Ahmed Amiş Efendi ve Ahmed Tahir Efendi Kelamları

17 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

http://schemas.google.com/blogger/2008/kind#post

SERTÜRBEDÂR AHMED AMÎŞ EFENDİ (ksa)HAZRETLERİ’NİN KELÂM-I ÂLİLERİ

1. “Allah’dan gayri bir şey yoktur. Allah’ın aynı da yoktur.”

2. “Allahın takdîr etmediği vukûa gelmez. Takdîr ettiğinden korkmak da küfürdür .”

3. “Allah tecellisini tekrar etmez.”

4 . “Esmâ-ı İlâhiye, Zât-ı İlâhiye’nin libâsıdır. Her an bir libâs ile zuhur eder. Onun hükmü bitince

diğer bir isimle telebbüs eder.”

5. ”Allah bu dünyâda esmâ ile tecelli buyurur. Hangi esmâ ile zuhûr ederse, diğerleri ona tâ’bî

olur.” 

6. “İnsanların çoğu mâbûd-u mevhûma tapar. Esmâ ile müsemmâ ele gelmez. Önce müsemmâyı tanımalı.“

7, “Mütecellî vâhid, meclâ müteaddittir .”

8. “UIûhiyet ile ubûdiyet sırlarına âşinâ olana abdullah denir.”

9. “Nefhâ-i sırr-ı Hudâ’dan haberdâr olana ‘ârif’denir.”

10. “ ‘Kelâm-ı nefsî’ her lisandan sâdır olur. fakat lisân-ı Arab’a bürünmüştür”

11. “Allah’ın akve’l kuvâ, â’ciz’ül â’ciz olduğunu anlayınca ‘hah ‘ dedim.”

12. “Allah’ın öyle nedimleri vardır ki, Muhammed’den (sav) dahî gizlidir.”

13 “İnnemâ yahşellâhe min ibâdihil ulemâ. (Fatır-28) Bütün kullar Allah-ı Teâlâ’dan, O da âlim

kullarından haşyet eder. Haşyet ederse titrer mi? Yok. Pâdişahın vezirini sayması gibi sayar.”

14. “Bütün ârifler Allah’da fenâ bulur. Allah’da kâmil’de fenâ bulur.”

15. “Cenâb-ı Hakk şerr-i cüz'îyi kullanır, altından hayr-i küllî zuhûr eder. Cenâb-ı Hak hayr-i cüz'îyi

kullanmaz ki, altından şerr-i küllî zuhûr eder.”

16.“..Ve asâ en tekrehû şey’en ve hüve hayrün leküm, ve asâ en tühibbû şey’en ve hüve şerrün leküm...’ buyurdular. (Bakara, 216 : ...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır, ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir,,,)

17. (Ahmed Tahir Memiş Hazretlerinden rivayetle) “Allah benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynar. Oynar oynar sonra ne yapar ? ... Yer” 

18. “Ye Allah için , iç Allah için, otur Allah için, gez Allah ile”

19. “Haydin haydin kapuları kakalım, yari can’da kıstırıp anda halvet edelim.”

20. “Ahmed Amîş Efendi hazretleri” Tevâcüd , vecd, vücûd “ der, sonra eliyle diline işaret ederek “Hal dili ile buradan ötesi söylenemez ki” buyururmuş.

21. “Allah mükevvenâtı zulmette halk etti. Zulmet vahdet demektir.”

22. “Allah sûretle zâhir oldu.”

23. “Ezelde hilkat yoktur, zuhûr vardır. Her şeyin ism-i âlî'sini bil, babanın verdiği isimle çağır

24. “ Cemî-i mevcûdât Hakkın zuhûrudur. Şuûnât-ı İlâhiyye irâde-i Zâtiyye'dir. Allah hadd-i Zâtında ekberdir.”

29. ” ‘Tuz iki maddeden ibâret olup, her biri ayrı ayrı alınırsa birer semm-i mühlik olduğu halde, ikisinin bir arada alınması mûcib-i fâidedir ‘ diyen bendegânından bir doktorun bu ifâdesi üzerine,‘ Allah Celle Celâluhû ile Muhammed Sallâllâhû Aleyhi vesellem ve Ali de böyledir’ buyurdular.”

31. “ ‘Bismillah’ın manası: Allah’ın bendeki taayyünü ile”

32. “Lâ ilâhe illâllâh’da ‘İlâh’ şâgil mãnãsınadır.” 

33. “Hakk insân-ı kâmildir.”

34. “Taşı nur, toprağı nur, kâmil ölmez kab’tan kab’a boşalır.”

(Hamami Tevfik Efendi Hazretleri bir süre ihvânı ile Kağıthanede teferrüce (gezintiye) çıkarlar. Bektâşi can’larından bir zat’da Karyağdı Tepesinde demlenir ve bu zevâta ‘hay huyenlar’ dermiş. Bir gün Hazret abdest alıp bu Can’ın yanına gider ve kulağına birşeyler söyler. Bunun üzerine o can hemen Hazret’in ayaklarına kapanıp. “Vallâhi budur. Billâhi budur, bundan başka yoktur” diyerek biat eder. Sorulduğunda şöyle der: 45 Sene önce şeyhim Âlem-i Cemâl’i teşrif buyururken “Senin kulağına kim ‘Kâmil ölmez, kabtan kaba taşınır’ sözünü söylerse senin sülukun onun yanında biter” buyurdu. Kırkbeş senedir bunu bekliyordum. “ )

35. “Hakikat-ı salât, insân-ı kâmil’e tek bir secdeden ibarettir. O secde, rûhun, rûh-u azîm’e inkiyâdından ibârettir.”

36. “ ‘Elestü birabbiküm’ de ruhun ‘belâ’sını burada izhardan ibarettir.”

37. “İlim irfan demektir; irfan Hakk’ı bilmektir. Eğer Hakk’ı bilmezse, ha bir kuru emektir.”

38. “ ‘ Hayye alesselâh ’ mü’minleri salâte; ‘hayye alelfelâh ’ münkirleri felâha dâvettir.“

39. “Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allah’ın üzerine yemin verseler, behemehâl Allah onların

yeminini icrâ buyurur.”

40. “Zãhiren kaderiyyûn, bãtınen ceberiyyûn'dan ol “

41. “ İrade-i Teklifiye , İrade-i Tekviniye’nin zuhûru içindir. İrâde-i teklifiye irâde-i tekviniye’nin aynı ise o kişi saîddir. Değilse şakîdir. ”

42. “Allah’ın takdir etmediği vukua gelmez. Takdir ettiğinden korkmak da küfürdür.”

43. ” Allah’ın senin alnına yazdığı şeyin men’ine Muhammed (sav) bile kãdir değildir.”

44. “Mârifet Hak’tan râzı olmaktır.”

45. “Allah benden râzı olmasaydı beni dünyaya getirmezdi. Ben Allah’tan râzı olmalıyım.”

46. “Sen Allah’a hizmet et; Allah tekmil kullarını sana hizmet ettirir.”

47.“Âyete bakılırsa, Allah “Kün” demedi. Bir şeye “Ol” demeyi murâd ettiği anda olur”

48. “Ârifler için irâde-i cüz’iyye’yi tasdik etmek küfürdür. Mahcuplar için de irâde-i cüz’iyye’yi adem-i tasdîk küfürdür”

49. “İrâde-i külliyye’nin efrâd-ı beşerde zuhûruna o ferdin irâde-i cüz’iyyesi denir.”

50. “‘ İyyâke Na’büdü ve iyyâke nestain’ irâde-i cüz’iyeyi silmiş süpürmüştür. “

51. ( Kuşadalı Efendimizden ) “Şeyhimin mertebesi HAKK, Resullüllah sallallahü aleyhi vesellem

Efendimizin HAYY, Allah’ın mertebesi HÛ’dur buyurmuşlar.“

52. “Ben bazen, ben’siz Allah derim.”

.53. Kuşadalı Efendimiz “Hakk ulûhiyeti kimseye vermez. Fakat bazen (bu) fakirden tecelli eder” buyururmuş

54. “ ‘O, bu, hep O’ derler. ‘O, bu, hep bu’ imiş. Bunu anlayınca üç sene gökyüzüne bakamadım”

55. (Bir gün mübarek parmakları ile enfiye alıp) “Ârif (bir başka rivayette kâmil) te bu zerreden bile Hakk’ı simâ eder. Rüzgar uğultusu, kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı hep Hakk’tır. ”

56. “Her ne zaman elimi duaya kaldırsam, bir de bakarım ki bütün mükevvenât dileklerini (bu) fakîre arz ediyorlar.”

57. “Nûr-i Nübüvvet Efendimize, ‘Seni kendim, âlemi de senin için yarattım’ buyuruldu. O, rûh-i pâki ile akdem, vücûd-u pâki ile hâtemdir.”

58. “Abdiyyet-i Muhammediyye’nin zerresini idrâk eden, başını yerden kaldıramaz .“

59. ”Bir yere giderken, ‘Resûl Efendimiz’in Mekke’den Medineye hicret buyurdukları gibi ben de hicret ediyorum’ deyiniz.”

60. “Medine’de olun, Medine’de oturmayın.”

61.(Nevres Bey’den rivâyetle):Türbede bir gün Sakal-ı Şerif ziyâret edilirken, Salât'ü Selâm esnâsında: " Medine'ye gidip Muhammed'i (sav) toprağın altında aramayınız" buyurdular.

62. “Resûl’e muhabbet vâcibdir. Eğer Resûl’ümüze muhabbet aşk derecesini bulursa, o vakit “İnsan benim gizli hazinem, ben insanın gizli hazinesiyim” hadîsi vardır, onun sırrı tahakkuk eder. Aşk gönlü istilâ edince nefis ölür 

 63. “Kimin Resul’e muhabbeti fazladır, imânı tamdır. Kimin noksan ise imânı noksandır. Onun ahlâkını taklid edersek, onun muhabbeti kalbimize nüfûz eder. Zikir aşkı, aşk da visâli doğurur “

64. “Her saadetimiz Resûl-i Ekrem’e mubabbetimizledir.”

65. ” Her velînin kemâli, Resûl-i Ekrem’i anlayışı nisbetindedir.”

66. “ Ravzã-i Mutahhara’yı ziyâretle namaz kıldım Dua ediyordum. Hazreti Resulullâh sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, sağ tarafımdan zuhûr ile şu âyet-i kerîmeyi okuduklarını işittim:...felâ tes’elni ma leyse leke bihî ilm...” (Hud, 46 : Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme”)

67. Hazreti Azîzimiz Medine’de minber ile mihrap arasından teveccüh ettiğinde Resûlüllâh sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz zuhûr buyurup, bãzı iltifatlarda bulunurlar. Hazreti Azîzimiz de kendilerinden üç şey sual buyururlar. Bunlardan birinde Üveys-el-Karâni (Hz) ile mülâkatlarının hakikatinden sual buyurmuşlar. Resûlüllâh (sav) Efendimiz : “ O benim velâyet-i âmme’me kadehimiz gibidir “ buyurmuşlar.

68. “Diğer verese-i Enbiyâ kendi müridlerini dâirei mezûniyyetleri kadar terâkki ettirirler. Vâris-i Muhammed’e hudûd yoktur.”

69. “Muhammed sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin görüldüğü rüyânın sãhibi Muhammed sallallâhü aleyhi vesellemdir. Onu kimse tefsir edemez.”

70. “Resulullâh sallallâhü aleyhi vesellem efendimizi rüyâda gören, münkir ise müslim, fãsık ise sâlih, sâlih ise evliyâ’ya terâkki eder, (onlara) mülhak olur “

71. “Her şeyin başı Ehl-i Beyt’ e muhabbetdir”

72. “Duaların en hayırlısı nedir? diye sorulduğunda şöyle buyurdular: ‘Yârabbi bizi Ehl-i Beyt kapısından ayırma ‘ ”

73. “Hakîki Tevhîd: Allah, Muhammed, Ali’ dir. ALLAH, MUHAMMED, ALİ, HÛ.”

74. “Mustafâ’yı, Murtezâ’yı şey-i vâhid bilmeyen azabtan kurtulamaz.”

75. “Efendim Hazretleri şöyle buyururdu: Aynada baktım özüme, Ali göründü gözüme”

76. “Ehl-i Beyt’e çok muhabbet etmeli, çok sevmeli. Necât yolu Ehl-i Beyt’in yoludur.”

 77. ”Sahâbe-i Kirâm Efendilerimizin derecelendirilmeleri Ehl-i Beyt’ten sonra gelir. Ehl-i Beyt’i seven Peygamberini; Peygamberini seven Allah’ı sevmiş olur.” buyurdular.

78. “Her mü’min Alevîdir, ama her Alevî mü’min değildir.”

79. “Sairleri halîfe-i Hakk’dır. Hazreti Ali Halîfe-i Resûl’dür.”

80. ( Nevres Beyefendi’den): “ Şeyhim bana sual buyurdu: “ Adem’den evvel din var mıydı? “Evet Efendim vardı. Din-i İslâm”. “Hazreti Muhammed kaç kişiyi irşâd buyurdu?” Ben de korktum, lisânen söyleyemedim. Şehâdet parmağımla işâret ederek “Bir” dedim. “Evet yalnız Hazreti Ali’yi irşâd buyurdular.”

81. “Resulullâh sallâllâhü aleyhi vesellem buyururlar ki: “Biz Ali ile bir vücudduk. Bu âleme geldik, baş ayrıldı” 

82. “Diğer Sahâbe-i Kirâm tâlim ve terbiye ile Hazret-i Resulûllah (sav) Efendimizi anladılar. Hazret-i Ali (ra) aynaya baktı, kendini gördü.”

83. Hazret-i Resûlullah (sav) Efendimiz tarafından Hazret-i Fâtıma’ya (sallallahu tealâ aleyhima ve alâ âlihima ) buyurulmuş ki : “Allah mükevvenâta nazar eyledi, iki kimseyi kendisine intihâb etti. Onun birisi senin baban, birisi de senin zevcindir.”

84. “Bazı kişiler Hazret-i Ali (ra) efendimizi Hazret-i Resüllâh (sav) Efendimize şikâyet ettiklerinde “Ondan bana şikâyette bulunmayınız. ‘ innehû mahsûsun fi zâtillâh ‘ (= O, Allah’ın zât’ına tahsis edilmiştir ) buyurdular”

85. ” Ebû Tâlib Radiyâllâhü anhü’dür” Radiyâllâhü anhü = Allah ondan râzı oldu ( olsun )

86. (Nusret Hanımefendi rivâyetiyle) Hazreti Haticetü’l Kübrâ ( selamullâhi aleyhâ ) vâlidemizin vefâtı sırasında Resûlüllâh (sav ) Efendimizin şöyle demiş olduğunu buyurdular : “Ya Hatice, ortağın olan Hazreti Meryem’e benden selâm söyle.”

87. ( Dilekleriniz olursa ) “Hazreti Fâtıma Anamız’dan dileyin. O çok merhametlidir. Kendisinden niyâz edileni geri çevirmez. ”

88. (Mustafa Özeren Efendim Hazretlerinden) “Oğlum, Efendim Hazretleri, ‘beni iki direkli (bâzan da: ‘iki direkli on iki kapılı’) şehirde (=İnsanda ) bulursun’ buyururlardı.”

89. “Kâinat tek vücuttur, zübdesi ise insan.”

90. “Şu an, bu an, her an kemâkân.”

91. “ Elhamdülillâh, Elhamdülillâh, Elhamdülillâh, zuhûru kemâliyle tecelli etti.“

92. “Allah’ın tecellisi münkirden mü’mine geçti .”

93. “Güzel ses âlem-i ervâhtan haber getirir. Âşıkın aşkını, fãsıkın da fıskını artırır “.

94. “Melâikenin avâmı, havassı insanların havassına hâdimdir. Melâikenin avâmı, havassı, hass’ül-hasları insanların hass’ül-haslarına hâdimdir. İnsanların has’ları evliyâullâh ve hass’ül-has’ları enbiyâullâhtır. Melâike’nin hass’ül-hasları, İsrâfil, Azrâil, Cebrâil ve Mikãil aleyhümüsselâmdır.”

95. “ Allah Hz Âdem’e hitab etmiş: ‘ Ya Âdem, sen beni eskisi gibi göremezsin. Görmek istediğin zaman, fer’in olan Havvâ’ya bak. Havvâ’ya hitâb etmiş: Ya Havvâ, beni eskisi gibi göremezsin. Görmek istediğin zaman aslın olan Âdem’e bak’.”

96. “Âdem’e inen ilk suhûf: Hesap, bir’den dokuz’a kadar rakamlar; ikincisi: hendese; üçüncüsü mimârî’dir. Onun için hesap kıyâmete kadar terakki edecektir .

97. “Âdem bir tane değildir evlâdım. Şimdiye kadar 28.000 Âdem gelip geçmiştir.”

98. “Hazreti Âdem’e bütün diller teklif edildi ama o, Türk lisânını seçti. Onun için Türk devleti ilelebed pãyidâr olur.”

99. “Kur’ana gönül bağı ile bağlanmalı.”

100. “‘Okuduğum Kur’anın ma’nâsına uygun yaşamayı nasib et. Kullarını onunla âmil kıl Allah’ım ‘ diye dua etmeli. “

101. “Kur’an okurken veya salâvât-ı şerîfe getirirken, nefesinizin kesildiği zaman içeriye yutkunduktan sonra nefes alınız.”

102. “Kur’ân-ı Kerîm’de bazı kelimât vardır ki, takdim te’hir olursa mânâ-yı hakîkîsi zuhûr eder. Bazan harfin takdim ve te’hiri icâb eder. Bunu ârif bilir.”

103. “Hâtime Fâtiha’nın aynıdır. Saâdeteyn arasındaki şekâvete; şekâveteyn arasındaki saâdete itibâr yoktur.”

104. Bir gün Kur’an okuyorlardı. “Ben alimim. Siz de Kur’an okursunuz amma benim gibi değil. Ben okurum, mefhûmu gözümün önünden geçer” buyurdular.

105. “Kur’an’ı kapatırken: ‘Yârabbi, cümle Ümmet-i Muhammed’le beraber ilmiyle âmil eyle’ diye dua etmeli.”

106. “Çok Kur’an okuyan bunamaz “

107. (Nevres Bey rivâyetiyle) “Namazda okunan Kur’an’ın her harfi (kelimesi) için yüz sevap, namaz haricinde abdestli okunan Kur’an’ın her kelimesi için elli sevap, namaz haricinde abdestsiz okunan Kur’an’ın her kelimesi için yirmibeş sevap verilir” buyurdular.(Hadisi şerif)

108. Evliyâullah’dan bir zât Kur’an tilâveti yüzünden

mazhar-ı velâyet olmuş,Sonra gözleri âmâ olmuş.

Ne vakit Kur’an okurlarsa gözleri açılır, hitâmında

yine kapanırmış.

Tilâvet = Okumak

Mazhar-ı velâyet olmuş = Velilik mertebesine erişmiş

Hitâmında = Sonunda

109. “Kur’an okurken veya salâvat-ı şerîfe

getirirken nefesiniz kesildiği zaman içeriye

yutkunduktan sonra nefes alınız”

110. “Efendim Hazretleri ‘Beni bu türbenin

türbedârı zannederler, oysa ki biz bütün bu

âlemin türbedârıyız’ buyururdu.”

111. “Rahmân ve Rahîm isimleri esmâ-i

Muhammediye’dendir. Onunla zuhûr edince

tadından yenmez” buyururlardı.

112. “Hazret’i Resûlullâh sallallâhü aleyhi

vesellem’ den bana gelinceye kadar bu tecelliye

kimse mazhar olmadı. Ben Rahmânirrahîm

tecellisine mazharım. Benden şer beklemeyiniz”

buyururdu.

Tecellî = İlâhî takdirin meydana çıkması, kader

Mazhar = Sahib olma, nail olma, şereflenme

113. Bir gün Hazret-i Azîzimizi ziyârete gelen bir

hanım, Efendimizi Kur’an okurken gördüklerinde

“Efendim, ne zaman gelsem sizi Kur’an okurken

buluyorum” demiş. Azîzimiz de: “Hanım, ben başka

kitapları da okudum, aradığımı bunda buldum”

buyurmuş.

64

114. “Kabire toprak atılırken Sure-i Rahmân’ı

okuyunuz.”

115. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri 1877'de ikinci

defa İstanbul'a geldiği zaman, Fâtih türbedârı

Niğdeli Bekir Efendi Hazretleri irtihâl-i dâr-ı

bekâ etmeden önce Amiş Efendi Hazretlerine

"Benim vaktim tamam, benim yerime sen

türbedâr olacaksın, Evkafa git muâmeleni

yaptır" buyurmuşlar. İlk iki gün muâmele

tamamlanamamış. Üçüncü gün "mutlaka üç

saat içinde muâmeleyi ikmâl ettir" buyurmuşlar.

Söylenen zamanda muâmele tamamlanmış ve

huzûra girdiğinde, Bekir Efendi Hazretleri şöyle

buyurmuşlar: "Ahmed! Benim vaktim tamam,

artık gidiyorum. Senin yanında ölürsem belki

dayanamazsın. Bir kaç dakika dışarı çık, bir

dolaş" buyurmuşlar. Emri yerine getirip tekrar

içeri giren Amiş Efendi Hazretleri, Bekir Efendi

Hazretlerinin aynen yerinde oturduğu vaziyette

ebedî âleme göçtüğünü görmüşler ve bunu

şöyle anlatmışlar: "Ahh... O ölmedi, ben öldüm...

Yaşayan O!"

İrtihâl-i dâr-ı bekâ = Bekâ (ebediyet) âlemine göçmek

116. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri

Şehzâdebaşında dâmâdı Ahmed Naim Bey'in

hânesinde irtihâl-i dâr-i bekâ buyurduğunda

gasil işini o semtteki Şehzâdebaşı Câmii imâmı

yapması gerekirken, o zât bulunamadığı için

Fâtih Câmii imâmı Bekir Efendi yapmış. Bekir

Efendi bu gasil işini tâ'zim ve i'tinâ ile yaptıktan

sonra Hazret'in elini ve yüzünü öpmüş. Ahmed

Avni Bey ve Evranoszâde Sâmi Bey'in ısrarla

sorması üzerine olanları anlatmış. Şöyle ki ondan

65

10 sene önce Sarıgüzel Hamamı'nda yıkanırken,

zayıf, nahif bir zât olan Türbedâr Hazretlerini

görünce yıkanmasına yardımcı olmayı teklif

etmiş. Bunun üzerine Amiş Efendi Hazretleri

teşekkür ettikten sonra şöyle buyurmuşlar: "Sen

beni şimdi kendi hâlime bırak. Fakat inşâallah

bilâhere beni iyice yıkarsın."

Gasil ( gasl ) = Mevtayı yıkama, gusül



118. Nevres Bey'in rivâyeti ile Mehmed Tevfik

Kayserî Hazretleri şöyle buyurmuşlar: Bir gün

Efendi Hazretleri "Abd'ülehad Nûri'ye git,

benden selâm söyle" buyurdu. Ben de gittim,

türbeye yaklaştığımda türbedâr kapıyı açtı,

bana "Buyurunuz" dedi. Kendisi girmedi.

Ben girip : "Kutb'ul - ârifin, gavs'ul - vâsılin

birâderiniz Ahmed Amiş Efendi Hazretlerinin

selâmı var" dedim. Onlar da "Aleykümselâm ve

aleyhisselâm" buyurdular."

119. Buna benzer olarak Ahmed Tahir Memiş

Hazretlerinin naklettiğine göre, Ahmed Amiş Efendi

Hazretleri, Kastamonu'ya giden bir bendesine:

“Şâban'ı Velî'yi ziyâret et, benden selâm söyle,

redd-i selâm oluncaya kadar ayrılma " buyururlar.

O zât da ziyâret eder, Hazret'in selâm-ı âli'lerini

67

tebliğ eder. Biraz bekledikten sonra Şâban-ı Velî

Hazretleri zuhûr ederler ve " ve aleyhisselâm "

buyururlar.

Redd-i selâm = Selâm'a selâm ile karşılık vermek

(MFG'nin NOTU: Yukardaki her iki rivâyet'de de cevâbî

selâm (redd-i selâm) da "ve aleyhisselâm" lâfzı

kullanılmaktadır. Abd'ül Ehad Nûri Hazretleri selâma hem

'aleykümselâm' diyerek hem de ve aleyhisselâm' olarak

karşılık vermiştir. Bunun bir sebeb-i hikmeti olmalıdır.

Bir müslüman diğerinin selâmına karşılık verirken

"aleykümselâm" der. Fakat nebi mertebesinde bir

zât'ın selâmına karşılık verirken "ve aleyhisselâm"

denir. [Türkçe - İngilizce Redhouse Sözlüğü'nde ve

Ferit Devellioğlu'nun ' Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik

Lugat'ında , 'aleyh-is-selâm' sözcüğü, "O'na selâm

olsun mânâsında Peygamberlerin adı anılırken kullanılan

bir söz " olarak verilmiştir.] Haddimi aştı isem yüce

efendilerimizin affına sığınırım. )

120. (Nevres Bey’den rivayetle): Türbedar Hazretleri

bir bendesine "Sadık'a yaz, yanına gelenlerin

kimine cehren, kimine kalben benden selâm

söylesin. Kalben selâm verdiklerinde 've

aleyküm selâm' diyene rastgelir" buyurdular.

