edişte her halde
pek büyük hikmetler olsa gerektir.... (ve mimmâ
razaknâhüm yünfikûn) (= Onlar...kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler) âyet-i
kerimesini çok uzun olarak müteaddit vaazlarında
izah ve tefsir ettiler. Âyet-i kerime’de geçen ‘yünfikûn’,
‘infâk’ın çoğuludur ki, infak’ın lügat manası da malın
elden çıkarılması, harc ve sarfı demektir. ...... Hoca
Efendi Hazretleri bu âyet-i kerime’yi izah ve tefsir
ederlerken, verilen rızıklardan başkalarına infâk’da
en yakınlarından başlamayı, bilhassa ana, baba,
hısım, akraba, komşu ve derece derece diğerlerine
de infâk etmeyi izâh ettiler ve bilhassa ana baba
hakkı üzerinde ısrarla durdular “
119
“Ana baba deyince aklıma şu hâtıra geldi Hoca
Efendi Hazretleri ben kullarına möüteaddit defalar
“Senin anan da, baban da benim “ diye buyurdular.
Yine ben kullarına yazdıkları bir mektupda aynen:
“Vâlidene hürmet ve muhabbeti de daima
titreyerek gözet. Cennet ve Dünya uğurları
onların rızâsındadır. Benim de rızâmı unutma,
manevi ebeveyn dahi maddî’den mukaddem
olabilir” yazmışlardır.”
İnfâk = Nafaka vermek, beslemek, geçindirmek, harcamak
Mukaddem = daha önce olan
397. “Bir gün Hoca Efendi Hazretleri ile Boğazda
vapurla tenezzühe çıkmıştık. Vapur Beşiktaşa
yanaştığında bazı yolcular çıktılar. Biz üst güverteden
çıkanları seyrederken Hoca Efendi Hazretleri:
Oğlum, maneviyat yolu da böyle iskele iskeledir.
Sırası gelen o iskelede çıkarılır. O zanneder ki
burası son iskeledir. Halbuki ilerde daha çok
iskele vardır.” Buyurdular.
398. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri: “Kapıdan
kovulup bacadan giren bizdendir” buyururmuş.
399. Hoca Efendi hazretleri şöyle buyurmuşlar.
“Allah muhammed’de Ekber’dir”
400. “Nevres Bey Rahmetullah’ dan dinledim ki:
“Makam-ı müntehi ehli evliyaullah her şeye
muktedirdir, fakat her şeyden müstağnidir “
Muktedir = Bir işe gücü yeten
Müstağni = Kimseden bir menfaat beklemeyen
401. “Hoca Efendi Hazretleri ve İmam Ziya Beyden
dinledim: Kuşadalı Aziz zamanında tekke sebepsiz
120
yere yanınca, ihvan aralarında para toplayıp tekkeyi
yeniden inşa etmek isteyince Kuşadalı İbrahim
Efendi Hazretleri . “ Bu tekke bi-sebebin yandı.
Bunda bir hikmet olsa gerek. Tekkeler Allah’ın
saltanatının remzi idi. Orada istidadı olanlar
seçilir ve yetiştirilirdi. Bundan sonra nerede
ihvan, nerede mekan, orada irşad “ buyurmuşlar.”
Bi-sebebin = Sebepsiz yere
Remz = İşaret, işaretle anlatmak
402. (Nevres Bey Rahmetullah Hakkında Hamdi
Beyefendi şunları anlatıyor): ”1946 Senesinde vefat
eden Nevres Bey’le hal-i hazır ihvan içinde benden
başka hiç kimsenin yakın teması yoktur. benim ise
1932 yılından itibaren Nevres Beyle baba – evlat
gibi yakın münasebetim vardır.. ..... Resul-u Ekrem
sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz müteaddit
defalar zuhur edip kendisine “Oğlum Nevres” diye
hitab etmişlerdir. ..... .Ahmed Amiş Efendi Hazretleri
Nevres Beye “Nevres, seni ONBAŞI yaptım” diye
velâyet tevcih buyurmuşlardır.Bu sebepten Soy Adı
Kanunu çıkınca Nevres Bey de soy adını ‘Onbaşı’
olarak almış ve ‘mütekaid Binbaşı Hasan Nevres
Onbaşı’ olmuştur. Bir gün Hoca Efendi Hazretlerinin
huzurlarında Nevres Bey’den bahsediliyorken
“ Efendim Onbaşı ne manaya gelir ?” diye
sorduğumda, Hoca Efendi Hazretleri “Oğlum,
40’lar, 10’lar diye evliyâlar meclisi vardır. İşte
Nevres Bey onların başıdır” diye velâyetini tevsik
etmişti. Nevres Bey Rahmetullah’dan müteaddit
defalar dinledim. Nevres Bey hatim sürerken bir gün
‘Kıyamet’ Suresini okuyunca, orada zikredilen azab
ayetlerinden teessüre kapılarak günlerce ağlamış..
Bir gece mânâda Resûlü Ekrem Efendimiz zuhûr
ederek “Oğlum, üzülme, o sûre avam için nâzil
olmuştur.” buyurmuşlar.
121
Tevcih etmek = (Burada ) Rütbe vermek
Tevsik etmek = Belgelendirmek
Nâzil olmak = inmek
403. (Hamdi Beyefendinin, Hoca Efendi Hazretlerinin
çok sevdiği ve ‘Hanım Efendi’ diye hitâb ettiği Nüzhet
Hanım Efendi ile ilgili bazı hâtıraları) Hoca Efendi
Hazretleri bir gün bana “Nüzhet Hanımefendiyi
ziyâret ediyor mu sunuz, Sözlerini hap yapıp
yutuyor musunuz?” diye îkazda bulunmuşlardı. Bir
defa da: “Nüzhet Hanım Efendi mürşid değildir,
amma irşâd edebilir” buyurmuşlardı.
Bir gün Hoca Efendi Hazretleri: “Kadından mürşid
olmaz. Yer yüzüne dört büyük kadın gelmiştir.
Bunlar da geliş sıralarına göre: Hazreti Âsiye,
Hazreti Meryem, Hazreti Hatîce ve Hazreti
Fâtıma’dır. Kadınlar en fazla bu dört kadından
birinin makâmına kadar yükselebilirler”
buyurdu.”.
Hoca Efendi Hazretleri bir gün yüksek ateşle
hastalanıp bir kaç gün medresedeki odasında
kendinden geçmiş bir halde yattığı zaman Nüzhet
Hanımefendi merak edip gelmiş ve Hoca Efendi
Hazretlerini alıp eve götürerek iyileşene kadar
bakımını yapmış.Nekahat devresini geçirene kadar
da bırakmamış. Hoca Efendi Hazretleri bunları
ağlayarak anlatmış ve “Oğlum ben bu Nüzhet
Hanımı nasıl unuturum” buyurmuş. Hamdi
Beyefendi, Hoca Efendi Hazretlerinin başka hiç
bir ihvanı arkasından ağladığını görmediğini ifade
ediyor.
Nüzhet Hanımefendi’nin irtihal-i dar-ı beka
eylediği hastalığında da Hamdi Beyefendi Nüzhet
122
Hanımefendiye gece gündüz ihtimamla hizmet
etmişler.
Nüzhet Hanımefendi Mehmed Efendi Hazretlerine
de büyük hizmetler yapmıştır. Mehmed Efendi
Hazretleri de hastaladığında Nüzhet Hanımefendi
“Efendim ben size bakarım” demiş, Efendi Hazretleri
de kabul edince Göztepedeki köşkte bakım ve
hizmetini yapmışlar. Kendi evlerine dönen Hazret
bir süre sonra yine rahatsızlanınca tekrar Nüzhet
Hanımefendinin evine dönmüş ve orada teşrif-i darü-
bekâ eylemişler.
Bu son hastalıkda Mehmed Efendi Hazretleri kendi
evinden Nüzhet Hanımın köşküne nakledilirken,
Hoca Efendi Hazretleri arabadan sırtlarına almış
ve yataklarına kadar taşıımışlar. İşte o zaman
ne oldu ise olmuş ve Mehmed Efendi Hazretleri
Hoca Efendi Hazretlerinin gözlerinin içine bakınca
Hoca Efendi Hazretleri kendilerinden geçip oraya
yığılmışlar. Kendilerine gelince, Mehmed Efendi
Hazretleri “Hoca olan oldu. Kalk iki rek’at şükür
namazı kıl” buyurmuşlar. Hoca Efendi Hazretleri
bu vakıayı anlatırken “İşte ben o zaman emâneti
Mehmed Efendi Hazretlerinden devr aldım”
buyururlarmış.
Abdullah Kucur Beyefendi’den naklen Ahmed
Tâhir Memiş Efendi hazretlerinin bazı kelâm-ı
Âlî’leri :
404. “Mürşid-i kâmil’i bulmak müşkildir. Bulduktan
sonra onu bilmek daha güçtür. Onun gibi olmak,
onun hakikatine ermek ise en güçtür”
123
405. “Şeriat-i garrâ-i Ahmediyye’nin müzdâdını
her an müyesser eyle Allah’ım”
Şeriat-i garrâ-i Ahmediyye = Kudsi nurların parladığı
Muhammedî şeriat.
Müzdâd = Çoğaltılmış, ziyâdeleştirilmiş
406. “Yarım hoca dinden, yarım hekim candan,
yarım şeyh de imândan eder”
407. “Hakk’ı yerinde kullanmamak israftır”
408. “Her maraza Cenâb-ı Hakk bir devâ
halketmiştir”
409. “Hakk’ı yıkmağa sa’y edenlerin hepsi
fir’avundur. Kim olursa olsun”
Sa’y etmek = Çalışmak, gayret etmek
410. “Nefis nâr’dan halkolunmuştur, imân
nur’dan. Cinsi cinsine çeker; nefis Cehenneme,
imân Cennete. Nefs’e muhalefet ede ede nihâyet
nefis sana mutâvaat ve hizmet eder, Cenneti
kazanır. Nefis öldürülürse Hakk bulunur. Cihâd-ı
ekber budur. Hind fakirlerinin yaptığı muamele
gibi değildir. Mağaralara falan çekilme yok.
