25 Ekim 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzafer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Râbiatü'l-Adeviyye'ye sormuşlar, "Şeytan'ı adüvv tutmuyor musun?" demişler, "Ben dost biliyorum yalnız, başka bir şey bilmiyorum, Allah'ı bilirim" demiş, "düşmanlara karışmam" demiş Râbia-i Adeviyye.
Bilenler öyle söylemişler. Bir kalbde ya hastalık olur, ya sıhhat olur. Kalb sıhhatli olursa bütün vücûd sıhhatli olur. Kalb hasta olursa bütün vücûd hastalıklı olur. Yarısı hasta, yarısı sıhhatli kalb olmaz. Bir kalbde ya dîn olur, ya kîn olur. Dîn olanda kîn olmaz, kîn olanda dîn olmaz. Kalbini Allah sevgisiyle doldurdukdan sonra mesele kalmaz. O vakit ağyâr yâr olur, diken gül olur, buzlar erir.
Vaktiyle iki molla cerre gitmiş, bir köylünün evinde misâfir kalmışlar. Köylü sûretâ köylü olup, hakîkatde mürşid-i kâmilmiş. Mollanın birisi abdest almaya dışarı çıkmış, diğeri içeride kalmış. "Oğlum, nasıl arkadaşının ilmi, irfânı, kemâli nasıl?" demiş. Arkadaşına sormuş. O da demiş ki, "Bu hayvan herifle yola çıkdık, bu eşşoğlueşşekle" demiş, "câhil herifin birisi, eşek herifin birisi. Pişmân olduk ama bir defa iş işden geçdi, yola çıkdık" demiş. Sonra o molla çıkmış dışarıya, o abdest almaya gitmiş, öteki molla gelmiş. Ona sormuş, "Arkadaşın nasıl, ilmi, irfânı, kemâli?" demiş. "Öküz herifin birisi efendim" demiş, "Nereden arkadaş olduk" demiş. Neyse, top zamanı olmuş, sofrayı kurmuşlar. Top patlamış, "buyrun" demiş. Mollanın biri açmış önünde arpa var. Diğer molla sahanı açmış, önünde saman var. Ağanın önünde yumurta var, tereyağına kırılmış, güzel mis gibi kokuyor. "Buyrun" demiş "hadi!". Bakıyorlar ağanın yüzüne. "Ne bakıyorsunuz" demiş, "seni arkadaşına sordum, eşek dedi, sana arpa koydum" demiş. Seni de arkadaşına sordum, öküz dedi, sana da saman koydum. Ben insanım" demiş. "Birbirinizden hüviyetinizi öğrendim ben sizin" demiş, "ne olduğunuzu" demiş. "Senin için bu eşek dedi. Senin için de bu öküz dedi. Onun için öküze saman, eşeğe de arpa koyduk" demiş.
Şimdi, insan böyle olmamalı. Diyânet İşleri güzel bir şey yapdı. Mâdem ki biz dînî bir topluluğuz, o cevâbı vermesi lâzım gelirdi. Câhil olsa hemen derhal aleyhimize geçer, bilip bilmeden bağırıp çağırıır. Tahkîk etmedin, tetkîk etmedin, bilmiyorsun ne olduğunu, nasıl hüküm vereceksin?
Bursa'da dervîşleri yakalamışlar. Hâkim de benim arkadaşım, tanışıyoruz. Müftüyü çağırmış hâkim. "Dervîşleri nasıl tanırız, biliriz?" demiş. Halbuki hâkim dervîş kendisi. Arkadaşım benim. Demiş ki müftü efendi, "Dervîşler lâ ilâhe illallah der, ondan biliriz dervîşleri" demiş. Müftünün verdiği cevâb. Sonra ben hâkime dedim ki, "Çağır müftüyü evvelâ, de ki, müslüman mısın. Elhamdülillah diyecek. Nasıl bilirim senin müslüman olduğunu diye sor. Çıkarıp da sünnetini gösterecek değil ya herif. Lâ ilâhe illallah diyecek. At içeri pezevengi dervîş diye. Evvelâ ondan başla işe" dedim. Bütün mü'minler lâ ilâhe illallah diyorlar. Dervîşler fazla söylüyorlarmış biraz.Eh fazla söylesinler, insan sevdiği kimsenin ismini çok zikreder. Hattâ bir kıza âşık olsan sen, bir artiste, onu herkesin sevmesini istersin. Onun medh ü senâsını işittiğin vakitde dört köşe olursun. Allah'ı seven adam, Allah'ın zikredildiğini işittiği vakitde memnûn olur. Kendi de zikreder, zikredeni işittiği vakitde kendisinde bir aşk ve neşe peydâ olur yâhu.