121. ( Ahmed Tahir Memiş Efendi Hazretlerinden

rivayetle) : Hazret-i Ali (r.a) buyurdu ki: "Dünya'da

iki şeyden korkmam. Biri Allah'ın takdir ettiği,

diğeri de etmediği şeyden." Bunu bir yerde

okudum. Efendim Hazretlerine arz ettim. Buyurdular

ki " Allah'ın takdir etmediği vukua gelmez, takdir

ettiğinden korkmak da küfürdür."

122. "Sekerât-ı mevt'e düşenlerin yanında

dilindeki kuvvete göre ya 'lâ ilâhe illâllah'

veyahut 'Allah' deyiniz. Bir defa 'lâ ilâhe illâllah'

68

veya 'Allah' derse lafı kesiniz. Şâyet o adam

bundan sonra dünyâ kelâmı ederse yine tekrar

'lâilâhe illâllah' deyiniz. Yine bir defa 'Allah'

deyince kesiniz " buyurdular.

Sekerât-ı mevt = Can çekişen kişinin kendinden geçmesi hali

123. ( Abdülbaki Gölpınarlı şöyle naklediyor: )

- "Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi Hazretleri derdi

ki: "Ahmed Amîş Efendi Hazretleri Üsküp'e

gidip Nûr'ul Arabî'den icâzet almışlardı. Bu

icâzet meselesini anlatırken Nûr'ul Arabî için

şöyle derdi: "Bre, icâzeti verirken mühürünü

Besmele'nin 'Ba' sının tam üstüne bastı."

(Not: Gölpınarlı'nın babası Ahmed Agâh Bey ile Amîş

Efendi hazretleri'nin oğlu Ahmed Hakkı Bey, Evkaf

tahsilât kaleminde beraber çalışırlarmış )

124. (Nevres Beyden rivâyet) Birgün abdest

almışlardı. Kurulanmadılar. "Hazret-i Muhammed

(sav) bazen böyle yaparlardı" buyurdular.

125. (Nevres Bey rivayetiyle, Amiş Efendi Hazretleri):

“Ben gençliğimde mutaassıbdım. Lisan

okuyanlara itiraz ederdim . Şeyhim bir gün:

“Ahmed, bir İngiliz, bir Fransız, bir Rus geldiler,

Fatiha-i Şerif’i kendi lisanlarında okursan

Müslüman olacaklar” buyurdu. Ben de durdum

kaldım.”

126. Bir gün huzurda bulunuyordum. Namık Kemâl

Bey'in 'Vatan Yahut Silistre'sinde askerlerin "Allah

muinimiz olsun" sözlerine karşı Abdullah Çavuş'un "

Allah'ın işine karışmayacağız, yoluna gideceğiz"

dediğini arz ettim. Ellerini vurarak "Tam söz budur"

buyurdular.

69

27. "Elinizden bir şey giderse yerinme, bir şey

gelirse sevinme" buyurdular. Ben de gayri ihtiyâri"

Efendim bu Allah mertebesidir" dedim. "Evet

Allah mertebesidir" buyurdular. "Bunlardan

birini yaptım, birini yapamadım" buyurdular.

Lâkin hangisini 'yapamadım' buyurmuş olduğunu

hatırlamıyorum.

128. (Mustafa Bey Hazretleri’nden:) “Efendim

‘İhvânıma kötü ruhlar musallat olamaz. Aman

deyecek kadar hastalanmazlar. Seyr-i sülûku

itmâm etmeden bu dünyadan göçmezler’

buyururdu”.

Seyri sülûk = Hakk’a ermek için bir kâmil rehberin yol

göstereciliğinde yapılan mãnevî ve rûhî yolculuk.

İtmãm etmek = Tamamlamak

129. “Efendim buyururlardı ki : ‘İhvânımı seven

bendendir, seveni seven de bendendir’.”

( Mustafa Bey Hazretleri de şöyle buyururdu:

“Seveni seveni sevenler de ..“ )

İhvân= Kardeşler, sadık arkadaşlar, ( burada : ‘İrşad dairemde

bulunanlar’ )

130. “Buyururlardı ki: ‘İhvânımdan biri şarkta, biri

garpta olsa ân-ı vâhidde imdâdına yetişirim’.”

( Muhterem Dr. Hamdi Beyefendi, Hoca Efendi

Hazretlerinden şöyle nakleder: “Hamdi, hani

o mürşîd-i kâmil ki, ihvânından biri şark

okyanusunda, biri garp okyanusunda sıkıntıya

düşse, ân-ı vâhidde ikisinin de imdâdına

yetişir”).

Şark = Doğu, Garp = Batı.

Ân-ı Vâhid = Tek bir an

70

131. “Bir bardak suyu bile ücretsiz içmeyiz”

132. “Talep yok. Talep etmeyiz, geleni de geri

çevirmeyiz.”

133. “Bu niçin böyle oldu ? Bu böyle olmamalıydı”

gibi sözler câiz değildir. Çünki bundan Allah’a

akıl öğretmek çıkar .”

134.. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri damatları

Naim Bey’e buyurmuşlar ki:

* Dağı dağ, taşı taş gördükçe şeyhe muhtaçsın;

* ‘Şu şöyle olsun, bu böyle olsun’ dan

kurtuluncaya kadar şeyhe muhtaçsın;

* Kendinle konuşuncaya kadar şeyhe muhtaçsın;

* Gelene sevinmeyinceye, gidene yerinmeyinceye

kadar şeyhe muhtaçsın;

* Yer taban, gök tavan arasındaki cümle mahlûkãtı

kendinizden mukaddem ihvân bilmedikçe şeyhe

muhtaçsın ‘.”

Mukaddem = Birşeyden daha önce / daha önde gelen

İhvân = Kardeşler, sâdık arkadaşlar

135. “Yer taban, gök tavan arasındaki kâffe-i

mahlûkãt ihvânınız olmayınca tevhid kokusu

duyulmaz”

Kâffe-i mahlûkãt = Bütün yaratılmışlar

136. “İnsan geçmiş eyyâmı düşünerek bugününe

şükretmeli.”

Eyyâm = Günler, zamanlar

137. “Dünyada eşini bulamazsan, işini bilemezsen

rahat edemezsin .”

71

138. “Aradığını vücud dükkânında bulursun .”

139. “Mârifet, Hak’dan râzı olmaktır ”

140. “ Gittiğiniz yerde gönül safâsı bulabiliyorsanız

oraya devam ediniz. Gittiğiniz yer burası dahi

olsa, gönül safâsı bulamıyorsanız sizin için

buraya gelmenin bir faydası yoktur.”

141. “Biz kabul ettiğimizi yedi göbek yukarıdan,

yedi göbek aşağıdan kabul ederiz .“

142. “İyi bir iş yaparsan vücûd giyer. O, senin

hâdimin olur. O bir melâikedir. Fenâ bir iş

yaparsan o vücûd giyer, o senin zebânindir”

Vücud giyer = Varlık kazanır Hâdim = Hizmetçi

Zebâni = Cehennemde görevli melek

143. “İleri gitme, geri kalma, âdet etme, âdeti

bozma.”

144. “İleri gitmeyin, ayağınıza basarlar; geriye

kalmayın tekme atarlar ! Saf’da duracaksınız,

namazda nasılsa öyle... Hizâyı muhâfaza

edeceksiniz” ( Hadîs-i şerîf: “Hayr’ul umûri evsatuhâ“

= her şeyin hayırlısı ortasıdır )

145. “Kimseye nereden geliyorsun, nereye

gidiyorsun diye sormak câiz değildir. Eğer birisi

sorarsa, şuradan geliyorum, buraya gidiyorum

deme. Daha doğrusu: “Minhü ileyh” (= O’ndan

geldim, O’na gidiyorum ) dersin .”

146. “Kâfir yoktur. Sen kâfir dediğin için kâfirdir

147. “Sâlik ne sofu, ne sefîh, ikisi ortası olmak gerek .”

148. “Ve mâ’rifet ehli, eşyânın ilmi ne üzerine ise hakikatle bilmiş ve görmüştür.

Mahbûb şânında buyurur:

‘...Kul hel yesteviyllezine yâ’lemûne velleziyne

lâ yâ’lemun‘ (Zümer,:9, De ki: Hiç bilenlerle

bilmeyenler bir olur mu )

‘ ... Ve ülâike hümül müflihûn’ ( Bakara, 5 : Ve

kurtuluşa erenler de ancak onlardır (

‘ ... Ve hümül mühtedûn’ ( En’am, 82 : Ve onlar

doğru yolu bulanlardır )

‘ ... Ve lâ hüm yahzenûn’ ( Bakara 262 : ve onlar

üzülmeyeceklerdir ?

‘ ... İnne ibâdiy leyse leke aleyhim sultân...’

(İsra, 65: Muhakkak ki benim (ihlâslı) kullarım

üzerinde senin hiç bir hâkimiyetin yoktur )

‘ Ve alleme âdem’el esmâe küllehâ...’ (Bakara, 31

: (Allah ) Âdem’e bütün isimleri öğretti ... )

Ve nice bunun gibi âyât (ayetler) inmiştir. İmdi

tasarrufa mâil olanlardan olmayasın !

‘Kellâ innehüm an Rabbihim yevmeizin

lemahcûbun. Sümme innehüm lesâlülcahîym’

( Mutaffifin, 15,16: Hayır! Onlar şüphesiz o gün

Rablerinden (O’nu görmekten) mahrum kalmışlardır.

Sonra onlar kuşkusuz Cehennem’e gireceklerdir )

Ve mâ’rifet ehli şânında buyurur :

‘Ma’siyetullahi illa biinayetillah ve la kuvvete ala

ta’atillah illa bitevfikillah’ (Ancak Allah’ın inayeti

ile günah işlenir ve ancak Allah’ın mıvaffak kılması

ile Allah’a ibâdete güç yeter)

Mâ’rifet = Bilmek, irfan sahibi olmak (Mâ’rifet’in zıddı inkâr’dır )

Mahbûb : Muhabbet edilen, sevilen

Şân = (burada :) Hakkında, hâli, keyfiyeti. ( mahbub hakkında,

marifet ehli hakkında gibi )

73

( Mahbûb şânında = Muhabbet edilenler hakkında )

Mahcûb = Üstü perdelenerek gizlenmiş olan, utangaç

Tasarruf = (Buradaki mânâsı ) : Kerâmet göstermek, Allah’ın,

velî kuluna eşyâya ve varlıklara hükmetme yetkisi vermesi –

(Not : Hakikatta tasarrufda bulunan (mutasarrıf ) Allah (CC)’dır,

velîler de Allah’ın lütfu ile kerâmette bulunurlar.)

Mâil olanlardan = Meyledenlerden

Tâ’at = İbâdet etmek, Allah’ın (CC) emirlerini yerine getirmek,

itâat etmek

149. “Bizim yolumuzun esâsı, Allahdan gãfil

olmamak, kimseyi incitmemek.”

150. “Gıyâben biat vermek âdetimiz değildir.

Fakat yüz kere istiğfar, yüz de salât’ü selâm

okusun; bir de :

‘Eser-i eseri’ş şey zâlike’ş şey

Nûr-u nûru’ş şey zâlike’s şey ‘

olduğunu bilsin” (Bir şeyin eseri kendisi olunca,

nûr’un karşılığı da yine nûr’dur) Buyurdular

Eser = Bir şeyin varlığına delalet eden şey, Birinin meydana

getirdiği şey, yazılan kitap

Zâlik = Bu,şu,o ; kezâlik, bunun gibi, böylece

151. (Nevres Bey’den rivâyet) “Eğer senin sırrında

işret etmek yoksa, kimse senin yanında işret

edemez” buyurdular.

152. “Tabiatinde sekir vermek istidâdı olan bir

şeyi içmekten, içmemeği tercih ederiz .”

Sekir ( Sekr ) = Sarhoşluk

153. “Yapmakla yapmamak arasında muhayyer

bırakıldığımız bir şeyde yapmamayı tercih

ederiz.”

Muhayyer = Seçmesi / seçilmesi serbest olan

74

154. “Yanınızda birisi Kur’ân-ı kerimi yanlış da

okusa tashih etmeyiniz. ( Doğrusunu okuyarak

) Biz böyle biliyorduk deyiniz .”

155. Kayserili Aziz (Mehmed Tevfik Efendi

Hazretleri) iki tavuk alıp Amiş Sultan'a götürmüş.

Amiş Efendi "hangisi iyi ise onu pişir" demiş.

Mehmed Tevfik Efendi "Efendim birini kırk

paraya, öbürünü elli paraya aldım" demiş. Amiş

Efendi Hazretleri tekrar "Hangisi iyi ise onu

pişir" demiş ise de Kayserili Aziz aynı cevabı

tekrarlamış. Bunun üzerine Amiş Efendi: "Aferin

köftehor, Hakk'ın mahlukları arasında tefrik

yapmamayı öğrenmişsin" buyurmuş.

156. ” Tenezzül ayn-i terâkki’dir.”

(Nevres Beyin rivâyetiyle Mehmed Tevfik Efendi

Hazretleri şöyle buyurmuş): “Tuizzü idim, tüzillü’ye

geldim” ( = Azizlikten zelilliğe ; Allah-ı Tealâ’dan

kulluğa indim)

(Ahmed Tâhir Marâşi Hazretleri de şöyle buyurmuş:”

Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri ölecekleri gün kapının

eşiği önüne uzanmış, perişan bir halde ağlıyorlarmış.

Sormuşlar: “Ya Abdülkâdir, niye ağlarsın? Senden

bahtiyâr kimse var mı? Sen zamanın kutbu’sun.”.

Cevaben “İşte en son mertebeyi burada zillette

buldum” buyurmuşlar. Bizim Türbedâr Efendi

Hazretleri de zillette buldular.” )

Tenezzül = Alçalma, aşağı inme

Ayn-ı terâkki = Yükselme / ilerleme’nin ta kendisi.

157. Vazifeyi yaparken, “Yârabbi, Sana hizmet

ediyorum” demeli.”

75

158. “Sizden, birinin hâlini sorarlarsa, tek bir iyi

hâlini biliyorsanız, onu söyleyiniz.”

159. Harbiye Mektebi Fransızca hocası olan Nevres

Bey’e: “Karşınızda ders okumak üzere gelenler

indallâh sizden büyüktür.”

İnd-Allâh = Allah yanında, Allah katında

160. “Siz derse ders hazırlayarak girmeyiniz.

Kalben talebeye biat ediniz. Onlar lâzım olan

şeyi size söyletirler.”

Biat ( bey’at ) = Birisine bağlılığın bildirilmesi

161. “Kaç numara verelim ?” diye mümeyyizlere

sorduğun zaman, ne derlerse onu vermeyecek

isen, sorma ! Sözün nereden geldiğini bil.“.

Mümeyyiz = Sınav odasında bulunup talebeyi değerlendiren

kimse.

162. Şeyhim bana : “Ahmed, sen huzurdasın, diz

otur” buyurdular.

163. Bir kadın Ahmed Amîş Efendi Hazretleri’nden

Medinede Resulüllâh (sav) hazrerlerinin Ravzâ-i

Mutahhara’sına konmak üzere bir dua yazmasını

rica eder. Hazret bir pusulaya bir iki satır yazıp verir.

Kadın “ Ama bu kadarcık olur mu?” deyince “Hadi

git be kadın. Ben onu zâtımdan Muhammed’ime

yazdım. Elbette olur” buyururlar.

164. “Bir kahvede otururken yanınıza biri gelirse kahve ısmarlayınız. Osmanlılık budur.”

165. “Bir yere girdiğiniz zaman kapuyu nasıl bulursanız öyle bırakınız”

166. “Kimseyi incitme, avcılıkla uçan kuşlara bile dokunma.”

167. “Bizi sevenleri sevenler imânlarını kurtarmadan ãhırete gitmezler.” (Mustafa Beyefendi Hazretleri : “Seveni seveni sevenler de” buyururdu.)

168. “Yaptığınız kabahati kimseye söylemeyin, hüküm giyer, çünkü şâhit oluyor.”

169. “Karşınıza bir adam geldiği zaman yüzünü gördüğünüzde Hakk’ı hatırlatıp zikr ettirirse, o, mü’mindir.”

170. “Vazifeniz başında benden size selâm getirip de bir şey teklif ederlerse yapmayınız.“

171. “Eve girersen halvet, çıkarsan celvet.”

(İnsân-ı kâmil mertebesindeki bazı ehlullâh o halvet hâli

üzre kalmak arzu eder. Kimisi de Haktan halka döner ve

irşâd makâmına geçer. Bu zâtlara celvetî denir. Bunlar

celvette halvettedir, yani, zâhirde halk ile, bâtında Hak ile

olurlar. Niyâzi-i Mısrî Hazretlerinin halveti, Aziz Mahmud

Hüdâyi Hazretlerinin celveti tercih buyurdukları rivâyet

edilir - MFG )

Halvet = Yalnızlık, tek başına kalmak

Celvet : Fenâfillâh olan sâlikin halvetten çıkması

172. “Olmuş olmuştur, olacak da olmuştur.

Olacak bir şey yoktur.”

77

173. “Taşı nur, toprağı nur; kâmil ölmez, kalpten

kalbe boşalır.”

174. “Zât görünür, bilinmez; sıfât bilinir

görünmez.”

175. “Kalbini daima Hakla bulundur. O vakit her

şey Kur’an olur, için dışın Kur’an olur. ”

176. “Ağlayamıyorum. Eğer gözyaşı dökseler

benim de gözlerim yaşarır. Küçüklerin gözyaşları

büyüklere gelir, onları müteessir eder. Anlar da

ilticâ ederler. Allah da kabul buyurur.”

İlticâ etmek = Sığınmak

177. “Hüner, ikiyi bir etmektir”

178. “Her şeyin ism-i âlî’sini bil, babanın verdiği

isimle çağır.”

179. “Mecdi, söz ağzımdan çıkar, unuturum.

Fakat ben ne söylersem hâdisât ona göre zuhûr

eder”.

180. “İnsanda en son kaybolan, mânevî saltanat

hırsıdır.”

181. “Yokuşu severim, inişi sevmem.”*

182. “Nefsi öldürmek o kadar zordur ki, ben

nefsimi öldürdüm diyen evliyânın daha köşeyi

dönmeden nefsi karşısına çıkar. Yendim

sanırsın, yere atarsın, bir de bakarsın ki yine

karşına dikilir. ”

78

183. “Gerçek kurban, tüm mâsivadan benlik

bakiyyesini ifnâ etmektir. ”

Mâsivâ = O’ndan gayrısı ( Allah’dan başka herşey )

İfnâ = Mahvetmek, yok etmek

184. “İslâmda vefâ esastır.“

185. “İnsan gönlü, sırr-ı mübhemdir. İnsanla

oynamaya gelmez.”

Sırr-ı mübhem = Belirlenemeyen gizli hakikat

186. “A’mâ diye, gözü görmeyene denmez; didâr-ı

Hakk’ı görmekten mahrûm olana denir.”

Didâr-ı Hakk = Hakk’ın yüzü

187. “Kader bahisleri akıl ile halledilemez ve

anlaşılamaz, ‘hâl’ ile anlaşılır. Onun için ehlullâh

kader meselesinin konuşulmasını yasak

etmişlerdir. ”

Hâl = İnsanın irâde ve çabası olmadan Allah’ın lütfu olarak

kalbe gelen güzel ma’nâlar.( Hâller geçicidir, halbuki mücâhede

ile kazanılan mânevi makamlar kalıcıdır.)

188. “Mükevvenât bütün teferruatıyla insanın

kendisinde mevcuttur, sahibi de beraber. ”

Mükevvenât = Bütün yaratılmışlar, bütün mahlûkât

189. “Namazı kılmazsan işine şeytan, kılarsan Rahmân karışır. ”

190. “Namaz olmazsa niyâz olmaz. Niyâz olmazsa münâcat, münâcat olmazsa rü’yet, rü’yet olmazsa hakikat olmaz. O da olmazsa Hak bulunmaz. ”

191. “Bizim yolumuz muhabbet yoludur.“

192. “İnsan şişmemeli, ibâdetine mağrur

olmamalı. Tâatin işlenişine değil, kabûliyetine

bakılır.”

193 “En büyük ibâdet, Hakk ile daim olmaktır

194.“Muhabbette fâni olan, vuslatta bâki olur.”

195. “En büyük ibâdet ve sevâb, bir kalbi şâd

etmek, sevindirmektir. En büyük günah da, bir

gönül kırmak, ihtizâz ettirmektir.“

İhtizâz ettirmek = titreştirmek , deprendirmek (incitmek)

196. “Vücûduna sözü geçmeyenin başkasına

sözü geçmez.“

197. “Maddeden geçmeyen mânâyı bulamaz.”

198. “İnsanların bazıları, kendilerini kurtarmadan

başkalarını kurtarmaya kalkışıyor.”

199. “İrşâda mezûn olmadığı halde başına adam

toplayanın, Müseylemet’ül -Kezzâb ile haşrından

korkulur.“

Müseylemet’ ül - Kezzâb = Yalancı Müseyleme. Asr-ı Saâdette

peygamberlik iddia etmiş, Hicri onbirinci yılda öldürülmüştür.

200. “ Münâfık esfel-i sâfilîn’in esfelidir.“

Sâfil = sefil , düşük ahlâklı, karaktersiz ( çoğulu : Sâfilin )

Esfel = En sefil, en alçak, en aşağı

80

201. “ Ma’siyete rızâ aynıyla ma’siyettir.“

Ma’siyet = İtaatsizlik, günâh, isyân

202. “Tedbir, takdîre muvâfık düşerse muvaffak

olunur.“

Takdîr = Kaderde yazılan Muvâfık = Uygun

203. “Tedbirde kusûr edip de takdîr-i İlâhiyeyi

itham etmemeli.“

204. “Nâs lâyık olduğu idâreyi bulur.“

Nâs = İnsanlar, ahali

205. “Nâs’a hizmet, Hakk’a ibâdet gibidir.“

206. “Mal ve can emniyeti ile huzûr; doğruluk,

emniyet ve insâf ile mümkündür.“

207. “Aşağı başa bağlıdır. Bütün kötülükler

yukardan gelir.”

208. “Vâli ismi Esmâ-i Hüsnâ’dandır. Vâli halka

hizmetle mükelleftir. Rızık sıkıntısı çekmekten

berî’dir.”

Beri’ = Kurtulmuş, yük altında olmayan

208. “Zulüm ve itisâfın cezâsı evlâda intikal eder.”

İtisâf = Haksızlık ve zulüm

210. “Sahâvet sıfât-ı enbiyâdır. Sahî adam

cennete girer. Cennet de burada başlar.”

81

Sahâvet = Cömertlik, el açıklığı Sahî =Cömert, eli açık,

Sıfât-ı enbiyâ = Nebîlerin / peygamberlerin sıfatları

211. “Her mazhar yalandan ictinâb etmeli. Çünkü

yalan insanı hacil eder, kepâze eder.”

İctinâb etmek = Kaçınmak, sakınmak, çekinmek

Hacil = Utanmış, utanan ( ’a’ kısa okunur )

212. “Makam, servet ve ilim ucûb vermemeli.”

Ucûb = Kibir, gurur

213. “Biz evlâd-ı sulbiyyeye değil, evlâd-ı

maneviyyeye îtibâr ederiz.”

Evlâd-ı sulbiyye = Döl evlâdı

214. “İnsanı şaşırtan nefsidir. Nefsiyle ölçer,

aklıyla muhâkeme eder.”

215. “İstikâmet üzere devam edilirse

mukadderattaki şer hayra tebdil edilir.”

İstikâmet = Doğruluk, namuslu hareket, Allah’a kulluk etmek

216. “Câhil inat eder, inkâr eder; kâmil sabreder;

ârif seyreder.”

217. “Câhil, bilmeyen değil, bilmediğini

bilmeyendir.”

218. “Her alınan kitabın üç defa okunmak hakkı

vardır “

82

219. (Yüksek hakikatlara ulaşmayı kastederek şöyle

buyurdular ): Bu iş kitapla olmaz, fakat kitapsız

da olmaz “

220. “Bundan böyle tasavvuf kitaplarını okumak

yasak. Kur’an okuyun, Hadis okuyun, Mesnevî

okuyun. (Niyazi-i Mısri Divanı için de ayni beyanları

vardır). Başka kitaplarla uğraşmayın. Tasavvuf

kitaplarını yazanların çoğu (henüz) yolda iken

yazdılar. Neş’e ve mertebe bakımından birbirini

tutmaz sözler olur. Sizi şaşırtır. Ama Mevlâna

gitti, dönüp geldi, Mesnevî’sini sonra yazdı “

221. “Dünyada rahatlık gönül hoşluğuyladır.”