Nefsi, yıllarca aç durmak öldürmez. Nefsin
yola gelmesi ancak peygamberlerin, evliyânın
sayesinde mümkün olur. Onun ilacını onlar
bilir. Onu akîm bırakırlar. Nefis akim bırakılınca
perde kalkar. Dünyâdan giderken amelini elbise
yaparlar, onun içine koyarlar. Hangi ameli fazla
ise kefeni ondan dikerler, onunla gider. Ondan
yapılan kafese o ruhu koyarlar. Asıl kabir budur.
Muhabbet-i Resûlüllâh hangi kalpte bulunursa,
o yanmaz “
124
Nâr = Ateş Mutâvaat etmek = İtaat etmek
Cihâd-ı Ekber = En büyük cihâd ( savaş )
Akîm bırakmak = Sonuçsuz hale getirmek
411. Yerine kâim olan Mustafa Özeren Hazretleri,
Ahmed Tâhir Hazretlerini . “Temkîn’in kemâlinde
idi, hilmiyyet-i Muhammediyye sâhibi idi” diye
tavsif ederlerdi.
Kâim olmak = Yerine geçmek,
Temkîn = Ölçülü olmak, izzet, iktidar, kudret
Kemal = Olgunluk, kâmillik Hilm = Vakar, Huy güzelliği,
Tavsif etmek = Anlatmak, vasıflarını söylemek
Mustafa Bey Hazretleri’nden bizzat duyduğum
Kelâm-ı Âlî’ler’den bazıları:
412. (Mustafa Özeren Hazretleri) “Anadolunun
Evtâd-ı Erbaa’sı şunlardır: Hacı Bektâş-ı Velî
Hazretleri , Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri,
Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri, Şeyh Şâbân-ı Velî
Hazretleri. Okurken bu sıra üzere okuyun.”
Evtâd-ı Erbaa = Dört direk : Bir yöreyi dört yönden koruyan en
büyük dört velî
413. (Mustafa Özeren Hazretleri): “İmtihanımda
Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri de vardı.”
414. (Mustafa Özeren Hazretleri) Altının kalpı
olduğu gibi evliyânın da kalpı vardır. Bazısı
benliğe kapılır. Verilen geri alınmaz. Ancak
böylesi kendini kurtarır, başkasını kurtaramaz.”
415. (Mustafa Özeren Hazretleri) “Büyükler herşeyi
rümûzla söylemişler.”
Rümûz = Remizler, manası gizli olan işaretler
125
416. Muharrem’lerde Mustafa Bey Hazretleri “Gene
gönlüme gam çöktü” buyururdu.
(Bu esnada mübârek gözleri dolu dolu olurdu.)
417. “Oku yaydan çıkarmamak lâzım. Bir seyi ya
sormadan yapmalı, ya da sorarsan söyleneni
yapmalı.”
418. “Mustafa Bey Hazretleri “Efendim Hazretleri,
“Bize kapalı kapı olmaz” buyururdu.
(Bunu, ziyâretlerinde kapalı olan Eyüp Sultan
Hazretlerinin türbesinin kapısını nasıl açtırdığını
anlatırlarken nakil buyurmuştu - MFG)
419. (Mustafa Bey Hazretleri’nden naklen):
“Bir gün Naim Bey rahmetli (Baban Zâde Naim
Bey: ‘Zamanın sahibini buldum, gel seni oraya
götüreyim’ dedi. Bir teneke yağ hazırlattım.
Ceketimin iç cebinde de 130 lira param vardı.
Naim Beyle Unkapanında eski ahşap bir eve
gittik. Kapıyı çalınca içerden cılız bir ses:
“Hanım, kaç gündür evde yağ yok diye eziyet
ediyordun. Kapıyı aç, yağ geldi” diye bağırdı.
Kapı açıldı. Yağ tenekesini verdim. Hanımı bizi
Sait Efendinin yanına çıkardı. Sait Efendi bizi
çok iyi karşıladı. Ufak tefek yaşlı ve a’mâ bir
zât. Elini öptük. Minderinin altına da otuz lira
koydum. Sait Efendi parmağını ceket cebimin
üstünden geri kalan paramın üzerine koydu. “Ya
bu?” dedi. Bunun üzerine paramın geri kalan
yüz lirasını da kendisine verdim. O gün çok
güzel vakit geçirdik. Bize Esmâ ta’lim etti. Yine
gelin dedi. Ertesi gün yine gittik. Hayli güzel
sohbetten sonra o tarihde en önemli pozisyonda
bulunan bir zat için, ‘ kendisi sağ olduğu sürece
126
hiç bir ferd veya devletin karşı duramayacağını ‘
söyledi. Bunun üzerine itirazla Resûlün nizâmını
bozduğunu söyledim. ‘Tecellî iktizâsı’ dedi.
‘Efendim, Tecellî değişemez mi?’ dedim. (Bu
esnada Mustafa Bey Hazretleri sağ elinin işaret
ve orta parmaklarını önce bitişik olarak yukarıya
kaldırıp, sonra bunları ‘V’ harfi şeklinde birbirinden
açmış, böylece bir velinin tecelliyi değiştirebilmek
için Hakka yürümeyi tercih edebileceğini göstermek
istemişti - M.F.G.)
Bunun üzerine A’mâ Sait Efendi çok hiddetlendi.
“Huzûrumda bî-edebâne kelâm ettiniz. İkinizi
de kovuyorum. Bir daha gelmeyin” dedi. Sonra
bana: “Seni de, azlediyorum” dedi. İkimiz
süklüm püklüm çıktık. Yol boyunca Naim Bey
bana: ‘Yaptığını beğendin mi?’ diye sitem etti.
Oradan Nûr-u Osmaniye Câmiine geldik. Câmiin
avlusunda, her zaman sadaka verdiğim bir
meczûb vardı. Onu gördük. Ben yine bir miktar
para vermek istedim. Fakat, “Biz ma’zulden para
almayız” diye sadakamı reddetti. Nitekim iki üç
gün sonra Vekâletten bir telgraf geldi, ‘Görülen
lüzûm üzerine‘ memuriyetten alındığımı tebliğ
ettiler.“
A’ma = İki gözü de görmiyen kör
Esmâ = Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimleri
Tâlim etmek = Öğretmek, alıştırmak
Tecellî = İlâhi kudretin ortaya çıkması
İktizâsı = Gereği icab
Bi-edebâne = Edebe aykırı şekilde
Meczûb = İlâhi aşkla aklını kaybetmiş kişi
Ma’zûl = Azledilmiş, işinden çıkarılmış
Vekâlet = Bakanlık
420. “Bir sabah Efendimin huzuruna girdiğimde:
‘Mustafa ne haberler var?’ diye sordular. O
127
sabahki gazeteler Yunanlıların Bursayı işgal
ettiğini yazıyordu. Arz ettim. ‘Gelen kitãbî, biz
değiliz ‘ buyurdular. Gazeteyi kendilerine verdim.
Gazetedeki resimde bir Yunan zãbiti Orhan
Gazi’nin sandukasının üzerine oturmuş, elindeki
kamçı ile sandukaya vuruyordu. Bunu görünce
mübârek gözleri doldu. Hiddetle: ‘Bu kâfirler
Anadolu’dan çıkacak! çıkacak! çıkacak! Onlar
nasıl kaçtıklarını; kovalayan nasıl kovaladığını
bilemiyecek ‘ buyurdular. Her bir ‘çıkacak’ lâfı
bir seneye tekãbül etti. Üç yıl sonra Yunanlıları
Anadoludan kovaladık. Onlar nasıl kaçtıklarını,
bizimkiler nasıl kovaladıklarını bilemediler ”
Kitabî = Mukaddes Kitaplardan birine tabi olan
Zãbit = Subay
Tekãbül etmek = Bir şeyin karşılığı olmak (‘a’ uzun fakat
inceltmeden okunur )
421. (Mustafa Bey Hazretlerinden)“ Bir Süreyya
Bey vardı. Efendim Hazretleri: ‘İlmimi
Süreyya’ya verdim’ buyururdu. Bir gün
Beyazıt’da rastlamıştık. Beyaz sakallı güzel
bir yüzü vardı. Efendimin elini öptü, “Efendim
her zaman kalbimdesin’ dedi. Efendim de :‘Ah
Süreyya, kalbindeyim ama bilsen orada nasıl
kalabiliyorum’ buyurdu. Bir sabah Efendim:
‘Süreyya her sabah benden süt istemiye (*)
gelirdi. Bu sabah gelmedi. Bakın, acaba başına
bir şey mi geldi?’ buyurdular. Gittik tahkik ettik
ki, vefât etmiş. Kabrine Makâm-ı Süreyya derler.”
Tahkik etmek = Doğruluğunu araştırmak
(*) ( Efendim, bunun ‘ilim istemek ‘ manasına olduğunu tavzih
buyurmuştu. MFG )
128
422.- Bir gün Süreyya Bey ile Mehmed Efendimiz
huzurda bulunurlarken, Mehmed Efendi Hazretleri
Hazret-i Aziz’in sohbetinde cezbelenmişler.
Süreyya Bey bir iki defa Efendi Hazretlerinin
yüzüne muterizâne bakmış. Hazreti Aziz “Ne bakıp
durursun. Onun velâyetinin nübüvveti zuhûr
edecek, vücûd-u mutlak olacak. Onu kimse
anlamayacak” buyurmuşlar.
Muterız = İtiraz eden, beğnmeyen
423. Makbule Hanımefendi huzuru saadet’de iken,
yine huzurda bulunan Süreyya Bey, “ Ben yağan
kara dur diyorum, duruyor ...şöyle ediyorum, böyle
ediyorum “ diye konuşuyormuş. Efendimiz de “Ben
de kimsesizlere merhamet ederim “ buyurmuşlar.
424. (Mustafa Bey Hazretlerinden) “Bir gün
Efendim: ‘Mustafa, bir araba çağır. Fakir üç
gündür yolumuzu gözler’ buyurdu. Arabaya
bindik. Âdetleri veçhile sağa sola selâm
vererek Eyüb’e vardık. Küçük bir sokağı tarif
ettiler. Ahşap, harap bir evin önünde indik.
İçeri vardık ki, ihtiyar, cılız bir zât bir hasırın
üzerinde yatıyor. Üzeri bit kaynıyor. Efendim
kürkü ile hasırın üzerine oturdu. Tevhid’i tâlim
ettirdi. Sonra adama: ‘Korkma, bu iş bir odadan
ötekine geçmek gibidir’ buyurdular, vedalaştılar.