Allah'ı sevmek ayıp mıdır yani? Bak, seni bir katre menîden halk etmiş, ana rahmine indirmiş, orada kudret fırçasıyla, hayız kanıyla yuğurmuş. Bak, ana rahmine bir katre menî olarak indirmiş. Sonra orada, "هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ hüvellezî yusavviruküm fi'l-erhâmi keyfe yeşâ", hayız kanıyla, kudret fırçasıyla yuğurmuş seni, şekl-i insâna koymuş. Sonra göz vermiş, göstermiş. Göstermiş ama aklın olmasa görmekden fayda temin edemezsin, öküz gibi bakarsın etrâfa. Akıl lâzım. Öküzün bile bir müddet için aklı bir şeye erer. Meselâ samanla yeşil otu ayırabilir. Ama Kayserili öküze kazık atmış. Gözüne yeşil gözlük takmış öküzün, sarı ot koymuş. Öküz zavallı tâze ot diye yemiş. Kedi kuru ekmek yemezmiş, Kayserili burnuna tereyağ sürmüş kedinin, hep o kokuyu alıyor, tereyağlı diye yiyor zavallı hiç durmadan.
Bak şimdi, bakmakla değil. Bakmakla değil ki, akıl olmazsa bakmanın ne faydası olur. Bak, tımarhânede bir takım insanlar var, gözleri görüyor, kulakları işitiyor, dilleri söylüyor ama yer altında zincire vurulmuş, orada bekliyorlar. Cehennemin sûretini git gör. "Cehennem var mı yok mu?" diyor herif. Var, git tımarhâneye, git gör orada. Yeraltında azgın deliler var. Onlar cehennemin misâlidir. Gözü görüyor, dili söylüyor, kulağı işitiyor, eli zincirde, yer altında. Yaaa! Ne varsa âhiretde dünyâda bir misâlini burada görürsün. Melek mi var, misâli burada var. Zebânî mi, burada var. Ama bakmakla göremezsin. İlle mürşid olacak, mürşid söyleyecek sana, o vakit göreceksin. Ondan evvel farkına varamazsın sen. Dost ile düşmanı ayıramazsın. Kara ile beyazı farkedemezsin. Nûr ile zulmeti ayıramazsın. Güzelle çirkini, ıııh, olmaz. Allah'ın güzel dediği güzeldir, kulun güzel dediği güzel değildir. Allah'ın güzel dediği güzeldir, Resûl-i Ekrem'in güzel dediği güzeldir. Senin görüşünle, senin aklınla, benim aklımla değil.
Bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz. Bulunur da nâkıs olarak. Akıl nâkıs olduğu için nâkıs bulur Mevlâ'yı. Bulur yoksa. Kemâlli bulamaz. Resûllerin tarîfi gibi bulamaz. Yanlış yolda kalır. Meselâ bütün beşeriyyet kendine bir ilâh bulmuşdur. Git Afrika'ya, yâhud Avusturalya'ya git, vahşî kabîlelere, onlar bulmuşlar. Hayâlini Allah zannetmişdir. Bir hâlıka inanıyor ama hayâlini. Dokuz başlı bir yılan. Hayâlinde onu Allah biliyor. Yanlış buluyor işte. Hakk'ı bulmaya çalışıyor. Onun için peygamber lâzım, hakkıyla Hakk'ı tarîf etmek için. Çünkü Allah Allah'la bilinir. Bu akl u fikr ile Mevlâ bilinmez, Allah ile Allah'ı bilirsin, Peygamber'le Allah'ı bilirsin. Peygamber gelmese, kızımızla yatarız, annemizle evleniriz, niye başkasına verelim malımızı mülkümüzü. Anne kendi oğluna varır, mal başkasına kalmasın diye. Ne oluyor? Peygamber geliyor diyor ki işte, "Süt kardeşin sana haram" diyor. Kendi kardeşini alamazsın, süt kardeşini alamazsın. "حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ hurrimet aleyküm ümmehâtüküm", üvey ananı alamazsın, üvey ananı. "وَبَنَاتُكُمْ ve benâtüküm", üvey kızını alamazsın. Kendi kızını alamazsın, üvey kızını da alamazsın diyor. Kız kardeşini alamazsın diyor, halanı alamazsın diyor, o âyet-i kerîme orada. Yaaa! Böyle tarif ediyor hepsini. Eğer peygamber gelmeseydi herkes alırdı. Onun için bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz, bulunur ama Allah'ın istediği gibi olmaz.