222. “Kimsenin eksiği ile uğraşmayınız; rahat

edersiniz.“

223. “Benim yanımda kimseyi zemmetmeyin.”

Zemm etmek = Kötülemek, birisinin ayıplarını söylemek,

224. “Bir şeyin olması için çok ısrar etmeyiniz.

Gönlünüzü ona takmayınız. Siz ısrar ettikçe o

sizden uzaklaşır.”

225. “Size zararı dokunan bir iyilik, başkasına

iyilik sayılmaz.“

226. “Bana bir şey sorduğunuzda söylediğimi

aynen yapın.”

227. “Âlimin uykusu câhilin ibâdetinden daha

hayırlıdır.”

83

228. “İvazlı ve maksatlı ibâdetten hayır gelmez.”

İvaz = Bir şeye karşılık olarak verilen şey / bedel

229. “Allah’ı an da nasıl anarsan an, yeter ki an !”

230. “Kalb safâsı, beden hafifliği iste“

231 “Maksad safâ-i kalb, hiffet-i bedendir.

Maksad bu safâ-i hakîki-i kalb’i getirmektir”.

(Mustafa Özeren Efendim Hazretleri bu fakire şöyle dua

etmeyi emir buyurmuştu : “Yarabbi, iki cihan saâdeti,

kalb neş’esi, gönül huzûru, beden hiffeti lütfeyle”

(MFG )

Hiffet = Hafiflik

Safâ-i hakîki-i kalb = Kalbin hakîki safâsı / huzûru

232. “Bize nisbeti olanlarda bunama olmaz”.

233. “Biz bir binayı tamir ederken kiremitlerini

bile sallamayız .”

234. “Biz her işde müsebbib-i hakikîyi görür,

vâsıta olana müteşekkir kalırız.”

Müsebbib-i hakikî = Bir işde esas sebeb olan

Müteşekkir = Şükreden, teşekkür eden

235. “Zâlimler Allah’ın sıyrılmış kılıcıdır. Hangi

milletler, hangi kullar O’na âsi ise ona müstevlî

kılar. Mutî olandan Cenâb-ı Hak bunu kaldırır.

Düşmanın kafasına irâdeyi veren Allah’tır.”

Müstevlî = İstilâ eden, galip gelen, zapteden

Mutî = İtaatkâr, isyân etmeyen

84

236. “Yüzmeyi öğrenmeden denize girerseniz

boğulursunuz.”

237. “Kendi işini kendin gör. “

238. “En ziyade sabra muhtaç olduğumuz ân,

sabrımızı kaybettiğimiz ândır.”

239. “Kâmillere en makbul hediye, ahde vefâdır.”

240. “Dış kapuyu kapa, iç kapuyu aralık bırak.”

241. “İbrâhim-ül meşreb olunuz. Ama İbrâhim

olmadan da kendinizi ateşe atmayınız.”

İbrâhim-ül meşreb = Huyu, ãdetleri Hz. İbrâhim gibi olan

242. “Göçmüşe râbıta olmaz “

Râbıta = Bağ, ilişki, (Burada, ruhâniyetinden feyz almak için

bir mürîdin mürşidini düşünmesi, onun sîmâsını zihninde

canlandırması ifade ediliyor)

243. “Şeyhim bana buyurdu ki: ‘Kaya gibi olmalı.

Kımıldatan olursa kımıldamalı.”

244. “İşi kendi haline bırak. Allah en iyisini yapar.”

245. “Biz illet’ten, kıllet’ten, zillet’ten âri olmayız.

Yalnız yatacak derecede hastalık vücudumuzu

istilâ edemez.”

İllet = Hastalık, dert Kıllet = Kıtlık Zillet = Horluk, hakirlik

246. “Her şeyin muhabbeti fenâ bulur, mürşid

muhabbeti fenâ bulmaz, gittikçe artar.”

Fenâ bulma = Yok olma

85

247. “Vâhid’ül Ehad’in arzu ve irâdesine muhâlif

hiç bir şey istemem ve kabul etmem.”

Vâhid = Bir, tek, eşi benzeri olmayan, parçalanıp bölünemeyen,

ortağı olmayan ALLAH ( cc.)

Ehad = Bir, tek, eşi benzeri olmayan, henüz âlemleri yaratmadan

ve isim ve sıfatları ile tecelli etmeden önce kendi Zât’ı ve kemâli

ile var olan

ALLAH (cc.) Bu mertebede ( Lâtaayyün Âleminde ) ‘gizliden

daha gizli’ ‘ Zât-ı Ehâdiyyet’dir.

248. “Zât-ı Hakk’ın mahrem-i esrârı olmağa

bakmalı.”

Zât-ı Hakk = Cenâb-ı Hakk’ın zâtı

Mahrem-i esrâr = Gizli sırlara vâkıf olan ( bilen ) kimse

249. “Mâ’na kadîmdir. Kimsenin olmaz.”

Kadîm = Eski, başlangıcı olmayan (‘a’ kısa okunur)

250. “Havâtıra itibâr edilmemeli.”

Havâtır = Hâtıralar, (burada ) düşünceler, fikirler

251. “Haddenin bütün deliklerinden geçirmeden

insanı kemâlâta erdirmiyorlar.”

Hadde = Tel imâl etmeye yarayan delikli madeni levha

252. “ İş başında olanlarda mes’uliyet-i mâneviye

olmalı. Sonra, kãnunu nizâmı bilmeli ve sonra da

istikãmet üzere olmalı.”

İstikãmet = Doğruluk, namuslu hareket

253. “Mes’uliyet-i mâneviye cezâsız kalmaz,

ancak zaman alır.”

86

254. “Varlıktan yokluğa düşmüş olanlardan

birisine muãvenet etmek isterseniz kut yevmiye

muãvenette bulununuz.”

Kut yevmiye = Yaşatacak kadar günlük ihtiyaç

Muãvenet= Yardım

255. “Tevekkül bâbında durmazlarsa, biraz şey

verip savarlar.”

Tevekkül = Elinden geleni yaptıktan sonra işin sonunu Allah’ a

bırakmak, verdiğine âazı olmak Bâb = Kapı, konu

256. “ Sen Allah’ın işine karışma.”

257. “ Sen verdin, biz yidik , vermezsen ne yirdik.”

258. “ Benim ihvânım bahtiyârdır. O bahtiyârlığı,

zuhûrunda görürler.”

259. “Bendendirler, halka ne karışırlar;

halktandırlar, bana ne gelirler.”

260. “Ben neşeleneyim ki âlem de neşelensin.”

261. “Allah tecellisini tekrar etmez.”

262. “Beni put yap tap. Ya sen bana bir tekme

atarsın, sen kalırsın; ya ben sana bir tekme

atarım, ben kalırım.”

263. “Kâmilin kabulü, şefâat-i hassaya nâiliyettir.”

Şefâat-i hassa = Özel şefâat

264. “Gökten düşenin parçası bulunur. Gönülden

düşenin parçası bulunmaz.”

87

265. “Nasîb olursa, nasîbini yer altında bulur.”

266. “Helvaya şeker konulacak zamanı helvacı

bilir.”

267. “Durayım deme ha! koparırsın. Nasıl

bulursan öyle çal.”

268. “Ben kırk senedir çalarım. Lâkin bulduğum

gibi çalarım.”

269. “İşiniz varken bırakıp bana gelmeyin.”

270. “ ‘Söyleyene bakma, söyletene bak’ derler.

Doğrusu, ‘ söyletene değil, söyleyene bak’tır.”

271. “Selâm göndermeyenden bana selâm

getirmeyiniz. Birisi sorarsa, ‘selâmı vardır’

deyiniz.”

272. (Mehmed Tevfik Efendi Hazretlerinden): “Bir gün

huzurda iken gönlümden ‘ Fakirde de keşf-i kerâmet

olsa ‘ diye geçirdim” “Keşif meşif ne olacak? Sen

bana bak, ben sana bakayım. Bu sana yetişmez

mi?” buyurdular.”

273. “ ‘Efendim emret’ deyip durmayın” (fem-i

saâdetlerini göstererek) “ Buradan bir şey çıkar.

Yapamazsınız. mes’ul olursunuz.”

Fem-i saâdet = Mübârek ağız

274. “Her ne yirseniz, ‘sadaka’ deyiniz, yiyiniz.”

275. Birine bir şey verirken. ‘hediye’ veyâ ‘sadaka’

deyiniz.”

88

276. “Osmanlı’dan sözünü, ârif’den gözünü,

evliyâullâh’dan özünü saklayamazsın.”

277. “Birisi yeni bir ev yaptırırsa, rütbe alırsa,

yeni bir elbise giyerse onu tebrik etmeyiniz.”

278. “Yeni bir gömlek bile giyseniz iki rekât namaz kılınız”

279. “Kıyâmette ( mahşerde ) içler dış, dışlar iç

olacak.”

280. “Rüzgâr iniltisi, kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı

hep Hakk’ındır.”

281. “Bulmalı, duymalı, doymalı.”

282. “Küllü musallin imâmün velev kâne

münferiden” hadîsinin manâsında şöyle

buyurmuşlar: “ İmam, metbû demektir. Cemâat

de kendi vücûdudur.”

Metbû = Kendisine tabi olunan / uyulan

283. “Süt içerken ağzınızda iyice dolaştırın, luâb

ile karışsın.”

Luâb = Tükürük

284. “Gör geç, belle geç, durma geç. “

285. (Hoca Efendimiz’in nutk-u âlîleri) Vazifeyi

yaparken ‘Yâ Rabbi, sana hizmet ediyorum’

demeli.

286. “Kişi sevdiği ile haşr olur.”

89

287. “Bakkal dükkanında duruyordum. Bir

meczûb bana ‘Ahmed’ diyerek elime bir metelik

koydu. ‘Sıkı tut’ dedi. Hayatımda bu cihetle

parasız kalmadım.”

288. “Birinci sene imâm, ikinci senede tamam,

üçüncüde kalpaklı Yuvan, dördüncüde bir kalbur

saman olmayın.”

289. Bir gün sinn-i âlîlerini soran bir zâta hitâben :

“Şeyhim bana derdi ki: ‘Ahmed, senin tarihin

meçhûldür“ buyurmuşlar.

Sinn = Yaş

290. “Mâneviyâtta ilerleye ilerleye, evvelâ adını,

sonra tadını, sonra huzûrunu, ve nihâyet kendini

bulursun.”

291. “İnsan yolunda yuvarlanmalı. Yuvarlandıkça

toparlanır.”*

292. “Muhabbette fâni olan, vuslatta bâki olur.”

293. “Bazı insanların gözü, bazılarının sözü,

bazılarının da özü değer. Özü değenler

evliyâullâhtır.”

294. “Hepimizin hatâsı var. Hiç kimse hatâdan

münezzeh değildir. Tövbekâr olunursa Allah

affeder. İrtidâd başka; tövbe edilse bile kabul

olunur mu bilmem.”

Münezzeh = suç ve noksanlıklardan uzak tutulmuş

İrtidâd = Dinden dönmek, İslamiyetten çıkmak

90

295. “Dâire-i tevhîdde gelene sevinmek, gidene

yerinmek noksanlık alâmetidir.”

Dâire-i tevhîd = Tevhîd âlemi

296. “Bizde gelene ‘niye geldin’, gidene ‘niye

gittin’ demek yok.”

297. “Taleb de yok, red de yok.”

298. “Bizde nimeti reddetmek yoktur. Emekli

olmadan ayrılma. İstifa yok.”

299. “İkrâm ve iltifata itibâr etmemeli.”

300. “Biz ‘Tebbet Yeda’ suresini hatim tamam

olsun diye okuruz.”

301. “Muhabbet hilkati değiştirir.”

302. “Aşk gönlü istilâ edince nefis ölür “

303. “İtibâr ağyâra olur.”

Ağyâr = Yabancılar, başkaları

304. (Hazret-i Aziz Efendimiz, hâne-i saadetlerinde

Makbule ve Nusret Hanımefendilerle aşağıdaki

ilâhiyi söylerlermiş)

Ne tâlib-i dünyayız

Ne rãgıb-ı ukbãyız

Biz âşık-ı şeydâyız

Hû Hû yâ men Hû

Leysel Hâdi illâ Hû

Tâlibin matlûbundur

Âşıkın seyrânı Hû

91

305. (Miralay Hilmi Bey Rivâyetiyle) Hazret-i Azîz’i

ilk ziyâretimizde ‘ Bu milletin hâli ne olacak?’ diye

sordum. “Gâvurlar girer, yine çıkar. Allah dinini

hıfz eder” buyurdular.

Hıfz etmek = Saklama, koruma, muhafaza etme

306. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri eve âcilen ekmek

alınması icâb eden bir gün, refikası Hanımefendiye

bakkala gidip almasını söyler. Hanımefendi

cevâben çarşaflı olmadığını biraz sonra gelecek

birini yollayacağını söylerse de, Hazret-i Azîz

beklemek istemediği için “Böyle çık al, beis yok”

der.Hanımefendi başına bir örtü örterek ev kıyafeti

ile gider alır. Ertesi gün Türbe’de Abdülaziz Mecdi

Bey’e bu hâdiseyi anlatarak şöyle buyurur: “ Bir

defa ağzımdan çıkmış bulundu, söylememeli

idim. Fakat her halde söylediğim gibi olacak,

çarşaf kalkacaktır .”

307. (Kâzım Bey, Bulgar ihtilâli sırasında yaşadığı

mâceraları ve Manastır’dan Beyruta, Üskübe,

Görüceye ve tekrar Manastır üzerinden Selânık

yoluyla İzmire ve İstanbula geldiğini anlattıktan sonra

şöyle devam ediyor: “Hazret-i Amîş Efendim’e ancak

14 sene sonra kavuşmuş oldum. Mübârek ellerini

öptükten sonra ismimi sordu. “Kâzım” dememle

“Bizim Kâzım mı?” diye sordu. “Neredesin

Kâzım, Kendini çok özlettin” buyurdular.

“Ancak şimdi geliyorum efendim “ dedim. Rumeli

ahvâlinden sorması ile, vekâyii muhtasaran arzettim.

Merhamet-i İlâhiye’nin bu ümmet-i merhûmeye has

bir şefkatle tecellisâz olmasını diledim. Kalbimden

söyleyerek “Bu işlerin başında hep Rus fırıldağı

vardır “ dedim.

92

Cevâben “ .... ve katele Dâvudü Câlût ...” ayetini

(Bakara. 251) okudu. “En nihayet Tâlût Câlût’u

katledecek ve ancak o zaman ferahlık olacaktır”

buyurdular ve elimden tutarak Fatih Camii avlusunda

beraberce yürüdük. Esnâ-i râh’da, eski arkadaşım

Veli’yi sordum. “ Kimbilir nerede sürtüyor “

buyurdu. “ Talebeliğimde beni onun rehberliğine

vermiştiniz “ dedim. “ Biz ihvânımızı kendimiz

terbiye eder, başkalarına vermeyiz “ buyurdular.

Ve artık Hâne-i saadetlerine giderken müsaade

istiyerek tekrar vedâ eyledim ”

Ahvâl = Haller

Vekâyi =Vakıalar,olaylar

Muhtasaran = Kısaca, özet olarak

Ümmet-i merhûme (Millet-i merhume) = Rahmete mazhar

olmuş Müslümanlar / İslâm milleti

Tecellisâz =Tecelli etmiş

Tâlût, Câlût : ( Bu konuda Bakara Suresi, 246, 247, 248, 249,

250 ve 251. ayetlerine bakınız )

Esnâ-i râh’da = Yol esnasında

308. “Hâtıratı redd ile uğraşma. Hâtırat, ilham,

vahiy hepsi birdir”

Hâtırat = Hâtıralar, anılar ( Burada : akla gelen şeyler )

309. “İrşâd, neş’e-i Muhammedî ile olur. O da

şimdi Halvetî’lerde vardır. Biraz da Kãdirîler’de

var.”

310. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri, dünya ahvâlinin

bozulduğundan şikâyette bulunan müridlerinden

Halil Efendiye,” Halil baksana bana, ben bir çalgıyı

bozar tekrar yaparım ve çalarım Senin bu işlere

aklın ermez “ buyurmuşlar. Bu zâta huzurlarında

ileri geri laf söyletmezlermiş.

93

311. (Mustafa Özeren Efendi Hazretlerinin rivayetiyle)

Mehmed Tevfik Efendi Hazretleri “Bir arifin

gönlüne girmek için ya siyim siyim ağlamalı, ya

haline acındırmalı, ya da peşin peşin saymalı”

buyururmuş.

312. “Sâlihler yollarını doğrultmuşlardır. Bize

küp dibindekiler lâzımdır.”

313. “‘Siz kimlerdensiniz?’ diye sorarlarsa,

“Ahmed Amîş kullarıyız” dersiniz”.

314. Ömer’ül Halvetî Hazretleri bir gün “Ahmed,

sen çok ricâle mülâki olursun. Onlarda benim

meslekimi ara, meşrebimi arama” buyururlar.

Mülâki olmak = Buluşmak, görüşmek

315. (Beykozlu Ali Bey rivayetiyle) “Ben sağ

iken kimseden korkmayın, kimse size bir şey

yapamaz. Ben öldükten sonra hepten korkmayın.

Mahşerde içlerimiz dış, dışlarımız iç olacak”

buyurmuşlar.

316. “Tuttuğunuz bir hizmetçi namaz kılmasını bilmiyor ve okuması da yoksa, ‘Bismillâhirrahmanirrahîm’i öğretiniz, namazı kıldırınız. Sonra ‘errahmanirrahîm’i, sonra ‘mãliki yevmid-dîn’i ....ilâ ãhir öğretiniz” ( Azar azar, her seferinde birer ãyet öğreterek )

317. “El ile men et, dil ile men et, kalb ile men et.

El ile men zâhiriyyun’un ; dil ile men ulemânın;

kalb ile men evliyâullah’ın vazifesidir. Ez’âf-u

iman (*) yani en kuvvetli iman budur “

Zâhiriyyun = Görünüşe göre hüküm verenler, iç yüzünü /

hakikatini bilmeyenler.

94

Ulemâ = Alimler, bilginler

Ez’âf =Bir şeyi iki misli yapan fazlalıklar / katlar / pek çok.

( zı’f’ ın çoğulu )

(*) Bu kelimenin eski yazı imlâsında ‘f’ harfinden önce

‘elif’ vardır. Elifsiz olan ‘ez’af ’ da ise, ( a ) uzatmadan

okunur ve bu kelime ‘zaif ‘den gelmektedir.. Referans

alınan bazı metinlerde bu hatâlı okuma çelişkili yorumlara

yol açmıştır. MFG.)

318. “Bir yere misafir gittiğiniz zaman, sigara

verirlerse içiniz. Menhiyyât’dan bir şey olursa,

‘haramdır’ diye reddetmeyiniz, ‘mideme

dokunuyor, doktor men etti’ gibi bir bahâne

bulunuz,

Menhiyyât =Şer’an haram / yasak edilmiş şeyler

319. “Evliyâullah’dan iki sınıf bahtiyârdır.

Biri, hayât-ı câvidânî’ye mazhar olanlar (yani

hayât-ı zâtiyye ile ‘hayy’ olanlar), diğeri, sîne-i

Resulullâh’ı (muhammediyeyi) saran âdemler”

Câvidânî = Sonu olmayan, sonsuz, dâimi

Hayy = Canlı, diri, devamlı hayat sahibi

Sîne = Göğüs

320. (Nevres Beyefendi’den rivâyet) Bir gün üzüm

alıyorduk, üzümcü taneleri koyuyordu. Ben itiraz

edip koyma dedim. “Bırak, taneleri kime verecek”

buyurdular.

321. (Hoca Efendimizden) “Havf ve Recâ

kaydından kurtulmadıkça insan insân-ı kâmil

olamaz. Meselâ yüz evliyâullâhı idam etseler kılı

kıpırdarsa, veya kendisine kutbiyyet ve gavsiyyet

arzusu gelirse fakr’ı-tam sahibi olamaz.”

Havf =Korku

Recâ =Emel, ümit

95

Havf ve Recâ = Hem Cehennem korkusu hem de affedilip

Cennete gitme ümidi

Kutub (Kutb) = Zamanının en büyük evliyâsı

Kutbiyyet =Kutub olmak

Kutb-ul aktâb = Zamanındaki Kutubların en büyüğü

Gavs = Zamanındaki Evliyaullah’ın en büyüğü

Gavsiyyet =Gavs olmak

Fakr’ı-tam =Tam fakirlik. Cenâb-ı Hakk’a mutlak muhtaç

olduğunun tam bir teslimiyetle bilinmesi.

322. “Mürşidin vazifesi müridini küfür ve imân ve

havf ve recâ kaydından kurtarmaktır.”

323. “Mürşide mülâki olmayanlar şeriatın tarifi

veçhile kızgın sacda kalırlar. Mürşide mülâki

olanlar rahat kalırlar.”

Mülâki olmak = Kavuşmak, buluşmak

324. “Hak yolunun kapısı mutlaka bir velidir. Bu

yola her halde böyle bir kapıdan girilir. “Ben ilmi-

İlâhi şehriyim. Ali de şehrin kapısıdır “ hadîsi

bu mânâya işarettir. Bilverâse onu zamana da

tatbik mümkündür “

Bilverâse = Varislik yoluyla

325. “Veli ile konuşan velidir”

326. “Görüyorsun ya evliyâullah ne kadar

mütehammildir”

Mütehammil = Tahammül edici

327. “Allah râzı oldu mu her şey oldu demektir”

328. “Enbiyânın maddiyatta da tesiri olur. Evliyâ

yalnız ruha tesir eder”

96

329. “Biz nübüvvet’in velâyeti’nin sırrı’nın

neş’esine me’mûruz. Şimdi bu neş’e yalnız

halvetîlerde, biraz da kãdirî’lerde kalmıştır.”

Nübüvvet = Peygamberlik.

Yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gelen peygambere

‘Resûl ‘, Kendinden önceki Resûl’ün getirdiği kitap ve

şeriati devam ettirene ‘ Nebi ‘ denir.

Velâyet ( Vilâyet ) = Velilik, ermişlik. Hakk’ın kulunu,

kulun Mevlâ’sını dost edinmesi’dir.

Her peygamber aynı zamanda Allah’ın velisi, dostudur.

İbnü’l Arabî gibi bazı büyük mutasavvıflara göre

peygamberlerin velâyeti onların nübüvvetinden üstündür.

Çünkü velâyet peygamberlerin Hakk’a dönük yüzü,

nübüvvet ise halka dönük yüzüdür. Ayrıca ‘ el-Veliy ’ ismi,

Allah’ın Güzel İsimlerindendir (Esmâ-i Hüsnâ), ve velâyet

O’nun sıfatıdır. Peygamberlik ise insanın sıfatıdır.. (Prof.

Dr. Süleyman Uludağ – Tasavvuf Terimleri Sözlüğü ).

330. “Maziye karışanın hâli teşrih ve tekrir’dir.

Mesâlik-i evliyâullah’dan değildir “

Teşrih = Bir şeyi anlaşılır şekilde açıklamak

Tekrir = Bir sözün etkisini artırmak için tekrar tekrar söylemek

Mesâlik-i evliyâullâh = Evliyâullâh’ın meslekleri./ yolları.

331. (Kuşadalı Hazretlerinden ): “ Altın sırr-ı velâyet,

gümüş sırr-ı nübüvvet’e işârettir. Mürşid’in el

ayası da sırr-ı Zât’dır. Mürşid, sâlikin teşri’ini

muhâfaza içindir.” (Mürşidin elinin içini öpmek

levh-i mahfuzu öpmektir’ derler )

Teşrî = Yeni hükümler getirilmesi ve kanunlar konulması, şeriata

ait emir ve yasaklar ( “Sâlik’in teşrii’ni muhafaza“ =

‘Sâlik’in hukukunu koruma ‘ manasına )

Levh-i mahfûz = Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı

olduğu mânevî levha, İlâhi ilim.

97

332. “Bizim fabrikaya düşen paslı demir bile olsa

24 ayar altın ederiz. Bazan bakırın üstüne bir

altın cilã vurur altın ayarında kullanırız. Gelen

domuz ise, tuzlamız vardır, oraya atarız. Mürûr-u

eyyâm ile tuz olup her yemeğe çeşni verir.”

Mürûr-u eyyâm’la = Geçen zamanla

333. Efendi Hazretleri bir gün Hazret-i Azîzimiz

Sultanımız Efendimize “Efendim, sizin karşınıza

günde bu kadar zevât gelir, onların ne ahlâkta

olduğunu nasıl anlarsınız?” diye sorunca

gülmüşler ve “Onlar kendilerini bana anlatırlar”

buyurmuşlar.