Arabayla Zeyreğe doğru gelirken içimden alıp
veriyorum. ‘Kürkü bitler sardı, şimdi bunu nasıl
temizleteceğiz’ diye düşünüyorum. Efendim
bana döndüler. ‘Mustafa, oğlum, o adamın
tokluları ondan başkasına gitmez. Gitse de
yaşamaz’ buyurdular. Seneler sonra camide
gençten bir adam gördüm. Hemen gözümün
önüne o sokak ve o ev geldi. Adama sokağı ve
evi tarif ettim. Hakikaten o ev baba evi imiş.”
129
Veçhile = Üzere, gibi
Tevhîd = Birleme, Allahın BİR olduğuna inanıp kabul ve tasdik
etmek
Tâlim ettirmek = Öğretmek, alıştırma yaptırmak*
425. ( Mustafa Özeren Efendim Hazretlerinden )
“Bir gün Efendim (Hoca Efendi Hazretleri)
“Mustafa, Abdülbaki Bey (Abdülbaki Gölpınarlı)
ağır hasta imiş, beraber görmeye gidelim.
Sen bir şişe Taşdelen suyu al götürelim” dedi.
Bir şişe su aldım. Beraberce Maçka semtinde
bir yakınının evinde yatmakta olduğu haneye
geldik. Kapıyı bir hanımefendi açtı, Abdülbaki
Beyi ziyarete geldiğimizi öğrenince, çok hasta
olduğunu, rahatsız edilmemesi gerektiğini
söyleyerek içeri almak istemedi. Bu arada
yattığı yerden bu konuşmaları duyan Abdülbaki
Bey, seslenerek içeri buyur edilmemizi istedi.
Efendim, sağlığına kavuşması için duadan
sonra kendisine aldığımız suyu içmesini tenbih
etti. Kısa süre sonra hasta tamamen iyileşti”
426. (Mustafa Bey Hazretleri bu fakire) “Evlâdım,
Yalova’ya giderken sağına soluna selâm ver”
buyururdu.
Ömer Lutfi Toygar Bey’in ‘Muhabbet Üzerine’
adlı kitabından: Hoca Efendi Hazretlerinin Edip
Can Bey tarafından not edilmiş bazı kelâm-ı
şerifleri:
427. Hoca Efendi Hazretleri Ömer Lutfi Beyin
ilk ziyâretiinde “Din ne yapar?” diye sormuşlar.
“insanı insan yapar efendim“ cevabını alınca şöyle
buyurmuşlar: “Din, irâde-i cüz’iye’yi irâde-i
külliye’ye götürür. İrâde-i külliye’ye ulaştın mı,
buradan Bağdat’a bakarsan görürsün”
130
428. “İnsan bir tramvaya benzer. Tramvay
cereyan kesilince durur. O cereyanın bir merkezi
vardır, kesilen cereyan oraya avdet eder. İnsan
da böyledir. Ondaki ruh tramvaydaki cereyan
gibidir. Ruh çıkar merkezi neresi ise oraya gider
ve insan hareketsiz kalan tramvay gibi işlemez,
durur. İşte bu da ölümdür.”
429. “İnsanlar Allah’a birçok yoldan varırlar.
Hüsn-ü hulk, ibâdet, zikir, iyilik vs. gibi. Fakat en
kısa ve kestirme yol muhabbettir.”
Hüsn-ü hulk = Ahlâk güzelliği
430. “Namazı huzurlu kılabilmek için namaza
başlamadan önce çok çok ‘Lâilâhe illâllah
Muhammedin sallâlah’ demeli ve namaza ondan
sonra durmalı, çünkü ‘lâilahe İllâllah’ kalbin
süpürgesidir, orasını temizler.“
431. “Namaza baş açık durmamak iyidir”
432. “Nefis ölmez, nefiste ilerleme olur”
433. “Herkesin şeytanı başka başkadır. Resulüllâh
‘Benim şeytanım bana iyilikten başka bir şey
söylemiyor’ buyurmuşlar.
434. “Namazlardan sonra ‘ Beden afiyeti, ruh
afiyeti; kalb safâsı, ruh safâsı ihsân eyle Yâ
Rabbi’ diye dua etmeli.”
435. “Fatiha ölülerin gıdasıdır.”
436. “Sağ tarafa ‘lâ ilâhe illâllah’, sola
‘ Muhammedin sallâllah’ diye zikir çekmeli.”
131
437. “Gece yatakta zikir çekerken uyunursa,
sabaha kadar gönül zikir ile geceyi geçirmiş
olur.”
438. “Zikir çok çekmeli, bağıra bağıra gönül
kapısını zorlayıp içeri girmeye çalışmalı. Nasıl ki
bir arkadaşınıza ‘Necmi, Necmi’ diye çağırırsanız
sağır dahi olsa nihayet bir an dönüp ‘Efendim’
diyecektir. İşte gün gelir bu kapıdan da ses gelir.
O sesi işittin mi tamam.”
439. “Hoca Efendi Hazretleri Hazreti Mevlânâ’yı
çok severler. Kendilerine Nûr-u Osmaniye’deki
vaazlarında Mevlânâ’dan çok bahsettikleri için,
arkadaşlar ‘ Siz Mevlevi misiniz ?’ diye sormuşlar.
“Ben Mevlevi değil, Mevlânâvi’yim” demişler.”
440. “İnsân-ı kâmil o adamdır ki, başını göğsü
üzerine eğdiği zaman kendini huzurullâh’da
bulur.”
441. “Şeyh’in ruhu da Allah gibi her yerde hâzır
ve nâzırdır. Mürid her zaman her yerde, sıkışık
anında şeyhine sığınabilir.”
Hâzır = Huzurda olan, göz önünde bulunan, âmâde
Nâzır = Nazar eden, bakan, idâre eden
442. “Şeyh müridini öyle yetiştirmeli ki Allah’la
arasında olan her şey silinip temizlenmeli.
Bir altının üzerindeki toprak ve çamurun
tasfiyesinden sonra saf altını meydana çıkarmak
nasılsa bu da öyledir. İnsanla Allah arasında
‘hırs, hayal, kin, şehvet vs.’ vardır. Şeyh bunların
tasfiyesi ile uğraşır. ”
Tasfiye = Saflaştırmak, temizlemek
132
443. Kendileri her zaman sesli olarak “Lâ ilâhe
illâllâhü hüverrahmânnirrahîm” zikrini tekrarlardı
“
444. “Mü’minlerin sıratı, mizânı bu dünyâdadır.”
Mizân = Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir
adalet ölçüsü , Terazi, tartı,
445. “Mü’minlerin çektiği azâb, hastalık,
günâhlarını azaltır. Ona karşılıktır. Bu adamına
göredir. Bazılarında da mertebe değişir.”
446. “Namazlarda şu iki duayı okumalı: ‘Yâ
Rabbi, hakkımda hayırlı tecelliler ihsân et’
‘Kendi benliğimi ifnâ, kendi varlığını icrâ eyle ‘
İfnâ = Mahvetmek, yok etmek
447. “İnsanda aşk-ı İlâhi okadar fazla olmalı ki,
ateşi yakmalı.”
448. “Allah’ın kanûnu icâbı, bir dalâlet, bir hidâyet
diye zamanlar hüküm sürer. Bu devrin en sonu
dalâlet ile bitecek. Kıyâmet o zaman kopacak...”
449. Aziz ağabey Efendi Hazretlerine sordular:
“Bu zamanda Evliyâullah az mıdır, yoksa çoklar
da kendilerini göstermiyorlar mı ?” Cevaben şöyle
buyurdular: “Evliyâ çoktur, fakat zamanımız
dalalet zamanı ve Allah’ın ‘Celâl’ ismi hüküm
sürüyor, onun için kendilerini göstermiyorlar.
Sanki zenginler fakat paraları ellerinde değil,
ya da güneş var fakat arada bulut var, ziyâsı
mestûr”
Mestûr = Örtülmüş, gizlenmiş
133
450. “İnsan Allah’ın binasıdır. Bir insan öldürmek
kâinatı yıkmaktan fenâdır.”
451. “Bir arkadaş şu hikâyeyi anlattı: “Şeyhin birisi
dervişine sormuş: “Allah sana 100 yıl ömür verse
ne yaparsın?” Derviş “İbâdetle geçiririm” dediğinde,
“Ben olsam 99’unu ihlâs ile, bir yılını da ibâdetle
geçiririm” demiş. Arkadaş bundan bahisle ihlâsın
mânâsını ve bu kadar mühim olup olmadığını
sordu. Efendi Hazretleri: “O kadar mühimdir
evlâdım. İhlâs, insanda Allah’dan gayrı her
şeyin temizlenmesi, yalnız aşk-ı İlâhi’nin
kalmasıdır. Daha doğrusu ‘hâlis’ olmaktır ki, bu
da Evliyâullah’ın son mertebesidir.” buyurdular.
452. “İnsan iki defa doğmadan insan olmaz.
Birincisi anasından doğar. İkincisi de ruhun
doğumudur. İkincisinin ebesi mürşid’lerdir.”
453. “Meleklere verilen ömür defteri uzayabilir.
Lâkin Allah’ın indindeki ecel sabittir.” Türbedar
hazretleri, “Benim ecelim altı sene önce geldi,
sizler için bekliyorum” derdi.
454. “Ehlullâh kâinata hâkim olurmuş, doğru mu?
diye sordular. “O, kâmiller içindir evlâdım, hepsi
için değil. İşte ben onlardan bir tane gördümki,
kâinatla mum gibi oynardı” buyurdular.
455. “İnsan nefse at gibi binerek Allah’a gider.
Onun da yemini fazla kaçırmamak üzere
vermeli.”
456. (Nefis için ) “Yendim zannedersin, bir yerden
karşına pehlivan gibi çıkar. Burada yere atarsın
134
kapının önünde eskisinden daha azılı karşına
çıkar.”
457. “Zikir çeke çeke içerde bir şeyler kaynamaya
başlar, muhabbet doğar, zevk duyulur. İşte o
zevki yakalamak ipin ucudur. İpin ucunu elde
ettikten sonra yavaş yavaş dürmeye başlamalı.”
