13 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Âlem-i misâl-i mutlak ki ona hayâl-i mutlak dahi derler, nevmle ve insılahla mukayyed olan hayâl ve misâlden ihtirâzdır. Ve âlem-i melekût dahi tesmiye ederler. Zîrâ alem-i mülkden evsa'dır. Ve bu âlem-i melekûtde olan suvere, suver-i misâliyye derler ki suver-i hissiyyeye yani âyînedeki sûrete şebîhdir. Ve bu âlem-i misâle, mertebe-i levhiyye-i nefsiyye dahi derler. Zîrâ mertebe-i ervahdan sonra ta'ayyün bulmuşdur. Vech-i ta'ayyün budur ki mertebe-i ervâh basîta ve mertebe-i ecsâm mürekkebedir. Ve basît-i sırfla mürekkeb-i mahz arasında münâsebet olmayıp, ehadühümâdan ifâza ve âhardan istifâza müşkil olduğundan, Allahu Teâlâ mâbeynde âlem-i misâli halk etdi ki iki tarafa dahi münâsebeti vardır. Yani mahsûs-i mikdârı olmakda, cevher-i cismânîye ve nûrânî olmakda, cevher-i rûhânîye şebîhdir. Pes âlem-i ervâhdan biri me'ânî-i ma'kûleye tevârüd eylese, ibtidâ âlem-i misâle mürûr edip, tecevhür eder. İlim, sûret-i lebeden tecevhür ve tecessüd etdiği gibi. Ondan tekâsüf edip sûret-i hisse nüzûl eder. Onun için âlem-i misâlde mer'î olan umûrun hâricde ta'ayyün-i mahsûsası vardır. Nitekim Hazret-i Yûsuf'a mer'î olan on iki kevkeb ve şems ve kamer ve bunların secdeleri, yani inkıyâdları sûretleri ile mütehakkık oldu. Onun için "قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقًّاۜ kad cealehâ rabbî hakkâ" dedi.
Âlem-i misâl, âlem-i ervâh ile âlem-i şehâdet arasındadır. Ervâh âlemi, öyle mücerred ve basît bir âlemdir ki, oradaki hakîkatleri ve manâları, şehâdet âleminde bulunan insanların idrâk ve ihâta etmesi kâbil değildir. Cenâb-ı Hakk kullarına büyük bir lutuf ve ihsân olarak misâl âlemini yaratmış ve âlem-i ervâhdaki hakîkatleri bir takım remzler, işâretler, şekiller ve sûretlerle insanın idrâk seviyesine indirmişdir. Rüyâ dediğimiz şey, misâl âleminde şekillenen bir takım ma'nâlar ve hakîkatlerdir ki, bunların anlaşılması için tevîle ve tabîre ihtiyâç vardır. Meselâ rüyâda süt olarak gördüğümüz şey, aslında ilimdir. İlmin hakîkati mücerred olduğundan onu idrâk edemeyiz ama süt bildiğimiz, gördüğümüz bir nesnedir. Yûsuf aleyhisselâmın rüyâsında gördüğü yıldızlar, güneş ve ay ve onların secde etmesi de bu dünyâya âid şeyler ve fiillerdir ve her biri âlem-i ervâhdaki bir manâya, bir hakîkate işâret eder. O hakîkatleri idrâk etmek kâbil değildir ammâ, yıldızı, güneşi, ayı ve bunların secdelerini en câhil insan bile idrâk edebilir. geriye rüyânın tabîr edilmesi kalır. Rüyâ tabîri de dediğimiz şey de bu sûretlerin hangi hakîkatlere karşılık geldiğini bilmekden ibâretdir. Ve bu da her kula müyesser olmaz, ancak Allah'a karîb olan, takvâ sâhibi zevâta müyesser olur.