334. “Kapalı kutuya mal konmaz. Domuza inci

takılmaz”

335. (Evranoszâde Sãmi Bey rivâyetyle) “Karabãş’ı

Velî Hazretlerinden sonra Kuşadalı hazretleri

sâhib-i zuhûr’dur. İki üç yüz senede bir zuhûr

eder” buyurdular. Hazret-i Azizimiz, Sultanımız

bir gün Ömer’ül Halvetî Hazretlerinin huzurlarında

bulunurken Kuşadalı Efendimiz Hazretlerinin

sohbetlerinden bahis buyurulmuş. Hazret’i

Azîzimizde zevk-i derûni hasıl olmuş. Böylece

zevk ve tefekkürde iken Kuşadalı Efendimiz

zuhûr buyurmuşlar. Mübârek vücutlarının sadr-ı

âlî’lerinin (mübârek göğüslerinin) yemin ve yesar

(sağ ve solundan) ve fevk-i taht’larından (yukarı

ve aşağısından) birer şems (güneş) zuhur ederek

hepsinin şuaları Hazret-i Azîzimizin üzerinde

toplanmış. Bunu Ömer’ül Halveti Hazretlerine

arz ettiklerinde, müşârün-ileyhin gözleri yaşarıp

“Ahmed, bu hâli nice ehlullâh arzu ederler,

muvaffak olamazlar. Cenâb-ı Hakk sana nasib

98

buyurdu. Kuşadalı’nın ayniyyeti kemâli ile sizde

zuhûr edecek “ buyurur.

Zuhûr = görünmek, meydana çıkmak

Zevk-i derûni = Kalb / gönül zevki , kalb neş’esi

Tefekkür = Fikr etmek, düşünmek

Sadr = Göğüs

Yemin = sağ Yesar = sol

Fevk = üst Taht = alt

Şems = güneş Şua = Işık, ışın

Müşârün-ileyh = İsmi daha önce söylenmiş olan,

Ayniyyet = Tã kendisi olarak

Kemâl = Kâmillik, olgunluk

336. (Kuşadalı Hazretleri) “Kıyâmet yaklaştıkça,

enbiyâ vârisleri bulunan evliyâ gittikçe,

makamları münhal kalır. Gitgide yalnız

vâris-i Muhammedî kalınca ona da biat eden

bulunmayınca, alâmet-i kübrâ’yı kıyâmet yer yer

başlar.” buyurmuşlar.

Münhal = Boş / açık me’muriyet pozisyonu

Biat ( bey’at ) etmek = Bağlılığını bildirmek

Kübra = En büyük ( Ekber’in dişil formu )

Alâmet-i kübrâ’yı kıyâmet = Kıyametin en büyük işaretleri

337. “Va’büd Rabbeke hatta ye’tiyeke’l yâkıyn”

(Hicr, 99 : Ve sana yakin gelinceye kadar Rabbine

ibâdet et) Yâkin gelince kendisi eder “ buyurdular.

Yâkin = Şüphe olmadan kesin şekilde bilmek.

338. (Naim Bey rivâyetiyle: Ömer’ül Halveti Hazretleri

Aziz Sultan Efendimize buyumuşlar ki ):

Ahmed, Ahmed ! Rübûbiyyetin ubûdiyyetine;

ubûdiyyetin rubûbiyyetine mâni’ olmasın”

Rubûbiyyet = Cenab-ı Hakk’ın her zaman her yerde her

yaratılmışa muhtaç olduğu her şeyi vermesi

Ubûdiyyet = Kul olduğunu bilip Allah’a itaat etmek.

99

339. “Hâtime Fâtiha’nın aynıdır. Saãdeteyn

arasındaki şekãvete; şekãveteyn arasındaki

saãdete itibâr yoktur.”

Saãdeteyn = İki Dünya saadeti

Şekãveteyn = İki dünya şekaveti (‘a’ inceltmeden uzun )

Şekavet = Her çeşit kötülük, haydutluk

339. “ Huzurda teveccüh olmaz.”

Teveccüh = Bir yere (mürşide) doğru (kalben) yönelme

340. Hamâmi Tevfik Efendi azîzimizin müridânından

birine râbıta halinde iken semâvat münkeşif olmuş

râbıtadan gaflet etmiş. Huzûra girdiğinde Efendi

Hazretleri “Siz rabıtâ-i şerifi bir temâşâya fedâ

ettiniz” buyurmuşlar.

Mürid = İrade edip isteyen, Şeyhine bağlanmış olan

Müridan = Mürid’in çoğulu Semâvat =Semalar, gökler

Münkeşif olmuş = Keşfolunmuş,, apaçık olmuş

Temaşa = Seyretmek, seyir

341. (Kuşadalı Efendimizden) “’Râbıta’ Râbıta’

derler, Hak’tan gãfil olmamak demektir .“

Râbıta = Bir şeye bağlanma, dervişin kalben mürşîdine

yönelmesi; Resulullâh’a / Allah’a kalbi bağlamak / rabt etmek

342. “Asıl râbıta, şeyhi’nin uluhiyyetini tasdiktir.”

Ulûhiyyet = Allah’lık sıfatı, Tanrı’lık vasfı

343. (Kuşadlı Efendimizden) “Âhirete intikal etmiş

mürşîd’e râbıta olmaz. Eğer olsaydı, Resûl

Efendimizden başkasına olmazdı.”

(İsmail Hakkı Altuntaş’ın derlediği ‘Ahmed Amîş

“Efendi’ adlı eserin, 8.baskı, sayfa 73 deki dip not’tan

100

– bazı düzeltmelerle - naklen ) “ Kuşadalı Hazretleri

mânevî irşâda izin verdiği kişilerin her biri(ne) âlem-i

velâyeti vermişse de, rãbıta telkinine salâhiyet

vermemiştir. Bu âlî yolda râbıta telkin etmek her

asırda sãhib-i vakit’de tecellî eden bir lütf-i kübrâ’dır.

Kuşadalı Hazretleri hâl-i hayatta iken kendileriyle

şeref-i mülâkata nail olmayanların râbıta etmelerini

men buyururlardı. Bu gibiler, biat ettikleri vekilin

delâletiyle âlem-i sülûke dâhil ve istidâdı olanlar

velâyete bile vãsıl olurlar. Ancak kemâl bâd’el

kemâl bulmak, nâib-i ekmel-i Muhammedî’ye

mülâkat ile olur “ denilmektedir”.

Âlem-i velâyet = Velilik (evliyâlık ) âlemi

Sâhib-i vakit = Yaşanan zaman’ın ( manevi ) sahibi

Lütf-i kübrâ = En büyük lütuf

Mülâkat = Yüz yüze buluşma, kavuşmak

Şeref-i Mülâkat = Mülakata erişmenin şerefi

Sülûk = Bir tarikata bağlanmak Âlem-i sülûk = Tarikatlar

Kemâl bâd’el kemâl = Kemâl üzeri kemâl

Nãib-i ekmel-i Muhammedî = Muhammedî yolun en mükemmel

vekili

344. Kuşadalı Efendimiz Mehmed Can Efendi’ye

şöyle buyurmuş : “Hicaz’da taş atarken taşlayan

ile taşlanın kim olduğunu gördün mü?”

345. “Yetmişbin kelime-i Tevhîd îmansız gitmiş

adamın imânını kurtarır.”

346. “Benim yanıma gelip li-vechillâh beş dakika

oturan imânını kurtarmadan gitmez “

Li vechillâh = Allah için, Allah aşkı için

347. “Kâmillerin irtihalden sonra da sâliklerine

feyzi devam eder. Sülûk’da vefât edenlerin

terakkiyâtı devam ettiği gibi.”

101

348. Efendimiz Hazretleri buyurdular ki, “Bir gün

huzûra girdim. Baktım Efendi Hazretleri gitmek arzu

buyuruyorlardı. İçimden ‘Aman Efendim’ diye feryat

ettim. O zaman “ Ulan, tecelli-i kemâl’dayım,

makâm-ı müntehîde’deyim. Bu akşam baktım

Hacı Ahmed ikileşmiş. Birini yükün önünde

gördüm. Artık bana gitmek lâzım geldi.

Elemlenme mahcûb değilsin, muhtaç değilsin,

hocan yok, ne demleniyorsun “ buyurdular.

Tecelli-i kemâl =İlâhi kudretin kemâl ile (bütün güzel sıfatlarla )

ortaya çıkması

Makâm-ı müntehîde = En son, her şeyi tamamlayan makâm.

Mahcûb = Perdelenmiş, üstü örtülmüş

349. Hazreti Azîzimiz, Âlem-i Cemâl’e intikalleri

yaklaştığı zamanlarda “Benden sonra benim

gibisini bulamazsınız” bir kaç defa da “Nefesimi

içeri alacağım, dışarı vermeyeceğim “ buyurdular.

Âlem-i Cemâl = Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsân ile tecelli ettiği

Âhıret Âlemi.

350. (Nusret Hanımefendi rivâyetiyle) Efendi

Hazretleri buyururlardı ki, “Bu âlemden giderken

insanı kuruturlar yahud limon gibi sıkarlar”

351. Mahdûm-u âlî’leri Ali Beyin vefâtı sonrası

kabir yeri belirlemede ihvân arasında müzâkereler

olurken, ‘ Efendi Hazretlerine de bir yer ayıralım’

denir. Nevres Bey huzura girmek için daha kapıyı

açar açmaz Hazret-i Azîz şöyle buyurur: “Onların

kabirleri teslim-i ruh ettikleri mahaldir.”

(Nebiler ve Allah dostları teslîm-i ruh ettikleri

mekânda ( makamlarında ) sırlanırlar.)

Sırlanmak = Ölen bir ârifin toprağa verilmesi.

102

352. (Halil Efendiye buyurmuşlar ki) “Sen beni

görünce cezbeleniyorsun. Dağı taşı gördüğün

zaman da cezbeleniyor musun?” Halil Efendi

“hayır” demiş. “Öyle ise olmadı. Ne zaman, neyi

görürsen hakikat-i İlâhiyyeyi müşâhade ile

cezbelenirsen o zaman” buyurmuşlar.

353. (Birgivi Mehmed Efendiye) “Bana sarılsaydın

daha iyi olurdu ama Halil’e sarıldın. Ben’den

Halil’e, Halil’den sana” buyurmuşlar. (Mustafa

Özeren Efendimizden tamamlama: “Ya yol verir,

ya vermez” )

354. (Kâzım Bey rivâyetiyle) Mektep Arkadaşlarımdan

Remzi isimli birisi Nakşibendî Hâlidî tarîkine intisâb

etmişti.Bir gün bu zât “ Seni şeyhime götüreyim

gelir misin ?” dedi. “Gidelim” dedim. Tekkeye gittik.

Bizi o tarîke mensûb olmadığımız için zikirlerine

sokmadılar. Zikir sonuna kadar hariçte bekledik.Bir

gün de ben Remzi’ye, “Bu hafta da benim şeyhime

gidelim “ dedim. Muvafakat etti. Her ikimiz huzûra

vardığımızda Hazret, bana hitâben : “Muhabbet

iki türlüdür. Birisi, hiç bir itiraz ve illet kabul

etmeyen muhabbettir ki, illâ fillâh sırf Hakk için

muhabbettir. Bu, Allah Tealâ’nın ‘Yâ Vedûd’

isminden alınmıştır. Ehlullâh buna ‘meveddet-i

hakîkiye‘de derler. Diğeri sãdece muhabbetdir

ki her türlü avârıza mâruzdur. İllet peydâ eder.

Meselâ sevgilisinde gördüğü ve beğendiği her

hangi bir şeyin zevâli ile o muhabbet mahkûm-u

inkirazdır. Birinin hüsnüne, parasına veya

mansıbına muhabbet gibi. Bunlardan her hangi

birinin zevâliyle muhabbete ârıza gelmiş olur ki,

bu kısım muhabbet doğru değildir.”

Sonra bana dönerek “Sen zanneder misin ki senin

103

muhabbetin gibi herkes de seni öylece seviyor?

Bu öyle değildir, aldanmağa gelmez “

buyurdular.Nitekim o arkadaş ile muhabbetimiz

bundan ileri gidemedi. O benden, ben de ondan

uzaklaştık.

İntisâb = Bir kimseye bağlanmak

Mensub olmak = Bir kimseye bağlanmış olmak.

Muvafakat etmek = Râzı olmak, uygun bulmak

İllet = Maksat, gaye, esas sebeb, vesile,

İlla fillah = Sırf Allah (CC) için

Meveddet = Muhabbet, sevgi, dostluk

Avârız = Ârızalar

Zevâl = Sona ermek, gitmek

Mahkûm-u inkıraz = Sönmeye / kaybolup gitmeye mahkûm

Hüsn = Güzellik

Mansıb = Devlet hizmeti, memuriyet

355. (Kâzım Bey zâbit olunca taşraya tâyin edilir.

Hazreti Azîz’den ayrılmak çok güç gelir. Vedâ için

bir hafta huzura çıkar ve her seferinde ağlar. Bir

gün Hazreti Azîz “Ne ağlıyorsun be çocuk?” diye

sorar. “ Efendim ben ağlamayayım de kim ağlasın

? Gözlerimin kapanıklığı henüz zail olmamış iken

pürtaksir sizden ayrılıyorum. Teessüfüm bu yüzdendir

” dedim. Hazret Cevâben: “Helvacı helvaya şeker

katacağı zamanı bilir, ne sıkılıyorsun be. Senin

isteğinle olmaz o’nun isteğiyledir. Her şeyin

zamanı vardır. Kederlenme” buyurdular ve nereye

tayin edildiğimi sordular. “Üsküp’e “ dedim. “Oh,

desene, Mekke’ye gidiyorum desene. Oraları

Muhammed Nûr’ul Arab’ın ( Koca Arabın ) ayak

bastığı mübârek yerlerdir. Ne güzel, güle gül git,

ferahlanırsın. Biz sizden asla münfek değiliz ki.

Nereye gidersen git bizi kendi nûrunda, kendi

ruhunda, mânevî varlığında bulursun” diyerek

izhâr-ı teselli ve beşâret buyurdular. Tekrar ve doya

doya mübârek ellerini öperek arz-ı vedâ eyledim. “

104

Zâbit = Subay Pürtaksir = Kusur dolu olarak

Teessüf = Esef etme, üzüntü

Münfek = Ayrı Beşâret = Müjde

356. “Bütün hocalardan elif okudum. ( Seyyid

Muhammed ) Nûr’ul Arab’dan bütün okudum”

357. “İbrâhim Aleyhisselâm ile müşerref

olduğumda uzun yaşayacağımı tebşir

buyurdular”

Tebşir = Müjdelemek

358. “Eski peygamberler zamanında ümmetleri,

kendilerini unutmamak için resimlerini

yapıyorlardı. Fakat Muhammed sallalâhü

aleyhi vesellem bunu men etti. Çünkü ümmet-i

Muhammed’den bir adam eğer çalışırsa her

istediği peygamber kendisine temessül eder

(görünür ) ve peygamberin kendisi ile de görüşür.

O halde resme hacet kalmaz”

359. Kuşadalı Efendimimizin müridânından birisi

adalardan birine vâli tayin edilmiş. Oradan “Efendim

buranın ahâlisi gâvur, hayvanları domuz” diye

mektub yazar.Hazret cevaben: “Ben de ‘beni

onlarda da görsün’ diye gönderdim “ buyururlar.

360. “ Fatih İstanbulun Medinesi’dir “

361. Şemseddin Paşa Bükreş’den “Efendim iki

karpuz bir koltuğa sığmıyor ” diye Kuşadalı

Hazretlerine müracaat ederler. Azizimiz Efendimiz

de “İki karpuzu bir etsin “ buyururlar.

362. “Hareket-i arz (deprem) geçtikten sonra

kendimi şu ayeti okurken buldum: ‘.. Rabbena

105

ma halakte haza batıla, sübhaneke fekina

azabe’n-nar ‘ (Al-i İmran, 191: Rabbimiz! Sen bunu

boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi ateşin

azabından koru ) .

363. “Cemaatla namaz kılarken, imam cehren

okursa dinleyiniz. Cehren okumuyorsa kendi

virdinizle meşgul olunuz”

Cehren = Açıktan, yüksek sesle

364. “Vuslat hakiki olmadan evvel Azizimiz

Sultanımız dört defa kendilerini envâr-ı

Ahmediye’leri ile bana gösterdiler”

Envâr = Nurlar

365. “Şükr-ün nimet , rüyet’ül mün’im” (Nimete

şükür. nimeti vereni görmektir )

Mün’im = Nimet veren

366. Abdülaziz Mecdi Bey, Giritte iken talebesi olan

Hariciye Nazırlığı yapmış Giritli Ahmet Nesimi

Bey’i Amîş Efendi Hazretlerine götürmek istermiş.

Bir gün bu düşüncelerle huzûra vardığında Efendi

Hazretlerinin elinde bir mıknatıs olduğunu görmüş.

Türbedâr Hazretleri bu mıknatıslı demir çubuğu

çivilere uzatınca çivileri çekmiş. O zaman Hazret :

“Bak mıknatıs çivileri nasıl çekti. Ben istersem

istediğimi böyle çekerim. Siz ötekini berikini

getireceğiz diye neye uğraşırsınız” buyurmuşlar.

Yine bir gün Mecdi Efendi’ye: “Bu adamları getirip

durma. Herkes buraya giremez, biz istemeliyiz.

Biz isterken de istediklerimizi getirmeye

muktediriz “ buyurmuşlardır.

106

367. “Her ne yerseniz ‘sadaka ‘ diyerek yeyiniz”

368. Şeyhleri kendilerine buyurmuşlar: “Ahmed

açlığın aklına gelirse benden değilsin”

369. Hazreti Azizimiz su içerken sudaki tecelli-i

Hakkî’ye (Hakk’ın tecellisine) işâreten: “Sana çok

şükür “ buyururlardı.

370. Ahmed Amîş Efendimiz Hazretleri, lafza-i Celâl

zikrine “Minel âbâd ilel âzâl ilâ mâ-lâyetenâhin

müstecmiu bi cemiis-sıfat” ( Ebedlerden ezellere,

sonsuz olan bütün sıfatların hepsini toplayan Allah)

diyerek başlarlardı.

Lafza-i Celâl ( ismi Celâl ) = ‘ Allah ‘ lafzı

371. “Nevres Bey rivâyetiyle ) Rüştü Bey ile bir gün

huzûr-u saâdete gittik. Hazret: “Ulan bana boza

getirdin mi?” buyurdular. Ben de: “Getireyim

efendim” dedim. “ Boza der demez aklınız bozacı

dükkânına gitmesin. Mürşid ne demek istiyor

onu anla, sözünü anla. Onlar boş söylemezler”

Ben de “Evet efendim. ‘ve mâ yentiku an-il hevâ”

( Necm, 3 : O (Resulüllah (sav) hevadan konuşmaz).

Mübârek şahãdet parmaklarını ağızlarına götürerek

işãretle “Sus” buyurdular.“ O yalnız Muhammed

(sav)’e mahsustur. Mürşidler hakkında da

öyledir. Biz ihvãnımızdan böyle söz sudûrunu

severiz. Lâkin herkesin yanında söylenmez “

buyurdular.

Hevâ = Nefsin isteği / arzuları

Sudûr = Sâdır olmak, çıkmak, meydana gelmek

372. Gümüşsuyu Askeri Hastahanesi

Baştabipliğinden emekli Albay Doktor Hamdi

107

Hızalan Beyefendi’den naklen) Edirnekapı dışındaki

Bekir Niğdevi Hazretlerinin kabri şerifi yanında,

Çanakkale Savaşında Fransız zırhlısını batıran

meşhur asker Miralay Hilmi Şanlıtop Bey’in de kabri

vardır. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri kendisine şöyle

buyurmuşlar: “Siz harbin fecaatini bilmezsiniz.

Ben Rus (Kırım) harbinde yaralıları sırtımda

taşıdım. Harbin fecaatini yakinen bilirim. Sakın

harbi temenni etmeyin “

373. Bir bayram günü bayram namazını edâ ettikten

sonra türbede ziyaretine gittim. Türbeden çıktılar,

ben de beraberdim. Cami etrafında nöbet bekleyen

askerler nöbetlerini bitirmiş, gidiyorlardı. Türbenin

Akdeniz cihetindeki zincirli kapıdan geçtiler. O

zaman Hazret-i Azîz şöyle buyurdular: “Siz camide

iken bunların beklediği nöbet senin yetmiş

senelik ibâdetinden efdaldir.”

Efdal = Daha faziletli, daha iyi

374. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri Tırnova’da bir

camide imamlık yaptığı sırada, sokakta fazla alkol

alıp yere düşmüş bir adam görür. İnsanlar toplanmış

hakaretler etmektedir. Hazret “Onu benim sırtıma

bindirin, evine götüreyim” der ve sırtladığı

adamı evinde yatağına kadar taşır. Adam sabah

ayıldığında annesinden olanı biteni işitir ve çok

utanır. “Tevbeler olsun, bir daha içmeyeceğim”

der ve bu alışkanlıktan kurtulur.

375. Bir gün yanında dâmâdı Dâr-ül-fünûn

müderrislerinden Ahmed Naim Bey (Baban)

bulunduğu sırada huzûruna bir genç gelir, elini öper

ve karşısında durur. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri

bu gence hitâben: “Haydi git, yine eskisi gibi

108

kârhânelerde, meyhânelerde gez dur” der. Genç

tekrar elini öper, gider. Ahmed Naim Bey bu sözler

karşısında hayretler içinde kalır. Bunu anlayan Amîş

Efendi Hazretleri, “Bu gencin a’yân-ı sâbite’sinde

( Levh-i mahfûz’da) kârhânelerde, meyhânelerde

gezmek vardır. Nasıl olsa bunu yapacak. Ben

böyle söylemekle hiç olmazsa günahdan

kurtulmuş olur. Çünkü bu takdirde yaptıklarını

emirle yapar ” buyururlar.

Bunu nakleden Abdülaziz Mecdi Efendi bu şahsın

hala bu yolda gezmekte olduğunu söylerdi.

Dâr-ül-fünûn = Üniversite’nin eski adı

A’yân-ı sâbite = İlâhi ilimde eşyânın ezelden beri sâbit olan

suret ve hakikatları.

Levh-i mahfûz = Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı

olduğu mânevi levha ; İlâhi ilim

376. (Beykozlu Ali Bey’den)” Amcam Miralay (Albay)

Hasan Bey’i, ma’iyetindeki Salih Bey jurnal eder.

Amcam da üzüntüden felç oldu. Hazret-i Azîz’imiz’e

teşriflerini rica ederek fakirhane’ye getirdim. Evde

diğer bir odada Hasan Bey’in kızı son nefesinde

hasta yatıyordu. Hazret-i Azîz Hasan Bey’in odasına

girdiler ve secdeye kapanarak biraz durduktan sonra

hastayı yukarı kaldırın buyurarak diğer hastanın

odasına teşrif buyurdular. Halbuki biz kendilerine

ondan hiç bahsetmemiştik. Kızcağıza: sordu: “pelte

yapacak mısın?” “Evet efendim”, “Kendi elinle

getirecek misin?” “Evet Efendim”, “Ben börek de

isterim” “Peki efendim”

Efendi Hazretleri teşrif buyurdular. Komşumuzdaki

bir kız çocuğu vefat etti. Bizim kızcağız kurtuldu.

Jurnal eden Salih Bey kapının önünden geçerken,

orada bulunan çavuşa “ Bey nasıl oldu ?” diye

sorar. Çavuş: “Elhamdülillâh iyileşti “ der. Salih Bey:

109

“Bekle, onun müddeti kırk gündür. Kırk gün sonra

ölür” der.Lâkin üç gün sonra kendisi öldü gitti.”

377. Hoca Efendimiz Hazretleri buyururlardı ki,

“Vuslat hakiki olmadan evvel Azîzimiz, Sultânımız

dört defa kendilerini envâr-ı Ahmediyye’leri ile

bana gösterdiler”

Vuslat = (Sevgiliye ) Kavuşmak, Envar = Nurlar

378. Meşrutiyeti müteakip Mehmed Efendi

Hazretlerine bir kaç kere kova ile su getirtip leğene

döktürerek badehu ellerini ayaklarını suyun içinde

biraz zaman durdurduktan sonra “Al bunu el ayak

değmez bir yere dök” buyurmuşlar.

Badehu = Bundan sonra

379. Evranoszade Sami Bey, o zaman Rüşdiye

öğretmeni olan Şerafettin Yaltkaya’yı Hazret-i

Aziz’in sohbetine getirmiş. İki saat bounca Efendi

Hazretleri hiç konuşmamış. Sami Bey Efendi’nin

böyle gelenlere dua edip bazan müjdeler verdiğini

bildiği için merak eder. Ertesi gün tek başına

huzura girer ve “ Efendim Şerafettin için bir müjde

vermediniz, sebebi nedir” diye sorunca Efendi

Hazretleri “O bulunduğu mesleğin en yükseğine

çıkar” buyururlar.