458. “Zikir çekerken gözleri kapayarak sağa sola
ırgalanmalı. Irgalandıkça yayığın içindeki yağın
toplanması gibi, ruhtaki muhabbet yağları da
bir araya gelerek toplanır. Onun zevkine doyum
olmaz.”
459. “Aziz ağabey, Necip Fazıl’ın ‘Çöle İnen
Nur’ ismi altında Resûlullâh (SAV) Efendimizin
hayatlarını yazdığını söyledi. Hoca Efendi
Hazretleri: “Resûlullâhın hayatını yazabilmek için
onun ahlâkı ile müeddep olmak lazımdır. Allah-ı
Tealâ da bulanıklık ister amma Resulüllah’da
kat’iyyen. Allah’ın sıfatları arasında sarhoşluk,
gaddarlık her şey vardır. Resûlullâhda bulanıklık
olmaz, tam durulmak lâzımdır.” buyurdular.
Müeddep olmak = Edeplendirilmiş olmak
460. “Resûlullâh (sav) Allah’ın harem dairesidir”
461. “Maneviyatta dahî sâlikin Allah’a varması bir
derece kolaydır. Fakat Resûlullâh’a varmak için
aşk ister, ahlâk ister, sa’y (çalışmak) ister.”
462. “ Bir dışardan, bir de içerden adam olunur”
463. “Tarîkat-ı halvetiyye’nin gayesi fâni’liktir
(fenâ), fâniliğin gayesi zâtiyyet’dir. Ricâl-i
Halvetiyye mazhar-ı zât’ dırlar.”
135
464. İmtihanlardan bahsolunuyordu “Bu imtihanlar
kolay evladım. Asıl imtihan Allah imtihanıdır.
Orada da iki büyük imtihan vardır:
-Tevhid -Amel-i sâliha .
Ben bunlardan birincisini çabuk verdim.
İkincisinde hayli uğraştım.”
Amel-i sâliha = Allah rızâsına uyan hayırlı iş
465. “Allah insanın gönlünün derinliklerindedir
ve daima insanla beraberdir. Uykuda da,
uyanıklıkta da. İnsan Allah’ı orada, gönlünün lâyetenâhi’sinde
aramalı.”
Lâ-yetenâhî = Sonsuz, nihayetsiz
466. “Mürşîd odur ki hasta kalpleri tedavi etsin,
ameliyat etsin. Zira her kalp hastadır, tedâviye
muhtaçdır. Tedâvi görmüş bir kalp ile hasta bir
kalbin ‘Lâilâhe İllâllah’ demesi başkadır. Birinde
‘Lâilâhe İllâllah’ yalnız ağzından çıkar. Diğerinde
ağzı da, varlığı da zikir çeker, hatta karşıdaki
eşyalar da aynı kelimeyi söylerler.”
468. “His akla hâkimdir. Hisse hâkim olacak tek
şey de imân’dır.”
469. Bir ağabey kendilerine “Efendim bana manevi
zevk kafidir. Evlenmesem olmaz mı ?”diye sordular.
“Hayır, biri ruh zevki, öbürü kalıp zevkidir. ikisi
de yerine gelecektir.” Buyurdular. Bir gün de:
“Kalıp zevki tamam olmadan kalp zevki tamam
olmaz “ buyurdular.
136
470. “ Ruh zevki başka, beden zevki başkadır.
Beden zevki, ruh zevkine hâildir. İkincisinde
perhiz etmeli. Onda tenzil olunca öbüründe
tezyid olur.”
Hâil = Perde, mânia
Tenzil = Azalma Tezyid = Artma, çoğalma
471. “ İnsanın ruhu Allah’a yakın, bedeni uzaktır.
Asıl mesele ikisini yaklaştırmaktır.”
472. “Gurûb’dan ve güzelliğinden bahsolunuyordu.
“Asıl tulû ve gurûb insandakidir” buyurdular”
Tulû = Gün doğuşu Gurûb = Gün batımı
473. “Düstûrumuz, Gönülde muhabbet, elde iş”
474. “Peygamberimizin (sav) doğumları,
nübüvvete ermeleri, vefatları hep Pazartesi’ne
rastlamıştır. Onun için tarikatımızda Pazartesi,
Perşembe oruç tutmak sünnettir.”
Ahmed Amiş Efendi (ksa) Efendimiz
Hazretlerinden ve diğer Azîzân Efendilerimiz’den
muhtelif konularda sâdır olan kelâm-ı Âli’ler ve
hatıralara devam :
475. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri Bursa’yı teşrif
ettiğinde, tekmil ervâh-ı evliyâ kendilerini ziyârete
gelmişler. En sonra ‘Rûh-ul Beyân ‘ sahibi İsmail
Hakkı Bursevî hazretleri gelmişler.
Ervâh-ı evliyâ = Evliyâların ruhları
476. “ Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri Allah ile
çok uğraştı. Nihayet, ‘...kul küllün min indillâh ...
dedi, işin içinden çıktı “ buyurdular.
137
(Kul küllün min indillâh (Nisa, 78) = De ki: her şey
Allah’dandır)
477. İsmail Hakkı hazretlerinin şeyhi Osman
Atpazari Hazretleri, rihletleri zamanında İsmail
Hakkı Hazretlerini yanlarına çağırarak “Kalbimi
yokladım. Senin kalbin gibi kalbimi dolduran
bulamadım, nefesimi sana veriyorum “ buyurarak
dillerini çıkarmışlar, İsmail Hakkı Hazretleri öptükten
sonra göçmüşler.
478. Abdülmecid-i Sıvâsî Hazretleri buyurdu ki
“Kâdir’i anlamayınca kader anlaşılmaz, kâdir
anlaşılınca da kader mestûr kalır “
Kãdir = ( ‘a’ uzun ) Her şeye kudreti yeten (Allah cc )
Mestûr = Örtülmüş, gizlenmiş.
479. Ömer’ül Halvetî Hazretleri bir gün Ahmed Amîş
Efendiye şöyle der: “ Ahmed, Marko hastalanmış.
Benim adıma git kendisini ziyâret et, şu pusulayı
da ver “. Marko gayr-i Müslim olmasına rağmen
özellikle Müslümanlara hoşça muamele eden bir
doktordur. Ahmed Amîş Efendi ziyâret eder ve
Efendi’nin selâmını söyler, pusulayı da verir. Marko
kemâl-i ta’zim ile aldığı pusulayı öper, başına koyar
ve derhal açar. Pusulada kelime-i şehâdet yazılıdır.
Marko bunu görünce “Biz ona çoktan inandık
ve iman getirdik “ der.Bir hafta sonra da hayata
gözlerini yumar.
Kemâl-i ta’zim ile = Son derece saygı ile
480. ( Abdülaziz Mecdi Bey’in, Ahmed Amîş
Hazretlerinden naklen rivâyeti) Türbedâr Bekir
Efendi Hazretleri ömürlerini kuru ekmekle
138
geçirmişler. Fakat kutbiyyeti ve mânevi dereceleri
itibariyle ne dileseler anında olurmuş. İstediği an
fakiri zengin, zengini fakir yapabilirlermiş. Fakat
kendi durumunu hatırladığı zaman “ Yâ Rabbi, ben
senin üvey kulun muyum ?” diye nâz edermiş.
481. Şemseddin Paşa türbede Kayserili Mehmed
Tevfik Hazretlerini görüp “Efendim, Türbede bir
zât var, kimdir ?” diye sorunca Ahmed Amîş Efendi
Hazretleri “O, benim vekilimdir, bedelimdir.
Bedel, mübeddel-i misl’in aynıdır” buyurmuşlar:
Bedel = Bir şeyin veya bir kimsenin yerine verilen ve yerini tutan
şey veya kişi.
Mübeddel-i misl = Yerine bedel tutulan kişi
482. (Ahmed Erdem Bey’den ) Fikret ve ben, Hoca
Efendimiz (Ahmed Tahir Memiş) Hazretlerinin
huzurunda idik. Fikret’e “Saatin var mı?” diye
sordu. Fikret “ Yok” dedi. Hazret elleri ile Fikret’in
bileğini tutarak “İşte saatin çalışıyor ya”
buyurdular. Fakire de: “Senin saatin de çalışır
çünkü ben kurdum” buyurdular.
483. Kuşadalı Efendimiz Beypazarlı Ali Efendimize
hizmetleri esnâsında, bir gün kahve ocağında yemek
yerken “İbrahim” diye seslenmişler. Lokmalarını
yutmadan hemen koşmuşlar. “İbrahim yemek mi
yiyordun? Tevekkeli değil benim de ağzımdan
iki lokma geçiyordu. İki vücud bir oldu, artık
burada durman olmaz. Şimdi iskeleden binip
gideceksin” buyurmuşlar. O da, Mısır’a giden bir
vapura binip Mısır’a gitmişler. Sonra Beypazarî
Hazretlerinin teşrîf-i Bekâ buyurdukları gün
İstanbul’a gelerek namazlarına yetişmişler.
139
484. (Hoca Efendi’miz Hazretlerinin rivâyetiyle)
Meşrutiyetin ilânında bir takım kendini bilmezler
Mehmed Efendimiz Hazretlerini rencîde
ettiklerinden, huzûra geldiklerinde Aziz Sultan
“Cenâb-ı Hakk yerden taşları alır, gökten
yağdırır. Nitekim ümem-i sâlife’de olmuştur. Ne
yapalım. Allah ‘.. Fe-câsû hilâle’d-diyâr ve kâne
va’den mef’ûlâ’ (İsrâ, 5: ‘Onlar evlerin arasında
dolaşarak sizi aradılar. Bu yerine getirilmiş bir vaad
idi.) buyurur. Memleketine git, gel deyinceye
kadar otur” buyururlar. Mehmed Efendi Hazretleri
de köylerine giderler. Üç sene kadar kalırlar. Bir
gün o civardaki bir tepede bulunurken Aziz’imiz
zuhûr ile “Gel” diye işaret buyururlar. Mehmed
Efendi Hazretleri “Ben İstanbula gidiyorum” diye
vedâ ederken efrâd-ı aileleri gitmemeleri için ısrar
ederlerse de, dinlemezler. İstanbula gelirler. Huzûra
girdiklerinde Hazret-i Azîz “Daha vakit de vardı.