Hattâ dîn husûsâtında ben size bir şey tarîf edeyim de öyle inanın Allahu Teâlâ'ya. "Âmentü billahi alâ murâdillahi" diye inanınız. Ben Allah'a inandım, Allah'ın murâdı üzerine" diye inanın. Birçok adam var, Allah diye kendi nefsine tapıyor. Çok güç, şirkden berî kılmak çok güç. O "lâ şerîke leh" filan Arap bağırıyor avazı çıkdığı kadar, "lâ şerîke leh" filan ama kendi şirkdedir onun, haberi bile olmaz. Şirkde olduğunun farkında değildir o. Bir kendi var, bir de Allah var, iki oluyor. "Lâ mevcûde illâ hû" olduğuna göre şirk olur o. Onun için, "Âmentü billahi alâ murâdillahi, Allah'ın murâdı üstüne, Allah'ın isteği üzerine ben Allah'a inandım". Nasıl istiyor Allah öyle inandım. "Âmentü billahi", Allah'a inandık. Nasıl inandık? "Alâ murâdillah", Allah'ın murâdı, Allah'ın isteği üzerine inandık, "alâ murâdi resûlillah", Resûlullah'ın tarîfi gibi Allah'a inandık. Yoksa bir alay ilâh var. Haberin bile olmaz. Paraya taparsın, haberin olmaz. Kadına taparsın, haberin olmaz. Bildiğin gibi değil. Ben zorlaştırayım biraz.
Akıl, insanlara lâzımdır. Tekâlif-i ilâhiyye akladır. Akladır ama akıl insanı maksûda götüremez. Akıl bir mertebeye götürür. Meselâ ata bindin, at ne yapar, seni denize kadar götürür. Sonra? Denizde durur o. İşte akl-ı maâş o kadardır. Ondan sonra akl-ı maâd var. Sonra aşk var, teslîmiyyet var, Allah ve Resûlüne. Hazret-i Muhammed uğruna, Kur`ân uğruna aklını kurbân etmezsen, vuslat-ı ilâhî olmaz. Aklı kurbân edeceksin. Her şey akılla hallolmaz. Hep onlar öyle zannediyorlar, öyle söylüyorlar ama mutezileye göredir o, bize göre değil. Bazen televizyonda konuşuyorlar ben dinliyorum, bakıyorum, yanlış onlar. Onlar itikad bozukluğu. Mutezileye göre onların konuşduğu. Biz sünnîyiz. Akıl bir mertebeye kadar. İşte sana tarifim benim bu. Ata bindin, denizin kenarına kadar götürür, ileri götürmez. Kalırsın denizin kenarında. Bitdi. Akl-ı maâş o kadar. Bu kadar akıllı adam var, niye îmân etmiyorlar? Göğe çıkdı herif, aya ayak basdı, niye îmân etmedi? Soruyorum. Tevfîkli akıl lâzım bir defa evveliemirde.
Ebû Cehil'in de aklı var. Resûl-i Ekrem'e ne diyor Ebû Cehil? Bak ne akıllı adam. "Kalk yâ Muhammed ayağa". Resûl-i Ekrem ayağa kalkmış. "Kaldır bir ayağını yerden". Efendimiz kaldırdı bir ayağını. "Öteki ayağını da kaldır" dedi. "Yıkılırım" dedi Peygamber. "Sen diyorsun ki, Mekke'den Kudüs'e gitdim, gecenin bir cüz'ünde, oradan semâya çıkdım diyorsun. Sen yerden bir karış kalkamıyorsun" dedi. Akıllı adam Ebû Cehil. Akılla yapdın mı, böyle akılla iş. Halbuki diyor ki, "Sübhânellezi esrâ", Allah götürdü diyor o, o kendi gitdi zannediyor. Gitmek başka, götürmek başka.