(Hakikaten Şerafettin Bey profesör ve Diyanet

İşleri Reisi olur, ancak İslam’a hizmet bir yana bazı

sorunların çıkmasına da sebeb olur. Onun için

icraatını bilenler ona “ Telefüd-din Haltkaya “ adını

takmışlardır.)

Dr.Hamdi Hızalan Beyefendi’nin Ahmed Tahir

Memiş ve Mustafa Özeren Efendilerimiz Hazeratı

ile ilgili bazı hatıraları :

110

(Aşağıdaki bölüm, muhterem ağbeyim, büyüğüm Dr.

Hamdi Hızalan Beyefedi’nin, Tâc-ül Ürefa, Ahmed

Tâhir Memiş Mârâşî (Hoca Efendi) Hazretlerinin

irtihâl-i dãr-ı bekã buyurmasından sonra, emânetin

Mustafa Özeren Efendimiz Hazretlerine intikal

etmesi sonrasında bazı densizlerin nifak çıkarmaya

kalkışması üzerine kaleme aldığı, neşredilmemiş

ve bir nüshası bu acize lütfedilmiş hâtıratından,

şifâhen muvafakatları alınarak iktibas edilmiştir.

Bu lütuflarından dolayı kalbî şükranlarımı arz eder,

bu a’ciz’i gönülden çıkarmamasını, dualarını eksik

etmemesini niyâz ederim. – MFG)

380. Nevres Bey, Temmuz 1937’de, o zaman 17

yaşında olan Hamdi Beyi Hoca Efendi Hazretlerinin

elini öpmesi için Bursa’dan İstanbul’a gönderir.

Dönerken Hoca Efendi Hazretleri “Nevres Bey’e

benden selam söyle, gönderdikleri hediyeyi

aldım, kabul ettim. Heybenin arka gözünde idi,

aldım ön gözüne koydum” buyururlar. Hamdi Bey,

söz konusu ‘hediye’nin kendisi olduğunun ve kabul

edildiğinin henüz farkında değildir.

Hazret-i Aziz bir defa da şöyle buyurmuştur:

“Asıl marifet heybenin ön gözüne girmektir.”

Hamdi Bey Hoca Efendi Hazretlerine son derece

muhabbetle bağlanmıştır. Efendi Hazretleri şöyle

buyurmuşlardır: “ Bir insan şeyhinin uluhiyeti’ne

kail olmazsa, ondan ahz-ı feyz edemez “

Ulûhiyet = Kendisine kulluk edilen Allah-ü Azimüşşan’ın bir vasfı

Kãil olmak = İnanmak Ahz-ı feyz = Feyiz almak

381. “ Vefatlarına yakın bir gün Hoca Efendi

Hazretlerini ziyârete gitmiştim. İkimiz yalnızdık.

Bana dediler ki: “Oğlum, bir gün Mehmet Efendi

Hazretleri ile beraber Divan Yolu’nda Âlem

111

Beğendi Terzihânesi’nden çıktık. Beyazıt’da

kahvehaneye gidecektik. Türbe’ye (şimdiki

Çemberli Taş’a) geldiğimizde Mehmet Efendi

Hazretleri orada duran bir otomobili tutmamızı

istediler. O devirde otomobiller yeni çıkmaya

başladığından ve nâdir olduğundan, şöför 5

Lira (bu günkü ile takriben 100 ila 150 Lira)

isteyince, ben “Efendim Beyazıt iki adımlık

yer, yürüyüverelim” dediğimde “Hoca, sen

gelmezsen gelme” dediler ve hemen – Mustafa

Bey’in tuttuğu – arabaya bindiler. Şöför hareket

ederken “Dur, dur, Hoca kaldı, Hocayı alalım”

dediler

Hoca Efendi Hazretleri bu hikayeyi anlattıktan sonra

bana “Oğlum dikkat et, bu meşrebde olan şeyhe

hizmet etmek zordur” buyurdular.

Hoca Efendi Hazretleri mâzide kalmış olan bu vakıayı

bana niçin anlattılar diye çok düşünmüş fakat işin

içinden çıkamamıştım. Vaktâ ki vefatlarından sonra

bir hâdise ile karşılaşınca bu hikâye aklımı başıma

toplamaya yetti. Aynı günde Mustafa Bey Hazretleri

“Benim meşrebim Mehmet Efendi Hazretlerinin

meşrebine benzer” dediklerinde Hoca Efendimiz

Hazretlerinin bu vakıa’yı anlatışlarındaki hikmete ve

beni hatâdan muhafaza edişlerine hamd ettim.”

382. “Hoca Efendi Hazretleri her zaman her yerde ve

herkesi şu nutukları ile ikaz ve irşâd buyururlardı:”

“Bu yolda meşrebe değil mesleğe bakılır”

“Hüküm zâhirdekindedir”

“Râbıta zâhirdekine olur. Eğer gayba râbıta

olsaydı doğrudan doğruya Resulüllâha olurdu”

383. Hoca Efendi Hazretlerinin kerimesi Perran

Hanım’ın bir arkadaşının çocuğu sık sık havale

112

(bir nevi sara nöbeti geçirmektedir ve annesi çok

üzgündür. Perran Hanım : “Efendi babam hastalara

okumaz ama bir rica edeyim” demiş. Hoca Efendi

Hazretleri kabul etmiş Mustafa Bey Hazretlerini

de çağırmış. İkisinin yalnız olduğu odaya çocuğu

almışlar. Bir müddet sonra Mustafa Bey’in “HAAAY”

diye bağırdığını duymuşlar. Çocuk o günden sonra

bir daha havale nöbeti geçirmemiş. “Ve münezzilel

Furkane ma hüve şifaün ve rahmetin lilmü’minin

“ ( Biz Kur’an’ı mü’minlere şifa ve rahmet olarak

inzal ettik ) Ve Hüve ala külli şey’in kadir .”

384. “Bir gün Hoca Efendimiz Hazretlerinin

devlethânelerinde huzurda idim ve yalnızdık. Bizi

kimse rahatsız etmesin diye oda kapısını içerden

sürgülettiler. Bu arada diz dize bâzı esmâları

tâ’lim ile beraberce zikr ettikten sonra, kulağıma

bazı sırlar ve nefhalar üflediler ve ilâve ettiler : “

Oğlum, Mürşidin nefhası – Nefha-i sırr-ı Hudâ

– müridin kulağından ilkah olur ve müridin

kalbinde tomurcuk husûle gelir. Buna ‘veled-i

Kalb ‘ (kalb çocuğu) denir. Bu zamanla büyür.

O zaman sen aradan çıkarsın, o kalır “ dediler ve

ilâve ettiler “Onun için sağırdan ne mürid olur,

ne de mürşid” buyurdular. Allah cümlemizi sağır

olmaktan muhâfaza buyursun.”

Esmâ= İsimler (Cenâb- Hakk’ın güzel isimleri )

Nefha = Üfürük, üfürmek, rüzgârın hafif esişi

Nefha-i Sırr-ı Huda = İlahi sırların esintisi

Hudâ = Cenab-ı Hakk, Hâlik

( Hüdâ = Doğruluk, hidâyet. Kur’an-ı Kerîm’in bir ismi )

İlkah = Aşılamak, döllemek

385 .“Bazı arkadaşlar Hoca Efendi hazretlerinin bir

cephesini görerek bütün vecih’lerini anladıklarını

113

sanıyorlar. Halbuki Hoca Efendi Hazretleri bütün

mükevvenâtı muhît olup onu anlamak hiç birimizin

kârı değildir. Onu hüvesi hüvesine ancak vârisi

anlayabilir. ....... Zaten Allah’da Kur’an-ı Kerîminde

‘fesemme vechullâh’ yani ‘ Her vecih Allah’ındır’

buyuruyor.... Nevres Bey Rahmetullah’dan işitmştim.

Bir gün aziz Sultanımız buyurmus ki : “Nevres şimdi

ben sana hakîkatini gösteririm amma zarf küçük

mazruf büyük” Yine Nevres bey’den dinlemiştim.

Bir gün Amiş Efendi Hazretleri: “Padişahlar bazan

tebdil-i kıyafet gezerler. O zaman onun padişah

olduğunu bilmeyenler karşısına geçer dangıl

dungul konuşurlar. Amma o zaman padişahlığı

ile bir tecelli ederse korkudan herkesin dudağı

patlar” buyurmuşlar “

Vecih ( Vech ) = Yüz, görünen yüz

Mükevvenat = Bütün yaratılmışlar

Muhit = Etrafını kuşatan, ihata eden

Hüve = ( Arapça’da ) ‘ O ‘ manasına işaret zamiri

Zarf = Kab, mektup konulan kılıf,

Mazruf = Zarf içine konan / konması istenen şeyler

Tebdil-i Kıyafet = Kıyafeti değiştirmek

386. ( Hoca Efendi Hazretlerinin hijyen ve kılık kıyafete

olan titizliği hakkında Hamdi Beyin hâtıraları-özetle)

Hamdi Bey 2 ay önce diktirdiği resmi elbisesi ile Hoca

Efendi Hazretlerini Çengelköydeki yazlık köşkde

ziyâret eder. Biraz sohbetten sonra Hazret “Hamdi

Bey, senin bu elbisen ağarmış, sen Ankara’ya

dönünce yeni bir elbise diktir” buyurur. Hamdi

Bey eve dönünce hakikaten yakasının altının

ağardığını görür. Ertesi gün huzûra ancak 10-15

defa kullanılmış bir sivil elbise giyerek gider. Hoca

Efendi Hazretleri’nin ilk sözü “Hamdi sana bir de

sivil elbise lazım. Ankara’ya gidince bir de sivil

114

elbise diktir” olur. Hamdi Bey Ankara’ya döner

dönmez en iyi kumaşlardan bir sivil, bir de askeri

elbise diktirir.

Yine birgün Çengelköy’e acele gittiği için sakal tıraşı

olamayan Hamdi Bey’e, Hoca efendi Hazretleri

“Ne o Hamdi Bey, sakal tıraşı olmamışsın. Bizim

yolumuz kalenderlik yolu değildir. Bir daha seni

böyle sakallı görmek istemiyorum” buyurmuşlar.

387. “Söz sıfat-ı Resüllullâh olan ümmî’lik bahsinden

açılmışken şu hâtıralarımı da kaydedeyim. Hoca

Efendi Hazretleri söylerlerdi ki, Ahmed Amîş Efendi

Hazretleri (gençliğinde medresede zamanının en

yüksek ilm-i zâhiri’sini tahsil ettiklerinden) “Ben

bildiklerimi unutuncaya kadar ne çektim”

derlermiş. Yine hoca Efendimiz Hazretleri; “Benim

en son kurtulduğum kayıt, hoca’lık kaydıdır”

buyururlardı.”

Ümmî = Mektep ve medresede okumamış kimse, okuyup

yazma bilmeyen kimse ( câhil ise, okuma yazması olsa bile bir

şey bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen kimsedir )

İlm-i Zâhiri = Maddi aleme ait ilimler

388. “Hoca Efendi Hazretlerinin huzurda yazdırdıkları

uzun nazmın ilk dört mısraı :

Unutup bildiğini ârif isen nâdân ol

Bezm-i vahdet’te ne ilim ne âlim isterler

Dergâh-ı pir’e varıp dirliğini arz etme

Anda hergiz ne sipâhi ne zâim isterler

Nâdân = Câhil, haddini bilmez

Bezm = Sohbet meclisi, muhabbet yeri

Bezm-i vahdet = Vahdet meclisi

Dirlik = (burada ) Geçim için sahip olunan varlıklar

Hergiz = Aslâ, kat’iyyen, hiç bir suretle

Sipâhi = Zeamet sahibi, kendilerine verilen araziden öşür (yani

yetişen mahsullerden onda birini ) alan ve Sipâhi denen,Osmanlı

askerleri

Zâim = Zeamet sahibi

115

389. Nûr-u Nübüvvet’den zamanımıza kadar vârisi-

Muhammed pek çok ehlullâh zuhur etmiştir. Bütün

bu evliyâlar zinciri mertebelerini, şeyhinin önünde

diz çökmek, ona kul olmak ve şeyhinin hâliyle

hallenmekle bulduklarını söylemişlerdir. .... Bu iş

kitap okumakla olmaz. Bilakis zahir ilimleri bazan

insanın sırtına yük ve ayağına bağ olabilir. Hatta

‘her şeyi ben biliyorum kaydından kurtulmak da

pek zor olabilir. ... Ehlullâh, ‘” ben ne öğrendi isem

şeyhimden öğrendim, her türlü hâli ve makâmı

Efendimden devr aldım “ demişlerdir. Bunun da

sermayesi Hulûsu kalb, teslimiyet ve mutlak itaattir.

Bu o kadar mühimdir ki onun için Ahmed Amîş

Efendi Hazretleri (Nevres Beyefendi’den rivâyetle ):

“Askerler söz dinlemeye ve mutlak itaata

alışkındırlar. Onun için askerler kolay derviş

olurlar ve çabuk terakki ederler” buyurmuşlardır.

390. Hoca Efendi Hazretleri bir arefe günü ben

kuluna “Oğlum sen hakiki bayram nedir, bilir

misin?” diye sorup, “Hakiki bayram mürid’in

mürşid’i ile bir olmasıdır” demişler ve “Haydi

bayramın mübârek olsun” diyerek ellerini uzatıp

öptürmüşlerdi. Elhamdülillâh”

391. (Ali Âli Bey’in zevcesi Hulkiye Hanım’ın

rivâyetiyle) Hoca Efendi Hazretleri vefatlarından

kısa bir süre önce, Çengeköyde aynı köşkte ikãmet

ederken, Ali Âli Bey’e “Seni sıddıkiyet makâmına

irsâl ediyorum” dedikten sonra Mustafa Bey

Hazretlerini göstererek “Aliyyül Murtezâ da

budur” buyurdular.

Sıddııkiyet = Son derece dürüst ve doğru olma makamı, Hz.

Ebubekir’in makamı

İrsal etmek = Göndermek, yollamak

116

392. Hoca Efendi Hazretlerine muhalefet eden ve

aleyhinde tezvirat yapan kimseler Hamdi Bey’i çok

üzdüğü günlerde Hazret şöyle buyurmuştur :

“Oğlum sen üzülme, yüksek dağların başı

dumanlı olur”; bir seferinde de : “Oğlum, büyük

dağların başından hiç bir zaman duman eksik

olmaz” buyurmuşlardır.

Tezvirat = Yalan dolan ve iftira etmek

393. “Bir gün Hoca Efendi Hazretleri ile Veliyiddin

Efendi Kütüphanesinde yalnızdık. Sohbet arasında

buyurdular ki: “Oğlum, nefsi öldürmek o kadar

zordur ki, ben nefsimi öldürdüm diyen evliyânın

köşeyi dönerken nefsi karşısına çıkar.”

Büyüklerimden işittiğime göre, sıfâtiyyun

mertebesindeki bir evliyâullah bile şeytanın ve

nefsinin şerrinden kendini kurtaramaz. Kurtulabilmek

için Zâtiyyun mertebesinde makâm-ı müntehî ehli

olmak gerekirmiş.”.

(Not : Tevhid’in üç mertebesi vardır.1) Tevhid-i

Ef’ãl : Hakk salike fiilleriyle tecelli eder, bütün fiilleri

Allah’dan görür. 2) Tevhid-i sıfât : Hakk sâlike

sıfatları ile tecelli eder, sadece Allh’ın sıfatlarını

görür. 3) Tevhid-i Zât : Hakk sâlike zât’ı ile tecelli

edince, mevcûd olarak sadece Allah’ı görür. ‘ Lâ

mevcûde İllâllah’ (Allah’dan gayrı hiç bir şey yoktur)

der .Bu, Zatiyyun makamıdır ki makamların en

sonu, en yücesidir. – MFG )

Sıfâtiyyun mertebesi = Tevhid-i sıfât ehlinin mertebesi

Zâtiyyun Mertebesi = Tevhid-i zât ehlinin mertebesi

Makâm-ı müntehî = Erişilebilecek en son makâm

117

394. “Hoca efendi Hazretleri buyurdular ki, Bir gün Abdülaziz Mecdi Beye rastladım. Bana dedi ki: “Mânâda Ahmed Amîş Efendi Hazretlerini gördüm. Bana: ‘Vekilim, mahbûbum, nedîmim Mehmed Efendidir’ buyurdular. Siz Mehmet Efendi Hazretlerini görüyorsunuz. Lütfen kendilerine bu rüyâmı söyleyiniz. O benim metbû’um (yani tâbi olduğum zât), ben onun matlûb’u (yani taleb ettiği) olayım” dediler. Ben de, Türbe’de Mehmet Efendi Hazretlerinin huzûruna vardığım zaman hâdiseyi anlattığımda, Mübârek ağlayarak “Hoca, hoca, ben bu rüyâyı görseydim başımı gider onun ayakları altına koyardım. Verilen geri alınmaz, amma, Mecdi buraya gelip diz çökmedikten sonrada menzil alamaz “ buyurdular.” 

Mehmet Efendi Hazretleri zâhirde ümmî oldukları için ara sıra “Hoca, nedîm ne demek, mahbûb ne demek” diye sorarlar ve ağlarlarmış. Fakat ne yazık ki, gördüğü açık işarete rağmen, derin zâhiri ilmi ayağına bağ olduğu için Abdülaziz Mecdi Bey, ümmî olan Mehmet Efendi hazretlerine gidip teslim olmamıştır. Verilen geri alınmaz, fakat olduğu yerde kalmıştır.”


395. “ Rüyaların zahiri, batıni ve bir de tahtında müstetir hakiki manaları vardır.Bunları ancak ehli bilir. Onun için Resulü Ekrem Efendimiz “Rüyalarınızı ehline tabir ettiriniz” buyurmuşlardır. Bilhassa Efendi’lerin görüldüğü bir rüya başkalarına söylenmeden ilk olarak kendilerine arz edilmelidir. Bunun için Hoca Efendi Hazretleri “İçerisinde benim görüldüğüm rüya bana aittir, bana söyleyiniz“ derlerdi.”

396. “Hoca Efendi Hazretleri eskiden Ramazân-ı şerifde Ayasofya’da vaaz ederlermiş.Benim

yetişdiğim devirde Cuma günleri Cuma namazından

sonra Sultan Ahmet Camii’nde, Pazar günleri öğle

namazını müteakip de Nûr-u Osmaniye Camii’nde

vaaz’u nasihatla herkesi irşâd ederlerdi. Son

zamanlarında yalnız Nûr-u Osmaniyede vaazlarına

devam ediyorlardı. Son bir kaç sene, vaazlarında üst

üste hep Bakara Sûresinin baş tarafındaki, felâha

eren mü’minlerin hallerinden bahseden âyetleri

(Elif, lâm, mim, zalikel kitâb lâ reybe fiyh,

ellezine yü’minûne bilgayb,ve yukiymünessalât

ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn) çeşitli mâna ve

misallerle tefsir ve izah ederlerdi. Bu âyetı kerimenin

sonunda 3 defa “ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn,

ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn, ve mimmâ

razaknâhüm yünfikûn” diye her seferinde üç defa

tekrar ederlerdi.Bu üç defa tekrar edişte her halde

pek büyük hikmetler olsa gerektir.... (ve mimmâ

razaknâhüm yünfikûn) (= Onlar...kendilerine

rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler) âyet-i

kerimesini çok uzun olarak müteaddit vaazlarında

izah ve tefsir ettiler. Âyet-i kerime’de geçen ‘yünfikûn’,

‘infâk’ın çoğuludur ki, infak’ın lügat manası da malın

elden çıkarılması, harc ve sarfı demektir. ...... Hoca

Efendi Hazretleri bu âyet-i kerime’yi izah ve tefsir

ederlerken, verilen rızıklardan başkalarına infâk’da

en yakınlarından başlamayı, bilhassa ana, baba,

hısım, akraba, komşu ve derece derece diğerlerine

de infâk etmeyi izâh ettiler ve bilhassa ana baba

hakkı üzerinde ısrarla durdular “

119

“Ana baba deyince aklıma şu hâtıra geldi Hoca

Efendi Hazretleri ben kullarına möüteaddit defalar

“Senin anan da, baban da benim “ diye buyurdular.

Yine ben kullarına yazdıkları bir mektupda aynen:

“Vâlidene hürmet ve muhabbeti de daima

titreyerek gözet. Cennet ve Dünya uğurları

onların rızâsındadır. Benim de rızâmı unutma,

manevi ebeveyn dahi maddî’den mukaddem

olabilir” yazmışlardır.”

İnfâk = Nafaka vermek, beslemek, geçindirmek, harcamak

Mukaddem = daha önce olan

397. “Bir gün Hoca Efendi Hazretleri ile Boğazda

vapurla tenezzühe çıkmıştık. Vapur Beşiktaşa

yanaştığında bazı yolcular çıktılar. Biz üst güverteden

çıkanları seyrederken Hoca Efendi Hazretleri:

Oğlum, maneviyat yolu da böyle iskele iskeledir.

Sırası gelen o iskelede çıkarılır. O zanneder ki

burası son iskeledir. Halbuki ilerde daha çok

iskele vardır.” Buyurdular.

398. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri: “Kapıdan

kovulup bacadan giren bizdendir” buyururmuş.

399. Hoca Efendi hazretleri şöyle buyurmuşlar.

“Allah muhammed’de Ekber’dir”

400. “Nevres Bey Rahmetullah’ dan dinledim ki:

“Makam-ı müntehi ehli evliyaullah her şeye

muktedirdir, fakat her şeyden müstağnidir “

Muktedir = Bir işe gücü yeten

Müstağni = Kimseden bir menfaat beklemeyen

401. “Hoca Efendi Hazretleri ve İmam Ziya Beyden

dinledim: Kuşadalı Aziz zamanında tekke sebepsiz

120

yere yanınca, ihvan aralarında para toplayıp tekkeyi

yeniden inşa etmek isteyince Kuşadalı İbrahim

Efendi Hazretleri . “ Bu tekke bi-sebebin yandı.

Bunda bir hikmet olsa gerek. Tekkeler Allah’ın

saltanatının remzi idi. Orada istidadı olanlar

seçilir ve yetiştirilirdi. Bundan sonra nerede

ihvan, nerede mekan, orada irşad “ buyurmuşlar.”

Bi-sebebin = Sebepsiz yere

Remz = İşaret, işaretle anlatmak

402. (Nevres Bey Rahmetullah Hakkında Hamdi

Beyefendi şunları anlatıyor): ”1946 Senesinde vefat

eden Nevres Bey’le hal-i hazır ihvan içinde benden

başka hiç kimsenin yakın teması yoktur. benim ise

1932 yılından itibaren Nevres Beyle baba – evlat

gibi yakın münasebetim vardır.. ..... Resul-u Ekrem

sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz müteaddit

defalar zuhur edip kendisine “Oğlum Nevres” diye

hitab etmişlerdir. ..... .Ahmed Amiş Efendi Hazretleri

Nevres Beye “Nevres, seni ONBAŞI yaptım” diye

velâyet tevcih buyurmuşlardır.Bu sebepten Soy Adı

Kanunu çıkınca Nevres Bey de soy adını ‘Onbaşı’

olarak almış ve ‘mütekaid Binbaşı Hasan Nevres

Onbaşı’ olmuştur. Bir gün Hoca Efendi Hazretlerinin

huzurlarında Nevres Bey’den bahsediliyorken

“ Efendim Onbaşı ne manaya gelir ?” diye

sorduğumda, Hoca Efendi Hazretleri “Oğlum,

40’lar, 10’lar diye evliyâlar meclisi vardır. İşte

Nevres Bey onların başıdır” diye velâyetini tevsik

etmişti. Nevres Bey Rahmetullah’dan müteaddit

defalar dinledim. Nevres Bey hatim sürerken bir gün

‘Kıyamet’ Suresini okuyunca, orada zikredilen azab

ayetlerinden teessüre kapılarak günlerce ağlamış..

Bir gece mânâda Resûlü Ekrem Efendimiz zuhûr

ederek “Oğlum, üzülme, o sûre avam için nâzil

olmuştur.” buyurmuşlar.

121

Tevcih etmek = (Burada ) Rütbe vermek

Tevsik etmek = Belgelendirmek

Nâzil olmak = inmek

403. (Hamdi Beyefendinin, Hoca Efendi Hazretlerinin

çok sevdiği ve ‘Hanım Efendi’ diye hitâb ettiği Nüzhet

Hanım Efendi ile ilgili bazı hâtıraları) Hoca Efendi

Hazretleri bir gün bana “Nüzhet Hanımefendiyi

ziyâret ediyor mu sunuz, Sözlerini hap yapıp

yutuyor musunuz?” diye îkazda bulunmuşlardı. Bir

defa da: “Nüzhet Hanım Efendi mürşid değildir,

amma irşâd edebilir” buyurmuşlardı.

Bir gün Hoca Efendi Hazretleri: “Kadından mürşid

olmaz. Yer yüzüne dört büyük kadın gelmiştir.

Bunlar da geliş sıralarına göre: Hazreti Âsiye,

Hazreti Meryem, Hazreti Hatîce ve Hazreti

Fâtıma’dır. Kadınlar en fazla bu dört kadından

birinin makâmına kadar yükselebilirler”

buyurdu.”.