Seni benim misafir etmem gerekirse de evin
müsaadesi olmadığından seni Hasan’a misafir
edeyim” buyurur ve “Orada nasıl geçindin?”
diye sorarlar. “Efendim evvelâ bilezik, küpe gibi
zinetleri, sonra halıları, ondan sonra bakırları
sattık” deyince, “Desene Allah’ın keyfini getirdin”
buyururlar.
Ümem-i sâlife = Geçmişteki ümmetler
485. (Nevres Bey rivayetiyle) “Bir gün Ömer’ül
Halveti Hazretleri abdest alacaklardı. Su dökmek
üzere ibriği almaya koştum. Benden evvel Bulgar
Ayvaz ibriği kaptı. Ben almak istedim. Hazret
“Bırak” buyurdular ve aynı zamanda Ayvaz’a
bir nazar buyurdular. Gece oldu, benim odamın
kapısı çalındı. Baktım bir Bulgar “Büyücü
müsünüz bizim Ayvaz deli oldu” dedi. Gittim
baktım. “ Allah Allah “ diye zikrediyordu.”
140
486. (Ahmed Erdem Bey rivâyetiyle) Kuşadalı
Efendimiz Hazretlerini ihvândan bir paşa davet
eder. Namaz zamanı ev sahibi seccâdeyi serer.
Kuşadalı Efendimiz Kıble’ye tam müteveccih olmak
üzere seccadeyi biraz çevirmesini emir buyurur. O
zat “Efendim Kıble bu tarafadır” der, seccâdeyi yine
aynı tarafa serer. Hazret tekrar emir buyururlar fakat
o zat yine ısrar edince, bütün oradakilerin keşifleri
açılır. Kâbe-i Muazzama’yı görürler ve Kıble’nin
Hazret-i Aziz’in tayin buyurdukları yön hizasında
olduğunu müşahade ederler. Kuşadalı Hazretleri:
“Kâbe sizi ziyârete geldi. Hepinize Hac farz
oldu.” ve Paşa’ya hitaben “Bunların parasını sen
çekerek hepsini Hac’ca sen götürüp getirirsin”
buyurmuşlar.
487. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri “Bu yolun
sermâyesi kuru muhabbettir. Muhabbetin yaş’ı
da olur mu? Olur ya; Tarîkat şeyhlerini görmüyor
musun ?” buyurmuşlar.
488. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri “En lezzetli
üç şey vardır: Tilâvet-ül Kur’an, musâhabet-ül
ihvân, mülâkatür rahmân” buyurmuşlar.
Tilâvet-ül Kur’an = Kur’an’ı güzel sesle / usulüne uygun okuma
Musâhabet-ül ihvân = İhvânla sohbet
Mülâkat-ür Rahmân = Rahmân’la buluşma
489. “Sohbet için üç şart vardır: Zaman, mekân,
ihvân”
490. “Ene a’refüküm Billâhi ve ahvefüküm
min’hü.”
(Allah’ı en çok ben bilirim, en çok da ben korkarım )
491. (Ahmed Amiş Efendi Hazretleri, Abdülazîz
141
Mecdî Tolun Bey’e şöyle buyurmuşlar ):
‘Zât, lâ-taayyünât’a girmedikçe olmaz ‘ “
Taayyün = meydana çıkma, aşikâr olma, somut (müşâhhas )
hâle gelme ( çoğulu Taayyünât:)
(NOT: Lâ-taayün Âlemi = ( Lâhût Âlemi / Gayb-ı
Mutlak / Gayb’lerin gayb’ı / Mutlak Âmâ / Sırf Zât ) “
Yukarda zikredilen isimler tek bir mertebenin adıdır. Hak
Teâlâ bu makamda tam bir izzet ve her şeye karşı istiğnâ
( hiç bir şeye muhtac olmama ) ile anılır .... Bu makamda
Zat-ı İlâhi her şeyden tenzih edilir. Çünkü henüz esmâ
ve sıfat dairesine tenezzül etmemiştir . “Muhakkak ki
Allah âlemlerden ganidir” âyet-i kerimesi ve “Allah-ü
Teâlâ öyle bir halde idi ki O’nunla beraber olan şey
yoktu” ve “ Gizli bir hazine idim...” hadisleri .... bu âlemi
anlatır.”) (Özün Özü – Lübb’ül Lübb, Muhiddîn-i Arabî Hz.;
çeviren: İ. Hakkı Bursevî Hz., sadeleştiren: A. Akçiçek;
Rahmet yayınları, İst.1968 den iktibâs edilmiştir. – MFG )
492. “Tevhid lâstik gibidir. Uzatırsan Kâinatı içine
alır. Daraltırsan bir çok şeyi almaz.”
493. “ Şerîatı tut, hakîkatı yut, selâmet ondadır.”
484.“ İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn (Yalnız
Sana ibâdet / kulluk ederiz, yalnız Sen’den yardım isteriz)
irâde-i cüz’iyyeyi silmiş süpürmüştür.”
495. Mecdi Bey, komşusu olan Beyoğlu müftüsü
Recep Arusan ile Ahmed Amîş Efendi hazretlerini
ziyârete giderler. Hazretin ‘Allâhü Ekber’ hakkında
sorduğu soruyu Recep Bey doğru cevaplayınca
ona ve Mecdi Beye birer tutam enfiye verir. Enfiyeyi
çeken Mecdi Bey cezbelenip Hazrete sarılır ve
kendinden geçer. Efendi Hazretleri, Recep Beyin
“hangi tarikdensiniz ?” sorusunu şöyle cevaplar:
“Halvetî tarikindenim, sulûkümü Ömer-ül
142
Halvetî’den gördüm. Daha ilerisini sorar isen,
Şâbânî tarikine ve Şâbân-ı Velî’ye müntesibim”
buyurur. Recep Bey “Sizin için Arab Hoca ile
görüşmüştür ve Melâmi’dir diyorlar” sözüne cevaben:
“Melâmet adında bir tarîkat yoktur. Bununla
beraber, umumiyet ile tarikatta ‘Melâmet’ büyük
bir makamdır. Tarîkat-ı Seyyid’e bak. Arab Hoca
dediğiniz Seyyid Muhammed Nûr’ül Arab ise
çok büyük bir zât idi, ben onunla görüştüm. O
benim sohbet şeyhimdir” buyururlar.
496. “Yetmişbin kelime-i tevhîd, îmansız gitmiş
adamın îmânını kurtarır”
497. “Çan sesini işittiğiniz zaman, ‘Rabbenâ lâ
tüzi’ kulübenâ bâ’de iz hedeytena veheb lenâ
min ledünke rahme, inneke entelvehhab ‘( Âl-i
İmrân, 8: ‘Rabbimiz, bizi hidâyete erdirdikten sonra
kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet
bağışla. Şüphesiz bağışı en çok olan Sen’sin Sen‘)
deyiniz”
498. “Bir veli Îsâ aleyhisselâm kademine varınca
kendisine mâide-i Îsâ iner. Bana da (filan mahalde)
indi. Lâkin inen mâide’yi sana söylemem, yalnız
çift olsun” buyurmuşlar.
Kadem = Ayak, adım
Mâide = Yemek sofrası
Mâide-i Îsâ = Hazret-i Îsâ (as) ve havârilerine gökten indirilen
sofra.
Havâri = Hazret-i Îsâ’nın oniki yardımcısından her biri
499. (Hoca Efendimiz rivâyetiyle) “Ehlullah
yanında kerâmâtın celî ve azîmi tâ’atle telezzüz
eylemektir. Halvet ve Kesret ve dahî her nefeste
hâzır olup Allah’ı zikreylemek kerâmâttandır. Ve
dahî vâridât olup inşirãh hâsıl oldukça vakar ve
143
sekînesi ziyâde olup edeb ve hayâ üzerine olmak
kerâmâttandır. Ve cemi’i ahvâlde Allah Teâlâ’dan
râzı olmak kerâmâttandır. Yoksa mücerred
hırkada zuhûr eylemek kerâmet değildir, zira
tasaavvuf ehli mahcûbdur.”
Kerâmât = Kerâmetler
Celî = Âşikâr, meydanda
Azîm = Büyük, yüce
Tâ’at = İbãdet etmek
Telezzüz eylemek = Zevk ve tat almak
Halvet = Yalnızlık, tek başına kalmak
Kesret = Çokluk, sıklık, bolluk
Vâridât = Hatıra gelen, içe doğan, kâr / gelirler
İnşirãh = Ferahlanmak
Vakar = Ağırbaşlılık, heybetli oluş
Sekîne = Nefis’deki telaşın kesilmesi, kalb huzûru
Cemi’ = Bütün , hep
Mücerred = Yalnızca, tek başına
Hırka = Tarikata intisab edenlere giydirilen bez yelek
Zuhûr eylemek = Ansızın görünmek,
Mahcûb = Perdelenmiş, üstü örtülmüş, utangaç
500. “Bu neş’e-i Muhammediye bir zamanlar
Arabistan’da çalkandı, nihâyet meczûb’luğa
müncer oldu. İran’a intikãl etti, orada da ilhâd’a
müncer oldu. Türkistan’a intikãl etti, orada da
taarruzlara müncer oldu. Yine Arabistan’a intikãl
edecektir.”
Meczûb = Cezbeye tutulmuş, Aşk-ı İlâhi ile kendinden geçmiş
Müncer olmak = sonuçlanmak, neticelenmek
İlhâd = Dinden çıkmak, dinden dönmek
İntikãl = Bir yerden bir yere geçmek, göçmek
501. “ Velînin namazında Hak ile arasındaki hâil kalkar. Hak ile karşı karşıya şühûda gelir. Bu
şühûd da mutlaka namazda olur.”
144
Hâil = Mânia, iki şey arasını ayıran perde
Şühûd = Görmek, müşâhede etmek, şâhid olmak
502. “‘Küllü musallin imamün velev kane münferiden’ (Hadîs-i Şerîf: Her namaz kılan tek başına bile olsa imamdır) İmam metbû demektir, cemaat da kendi vücûdudur”
Metbû = Kendine uyulan
504. “Hakîki kurban, nefsini Hak için ifnâ etmek,
kurban etmektir.”