Profesör bana öyle söyledi, "Baksana Kur`ân'da ne var" dedi. "Ne var?" dedim. "Güneşin çamura batdığını söylüyor Kur`ân" dedi bana. Dedim, "Sen Kur`ân'ı ters anlamışsın. Arapça biliyorsun ama bilmiyorsun" dedim, "Allahça anlamıyorsun sen" dedim. "Arapça biliyorsun ama Allahça anlamıyorsun". Neden? "ve tera'ş-şemse diyor" dedim, "şemsi öyle gördü diyor Kur`ân-ı Kerîm. Çamura batdı demiyor, öyle gördü". Şimdi biz de bakdığımız vakitde, güneş denize batıyor görüyoruz. Güneş denize batmıyor ki, bizim görüşümüz o. Zülkarneyn öyle gördü, onu söylüyor. "Haaaa" dedi, "Mükrimin Halil Bey". Allah rahmet eylesin. Yaaa! Gördü başka, batdı başka.
Akl-ı maâşdan sonra aklı maâd vardır, tevfîkli akıl. O tevfîkli akıl da işte Hakk'a teslîmiyyetdir. Tam tersinedir, bu akılla. Meselâ der ki Resûl-i Ekrem, "Oruçlu adamın ağzının kokusu miskden daha güzeldir Allah'a karşı" diyor. Ne fenâ kokar oruçlu adamın ağzının kokusu, neûzübillah, ödüm patlar benim duyacağım diye. Delik arıyorum kaçmağa. Leş gibi kokuyor. Akl-ı maâşla böyle görünüyor. Akl-ı maâdla, bak Allah'a ne kadar sevgili, miskden daha etyab diyor. Senin görüşünle değil. Güzel bir kadın gidiyor, hasnâ müstesnâ, zinâ ne kadar çirkin diyor Kur`ân-ı Kerîm, halbuki akla bakarsan ne kadar güzel. Tersdir başdan aşağı. Onun için o iş ayrı.
Meselâ, benim şahsî darb-ı meselimdir, ceviz nerden çıkıyor, kabak nerden bitiyor, bir adam bilmese. Bir ağaç kütük getirsek böyle koysak, yanına da onun cevizi koysak, bu kadar incecik bir ot getirsek, yanına da bu kadar bir kabak koysak, ağacın yan tarafına da bir tâne ceviz koysak, sorsak o adama, desek ki, "Bu meyva nerden çıkmışdır?" diye, kabağı ağacı gösterecekdir, muhakkak sûretde, cevizi de ince otu gösterecekdir. Çünkü akıl onu gösterir. Halbuki tersinedir, incecik otdan bu kadar kabak olmuşdur, koca ağaçdan bu kadar ceviz olmuşdur. Bitdi o kadar. Akıl aldanır. Akıl lâzım, lâzım ama, ateşe basmayacak kadar, sobaya elini sokmayacak kadar. Akıl her şeyi halletmez.
Bektâşî oturmuş ceviz ağacının altına böyle. Ağaca bakmış, cevizler bu kadar böyle, tarlada kabaklar bu kadar. Demiş, "Yâ Rabbi, ne acîb işin var" demiş. "Şu kabağın bu ağaçda, bu cevizin bu otda olması lâzım gelirdi" derken kafasına bir ceviz düşmüş. "Estağfirullah Yâ Rabbi" demiş. "Maâzallah ya kabak burda olsaydı, ağaçda, bizim kafada hayır kalmazdı, dümdüz olurdu" demiş.
Akılsız bir şey olmaz. Akılla da her şey olmaz. Mektebde okuyan kazandı, ama her okuyan kazanmadı. Çalışmaya çıkan zengin oldu ama her çalışmaya çıkan zengin olmadı. Her akıl her şeyi kavrayamadı ama mutlakâ akıl kavradı. Bir yere gelir, orda Allah'a teslîmiyyet lâzımdır, teslîm oldun mu mesele kalmaz.