Hoca Efendi Hazretleri bir gün yüksek ateşle

hastalanıp bir kaç gün medresedeki odasında

kendinden geçmiş bir halde yattığı zaman Nüzhet

Hanımefendi merak edip gelmiş ve Hoca Efendi

Hazretlerini alıp eve götürerek iyileşene kadar

bakımını yapmış.Nekahat devresini geçirene kadar

da bırakmamış. Hoca Efendi Hazretleri bunları

ağlayarak anlatmış ve “Oğlum ben bu Nüzhet

Hanımı nasıl unuturum” buyurmuş. Hamdi

Beyefendi, Hoca Efendi Hazretlerinin başka hiç

bir ihvanı arkasından ağladığını görmediğini ifade

ediyor.

Nüzhet Hanımefendi’nin irtihal-i dar-ı beka

eylediği hastalığında da Hamdi Beyefendi Nüzhet

122

Hanımefendiye gece gündüz ihtimamla hizmet

etmişler.

Nüzhet Hanımefendi Mehmed Efendi Hazretlerine

de büyük hizmetler yapmıştır. Mehmed Efendi

Hazretleri de hastaladığında Nüzhet Hanımefendi

“Efendim ben size bakarım” demiş, Efendi Hazretleri

de kabul edince Göztepedeki köşkte bakım ve

hizmetini yapmışlar. Kendi evlerine dönen Hazret

bir süre sonra yine rahatsızlanınca tekrar Nüzhet

Hanımefendinin evine dönmüş ve orada teşrif-i darü-

bekâ eylemişler.

Bu son hastalıkda Mehmed Efendi Hazretleri kendi

evinden Nüzhet Hanımın köşküne nakledilirken,

Hoca Efendi Hazretleri arabadan sırtlarına almış

ve yataklarına kadar taşıımışlar. İşte o zaman

ne oldu ise olmuş ve Mehmed Efendi Hazretleri

Hoca Efendi Hazretlerinin gözlerinin içine bakınca

Hoca Efendi Hazretleri kendilerinden geçip oraya

yığılmışlar. Kendilerine gelince, Mehmed Efendi

Hazretleri “Hoca olan oldu. Kalk iki rek’at şükür

namazı kıl” buyurmuşlar. Hoca Efendi Hazretleri

bu vakıayı anlatırken “İşte ben o zaman emâneti

Mehmed Efendi Hazretlerinden devr aldım”

buyururlarmış.

Abdullah Kucur Beyefendi’den naklen Ahmed

Tâhir Memiş Efendi hazretlerinin bazı kelâm-ı

Âlî’leri :

404. “Mürşid-i kâmil’i bulmak müşkildir. Bulduktan

sonra onu bilmek daha güçtür. Onun gibi olmak,

onun hakikatine ermek ise en güçtür”

123

405. “Şeriat-i garrâ-i Ahmediyye’nin müzdâdını

her an müyesser eyle Allah’ım”

Şeriat-i garrâ-i Ahmediyye = Kudsi nurların parladığı

Muhammedî şeriat.

Müzdâd = Çoğaltılmış, ziyâdeleştirilmiş

406. “Yarım hoca dinden, yarım hekim candan,

yarım şeyh de imândan eder”

407. “Hakk’ı yerinde kullanmamak israftır”

408. “Her maraza Cenâb-ı Hakk bir devâ

halketmiştir”

409. “Hakk’ı yıkmağa sa’y edenlerin hepsi

fir’avundur. Kim olursa olsun”

Sa’y etmek = Çalışmak, gayret etmek

410. “Nefis nâr’dan halkolunmuştur, imân

nur’dan. Cinsi cinsine çeker; nefis Cehenneme,

imân Cennete. Nefs’e muhalefet ede ede nihâyet

nefis sana mutâvaat ve hizmet eder, Cenneti

kazanır. Nefis öldürülürse Hakk bulunur. Cihâd-ı

ekber budur. Hind fakirlerinin yaptığı muamele

gibi değildir. Mağaralara falan çekilme yok.

Nefsi, yıllarca aç durmak öldürmez. Nefsin

yola gelmesi ancak peygamberlerin, evliyânın

sayesinde mümkün olur. Onun ilacını onlar

bilir. Onu akîm bırakırlar. Nefis akim bırakılınca

perde kalkar. Dünyâdan giderken amelini elbise

yaparlar, onun içine koyarlar. Hangi ameli fazla

ise kefeni ondan dikerler, onunla gider. Ondan

yapılan kafese o ruhu koyarlar. Asıl kabir budur.

Muhabbet-i Resûlüllâh hangi kalpte bulunursa,

o yanmaz “

124

Nâr = Ateş Mutâvaat etmek = İtaat etmek

Cihâd-ı Ekber = En büyük cihâd ( savaş )

Akîm bırakmak = Sonuçsuz hale getirmek

411. Yerine kâim olan Mustafa Özeren Hazretleri,

Ahmed Tâhir Hazretlerini . “Temkîn’in kemâlinde

idi, hilmiyyet-i Muhammediyye sâhibi idi” diye

tavsif ederlerdi.

Kâim olmak = Yerine geçmek,

Temkîn = Ölçülü olmak, izzet, iktidar, kudret

Kemal = Olgunluk, kâmillik Hilm = Vakar, Huy güzelliği,

Tavsif etmek = Anlatmak, vasıflarını söylemek

Mustafa Bey Hazretleri’nden bizzat duyduğum

Kelâm-ı Âlî’ler’den bazıları:

412. (Mustafa Özeren Hazretleri) “Anadolunun

Evtâd-ı Erbaa’sı şunlardır: Hacı Bektâş-ı Velî

Hazretleri , Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri,

Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri, Şeyh Şâbân-ı Velî

Hazretleri. Okurken bu sıra üzere okuyun.”

Evtâd-ı Erbaa = Dört direk : Bir yöreyi dört yönden koruyan en

büyük dört velî

413. (Mustafa Özeren Hazretleri): “İmtihanımda

Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri de vardı.”

414. (Mustafa Özeren Hazretleri) Altının kalpı

olduğu gibi evliyânın da kalpı vardır. Bazısı

benliğe kapılır. Verilen geri alınmaz. Ancak

böylesi kendini kurtarır, başkasını kurtaramaz.”

415. (Mustafa Özeren Hazretleri) “Büyükler herşeyi

rümûzla söylemişler.”

Rümûz = Remizler, manası gizli olan işaretler

125

416. Muharrem’lerde Mustafa Bey Hazretleri “Gene

gönlüme gam çöktü” buyururdu.

(Bu esnada mübârek gözleri dolu dolu olurdu.)

417. “Oku yaydan çıkarmamak lâzım. Bir seyi ya

sormadan yapmalı, ya da sorarsan söyleneni

yapmalı.”

418. “Mustafa Bey Hazretleri “Efendim Hazretleri,

“Bize kapalı kapı olmaz” buyururdu.

(Bunu, ziyâretlerinde kapalı olan Eyüp Sultan

Hazretlerinin türbesinin kapısını nasıl açtırdığını

anlatırlarken nakil buyurmuştu - MFG)

419. (Mustafa Bey Hazretleri’nden naklen):

“Bir gün Naim Bey rahmetli (Baban Zâde Naim

Bey: ‘Zamanın sahibini buldum, gel seni oraya

götüreyim’ dedi. Bir teneke yağ hazırlattım.

Ceketimin iç cebinde de 130 lira param vardı.

Naim Beyle Unkapanında eski ahşap bir eve

gittik. Kapıyı çalınca içerden cılız bir ses:

“Hanım, kaç gündür evde yağ yok diye eziyet

ediyordun. Kapıyı aç, yağ geldi” diye bağırdı.

Kapı açıldı. Yağ tenekesini verdim. Hanımı bizi

Sait Efendinin yanına çıkardı. Sait Efendi bizi

çok iyi karşıladı. Ufak tefek yaşlı ve a’mâ bir

zât. Elini öptük. Minderinin altına da otuz lira

koydum. Sait Efendi parmağını ceket cebimin

üstünden geri kalan paramın üzerine koydu. “Ya

bu?” dedi. Bunun üzerine paramın geri kalan

yüz lirasını da kendisine verdim. O gün çok

güzel vakit geçirdik. Bize Esmâ ta’lim etti. Yine

gelin dedi. Ertesi gün yine gittik. Hayli güzel

sohbetten sonra o tarihde en önemli pozisyonda

bulunan bir zat için, ‘ kendisi sağ olduğu sürece

126

hiç bir ferd veya devletin karşı duramayacağını ‘

söyledi. Bunun üzerine itirazla Resûlün nizâmını

bozduğunu söyledim. ‘Tecellî iktizâsı’ dedi.

‘Efendim, Tecellî değişemez mi?’ dedim. (Bu

esnada Mustafa Bey Hazretleri sağ elinin işaret

ve orta parmaklarını önce bitişik olarak yukarıya

kaldırıp, sonra bunları ‘V’ harfi şeklinde birbirinden

açmış, böylece bir velinin tecelliyi değiştirebilmek

için Hakka yürümeyi tercih edebileceğini göstermek

istemişti - M.F.G.)

Bunun üzerine A’mâ Sait Efendi çok hiddetlendi.

“Huzûrumda bî-edebâne kelâm ettiniz. İkinizi

de kovuyorum. Bir daha gelmeyin” dedi. Sonra

bana: “Seni de, azlediyorum” dedi. İkimiz

süklüm püklüm çıktık. Yol boyunca Naim Bey

bana: ‘Yaptığını beğendin mi?’ diye sitem etti.

Oradan Nûr-u Osmaniye Câmiine geldik. Câmiin

avlusunda, her zaman sadaka verdiğim bir

meczûb vardı. Onu gördük. Ben yine bir miktar

para vermek istedim. Fakat, “Biz ma’zulden para

almayız” diye sadakamı reddetti. Nitekim iki üç

gün sonra Vekâletten bir telgraf geldi, ‘Görülen

lüzûm üzerine‘ memuriyetten alındığımı tebliğ

ettiler.“

A’ma = İki gözü de görmiyen kör

Esmâ = Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimleri

Tâlim etmek = Öğretmek, alıştırmak

Tecellî = İlâhi kudretin ortaya çıkması

İktizâsı = Gereği icab

Bi-edebâne = Edebe aykırı şekilde

Meczûb = İlâhi aşkla aklını kaybetmiş kişi

Ma’zûl = Azledilmiş, işinden çıkarılmış

Vekâlet = Bakanlık

420. “Bir sabah Efendimin huzuruna girdiğimde:

‘Mustafa ne haberler var?’ diye sordular. O

127

sabahki gazeteler Yunanlıların Bursayı işgal

ettiğini yazıyordu. Arz ettim. ‘Gelen kitãbî, biz

değiliz ‘ buyurdular. Gazeteyi kendilerine verdim.

Gazetedeki resimde bir Yunan zãbiti Orhan

Gazi’nin sandukasının üzerine oturmuş, elindeki

kamçı ile sandukaya vuruyordu. Bunu görünce

mübârek gözleri doldu. Hiddetle: ‘Bu kâfirler

Anadolu’dan çıkacak! çıkacak! çıkacak! Onlar

nasıl kaçtıklarını; kovalayan nasıl kovaladığını

bilemiyecek ‘ buyurdular. Her bir ‘çıkacak’ lâfı

bir seneye tekãbül etti. Üç yıl sonra Yunanlıları

Anadoludan kovaladık. Onlar nasıl kaçtıklarını,

bizimkiler nasıl kovaladıklarını bilemediler ”

Kitabî = Mukaddes Kitaplardan birine tabi olan

Zãbit = Subay

Tekãbül etmek = Bir şeyin karşılığı olmak (‘a’ uzun fakat

inceltmeden okunur )

421. (Mustafa Bey Hazretlerinden)“ Bir Süreyya

Bey vardı. Efendim Hazretleri: ‘İlmimi

Süreyya’ya verdim’ buyururdu. Bir gün

Beyazıt’da rastlamıştık. Beyaz sakallı güzel

bir yüzü vardı. Efendimin elini öptü, “Efendim

her zaman kalbimdesin’ dedi. Efendim de :‘Ah

Süreyya, kalbindeyim ama bilsen orada nasıl

kalabiliyorum’ buyurdu. Bir sabah Efendim:

‘Süreyya her sabah benden süt istemiye (*)

gelirdi. Bu sabah gelmedi. Bakın, acaba başına

bir şey mi geldi?’ buyurdular. Gittik tahkik ettik

ki, vefât etmiş. Kabrine Makâm-ı Süreyya derler.”

Tahkik etmek = Doğruluğunu araştırmak

(*) ( Efendim, bunun ‘ilim istemek ‘ manasına olduğunu tavzih

buyurmuştu. MFG )

128

422.- Bir gün Süreyya Bey ile Mehmed Efendimiz

huzurda bulunurlarken, Mehmed Efendi Hazretleri

Hazret-i Aziz’in sohbetinde cezbelenmişler.

Süreyya Bey bir iki defa Efendi Hazretlerinin

yüzüne muterizâne bakmış. Hazreti Aziz “Ne bakıp

durursun. Onun velâyetinin nübüvveti zuhûr

edecek, vücûd-u mutlak olacak. Onu kimse

anlamayacak” buyurmuşlar.

Muterız = İtiraz eden, beğnmeyen

423. Makbule Hanımefendi huzuru saadet’de iken,

yine huzurda bulunan Süreyya Bey, “ Ben yağan

kara dur diyorum, duruyor ...şöyle ediyorum, böyle

ediyorum “ diye konuşuyormuş. Efendimiz de “Ben

de kimsesizlere merhamet ederim “ buyurmuşlar.

424. (Mustafa Bey Hazretlerinden) “Bir gün

Efendim: ‘Mustafa, bir araba çağır. Fakir üç

gündür yolumuzu gözler’ buyurdu. Arabaya

bindik. Âdetleri veçhile sağa sola selâm

vererek Eyüb’e vardık. Küçük bir sokağı tarif

ettiler. Ahşap, harap bir evin önünde indik.

İçeri vardık ki, ihtiyar, cılız bir zât bir hasırın

üzerinde yatıyor. Üzeri bit kaynıyor. Efendim

kürkü ile hasırın üzerine oturdu. Tevhid’i tâlim

ettirdi. Sonra adama: ‘Korkma, bu iş bir odadan

ötekine geçmek gibidir’ buyurdular, vedalaştılar.

Arabayla Zeyreğe doğru gelirken içimden alıp

veriyorum. ‘Kürkü bitler sardı, şimdi bunu nasıl

temizleteceğiz’ diye düşünüyorum. Efendim

bana döndüler. ‘Mustafa, oğlum, o adamın

tokluları ondan başkasına gitmez. Gitse de

yaşamaz’ buyurdular. Seneler sonra camide

gençten bir adam gördüm. Hemen gözümün

önüne o sokak ve o ev geldi. Adama sokağı ve

evi tarif ettim. Hakikaten o ev baba evi imiş.”

129

Veçhile = Üzere, gibi

Tevhîd = Birleme, Allahın BİR olduğuna inanıp kabul ve tasdik

etmek

Tâlim ettirmek = Öğretmek, alıştırma yaptırmak*

425. ( Mustafa Özeren Efendim Hazretlerinden )

“Bir gün Efendim (Hoca Efendi Hazretleri)

“Mustafa, Abdülbaki Bey (Abdülbaki Gölpınarlı)

ağır hasta imiş, beraber görmeye gidelim.

Sen bir şişe Taşdelen suyu al götürelim” dedi.

Bir şişe su aldım. Beraberce Maçka semtinde

bir yakınının evinde yatmakta olduğu haneye

geldik. Kapıyı bir hanımefendi açtı, Abdülbaki

Beyi ziyarete geldiğimizi öğrenince, çok hasta

olduğunu, rahatsız edilmemesi gerektiğini

söyleyerek içeri almak istemedi. Bu arada

yattığı yerden bu konuşmaları duyan Abdülbaki

Bey, seslenerek içeri buyur edilmemizi istedi.

Efendim, sağlığına kavuşması için duadan

sonra kendisine aldığımız suyu içmesini tenbih

etti. Kısa süre sonra hasta tamamen iyileşti”

426. (Mustafa Bey Hazretleri bu fakire) “Evlâdım,

Yalova’ya giderken sağına soluna selâm ver”

buyururdu.

Ömer Lutfi Toygar Bey’in ‘Muhabbet Üzerine’

adlı kitabından: Hoca Efendi Hazretlerinin Edip

Can Bey tarafından not edilmiş bazı kelâm-ı

şerifleri:

427. Hoca Efendi Hazretleri Ömer Lutfi Beyin

ilk ziyâretiinde “Din ne yapar?” diye sormuşlar.

“insanı insan yapar efendim“ cevabını alınca şöyle

buyurmuşlar: “Din, irâde-i cüz’iye’yi irâde-i

külliye’ye götürür. İrâde-i külliye’ye ulaştın mı,

buradan Bağdat’a bakarsan görürsün”

130

428. “İnsan bir tramvaya benzer. Tramvay

cereyan kesilince durur. O cereyanın bir merkezi

vardır, kesilen cereyan oraya avdet eder. İnsan

da böyledir. Ondaki ruh tramvaydaki cereyan

gibidir. Ruh çıkar merkezi neresi ise oraya gider

ve insan hareketsiz kalan tramvay gibi işlemez,

durur. İşte bu da ölümdür.”

429. “İnsanlar Allah’a birçok yoldan varırlar.

Hüsn-ü hulk, ibâdet, zikir, iyilik vs. gibi. Fakat en

kısa ve kestirme yol muhabbettir.”

Hüsn-ü hulk = Ahlâk güzelliği

430. “Namazı huzurlu kılabilmek için namaza

başlamadan önce çok çok ‘Lâilâhe illâllah

Muhammedin sallâlah’ demeli ve namaza ondan

sonra durmalı, çünkü ‘lâilahe İllâllah’ kalbin

süpürgesidir, orasını temizler.“

431. “Namaza baş açık durmamak iyidir”

432. “Nefis ölmez, nefiste ilerleme olur”

433. “Herkesin şeytanı başka başkadır. Resulüllâh

‘Benim şeytanım bana iyilikten başka bir şey

söylemiyor’ buyurmuşlar.

434. “Namazlardan sonra ‘ Beden afiyeti, ruh

afiyeti; kalb safâsı, ruh safâsı ihsân eyle Yâ

Rabbi’ diye dua etmeli.”

435. “Fatiha ölülerin gıdasıdır.”

436. “Sağ tarafa ‘lâ ilâhe illâllah’, sola

‘ Muhammedin sallâllah’ diye zikir çekmeli.”

131

437. “Gece yatakta zikir çekerken uyunursa,

sabaha kadar gönül zikir ile geceyi geçirmiş

olur.”

438. “Zikir çok çekmeli, bağıra bağıra gönül

kapısını zorlayıp içeri girmeye çalışmalı. Nasıl ki

bir arkadaşınıza ‘Necmi, Necmi’ diye çağırırsanız

sağır dahi olsa nihayet bir an dönüp ‘Efendim’

diyecektir. İşte gün gelir bu kapıdan da ses gelir.

O sesi işittin mi tamam.”

439. “Hoca Efendi Hazretleri Hazreti Mevlânâ’yı

çok severler. Kendilerine Nûr-u Osmaniye’deki

vaazlarında Mevlânâ’dan çok bahsettikleri için,

arkadaşlar ‘ Siz Mevlevi misiniz ?’ diye sormuşlar.

“Ben Mevlevi değil, Mevlânâvi’yim” demişler.”

440. “İnsân-ı kâmil o adamdır ki, başını göğsü

üzerine eğdiği zaman kendini huzurullâh’da

bulur.”

441. “Şeyh’in ruhu da Allah gibi her yerde hâzır

ve nâzırdır. Mürid her zaman her yerde, sıkışık

anında şeyhine sığınabilir.”

Hâzır = Huzurda olan, göz önünde bulunan, âmâde

Nâzır = Nazar eden, bakan, idâre eden

442. “Şeyh müridini öyle yetiştirmeli ki Allah’la

arasında olan her şey silinip temizlenmeli.

Bir altının üzerindeki toprak ve çamurun

tasfiyesinden sonra saf altını meydana çıkarmak

nasılsa bu da öyledir. İnsanla Allah arasında

‘hırs, hayal, kin, şehvet vs.’ vardır. Şeyh bunların

tasfiyesi ile uğraşır. ”

Tasfiye = Saflaştırmak, temizlemek

132

443. Kendileri her zaman sesli olarak “Lâ ilâhe

illâllâhü hüverrahmânnirrahîm” zikrini tekrarlardı

444. “Mü’minlerin sıratı, mizânı bu dünyâdadır.”

Mizân = Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir

adalet ölçüsü , Terazi, tartı,

445. “Mü’minlerin çektiği azâb, hastalık,

günâhlarını azaltır. Ona karşılıktır. Bu adamına

göredir. Bazılarında da mertebe değişir.”

446. “Namazlarda şu iki duayı okumalı: ‘Yâ

Rabbi, hakkımda hayırlı tecelliler ihsân et’

‘Kendi benliğimi ifnâ, kendi varlığını icrâ eyle ‘

İfnâ = Mahvetmek, yok etmek

447. “İnsanda aşk-ı İlâhi okadar fazla olmalı ki,

ateşi yakmalı.”

448. “Allah’ın kanûnu icâbı, bir dalâlet, bir hidâyet

diye zamanlar hüküm sürer. Bu devrin en sonu

dalâlet ile bitecek. Kıyâmet o zaman kopacak...”

449. Aziz ağabey Efendi Hazretlerine sordular:

“Bu zamanda Evliyâullah az mıdır, yoksa çoklar

da kendilerini göstermiyorlar mı ?” Cevaben şöyle

buyurdular: “Evliyâ çoktur, fakat zamanımız

dalalet zamanı ve Allah’ın ‘Celâl’ ismi hüküm

sürüyor, onun için kendilerini göstermiyorlar.

Sanki zenginler fakat paraları ellerinde değil,

ya da güneş var fakat arada bulut var, ziyâsı

mestûr”

Mestûr = Örtülmüş, gizlenmiş

133

450. “İnsan Allah’ın binasıdır. Bir insan öldürmek

kâinatı yıkmaktan fenâdır.”

451. “Bir arkadaş şu hikâyeyi anlattı: “Şeyhin birisi

dervişine sormuş: “Allah sana 100 yıl ömür verse

ne yaparsın?” Derviş “İbâdetle geçiririm” dediğinde,

“Ben olsam 99’unu ihlâs ile, bir yılını da ibâdetle

geçiririm” demiş. Arkadaş bundan bahisle ihlâsın

mânâsını ve bu kadar mühim olup olmadığını

sordu. Efendi Hazretleri: “O kadar mühimdir

evlâdım. İhlâs, insanda Allah’dan gayrı her

şeyin temizlenmesi, yalnız aşk-ı İlâhi’nin

kalmasıdır. Daha doğrusu ‘hâlis’ olmaktır ki, bu

da Evliyâullah’ın son mertebesidir.” buyurdular.

452. “İnsan iki defa doğmadan insan olmaz.

Birincisi anasından doğar. İkincisi de ruhun

doğumudur. İkincisinin ebesi mürşid’lerdir.”

453. “Meleklere verilen ömür defteri uzayabilir.

Lâkin Allah’ın indindeki ecel sabittir.” Türbedar

hazretleri, “Benim ecelim altı sene önce geldi,

sizler için bekliyorum” derdi.

454. “Ehlullâh kâinata hâkim olurmuş, doğru mu?

diye sordular. “O, kâmiller içindir evlâdım, hepsi

için değil. İşte ben onlardan bir tane gördümki,

kâinatla mum gibi oynardı” buyurdular.

455. “İnsan nefse at gibi binerek Allah’a gider.

Onun da yemini fazla kaçırmamak üzere

vermeli.”

456. (Nefis için ) “Yendim zannedersin, bir yerden

karşına pehlivan gibi çıkar. Burada yere atarsın

134

kapının önünde eskisinden daha azılı karşına

çıkar.”

457. “Zikir çeke çeke içerde bir şeyler kaynamaya

başlar, muhabbet doğar, zevk duyulur. İşte o

zevki yakalamak ipin ucudur. İpin ucunu elde

ettikten sonra yavaş yavaş dürmeye başlamalı.”

458. “Zikir çekerken gözleri kapayarak sağa sola

ırgalanmalı. Irgalandıkça yayığın içindeki yağın

toplanması gibi, ruhtaki muhabbet yağları da

bir araya gelerek toplanır. Onun zevkine doyum

olmaz.”

459. “Aziz ağabey, Necip Fazıl’ın ‘Çöle İnen

Nur’ ismi altında Resûlullâh (SAV) Efendimizin

hayatlarını yazdığını söyledi. Hoca Efendi

Hazretleri: “Resûlullâhın hayatını yazabilmek için

onun ahlâkı ile müeddep olmak lazımdır. Allah-ı

Tealâ da bulanıklık ister amma Resulüllah’da

kat’iyyen. Allah’ın sıfatları arasında sarhoşluk,

gaddarlık her şey vardır. Resûlullâhda bulanıklık

olmaz, tam durulmak lâzımdır.” buyurdular.