İfnâ = Mahvetmek, yok etmek
505. “Kapalı kutuya mal konmaz, domuza inci
takılmaz”
506. “İmân ile İslâm, ihlâs ve ikrârdan ibârettir.”
507. “İhlâsınızda, ikrârınızda sabit olun.”
İhlâs = Samîmi riyâsız, yalnız Allah rızâsı için ibadet
İkrâr = Açıktan kabul ve tasdik etmek
508. (Mustafa Bey Hazretleri bu fakire şöyle buyurdu)
“İbâda hizmet ibâdet gibidir. Hastalarına ihlâsla
hizmet edersen ibâdet etmiş gibi olursun..”
509. “Alan da sen olacaksın, satan da sen
olacaksın.”
510. “ İnsanı yanıltan nefsidir.”
511. “İnsan gurura kibire kapılmamalı.”
145
512. “Hakîkatı söylemek kãbil değildir. Eğri
olduktan, yâ’ni hakikat olmadıktan sonra
istediğini söyle.”
513. “Ne kadar terakkî edersen et, üstünde yine
fahâmet vardır.”
Fahâmet = Ululuk, itibâr, değer, kıymet
514. “Kul, kul olmayınca, âdem, âdem olmaz.”
515. “Sözün gelini, nikâh edebildiğindir.”
516. “Girdiğin kapıyı, geldiğin yolu sakın
unutma.”
517. “Elin işde, gözün oynaşta olsun.”
518. “Siz çalışırsanız ben size gelirim.
Çalışmazsanız yorulur bana gelirsiniz.”
519. “Zurnacı nasıl çalarsa ona ayağını uydur.”
520.“Âdeti bozmayın, âlemi günahkâr etmeyin.”
521. “Her alınan kitabın üç defa okunmak hakkı
vardır.”
522. “Ayının otuziki türküsü varmış, onun da
hepsi ahlat üzerine imiş. Tâlib de böyle olmalı.”
Ahlat = Yabâni armut
523. “Nezâfet-i şer’iyenin dışındaki nezâfetten
Allah’a sığınırım.”
146
Nezâfet-i şer’iyye = Şeriatın emrettiği Temizlik, paklık
524. “Muhabbetin galeyânı hâlinde hüküm
sâlikindir.”
Galeyan = Coşup taşmak
Sâlik = Bir tarikatın yolında giden
525. (Kâzım Bey’den): Ahmed Amîş Efendi
hazretleri sordu: “Dersine çalışıyor musun?”
“Evet Efendim çalışıyorum” Halbuki mektep
derslerine çalışıp çalışmadığımı sormak istiyormuş.
“Evvelâ mektep dersi, ikinci derecede rûhî feyz-i
irfân” buyurdular.
Feyz-i irfan = İlâhi hakikatleri anlama bereketi
526: “Şeyhim beni demirci dükkânına götürdü.
Kızgın demiri örsün üzerine koyduktan sonra beş
altı çekicin aynı noktaya düştüğünü gösterek,”
İşte Ahmed, sülûk böyle olacak” buyurdular.
Sülûk (seyr-i sülûk) = Bir yola (tarikata) girme, manevi
mertebelerde terakki etmek
527. “ Bütün tecelliyâta rıza göstermeli.”
528. “Her hâl’ü kârda Allahın tecellisine rızâ
göstermeli.”
Her hâl’ü kârda = Hangi durum ve şart altında olursa olsun
529. “Şikâyet yok. Aman deme yok.”
530. “Derdim bana derman imiş.”
531. “Bak, sana kısaca söyleyeyim: ‘Allahü
147
halifün biibâdihi yerzüku men yeşâ’. Ama rızık,
yalnız yemek değildir. Söylemek, dinlemek,
görmek, oturmak, yatmak vs.
hepsi rızıktır .”
Halif = Yemin ederek sözleşenlerden her birisi
Biibâdihi = İbâdına, kullarına
Yerzüku men yeşâ’ = dilediğini ırzak eder, rızıklandırır
532. “En alâ rızık, rızk-ı mânevîdir .”
533. “ İnsanın rızkı da eceli gibi takdîr olunmuştur.
Eceli insanı nasıl gelir bulursa, rızkı da öyle gelir,
bulur.“
534. “Rızkın onda dokuzu ticârettir.“
535. “Ortaklık kaderin teşrîkidir. Kaderinizi
başkaları ile teşrîk etmeyiniz.“
Teşrîk etmek = Ortak etmek, iştirâk ettirmek
536. “Kazancın helâlinde hesap, harâmında ikab
vardır.”
İkab = Şiddetli azâb, cezâ, eziyet ( ’a’ kısa )
537. “Parayı kazanırken dikkat etmeli. O nasıl
olsa gideceği yeri bulur.“
538. “Parayı kazanın. Sevgisi gönlünüze
girmesin.”
539. “Satarken alıcı gibi olmaya bakmalı.”
540. “Para kazanma sevdâsı adamı perişân eder,
şöhret de.”
541. “Tâcir merzûk, muhtekir merdûddur.”
148
Merzûk = Rızıklanmış, ihtiyâçları verilmiş
Muhtekir = İhtikâr yapan, vurguncu, kıymetlensin diye malı
toplayıp satmayan saklayan
Merdûd = Reddolunmuş, kovulmuş, kabul edilmemiş
542. “Yüz kuruş kazanılırsa on kuruşunu
tasadduk etmeli.”
Tasadduk etmek = Sadaka vermek, ihtiyâcı olana Allah rızâsı
için bir şey vermek
543. “‘ El-fakru fahrî ’ hadîs-i şerîfi ulemâ-yı zâhirin
manâlandırdığı gibi değildir. Erkân-ı İslâm’ın
ikisi varlıkla, zenginlikle kãim (*). Fakriyyet:
ef’alinde, sıfatında, zâtında kendini Hakk’a tefviz
etmektir.“
(“ El-fakru fahrî ve bihî eftahırü” = Fakirlik benim
övüncümdür. Ben onunla iftihâr ederim )
Ulemây-ı zâhir = Kur’ân-ı Kerîm’in zâhir manası ve hükümleri
ile uğraşan âlimler
Erkân-ı İslâm = İslam’ın esasları, temelleri,
Fakriyyet = Fakirlik Ef’al = fiiller
Tefviz = İşini Allah’a (cc) havale etmek
(*) ( Zenginlikle kãim olan iki rükün : Zekât, hac )
544. “Fakriyyet, Fakriyyet-i Muhammediyye’de
fâni olmaktır.”
545. “Güneş yevm-i kıyâmette cehenneme
gidecek, çünki güneşe tapanlar Allah’sız
kalmasın.”
Yevm-i kıyâmet = Kıyâmet günü
546. “Cehennemde bazısı beşbin, bazısı altıbin
sene durur.”
149
547. (Nevres Bey’den rivayet) “Cennet’lik
misin, cehennemlik misin bilmek ister misin?
Bulunduğun hale bak. Bulunduğun hal
Cennetlik ise Cennetliksin, Cehennemlik ise
cehennemliksin”
548. “Allah senin için ahırette odun kömür
yakmaz.”
549. “ İnsan ayak altındaki seccade gibi mütevâzı
olmalı.”
550. “İnsan kalp kırmamalı, kimsenin gönlünü
incitmemeli.”
551. “İnsan binâullâhı yıkmamalı.”
(Mustafa Özeren Efendim Hazretleri şöyle anlatmıştı:
Velâyet mertebesinde bir zât, fırın önünde kalabalık
kuyrukta beklerken bir münakaşa sonucu kendisine tokat
atan kişiye nazar eder. O kişi bir ‘ah’ diyerek olduğu yerde
can verir. Bunun üzerine o velî zâtın mânevî mertebelerde
ilerlemesi durur. Efendim şöyle buyururdu: “Verilen geri
alınmaz ama daha ileriye de yol alınmaz”)
Binâullâh = Allah’ın binâsı. (Efendim burada İnsan vücudunu
kastediyordu)
552. “Âhiret dünyada başlar. Dünyası iyi
olmayanın âhireti de iyi olmaz.”
553. “Herkes iyi yaptığını zanneder.”
554. “İnsanlar zâhirde muhtar, hakikatde
mecburdur.”
Zâhir = Dış görünüş
Muhtar = İstediğini yapmakta serbest olan
150
555. “Her türlü vazife Tanrıdan bir atâdır.
Bundan kaçınmak ayniyle hatâdır.”
Atâ = Bahşiş, lütuf, ihsan
556. “Ammenin hukukundan sakınmalı. Şahsa ait
olsa helâlleşilir. Vakıf veya ammeye ait hakları
kiminle helâlleşeceksiniz? Ona çok dikkat
etmeli”
Amme = Herkese ait, genel olan, kamu
557. “Vakfın çivisini çakan ihyâ, çivisini söken
imhâ olur.”
558. “Vakfa, ya ihânetten, ya da cehâletten
kötülük edilir.”
559. “Vakıf mala ihânet eden cehennem azâbından
kurtulamaz .”
560. “Vakıfa (vakıf mala) kat’iyyen ihânet
etmemeli.”
561. “Kat’iyyen beyt-ül mal’a tecâvüz etmemeli.”
562. “Her mazhar kârını icrâ eder.”
Mazhar = Bir şeyin göründüğü / ortaya çıktığı yer. Cenâb-ı
Hakkın isim veya sıfatlarından bir veya birkaçının etkilerinin
kendini gösterdiği kişi
Kâr = (Burada): Kişinin mazhar olduğu isim ve sıfata göre
yapması gereken iş / fiil
563. “Efendim ‘Gönlüme girsin de nasıl girerse
girsin’ buyururdu”
564. “Mirasta kaybeden kazanır.”
565. “Efendim ‘Hediyeleşin’ buyururdu.”
566. “İşini bilen değil, eşini bulan bu dünyada
rahat eder.”
567. “Allah gelin kaynana arasında sevgi
yaratmamıştır. Zorlamamalı”
568. Üç beldenin (*) halkından hayır gelmez.
İçlerinde az da olsa iyisi vardır, amma, nâdir
ma’dum gibidir.”
Nâdir = Çok az bulunan.