Müeddep olmak = Edeplendirilmiş olmak

460. “Resûlullâh (sav) Allah’ın harem dairesidir”

461. “Maneviyatta dahî sâlikin Allah’a varması bir

derece kolaydır. Fakat Resûlullâh’a varmak için

aşk ister, ahlâk ister, sa’y (çalışmak) ister.”

462. “ Bir dışardan, bir de içerden adam olunur”

463. “Tarîkat-ı halvetiyye’nin gayesi fâni’liktir

(fenâ), fâniliğin gayesi zâtiyyet’dir. Ricâl-i

Halvetiyye mazhar-ı zât’ dırlar.”

135

464. İmtihanlardan bahsolunuyordu “Bu imtihanlar

kolay evladım. Asıl imtihan Allah imtihanıdır.

Orada da iki büyük imtihan vardır:

-Tevhid -Amel-i sâliha .

Ben bunlardan birincisini çabuk verdim.

İkincisinde hayli uğraştım.”

Amel-i sâliha = Allah rızâsına uyan hayırlı iş

465. “Allah insanın gönlünün derinliklerindedir

ve daima insanla beraberdir. Uykuda da,

uyanıklıkta da. İnsan Allah’ı orada, gönlünün lâyetenâhi’sinde

aramalı.”

Lâ-yetenâhî = Sonsuz, nihayetsiz

466. “Mürşîd odur ki hasta kalpleri tedavi etsin,

ameliyat etsin. Zira her kalp hastadır, tedâviye

muhtaçdır. Tedâvi görmüş bir kalp ile hasta bir

kalbin ‘Lâilâhe İllâllah’ demesi başkadır. Birinde

‘Lâilâhe İllâllah’ yalnız ağzından çıkar. Diğerinde

ağzı da, varlığı da zikir çeker, hatta karşıdaki

eşyalar da aynı kelimeyi söylerler.”

468. “His akla hâkimdir. Hisse hâkim olacak tek

şey de imân’dır.”

469. Bir ağabey kendilerine “Efendim bana manevi

zevk kafidir. Evlenmesem olmaz mı ?”diye sordular.

“Hayır, biri ruh zevki, öbürü kalıp zevkidir. ikisi

de yerine gelecektir.” Buyurdular. Bir gün de:

“Kalıp zevki tamam olmadan kalp zevki tamam

olmaz “ buyurdular.

136

470. “ Ruh zevki başka, beden zevki başkadır.

Beden zevki, ruh zevkine hâildir. İkincisinde

perhiz etmeli. Onda tenzil olunca öbüründe

tezyid olur.”

Hâil = Perde, mânia

Tenzil = Azalma Tezyid = Artma, çoğalma

471. “ İnsanın ruhu Allah’a yakın, bedeni uzaktır.

Asıl mesele ikisini yaklaştırmaktır.”

472. “Gurûb’dan ve güzelliğinden bahsolunuyordu.

“Asıl tulû ve gurûb insandakidir” buyurdular”

Tulû = Gün doğuşu Gurûb = Gün batımı

473. “Düstûrumuz, Gönülde muhabbet, elde iş”

474. “Peygamberimizin (sav) doğumları,

nübüvvete ermeleri, vefatları hep Pazartesi’ne

rastlamıştır. Onun için tarikatımızda Pazartesi,

Perşembe oruç tutmak sünnettir.”

Ahmed Amiş Efendi (ksa) Efendimiz

Hazretlerinden ve diğer Azîzân Efendilerimiz’den

muhtelif konularda sâdır olan kelâm-ı Âli’ler ve

hatıralara devam :

475. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri Bursa’yı teşrif

ettiğinde, tekmil ervâh-ı evliyâ kendilerini ziyârete

gelmişler. En sonra ‘Rûh-ul Beyân ‘ sahibi İsmail

Hakkı Bursevî hazretleri gelmişler.

Ervâh-ı evliyâ = Evliyâların ruhları

476. “ Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri Allah ile

çok uğraştı. Nihayet, ‘...kul küllün min indillâh ...

dedi, işin içinden çıktı “ buyurdular.

137

(Kul küllün min indillâh (Nisa, 78) = De ki: her şey

Allah’dandır)

477. İsmail Hakkı hazretlerinin şeyhi Osman

Atpazari Hazretleri, rihletleri zamanında İsmail

Hakkı Hazretlerini yanlarına çağırarak “Kalbimi

yokladım. Senin kalbin gibi kalbimi dolduran

bulamadım, nefesimi sana veriyorum “ buyurarak

dillerini çıkarmışlar, İsmail Hakkı Hazretleri öptükten

sonra göçmüşler.

478. Abdülmecid-i Sıvâsî Hazretleri buyurdu ki

“Kâdir’i anlamayınca kader anlaşılmaz, kâdir

anlaşılınca da kader mestûr kalır “

Kãdir = ( ‘a’ uzun ) Her şeye kudreti yeten (Allah cc )

Mestûr = Örtülmüş, gizlenmiş.

479. Ömer’ül Halvetî Hazretleri bir gün Ahmed Amîş

Efendiye şöyle der: “ Ahmed, Marko hastalanmış.

Benim adıma git kendisini ziyâret et, şu pusulayı

da ver “. Marko gayr-i Müslim olmasına rağmen

özellikle Müslümanlara hoşça muamele eden bir

doktordur. Ahmed Amîş Efendi ziyâret eder ve

Efendi’nin selâmını söyler, pusulayı da verir. Marko

kemâl-i ta’zim ile aldığı pusulayı öper, başına koyar

ve derhal açar. Pusulada kelime-i şehâdet yazılıdır.

Marko bunu görünce “Biz ona çoktan inandık

ve iman getirdik “ der.Bir hafta sonra da hayata

gözlerini yumar.

Kemâl-i ta’zim ile = Son derece saygı ile

480. ( Abdülaziz Mecdi Bey’in, Ahmed Amîş

Hazretlerinden naklen rivâyeti) Türbedâr Bekir

Efendi Hazretleri ömürlerini kuru ekmekle

138

geçirmişler. Fakat kutbiyyeti ve mânevi dereceleri

itibariyle ne dileseler anında olurmuş. İstediği an

fakiri zengin, zengini fakir yapabilirlermiş. Fakat

kendi durumunu hatırladığı zaman “ Yâ Rabbi, ben

senin üvey kulun muyum ?” diye nâz edermiş.

481. Şemseddin Paşa türbede Kayserili Mehmed

Tevfik Hazretlerini görüp “Efendim, Türbede bir

zât var, kimdir ?” diye sorunca Ahmed Amîş Efendi

Hazretleri “O, benim vekilimdir, bedelimdir.

Bedel, mübeddel-i misl’in aynıdır” buyurmuşlar:

Bedel = Bir şeyin veya bir kimsenin yerine verilen ve yerini tutan

şey veya kişi.

Mübeddel-i misl = Yerine bedel tutulan kişi

482. (Ahmed Erdem Bey’den ) Fikret ve ben, Hoca

Efendimiz (Ahmed Tahir Memiş) Hazretlerinin

huzurunda idik. Fikret’e “Saatin var mı?” diye

sordu. Fikret “ Yok” dedi. Hazret elleri ile Fikret’in

bileğini tutarak “İşte saatin çalışıyor ya”

buyurdular. Fakire de: “Senin saatin de çalışır

çünkü ben kurdum” buyurdular.

483. Kuşadalı Efendimiz Beypazarlı Ali Efendimize

hizmetleri esnâsında, bir gün kahve ocağında yemek

yerken “İbrahim” diye seslenmişler. Lokmalarını

yutmadan hemen koşmuşlar. “İbrahim yemek mi

yiyordun? Tevekkeli değil benim de ağzımdan

iki lokma geçiyordu. İki vücud bir oldu, artık

burada durman olmaz. Şimdi iskeleden binip

gideceksin” buyurmuşlar. O da, Mısır’a giden bir

vapura binip Mısır’a gitmişler. Sonra Beypazarî

Hazretlerinin teşrîf-i Bekâ buyurdukları gün

İstanbul’a gelerek namazlarına yetişmişler.

139

484. (Hoca Efendi’miz Hazretlerinin rivâyetiyle)

Meşrutiyetin ilânında bir takım kendini bilmezler

Mehmed Efendimiz Hazretlerini rencîde

ettiklerinden, huzûra geldiklerinde Aziz Sultan

“Cenâb-ı Hakk yerden taşları alır, gökten

yağdırır. Nitekim ümem-i sâlife’de olmuştur. Ne

yapalım. Allah ‘.. Fe-câsû hilâle’d-diyâr ve kâne

va’den mef’ûlâ’ (İsrâ, 5: ‘Onlar evlerin arasında

dolaşarak sizi aradılar. Bu yerine getirilmiş bir vaad

idi.) buyurur. Memleketine git, gel deyinceye

kadar otur” buyururlar. Mehmed Efendi Hazretleri

de köylerine giderler. Üç sene kadar kalırlar. Bir

gün o civardaki bir tepede bulunurken Aziz’imiz

zuhûr ile “Gel” diye işaret buyururlar. Mehmed

Efendi Hazretleri “Ben İstanbula gidiyorum” diye

vedâ ederken efrâd-ı aileleri gitmemeleri için ısrar

ederlerse de, dinlemezler. İstanbula gelirler. Huzûra

girdiklerinde Hazret-i Azîz “Daha vakit de vardı.

Seni benim misafir etmem gerekirse de evin

müsaadesi olmadığından seni Hasan’a misafir

edeyim” buyurur ve “Orada nasıl geçindin?”

diye sorarlar. “Efendim evvelâ bilezik, küpe gibi

zinetleri, sonra halıları, ondan sonra bakırları

sattık” deyince, “Desene Allah’ın keyfini getirdin”

buyururlar.

Ümem-i sâlife = Geçmişteki ümmetler

485. (Nevres Bey rivayetiyle) “Bir gün Ömer’ül

Halveti Hazretleri abdest alacaklardı. Su dökmek

üzere ibriği almaya koştum. Benden evvel Bulgar

Ayvaz ibriği kaptı. Ben almak istedim. Hazret

“Bırak” buyurdular ve aynı zamanda Ayvaz’a

bir nazar buyurdular. Gece oldu, benim odamın

kapısı çalındı. Baktım bir Bulgar “Büyücü

müsünüz bizim Ayvaz deli oldu” dedi. Gittim

baktım. “ Allah Allah “ diye zikrediyordu.”

140

486. (Ahmed Erdem Bey rivâyetiyle) Kuşadalı

Efendimiz Hazretlerini ihvândan bir paşa davet

eder. Namaz zamanı ev sahibi seccâdeyi serer.

Kuşadalı Efendimiz Kıble’ye tam müteveccih olmak

üzere seccadeyi biraz çevirmesini emir buyurur. O

zat “Efendim Kıble bu tarafadır” der, seccâdeyi yine

aynı tarafa serer. Hazret tekrar emir buyururlar fakat

o zat yine ısrar edince, bütün oradakilerin keşifleri

açılır. Kâbe-i Muazzama’yı görürler ve Kıble’nin

Hazret-i Aziz’in tayin buyurdukları yön hizasında

olduğunu müşahade ederler. Kuşadalı Hazretleri:

“Kâbe sizi ziyârete geldi. Hepinize Hac farz

oldu.” ve Paşa’ya hitaben “Bunların parasını sen

çekerek hepsini Hac’ca sen götürüp getirirsin”

buyurmuşlar.

487. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri “Bu yolun

sermâyesi kuru muhabbettir. Muhabbetin yaş’ı

da olur mu? Olur ya; Tarîkat şeyhlerini görmüyor

musun ?” buyurmuşlar.

488. Ahmed Amiş Efendi Hazretleri “En lezzetli

üç şey vardır: Tilâvet-ül Kur’an, musâhabet-ül

ihvân, mülâkatür rahmân” buyurmuşlar.

Tilâvet-ül Kur’an = Kur’an’ı güzel sesle / usulüne uygun okuma

Musâhabet-ül ihvân = İhvânla sohbet

Mülâkat-ür Rahmân = Rahmân’la buluşma

489. “Sohbet için üç şart vardır: Zaman, mekân,

ihvân”

490. “Ene a’refüküm Billâhi ve ahvefüküm

min’hü.”

(Allah’ı en çok ben bilirim, en çok da ben korkarım )

491. (Ahmed Amiş Efendi Hazretleri, Abdülazîz

141

Mecdî Tolun Bey’e şöyle buyurmuşlar ):

‘Zât, lâ-taayyünât’a girmedikçe olmaz ‘ “

Taayyün = meydana çıkma, aşikâr olma, somut (müşâhhas )

hâle gelme ( çoğulu Taayyünât:)

(NOT: Lâ-taayün Âlemi = ( Lâhût Âlemi / Gayb-ı

Mutlak / Gayb’lerin gayb’ı / Mutlak Âmâ / Sırf Zât ) “

Yukarda zikredilen isimler tek bir mertebenin adıdır. Hak

Teâlâ bu makamda tam bir izzet ve her şeye karşı istiğnâ

( hiç bir şeye muhtac olmama ) ile anılır .... Bu makamda

Zat-ı İlâhi her şeyden tenzih edilir. Çünkü henüz esmâ

ve sıfat dairesine tenezzül etmemiştir . “Muhakkak ki

Allah âlemlerden ganidir” âyet-i kerimesi ve “Allah-ü

Teâlâ öyle bir halde idi ki O’nunla beraber olan şey

yoktu” ve “ Gizli bir hazine idim...” hadisleri .... bu âlemi

anlatır.”) (Özün Özü – Lübb’ül Lübb, Muhiddîn-i Arabî Hz.;

çeviren: İ. Hakkı Bursevî Hz., sadeleştiren: A. Akçiçek;

Rahmet yayınları, İst.1968 den iktibâs edilmiştir. – MFG )

492. “Tevhid lâstik gibidir. Uzatırsan Kâinatı içine

alır. Daraltırsan bir çok şeyi almaz.”

493. “ Şerîatı tut, hakîkatı yut, selâmet ondadır.”

484.“ İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîn (Yalnız

Sana ibâdet / kulluk ederiz, yalnız Sen’den yardım isteriz)

irâde-i cüz’iyyeyi silmiş süpürmüştür.”

495. Mecdi Bey, komşusu olan Beyoğlu müftüsü

Recep Arusan ile Ahmed Amîş Efendi hazretlerini

ziyârete giderler. Hazretin ‘Allâhü Ekber’ hakkında

sorduğu soruyu Recep Bey doğru cevaplayınca

ona ve Mecdi Beye birer tutam enfiye verir. Enfiyeyi

çeken Mecdi Bey cezbelenip Hazrete sarılır ve

kendinden geçer. Efendi Hazretleri, Recep Beyin

“hangi tarikdensiniz ?” sorusunu şöyle cevaplar:

“Halvetî tarikindenim, sulûkümü Ömer-ül

142

Halvetî’den gördüm. Daha ilerisini sorar isen,

Şâbânî tarikine ve Şâbân-ı Velî’ye müntesibim”

buyurur. Recep Bey “Sizin için Arab Hoca ile

görüşmüştür ve Melâmi’dir diyorlar” sözüne cevaben:

“Melâmet adında bir tarîkat yoktur. Bununla

beraber, umumiyet ile tarikatta ‘Melâmet’ büyük

bir makamdır. Tarîkat-ı Seyyid’e bak. Arab Hoca

dediğiniz Seyyid Muhammed Nûr’ül Arab ise

çok büyük bir zât idi, ben onunla görüştüm. O

benim sohbet şeyhimdir” buyururlar.

496. “Yetmişbin kelime-i tevhîd, îmansız gitmiş

adamın îmânını kurtarır”

497. “Çan sesini işittiğiniz zaman, ‘Rabbenâ lâ

tüzi’ kulübenâ bâ’de iz hedeytena veheb lenâ

min ledünke rahme, inneke entelvehhab ‘( Âl-i

İmrân, 8: ‘Rabbimiz, bizi hidâyete erdirdikten sonra

kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet

bağışla. Şüphesiz bağışı en çok olan Sen’sin Sen‘)

deyiniz”

498. “Bir veli Îsâ aleyhisselâm kademine varınca

kendisine mâide-i Îsâ iner. Bana da (filan mahalde)

indi. Lâkin inen mâide’yi sana söylemem, yalnız

çift olsun” buyurmuşlar.

Kadem = Ayak, adım

Mâide = Yemek sofrası

Mâide-i Îsâ = Hazret-i Îsâ (as) ve havârilerine gökten indirilen

sofra.

Havâri = Hazret-i Îsâ’nın oniki yardımcısından her biri

499. (Hoca Efendimiz rivâyetiyle) “Ehlullah

yanında kerâmâtın celî ve azîmi tâ’atle telezzüz

eylemektir. Halvet ve Kesret ve dahî her nefeste

hâzır olup Allah’ı zikreylemek kerâmâttandır. Ve

dahî vâridât olup inşirãh hâsıl oldukça vakar ve

143

sekînesi ziyâde olup edeb ve hayâ üzerine olmak

kerâmâttandır. Ve cemi’i ahvâlde Allah Teâlâ’dan

râzı olmak kerâmâttandır. Yoksa mücerred

hırkada zuhûr eylemek kerâmet değildir, zira

tasaavvuf ehli mahcûbdur.”

Kerâmât = Kerâmetler

Celî = Âşikâr, meydanda

Azîm = Büyük, yüce

Tâ’at = İbãdet etmek

Telezzüz eylemek = Zevk ve tat almak

Halvet = Yalnızlık, tek başına kalmak

Kesret = Çokluk, sıklık, bolluk

Vâridât = Hatıra gelen, içe doğan, kâr / gelirler

İnşirãh = Ferahlanmak

Vakar = Ağırbaşlılık, heybetli oluş

Sekîne = Nefis’deki telaşın kesilmesi, kalb huzûru

Cemi’ = Bütün , hep

Mücerred = Yalnızca, tek başına

Hırka = Tarikata intisab edenlere giydirilen bez yelek

Zuhûr eylemek = Ansızın görünmek,

Mahcûb = Perdelenmiş, üstü örtülmüş, utangaç

500. “Bu neş’e-i Muhammediye bir zamanlar

Arabistan’da çalkandı, nihâyet meczûb’luğa

müncer oldu. İran’a intikãl etti, orada da ilhâd’a

müncer oldu. Türkistan’a intikãl etti, orada da

taarruzlara müncer oldu. Yine Arabistan’a intikãl

edecektir.”

Meczûb = Cezbeye tutulmuş, Aşk-ı İlâhi ile kendinden geçmiş

Müncer olmak = sonuçlanmak, neticelenmek

İlhâd = Dinden çıkmak, dinden dönmek

İntikãl = Bir yerden bir yere geçmek, göçmek

501. “ Velînin namazında Hak ile arasındaki hâil kalkar. Hak ile karşı karşıya şühûda gelir. Bu

şühûd da mutlaka namazda olur.”

144

Hâil = Mânia, iki şey arasını ayıran perde

Şühûd = Görmek, müşâhede etmek, şâhid olmak

502. “‘Küllü musallin imamün velev kane münferiden’ (Hadîs-i Şerîf: Her namaz kılan tek başına bile olsa imamdır) İmam metbû demektir, cemaat da kendi vücûdudur”

Metbû = Kendine uyulan


504. “Hakîki kurban, nefsini Hak için ifnâ etmek,

kurban etmektir.”

İfnâ = Mahvetmek, yok etmek

505. “Kapalı kutuya mal konmaz, domuza inci

takılmaz”

506. “İmân ile İslâm, ihlâs ve ikrârdan ibârettir.”

507. “İhlâsınızda, ikrârınızda sabit olun.”

İhlâs = Samîmi riyâsız, yalnız Allah rızâsı için ibadet

İkrâr = Açıktan kabul ve tasdik etmek

508. (Mustafa Bey Hazretleri bu fakire şöyle buyurdu)

“İbâda hizmet ibâdet gibidir. Hastalarına ihlâsla

hizmet edersen ibâdet etmiş gibi olursun..”

509. “Alan da sen olacaksın, satan da sen

olacaksın.”

510. “ İnsanı yanıltan nefsidir.”

511. “İnsan gurura kibire kapılmamalı.”

145

512. “Hakîkatı söylemek kãbil değildir. Eğri

olduktan, yâ’ni hakikat olmadıktan sonra

istediğini söyle.”

513. “Ne kadar terakkî edersen et, üstünde yine

fahâmet vardır.”

Fahâmet = Ululuk, itibâr, değer, kıymet

514. “Kul, kul olmayınca, âdem, âdem olmaz.”

515. “Sözün gelini, nikâh edebildiğindir.”

516. “Girdiğin kapıyı, geldiğin yolu sakın

unutma.”

517. “Elin işde, gözün oynaşta olsun.”

518. “Siz çalışırsanız ben size gelirim.

Çalışmazsanız yorulur bana gelirsiniz.”

519. “Zurnacı nasıl çalarsa ona ayağını uydur.”

520.“Âdeti bozmayın, âlemi günahkâr etmeyin.”

521. “Her alınan kitabın üç defa okunmak hakkı

vardır.”

522. “Ayının otuziki türküsü varmış, onun da

hepsi ahlat üzerine imiş. Tâlib de böyle olmalı.”

Ahlat = Yabâni armut

523. “Nezâfet-i şer’iyenin dışındaki nezâfetten

Allah’a sığınırım.”

146

Nezâfet-i şer’iyye = Şeriatın emrettiği Temizlik, paklık

524. “Muhabbetin galeyânı hâlinde hüküm

sâlikindir.”

Galeyan = Coşup taşmak

Sâlik = Bir tarikatın yolında giden

525. (Kâzım Bey’den): Ahmed Amîş Efendi

hazretleri sordu: “Dersine çalışıyor musun?”

“Evet Efendim çalışıyorum” Halbuki mektep

derslerine çalışıp çalışmadığımı sormak istiyormuş.

“Evvelâ mektep dersi, ikinci derecede rûhî feyz-i

irfân” buyurdular.

Feyz-i irfan = İlâhi hakikatleri anlama bereketi

526: “Şeyhim beni demirci dükkânına götürdü.

Kızgın demiri örsün üzerine koyduktan sonra beş

altı çekicin aynı noktaya düştüğünü gösterek,”

İşte Ahmed, sülûk böyle olacak” buyurdular.

Sülûk (seyr-i sülûk) = Bir yola (tarikata) girme, manevi

mertebelerde terakki etmek

527. “ Bütün tecelliyâta rıza göstermeli.”

528. “Her hâl’ü kârda Allahın tecellisine rızâ

göstermeli.”

Her hâl’ü kârda = Hangi durum ve şart altında olursa olsun

529. “Şikâyet yok. Aman deme yok.”

530. “Derdim bana derman imiş.”

531. “Bak, sana kısaca söyleyeyim: ‘Allahü

147

halifün biibâdihi yerzüku men yeşâ’. Ama rızık,

yalnız yemek değildir. Söylemek, dinlemek,

görmek, oturmak, yatmak vs.

hepsi rızıktır .”

Halif = Yemin ederek sözleşenlerden her birisi

Biibâdihi = İbâdına, kullarına

Yerzüku men yeşâ’ = dilediğini ırzak eder, rızıklandırır

532. “En alâ rızık, rızk-ı mânevîdir .”

533. “ İnsanın rızkı da eceli gibi takdîr olunmuştur.

Eceli insanı nasıl gelir bulursa, rızkı da öyle gelir,

bulur.“

534. “Rızkın onda dokuzu ticârettir.“

535. “Ortaklık kaderin teşrîkidir. Kaderinizi

başkaları ile teşrîk etmeyiniz.“

Teşrîk etmek = Ortak etmek, iştirâk ettirmek

536. “Kazancın helâlinde hesap, harâmında ikab

vardır.”

İkab = Şiddetli azâb, cezâ, eziyet ( ’a’ kısa )

537. “Parayı kazanırken dikkat etmeli. O nasıl

olsa gideceği yeri bulur.“

538. “Parayı kazanın. Sevgisi gönlünüze

girmesin.”

539. “Satarken alıcı gibi olmaya bakmalı.”

540. “Para kazanma sevdâsı adamı perişân eder,

şöhret de.”

541. “Tâcir merzûk, muhtekir merdûddur.”

148

Merzûk = Rızıklanmış, ihtiyâçları verilmiş

Muhtekir = İhtikâr yapan, vurguncu, kıymetlensin diye malı

toplayıp satmayan saklayan

Merdûd = Reddolunmuş, kovulmuş, kabul edilmemiş

542. “Yüz kuruş kazanılırsa on kuruşunu

tasadduk etmeli.”