Ma’dum = Mevcut olmayan
(*) ( Adalılar, Yanya’lılar, Selânik’liler )
569. “Bakkal yahut diğer birine borcunuz olursa,
aylığınızı alır almaz borcunuzu ödeyiniz. Çünkü
bu para ile bir iki el devreder ve kâr eder. Eğer
parayı vermezseniz haramdır”
570. (Mehmet Tevfik Efendi Hazretlerinden naklen):
Bir gece Asım Beye gidiyordum, yatsı’ya
yakındı. Hazret-i Azîz’e Hâfız Paşa Caddesinde,
Kumrular Mescidi’ne yakın bir yerde rast
152
geldim. Asım Beye gideceğimi söyledim. Selâm
söyle buyurdular. Sonra anladım ki, Efendim
Hazretleri Karagümrük’den geliyorlarmış. O gün
buyurdular ki: “Evkaf’dan maaşım geldi. geç
vakit eve geldim, kapıyı çaldım, ‘beni yemeğe
beklemeyin’ dedim. Karagümrüğe gittim, bizim
bakkalın evini buldum ve borcumu verdim. Ben
bu parayı ödemezsem bana haramdır dedim.”
“Bakkal kilisede vaaz eden papaza. ‘Papaz
Efendi seninkiler lafta kalıyor, Müslümanlar
yapıyor. Parayı evime kadar getirdi’ demiş.”
571. ( Hamdi Hızalan Beyefendi’den rivâyetle:)
Bir Ramazan günü Nevres Bey Ahmed Amîş Efendi
Hazretlerini iftara dâvet etmek ister. Şu cevabı alır: "
Sen her sene Ramazan alışverişini mahallendeki
Rum bakkal'dan yapardın. Bu sene ucuz olsun
diye Balık Pazarı'ndaki toptancı bakkallardan
alış veriş yaptın . Rum bakkalın iki eli böğründe
kaldı. Eğer o Rum bakkaldan şu kadar kuruşluk
alış veriş edersen dâvetine icâbet ederim."
572. “ Alış veriş ederken ilk önce parayı veriniz.”
573. “Adab-ı Muhammediyye’dendir. Bir yere
girdiğinizde namaz kılınıyorsa cemaatle namazı
kılmış da olsanız oradakilerle beraber namaz
kılınız “
574. Birgün huzurlarından çıkarken mumu eliyle
söndüren Nevres Bey’e “Öyle yapma, ‘HU’ diye
söndür “ buyurmuşlar.
575. Kâzım Bey şöyle anlatıyor: ”(Hazret-i Aziz’in) Su
içme tarzı da başka türlü idi. Bardağı iki avucu içine
153
alır ve evire çevire ısıtır sonra üç yudumda bitirirdi.
Sonunda “Yâ Rabbi sana çok şükür “ derdi.
576. “Yemeği ağzımıza koyarken ‘sabret seni
makâm-ı insâna getireceğim’ deyiniz”
577. Yediğim yemek Allah’ı zikretsin. Ben de
telezzüz ederek şükredeyim “
Telezzüz etmek = lezzetini tadmak
578. “Her ne yerseniz ‘sadaka ‘ diyerek yeyiniz”
579. “Mürşid buna ‘sigara iç’ der, o bırakamaz.
Birine ‘içme’ der o da içemez.” buyurdular
580. “Onlar muhavvil-ül ahvâldırlar. Harâmı
helâle tahvil ile içerler.”
Muhavvil = Bir şeyi başka hale değiştiren
Ahval = Haller, durumlar
Muhavvil-ül ahval ( Muhavvil-ül-Havli ve’l Ahval ) = Halleri ve
kuvveti değiştiren, başka şekle sokan Cenab-ı Hakk ( CC )
Tahvil = Bir şeyi başka bir şeye değiştirme / dönüştürme
581. “Kadınlar, Ilâç, sağlık vermek üzere taraf-ı
Risâletten me’mûrlardır .”
Taraf-ı Risâletten = Peygamberimiz (sav ) Hazretleri tarafından
Me’mur = Bir şeyi yapmak için görevlendirilmiş kimse
582. “Kadınlara dikkat ediyor musun ? Onların
içinde erkekleri vardır. Onlara iyi dikkat et.”
583. “İnsanın, dışarının sıkıntısını unutturacak
içeride hanımı olmalı.”
584. “Analar Allahın ‘Rahîm’ sıfatına, babalar da
‘Rezzak’ sıfatına mazhardırlar.“
154
Rahîm = Rahmet / merhamet edici, muhafaza eden
Rezzak = Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları
karşılayan
585. “Ricâl, önünde kantarı bulunan demek
değildir, onlar ‘Ricâlün la tülhihum ticâretin
velâ bey’in an zikrillãhi ve ikaãmissalati ve lã
iytãizzekãti ...’ (Nur, 37 : Onlar, ne ticaret ne de
alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz
kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı
insanlardır..) ayeti ile tarif olunanlardır. Erkekten
olduğu gibi kadından da olur.”
Ricâl = Erkekler Kantar = Argoda tenâsül uzvu
586. (Nevres Bey rivâyetiyle) “Lüzûm hâsıl olup da
hareminizle (eşinizle) ayrılırsanız, diğer bir ere
varıncaya kadar ; ere vardıktan sonra sizdeki
rahatı bulamazsa onun kadar ( sizinle evli olduğu
zamanki kadar) rahat ettirecek derecede yardım
etmeye mecbursunuz.
587. “Şifâ, ilâçta meknûz olan kudret-i İlâhiyyedir.”
Meknuz = Gömülü define, örtülü, gizli olan
588. “Şifâyı ilâçtan değil, anda mütecellî olan
Hak’dan beklemeli.” (Onda Allahın kudreti tecellî
ve tezâhür eder )
Mütecellî = Tecellî eden, ortaya çıkan, görünen
589. “Her nebatın (bitkinin) bir derde devâsı vardır,
bilen bilir.“
590. “Şifâ lutf-i İlâhîdir. Bir tabîb-i hâzıka
görünmeli; ama rahatlıkla Hakk’a inkiyâd
etmeli.”
155
Tabîb-i hâzık = İşinin ehli / uzman doktor
İnkiyâd = Boyun eğmek, teslim olmak
591. “Hastayı sık ziyaret ediniz. Yanında çok
durmayınız. Kendisine hissettirmeden okuyup
alnını okşayarak çıkınız.”
592. “Hastanın yanında en hafif lisanla bile
konuşmayınız. Çünkü işitir.“
593. “Hastalandığınız zaman, ağır gelmiyecek,
yapabileceğiniz bir nezir ( adak ) yapınız.”
594. “Hastayım. Resulullâh sallallâhü aleyhi
vesellem Efendimiz yanımda oturuyorlardı. Ben
‘Aman Yâ Resulullâh, aman Ya Resulullâh ‘
diyordum. Yanıma gelenler beni sayıklıyor zan
ediyorlardı “
595. “Hasta idim. Doktorlar geldiler, muyene
ettiler. Yavaş sesle ‘Beş dakika kadar yaşar
yaşamaz dediler. (Hastanın yanında en hafif
lisanla bile konuşmayınız. Çünkü işitir) Bunu
işitince kendi kendime ‘ Tu... sana çatal bıçak
Ahmed, herkes senin öleceğini biliyor da senin
haberin yok ‘ dedim. O anda Resulullâh sallallâhi
aleyhi vesellem Efendimiz ‘ Sen daha huzurda
bulunacaksın ‘ buyurdu. Ben kalktım, oturdum
ve ‘Bana pirzola getiriniz ‘ dedim. Doktorlar da
kaçtılar”
596. ( Hafız Bekir Efendi rivâyetiyle ) “Bir gün Doktor
Talat Bey’le birlikte rahatsızlıklarını müteessifane
haber aldığımız Hazret-i Aziz’in devlethanelerine
gittik.Kapıyı Cici açtı. İsimlerimizi söyledik, arz
156
ettiler. ‘Gelsinler‘ buyurmuşlar. Huzûra girdik.
Kendilerini kesb-i afiyet etmiş bularak mesrûr olduk.
Derecesi 43’e çıkmış, (Dr) Nafiz Paşa’yı getirmişler.
“ Muayene ederek ‘Allah sizlere ömür versin,
hasta artık gitmek üzeredir ‘ dedi. Kendisini
kovdum. ‘Evdekilere böyle söylenir mi ‘ dedim.
Derken Hazret-i Resûl Efendimiz (sav), Hazret-i
Ömer (ra) ve Hazret-i Osman (ra) ile birlikte zuhûr
ederek şuraya oturdular. “Size bir kadın lahana
turşusu suyu getirecektir red etmeyin için “
buyurdular. Hakikaten ertesi sabah bir hanım
kapıyı çalarak ‘Efendi Hazretlerine ilâç getirdim,
lahana suyu getirdim’ dedi. Evdekilerin almak
istemediklerini işittim. ‘Getir, getir’ dedim, içtim.
43 Derece hararet hemen 37 dereceye indi.”
buyurdular. Sonra da doktora (Talat Bey’e) tevcih-i
hitab ederek “Doktor, sakın şeyhime iyi geldi diye
her hastaya lahana turşusu suyu tavsiye etme “
buyurdular
Müteessifane = Üzüntü ( esef ) duyarak
Kesb-i afiyet etmiş = Sağlığına kavuşmuş
Mesrur = Sevinçli, sürurlu
Tevcih-i hitab = Konuşmayı o yöne döndürmek
597. Bir gün Makbule Hanım kerimesi Nusret Hanımla
huzura girer. Hazret-i Aziz rahatsızlarmış. Doktorlar
zat-ü-ri’e demişler. Hanımlar müteessir olmuşlar.
Büyük hanıma hitaben: “Korkma, merak etme,
hastalık bu vücudda hükmünü icrâ edemez. Size
merhameten duruyorum” buyururlar.
zat-ür-ri’e = Pnömoni, akciğer iltihabı (enfeksiyonu )
598. “Açlıktan ölme tehlikesi olursa, köpek etini
yiyip kurtulmak varsa köpek etini yiyecek,
yemez ölürse mes’uldür. Domuz eti olursa
157
yemez ölürse mes’ul değildir, yer kurtulursa
yine mes’ul değildir, çünkü nass-ı kati’ vardır.
Nass-ı Kati’ = Kat’i, kesin, tevile imkan olmayan, manası açık ve
Kur’an ayetlerinden delil gösterilen söz.
599. “Yerde gökte büyük değişiklikler olacak”
600. “Semâvatta büyük değişiklikler olacak. Bir
yıldız peydah olacak.”
Semâvat = Semâlar, gökler
601. “ Paris şehri semâvî bir hâdise ile mahvolacak.
( Kuzey Avrupa’yı da harap edecek ). İslâm
âlimleri Paris şehrinin yerini arayacaklar.”
Semâvî = Gökyüzü ile alâkalı
602. “Üçüncü Dünya Harbi çıkacak. Efendim
Hazretleri buyururdu ki: ‘ Rusya mahvolacak,
küçük bir devlet haline gelecek. Anadolu
ahalisine dua ettim, bu bãdirede onlara ziyan
gelmeyecek.‘ “
(Bu esnada mübarek avucunu sıkar gibi yaparak,
“Rusyayı küçülttüm, küçülttüm ” buyurmuşlar -
MFG )
Bâdire = Felâket, musîbet
603. “İngiltere ve Yunanistan mahva mahkûmdur.
İngilizler o zaman Türk donanmasına bakıp gıpta
edecekler, hayıflanacaklar.”
604. “Ona memnunum ki sizi çok iyi günler bekliyor.
Efendim (Ahmed Amiş Efendi Hazretleri): 60 –
70 sene büyük iyilik olacak Memleket selâmla
idare edilecek. Ben görmem ama sen görürsün’
158
buyururlardı. Efendim de (Hoca Efendi Hazretleri)
orada idi ama kemâlâtından ötürü ona değil
bana söylerlerdi.”
Kemâlât = Fazîletler, mükemmellikler
605. “Efendim Hazretleri: ‘Gelen defterle gelir,
İnce elenip sık dokunmaz Ortalık 60-70 sene
selâmla idare edilir. Ben görmem ama sen
görürsün Mustafa ‘ buyururdu.”
606. “Anadolu ahâlisi esmâya, Rumeli ahâlisi
ef’ale mazhardır.”
Esmâ = Cenâb-ı Hakk’ın isimleri
Ef’al = Cenâb-ı Hakk’ın Fiilleri
607.- “Anadolu toprağı evliya tarlasıdır.”
608. “Verâset-i Muhammedî, Araplardan
Acemlere, Acemlerden de Türklere geçmiştir”
buyuruldu.
609. “Benî Kureyşden birisi (bir defasında: Evlâd-ı
Resûlden birisi) zulüm ve îtisafa mâruz kalınca
Kayı Aşireti’ne ilticâ etti. Mürûr-i eyyam ve
zaman ile onlara baş oldu. Fakat kendileri de
bilmez.”
Îtisaf = Haksızlık ve zulüm
İlticâ = Sığınmak
Mürûr-i eyyâm ve zaman = günlerin ve devirlerin geçmesi
610. “Fatih ile Yavuz Selim han, İmâmeyn
silkindendir.”
İmâmeyn ( İki İmam )= Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin
radiyallâhü anh Efendilerimiz. ( Bazen İmâm-ı Âzam ve
159
İmâm-ı Şâfii; ve bazan, İmâm-ı Ebu Yusuf ve İmâm-ı Muhammed
için de bu tâbir kullanılmıştır - MFG )
Silk = Tutulan yol, tarik, meslek
611. (Hoca Efendi Hazretleri rivâyetiyle, Ahmed Amiş
Efendi hazretleri, Fatih için) “Kırk sene huzuru
ruhu ile güleştim (güreştim). En nihayet bana
muti oldu (itaat etti)” buyurdular.
612. “Türk devleti (bir defasında da: Türk Milleti) ilâ
yevmi’l - kıyâme bâki kalır, payidâr olur. Fakat
şekl-i idaresi şekilden şekile tahavvül eder.”
İlâ yevmi’l-kıyâme = Kıyâmet gününe kadar
Bâkî kalmak = Ebedi kalmak
Pâyidâr = devamlı, sağlam
Şekl-i idaresi = İdare şekli
Tahavvül = Değişme
613. “Dâhilde muhtâr, hâriçde müttehid, hükûmãt-i
müttehide-i İslâmiye tahakkuk edecektir.”
Dâhilde = İçeride, içişlerinde
Muhtâr = özgür, istediğini yapmakta serbest olan
Hâriçte = Dışarıda, dış münasebetlerde
Müttehid = İttihad içinde, bağlaşmış, birleşmiş
Hükûmãt = Hükümetler
614. “Hilâfet, ya sahîhun neseb-i bi’l istihkãk, ya
bîat-ı âmme ve tâmme, ya da kahr’ı galebe ile
istihlâf olunur. Yavuz Selim Han’da bu üçü de
tahakkuk etmiştir.”
Sahîhun neseb-i bi’l istihkãk = Doğru ( hakîki ) nesebe (soya )
göre kazanmak suretiyle
Bîat-ı âmme ve tâmme = Kamunun tamamının bağlılık ve
îtimâdını bildirmesi ile
Kahr-ı galebe = Zor kullanarak üstün gelmek suretiyle
İstihlâf = Birinin yerine geçmek, halef olmak
160
615. “ Harbi temennî etmeyin. Siz harbin fecâatini
bilmezsiniz. Ben yaralıları sırtımda taşıdım. Onun
için durup dururken harb temenni etmeyin.”
616. Zâbit muharebeye gönüllü değil, emirle
gider.”
Zâbit = Subay
617. “Harbe gidiyorum denmez. Harb bir emr-i
azîmdir. Bilâ taleb tâyin edilirse ‘tâyin edildim’
denir.”
Emr-i azîm = Büyük bir olay / iş / şey
Bilâ taleb = Taleb edilmeden, kendisi istemeden
618. “Şam, Bağdat, Mısır; birisi su’dan, birisi
saika’dan, biri de hareket-i arz’dan harab
olacaktır. Türk kavmi ebâbil kuşu ile helâk
olacak. Türk tenassur edecek.”
Saika = Yıldırım
Hareket-i arz = Deprem, zelzele
Ebabil kuşu =(Fil suresi, ayet 4-5 ) Mekke’yi yıkmak isteyen
Habeşli Hristiyan Ebrehe, fillerle hücum edince üzerlerine
pişirilip sertleştirilmiş balçık taşları atan Ebabil (sürüler halinde
kuşlar ) onları çiğnenmiş ekin haline getirdi, mahvetti )
Tenassur etmek =Hristiyan dinine girmek
619. “ Allah’ın yarattığı hiç bir şeyi hor görmemeli.
Bastığın taşa bile taştır diyerek , hakir görerek
basmamalı. (Ahmed Amiş Efendi Hazretlerinin
yanında yürümekte olan Nevres Bey, yoldaki bir
taşı, başkaları takılıp düşmesinler diye ayağı ile
yolun kenarına ittirmiş. Bunun üzerine Efendi
Hazretleri: “Nevres, taş taşlığını bilmiş, yere
yatmış, kaldıracaksan elinle kaldır, kenara koy”
buyurmuşlar. )
161
620. “Üzkürullaha inde külli hacerin ve şecerin”
(Her taşın ve ağacın altında Allah’ı (CC) zikredin.)
(Hadis-i Şerif )
621 .“Taşda hayat-ı İlahi olmasaydı, Hazreti
Musa’nın esvâbını alıp kaçar mıydı ?”
622. “Güvercinler ile örümcekler Allah’ın rahmet
askerleridir. Bir çok enbiyâya hizmet etmişlerdir.
623. “Bir hayvan keserken, elinize bıçağı aldığınız
zaman ‘ Dur hayvan, şimdi seni makam-ı insan’a
getireceğim ‘ deyiniz, bıçağı vurunuz”
624. Merâtib-i hayvaniyyede insana en yakın olan
beygirdir.
Merâtib= Mertebeler, dereceler, kademeler, basamaklar
625. Mehmed Efendimiz buyurdular ki, köpekleri
topladıkları zaman Hazret-i Azizimize arz ettim.
“Allah yerden taşları alır, insanların üzerine
yağdırır. Allah insanlara gelecek belâyı bunlara
yükletti, sus” buyurdular.
162
KAYNAKLAR
Altuntaş, İsmail Hakkı - Mürşid-i Kâmil Ahmed
Amîş Efendi –Seçil ofset, İstanbul, 2011
Azamat, Nihat – Ahmed Amîş Efendi ( R.H )-
(Makale)- Sahâbe’den Günümüze Allah Dostları
–Şûle Yayınları, İstanbul, 1996, Cilt 9,sf. 337-341
Barkçin, Savaş Ş. –Ahmed Avni Konuk - Klasik
yayınları, İstanbul, 2011
Erdem, Ahmed – Fatih Sertürbedârı Ahmed Amiş
Efendinin Kelâmı Âlilerinden Zaptedilen Bazıları
– Ankara, ISBN 975-7852-85-6. (Tarihsiz )
Hızalan, Dr. M. Hamdi – Ahmed Tâhir Memiş [ Hoca
Efendi ] Hazretleri ve Mustafa Özeren Hazretleri
ile ilgili Hâtıralarını muhtevî yayınlanmamış
kitap.
Küçük, Hafız Hasan – (Risâle) Tarîkat-ı
Halvetiyye-i Şâ’baniyye’de Silsile ve Evrâd –
Seçil Ofset, İstanbul, 2011
Kucur, Abdullah – Hoca Ahmed Tâhir Memiş
Efendi (R.H)- (Makale)- Sahâbe’den Günümüze
Allah Dostları –Şûle Yayınları, İstanbul, 1996,
Cilt 10, sf. 44-54
Memişoğlu, Erdem- Fatih Sertürbedarı Ahmed
Amîş Efendi (k.s) Hazretlerinden ve Abdülaziz
Mecdi Tolun Beyden Seçme Hatıralar ve
Rivâyetler- İmaj Yayınevi, Ankara, 2004
163
Özdamar, Mustafa – Ahmed Amîş Efendi – Kırk
Kandil Yayınları, İstanbul, 1997
Öztürk, Yaşar Nuri – Büyük Türk Mutasavvıfı
Muhammed Tevfik Bosnevî - Fatih Yayınevi,
İstanbul, 1981
Toygar, Ömer Lutfi – Muhabbet Üzerine – Seçil
Ofset, İstanbul, 2009