Tasadduk etmek = Sadaka vermek, ihtiyâcı olana Allah rızâsı

için bir şey vermek

543. “‘ El-fakru fahrî ’ hadîs-i şerîfi ulemâ-yı zâhirin

manâlandırdığı gibi değildir. Erkân-ı İslâm’ın

ikisi varlıkla, zenginlikle kãim (*). Fakriyyet:

ef’alinde, sıfatında, zâtında kendini Hakk’a tefviz

etmektir.“

(“ El-fakru fahrî ve bihî eftahırü” = Fakirlik benim

övüncümdür. Ben onunla iftihâr ederim )

Ulemây-ı zâhir = Kur’ân-ı Kerîm’in zâhir manası ve hükümleri

ile uğraşan âlimler

Erkân-ı İslâm = İslam’ın esasları, temelleri,

Fakriyyet = Fakirlik Ef’al = fiiller

Tefviz = İşini Allah’a (cc) havale etmek

(*) ( Zenginlikle kãim olan iki rükün : Zekât, hac )

544. “Fakriyyet, Fakriyyet-i Muhammediyye’de

fâni olmaktır.”

545. “Güneş yevm-i kıyâmette cehenneme

gidecek, çünki güneşe tapanlar Allah’sız

kalmasın.”

Yevm-i kıyâmet = Kıyâmet günü

546. “Cehennemde bazısı beşbin, bazısı altıbin

sene durur.”

149

547. (Nevres Bey’den rivayet) “Cennet’lik

misin, cehennemlik misin bilmek ister misin?

Bulunduğun hale bak. Bulunduğun hal

Cennetlik ise Cennetliksin, Cehennemlik ise

cehennemliksin”

548. “Allah senin için ahırette odun kömür

yakmaz.”

549. “ İnsan ayak altındaki seccade gibi mütevâzı

olmalı.”

550. “İnsan kalp kırmamalı, kimsenin gönlünü

incitmemeli.”

551. “İnsan binâullâhı yıkmamalı.”

(Mustafa Özeren Efendim Hazretleri şöyle anlatmıştı:

Velâyet mertebesinde bir zât, fırın önünde kalabalık

kuyrukta beklerken bir münakaşa sonucu kendisine tokat

atan kişiye nazar eder. O kişi bir ‘ah’ diyerek olduğu yerde

can verir. Bunun üzerine o velî zâtın mânevî mertebelerde

ilerlemesi durur. Efendim şöyle buyururdu: “Verilen geri

alınmaz ama daha ileriye de yol alınmaz”)

Binâullâh = Allah’ın binâsı. (Efendim burada İnsan vücudunu

kastediyordu)

552. “Âhiret dünyada başlar. Dünyası iyi

olmayanın âhireti de iyi olmaz.”

553. “Herkes iyi yaptığını zanneder.”

554. “İnsanlar zâhirde muhtar, hakikatde

mecburdur.”

Zâhir = Dış görünüş

Muhtar = İstediğini yapmakta serbest olan

150

555. “Her türlü vazife Tanrıdan bir atâdır.

Bundan kaçınmak ayniyle hatâdır.”

Atâ = Bahşiş, lütuf, ihsan

556. “Ammenin hukukundan sakınmalı. Şahsa ait

olsa helâlleşilir. Vakıf veya ammeye ait hakları

kiminle helâlleşeceksiniz? Ona çok dikkat

etmeli”

Amme = Herkese ait, genel olan, kamu

557. “Vakfın çivisini çakan ihyâ, çivisini söken

imhâ olur.”

558. “Vakfa, ya ihânetten, ya da cehâletten

kötülük edilir.”

559. “Vakıf mala ihânet eden cehennem azâbından

kurtulamaz .”

560. “Vakıfa (vakıf mala) kat’iyyen ihânet

etmemeli.”

561. “Kat’iyyen beyt-ül mal’a tecâvüz etmemeli.”


562. “Her mazhar kârını icrâ eder.”

Mazhar = Bir şeyin göründüğü / ortaya çıktığı yer. Cenâb-ı

Hakkın isim veya sıfatlarından bir veya birkaçının etkilerinin

kendini gösterdiği kişi

Kâr = (Burada): Kişinin mazhar olduğu isim ve sıfata göre

yapması gereken iş / fiil

563. “Efendim ‘Gönlüme girsin de nasıl girerse

girsin’ buyururdu”

564. “Mirasta kaybeden kazanır.”

565. “Efendim ‘Hediyeleşin’ buyururdu.”

566. “İşini bilen değil, eşini bulan bu dünyada

rahat eder.”

567. “Allah gelin kaynana arasında sevgi

yaratmamıştır. Zorlamamalı”

568. Üç beldenin (*) halkından hayır gelmez.

İçlerinde az da olsa iyisi vardır, amma, nâdir

ma’dum gibidir.”

Nâdir = Çok az bulunan.

Ma’dum = Mevcut olmayan

(*) ( Adalılar, Yanya’lılar, Selânik’liler )

569. “Bakkal yahut diğer birine borcunuz olursa,

aylığınızı alır almaz borcunuzu ödeyiniz. Çünkü

bu para ile bir iki el devreder ve kâr eder. Eğer

parayı vermezseniz haramdır”

570. (Mehmet Tevfik Efendi Hazretlerinden naklen):

Bir gece Asım Beye gidiyordum, yatsı’ya

yakındı. Hazret-i Azîz’e Hâfız Paşa Caddesinde,

Kumrular Mescidi’ne yakın bir yerde rast

152

geldim. Asım Beye gideceğimi söyledim. Selâm

söyle buyurdular. Sonra anladım ki, Efendim

Hazretleri Karagümrük’den geliyorlarmış. O gün

buyurdular ki: “Evkaf’dan maaşım geldi. geç

vakit eve geldim, kapıyı çaldım, ‘beni yemeğe

beklemeyin’ dedim. Karagümrüğe gittim, bizim

bakkalın evini buldum ve borcumu verdim. Ben

bu parayı ödemezsem bana haramdır dedim.”

“Bakkal kilisede vaaz eden papaza. ‘Papaz

Efendi seninkiler lafta kalıyor, Müslümanlar

yapıyor. Parayı evime kadar getirdi’ demiş.”

571. ( Hamdi Hızalan Beyefendi’den rivâyetle:)

Bir Ramazan günü Nevres Bey Ahmed Amîş Efendi

Hazretlerini iftara dâvet etmek ister. Şu cevabı alır: "

Sen her sene Ramazan alışverişini mahallendeki

Rum bakkal'dan yapardın. Bu sene ucuz olsun

diye Balık Pazarı'ndaki toptancı bakkallardan

alış veriş yaptın . Rum bakkalın iki eli böğründe

kaldı. Eğer o Rum bakkaldan şu kadar kuruşluk

alış veriş edersen dâvetine icâbet ederim."

572. “ Alış veriş ederken ilk önce parayı veriniz.”

573. “Adab-ı Muhammediyye’dendir. Bir yere

girdiğinizde namaz kılınıyorsa cemaatle namazı

kılmış da olsanız oradakilerle beraber namaz

kılınız “

574. Birgün huzurlarından çıkarken mumu eliyle

söndüren Nevres Bey’e “Öyle yapma, ‘HU’ diye

söndür “ buyurmuşlar.

575. Kâzım Bey şöyle anlatıyor: ”(Hazret-i Aziz’in) Su

içme tarzı da başka türlü idi. Bardağı iki avucu içine

153

alır ve evire çevire ısıtır sonra üç yudumda bitirirdi.

Sonunda “Yâ Rabbi sana çok şükür “ derdi.

576. “Yemeği ağzımıza koyarken ‘sabret seni

makâm-ı insâna getireceğim’ deyiniz”

577. Yediğim yemek Allah’ı zikretsin. Ben de

telezzüz ederek şükredeyim “

Telezzüz etmek = lezzetini tadmak

578. “Her ne yerseniz ‘sadaka ‘ diyerek yeyiniz”

579. “Mürşid buna ‘sigara iç’ der, o bırakamaz.

Birine ‘içme’ der o da içemez.” buyurdular

580. “Onlar muhavvil-ül ahvâldırlar. Harâmı

helâle tahvil ile içerler.”

Muhavvil = Bir şeyi başka hale değiştiren

Ahval = Haller, durumlar

Muhavvil-ül ahval ( Muhavvil-ül-Havli ve’l Ahval ) = Halleri ve

kuvveti değiştiren, başka şekle sokan Cenab-ı Hakk ( CC )

Tahvil = Bir şeyi başka bir şeye değiştirme / dönüştürme

581. “Kadınlar, Ilâç, sağlık vermek üzere taraf-ı

Risâletten me’mûrlardır .”

Taraf-ı Risâletten = Peygamberimiz (sav ) Hazretleri tarafından

Me’mur = Bir şeyi yapmak için görevlendirilmiş kimse

582. “Kadınlara dikkat ediyor musun ? Onların

içinde erkekleri vardır. Onlara iyi dikkat et.”

583. “İnsanın, dışarının sıkıntısını unutturacak

içeride hanımı olmalı.”

584. “Analar Allahın ‘Rahîm’ sıfatına, babalar da

‘Rezzak’ sıfatına mazhardırlar.“

154

Rahîm = Rahmet / merhamet edici, muhafaza eden

Rezzak = Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları

karşılayan

585. “Ricâl, önünde kantarı bulunan demek

değildir, onlar ‘Ricâlün la tülhihum ticâretin

velâ bey’in an zikrillãhi ve ikaãmissalati ve lã

iytãizzekãti ...’ (Nur, 37 : Onlar, ne ticaret ne de

alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz

kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı

insanlardır..) ayeti ile tarif olunanlardır. Erkekten

olduğu gibi kadından da olur.”

Ricâl = Erkekler Kantar = Argoda tenâsül uzvu

586. (Nevres Bey rivâyetiyle) “Lüzûm hâsıl olup da

hareminizle (eşinizle) ayrılırsanız, diğer bir ere

varıncaya kadar ; ere vardıktan sonra sizdeki

rahatı bulamazsa onun kadar ( sizinle evli olduğu

zamanki kadar) rahat ettirecek derecede yardım

etmeye mecbursunuz.

587. “Şifâ, ilâçta meknûz olan kudret-i İlâhiyyedir.”

Meknuz = Gömülü define, örtülü, gizli olan

588. “Şifâyı ilâçtan değil, anda mütecellî olan

Hak’dan beklemeli.” (Onda Allahın kudreti tecellî

ve tezâhür eder )

Mütecellî = Tecellî eden, ortaya çıkan, görünen

589. “Her nebatın (bitkinin) bir derde devâsı vardır,

bilen bilir.“

590. “Şifâ lutf-i İlâhîdir. Bir tabîb-i hâzıka

görünmeli; ama rahatlıkla Hakk’a inkiyâd

etmeli.”

155

Tabîb-i hâzık = İşinin ehli / uzman doktor

İnkiyâd = Boyun eğmek, teslim olmak

591. “Hastayı sık ziyaret ediniz. Yanında çok

durmayınız. Kendisine hissettirmeden okuyup

alnını okşayarak çıkınız.”

592. “Hastanın yanında en hafif lisanla bile

konuşmayınız. Çünkü işitir.“

593. “Hastalandığınız zaman, ağır gelmiyecek,

yapabileceğiniz bir nezir ( adak ) yapınız.”

594. “Hastayım. Resulullâh sallallâhü aleyhi

vesellem Efendimiz yanımda oturuyorlardı. Ben

‘Aman Yâ Resulullâh, aman Ya Resulullâh ‘

diyordum. Yanıma gelenler beni sayıklıyor zan

ediyorlardı “

595. “Hasta idim. Doktorlar geldiler, muyene

ettiler. Yavaş sesle ‘Beş dakika kadar yaşar

yaşamaz dediler. (Hastanın yanında en hafif

lisanla bile konuşmayınız. Çünkü işitir) Bunu

işitince kendi kendime ‘ Tu... sana çatal bıçak

Ahmed, herkes senin öleceğini biliyor da senin

haberin yok ‘ dedim. O anda Resulullâh sallallâhi

aleyhi vesellem Efendimiz ‘ Sen daha huzurda

bulunacaksın ‘ buyurdu. Ben kalktım, oturdum

ve ‘Bana pirzola getiriniz ‘ dedim. Doktorlar da

kaçtılar”

596. ( Hafız Bekir Efendi rivâyetiyle ) “Bir gün Doktor

Talat Bey’le birlikte rahatsızlıklarını müteessifane

haber aldığımız Hazret-i Aziz’in devlethanelerine

gittik.Kapıyı Cici açtı. İsimlerimizi söyledik, arz

156

ettiler. ‘Gelsinler‘ buyurmuşlar. Huzûra girdik.

Kendilerini kesb-i afiyet etmiş bularak mesrûr olduk.

Derecesi 43’e çıkmış, (Dr) Nafiz Paşa’yı getirmişler.

“ Muayene ederek ‘Allah sizlere ömür versin,

hasta artık gitmek üzeredir ‘ dedi. Kendisini

kovdum. ‘Evdekilere böyle söylenir mi ‘ dedim.

Derken Hazret-i Resûl Efendimiz (sav), Hazret-i

Ömer (ra) ve Hazret-i Osman (ra) ile birlikte zuhûr

ederek şuraya oturdular. “Size bir kadın lahana

turşusu suyu getirecektir red etmeyin için “

buyurdular. Hakikaten ertesi sabah bir hanım

kapıyı çalarak ‘Efendi Hazretlerine ilâç getirdim,

lahana suyu getirdim’ dedi. Evdekilerin almak

istemediklerini işittim. ‘Getir, getir’ dedim, içtim.

43 Derece hararet hemen 37 dereceye indi.”

buyurdular. Sonra da doktora (Talat Bey’e) tevcih-i

hitab ederek “Doktor, sakın şeyhime iyi geldi diye

her hastaya lahana turşusu suyu tavsiye etme “

buyurdular

Müteessifane = Üzüntü ( esef ) duyarak

Kesb-i afiyet etmiş = Sağlığına kavuşmuş

Mesrur = Sevinçli, sürurlu

Tevcih-i hitab = Konuşmayı o yöne döndürmek

597. Bir gün Makbule Hanım kerimesi Nusret Hanımla

huzura girer. Hazret-i Aziz rahatsızlarmış. Doktorlar

zat-ü-ri’e demişler. Hanımlar müteessir olmuşlar.

Büyük hanıma hitaben: “Korkma, merak etme,

hastalık bu vücudda hükmünü icrâ edemez. Size

merhameten duruyorum” buyururlar.

zat-ür-ri’e = Pnömoni, akciğer iltihabı (enfeksiyonu )

598. “Açlıktan ölme tehlikesi olursa, köpek etini

yiyip kurtulmak varsa köpek etini yiyecek,

yemez ölürse mes’uldür. Domuz eti olursa

157

yemez ölürse mes’ul değildir, yer kurtulursa

yine mes’ul değildir, çünkü nass-ı kati’ vardır.

Nass-ı Kati’ = Kat’i, kesin, tevile imkan olmayan, manası açık ve

Kur’an ayetlerinden delil gösterilen söz.

599. “Yerde gökte büyük değişiklikler olacak”

600. “Semâvatta büyük değişiklikler olacak. Bir

yıldız peydah olacak.”

Semâvat = Semâlar, gökler

601. “ Paris şehri semâvî bir hâdise ile mahvolacak.

( Kuzey Avrupa’yı da harap edecek ). İslâm

âlimleri Paris şehrinin yerini arayacaklar.”

Semâvî = Gökyüzü ile alâkalı

602. “Üçüncü Dünya Harbi çıkacak. Efendim

Hazretleri buyururdu ki: ‘ Rusya mahvolacak,

küçük bir devlet haline gelecek. Anadolu

ahalisine dua ettim, bu bãdirede onlara ziyan

gelmeyecek.‘ “

(Bu esnada mübarek avucunu sıkar gibi yaparak,

“Rusyayı küçülttüm, küçülttüm ” buyurmuşlar -

MFG )

Bâdire = Felâket, musîbet

603. “İngiltere ve Yunanistan mahva mahkûmdur.

İngilizler o zaman Türk donanmasına bakıp gıpta

edecekler, hayıflanacaklar.”

604. “Ona memnunum ki sizi çok iyi günler bekliyor.

Efendim (Ahmed Amiş Efendi Hazretleri): 60 –

70 sene büyük iyilik olacak Memleket selâmla

idare edilecek. Ben görmem ama sen görürsün’

158

buyururlardı. Efendim de (Hoca Efendi Hazretleri)

orada idi ama kemâlâtından ötürü ona değil

bana söylerlerdi.”

Kemâlât = Fazîletler, mükemmellikler

605. “Efendim Hazretleri: ‘Gelen defterle gelir,

İnce elenip sık dokunmaz Ortalık 60-70 sene

selâmla idare edilir. Ben görmem ama sen

görürsün Mustafa ‘ buyururdu.”

606. “Anadolu ahâlisi esmâya, Rumeli ahâlisi

ef’ale mazhardır.”

Esmâ = Cenâb-ı Hakk’ın isimleri

Ef’al = Cenâb-ı Hakk’ın Fiilleri

607.- “Anadolu toprağı evliya tarlasıdır.”

608. “Verâset-i Muhammedî, Araplardan

Acemlere, Acemlerden de Türklere geçmiştir”

buyuruldu.

609. “Benî Kureyşden birisi (bir defasında: Evlâd-ı

Resûlden birisi) zulüm ve îtisafa mâruz kalınca

Kayı Aşireti’ne ilticâ etti. Mürûr-i eyyam ve

zaman ile onlara baş oldu. Fakat kendileri de

bilmez.”

Îtisaf = Haksızlık ve zulüm

İlticâ = Sığınmak

Mürûr-i eyyâm ve zaman = günlerin ve devirlerin geçmesi

610. “Fatih ile Yavuz Selim han, İmâmeyn

silkindendir.”

İmâmeyn ( İki İmam )= Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin

radiyallâhü anh Efendilerimiz. ( Bazen İmâm-ı Âzam ve

159

İmâm-ı Şâfii; ve bazan, İmâm-ı Ebu Yusuf ve İmâm-ı Muhammed

için de bu tâbir kullanılmıştır - MFG )

Silk = Tutulan yol, tarik, meslek

611. (Hoca Efendi Hazretleri rivâyetiyle, Ahmed Amiş

Efendi hazretleri, Fatih için) “Kırk sene huzuru

ruhu ile güleştim (güreştim). En nihayet bana

muti oldu (itaat etti)” buyurdular.

612. “Türk devleti (bir defasında da: Türk Milleti) ilâ

yevmi’l - kıyâme bâki kalır, payidâr olur. Fakat

şekl-i idaresi şekilden şekile tahavvül eder.”

İlâ yevmi’l-kıyâme = Kıyâmet gününe kadar

Bâkî kalmak = Ebedi kalmak

Pâyidâr = devamlı, sağlam

Şekl-i idaresi = İdare şekli

Tahavvül = Değişme

613. “Dâhilde muhtâr, hâriçde müttehid, hükûmãt-i

müttehide-i İslâmiye tahakkuk edecektir.”

Dâhilde = İçeride, içişlerinde

Muhtâr = özgür, istediğini yapmakta serbest olan

Hâriçte = Dışarıda, dış münasebetlerde

Müttehid = İttihad içinde, bağlaşmış, birleşmiş

Hükûmãt = Hükümetler

614. “Hilâfet, ya sahîhun neseb-i bi’l istihkãk, ya

bîat-ı âmme ve tâmme, ya da kahr’ı galebe ile

istihlâf olunur. Yavuz Selim Han’da bu üçü de

tahakkuk etmiştir.”

Sahîhun neseb-i bi’l istihkãk = Doğru ( hakîki ) nesebe (soya )

göre kazanmak suretiyle

Bîat-ı âmme ve tâmme = Kamunun tamamının bağlılık ve

îtimâdını bildirmesi ile

Kahr-ı galebe = Zor kullanarak üstün gelmek suretiyle

İstihlâf = Birinin yerine geçmek, halef olmak

160

615. “ Harbi temennî etmeyin. Siz harbin fecâatini

bilmezsiniz. Ben yaralıları sırtımda taşıdım. Onun

için durup dururken harb temenni etmeyin.”

616. Zâbit muharebeye gönüllü değil, emirle

gider.”

Zâbit = Subay

617. “Harbe gidiyorum denmez. Harb bir emr-i

azîmdir. Bilâ taleb tâyin edilirse ‘tâyin edildim’

denir.”

Emr-i azîm = Büyük bir olay / iş / şey

Bilâ taleb = Taleb edilmeden, kendisi istemeden

618. “Şam, Bağdat, Mısır; birisi su’dan, birisi

saika’dan, biri de hareket-i arz’dan harab

olacaktır. Türk kavmi ebâbil kuşu ile helâk

olacak. Türk tenassur edecek.”

Saika = Yıldırım

Hareket-i arz = Deprem, zelzele

Ebabil kuşu =(Fil suresi, ayet 4-5 ) Mekke’yi yıkmak isteyen

Habeşli Hristiyan Ebrehe, fillerle hücum edince üzerlerine

pişirilip sertleştirilmiş balçık taşları atan Ebabil (sürüler halinde

kuşlar ) onları çiğnenmiş ekin haline getirdi, mahvetti )

Tenassur etmek =Hristiyan dinine girmek

619. “ Allah’ın yarattığı hiç bir şeyi hor görmemeli.

Bastığın taşa bile taştır diyerek , hakir görerek

basmamalı. (Ahmed Amiş Efendi Hazretlerinin

yanında yürümekte olan Nevres Bey, yoldaki bir

taşı, başkaları takılıp düşmesinler diye ayağı ile

yolun kenarına ittirmiş. Bunun üzerine Efendi

Hazretleri: “Nevres, taş taşlığını bilmiş, yere

yatmış, kaldıracaksan elinle kaldır, kenara koy”

buyurmuşlar. )

161

620. “Üzkürullaha inde külli hacerin ve şecerin”

(Her taşın ve ağacın altında Allah’ı (CC) zikredin.)

(Hadis-i Şerif )

621 .“Taşda hayat-ı İlahi olmasaydı, Hazreti

Musa’nın esvâbını alıp kaçar mıydı ?”

622. “Güvercinler ile örümcekler Allah’ın rahmet

askerleridir. Bir çok enbiyâya hizmet etmişlerdir.

623. “Bir hayvan keserken, elinize bıçağı aldığınız

zaman ‘ Dur hayvan, şimdi seni makam-ı insan’a

getireceğim ‘ deyiniz, bıçağı vurunuz”

624. Merâtib-i hayvaniyyede insana en yakın olan

beygirdir.

Merâtib= Mertebeler, dereceler, kademeler, basamaklar

625. Mehmed Efendimiz buyurdular ki, köpekleri

topladıkları zaman Hazret-i Azizimize arz ettim.

“Allah yerden taşları alır, insanların üzerine

yağdırır. Allah insanlara gelecek belâyı bunlara

yükletti, sus” buyurdular.

162

KAYNAKLAR

Altuntaş, İsmail Hakkı - Mürşid-i Kâmil Ahmed

Amîş Efendi –Seçil ofset, İstanbul, 2011

Azamat, Nihat – Ahmed Amîş Efendi ( R.H )-

(Makale)- Sahâbe’den Günümüze Allah Dostları

–Şûle Yayınları, İstanbul, 1996, Cilt 9,sf. 337-341

Barkçin, Savaş Ş. –Ahmed Avni Konuk - Klasik

yayınları, İstanbul, 2011

Erdem, Ahmed – Fatih Sertürbedârı Ahmed Amiş

Efendinin Kelâmı Âlilerinden Zaptedilen Bazıları

– Ankara, ISBN 975-7852-85-6. (Tarihsiz )

Hızalan, Dr. M. Hamdi – Ahmed Tâhir Memiş [ Hoca

Efendi ] Hazretleri ve Mustafa Özeren Hazretleri

ile ilgili Hâtıralarını muhtevî yayınlanmamış

kitap.

Küçük, Hafız Hasan – (Risâle) Tarîkat-ı

Halvetiyye-i Şâ’baniyye’de Silsile ve Evrâd –

Seçil Ofset, İstanbul, 2011

Kucur, Abdullah – Hoca Ahmed Tâhir Memiş

Efendi (R.H)- (Makale)- Sahâbe’den Günümüze

Allah Dostları –Şûle Yayınları, İstanbul, 1996,

Cilt 10, sf. 44-54

Memişoğlu, Erdem- Fatih Sertürbedarı Ahmed

Amîş Efendi (k.s) Hazretlerinden ve Abdülaziz

Mecdi Tolun Beyden Seçme Hatıralar ve

Rivâyetler- İmaj Yayınevi, Ankara, 2004

163

Özdamar, Mustafa – Ahmed Amîş Efendi – Kırk

Kandil Yayınları, İstanbul, 1997

Öztürk, Yaşar Nuri – Büyük Türk Mutasavvıfı

Muhammed Tevfik Bosnevî - Fatih Yayınevi,

İstanbul, 1981

Toygar, Ömer Lutfi – Muhabbet Üzerine – Seçil

Ofset, İstanbul, 2009

Listeye geri dön