Allah Âşıklarının Semâ'ı

27 Şubat 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

İmâm Gazâlî Hazretleri İhyâ'sında semâ'ın çeşitlerini sayarken yedinci ve son olarak Allah âşıklarının semâ'ından bahseder. Buyurur ki :

Yedincisi Allah'ı seven ve Allah'a âşık olanların ve Allah'a vuslata iştiyâkı olanlann semâ'ıdır. Allah âşıkı, nereye bakarsa, Allah'ı görür, nereden duyarsa, Allah'dan duyar. Mûsikî âşıkların aşkını kuvvetlendirir, şevkini arttırır, kalbinin ateşini alevlendirir ve öyle keşif ve taltiflere ulaştırır ki, bunlar söz ile ifâde edilemez, bunları ancak tadan bilir; tadını alamayanlar ise inkâr eder. İşte bu hâllere sôfîlerin dilinde vecd hâli denir. Vecd, vücûddan ve tesâdüfden alınmadır. âli denir ki, vücud ve tesâdüften alınmadır. Vecd ile semâ' eden kişi, kendisinde öyle hâller bulur, öyle şeylerle karşılaşır ki, semâ'dan evvel böyle bir şeyle karşılaşmamış, böyle bir hâli bulmamışdır. Sonra bu hâlleri öyle sebebler takîb eder ki, onlar kalbi yakar ve kötülüklerden temizlerler. Tıpkı yakmak sûretiyle bir cevherin yabancı maddelerden arındırılması  gibi, kalb de böylece arındırıldıkdan sonra bir takım hakîkatleri müşâhade ve gizli işleri keşfetme hâli başlar. İşte Allahu Teâlâ'yı sevenlerin ulaşmak istedikleri son gâye ve bütün yakınlıkların son meyvesi budur. İnsânı bu mertebeye ulaştıran her şey, yakınlık vâsıtalarından olup, isyân ve mubâhlar cümlesinden değildir. Semâ' vâsıtasıyla bu hâllerin kalbde hâsıl olması, âhenkli nağmelerin rûhlara tesîr etmesi ve mûsıkînin tesîriyle rûhların aşka gelmesi, bazen sevinmesi, bazen mahzûn olması, bazen kendinden geçmesi Allah'ın sırlarındadır. 
Güzel sesin gönüllere tesîrindeki sırrı bilmeyen, mükâşefe ilminin inceliklerinden bî-haber olan, semâ'ın zevkinden mahrûm olan katı kalbli ve ahmak kimseler, semâ'ın zevkini duyan bir kimsenin mûsıkînin tesîriyle vecde gelip hâlinin değişmesine, renginin solmasına şaşmaları, tıpkı helvanın lezzetini bilmeyen hayvanların insanların bundan zevk almasına şaşmaları gibidir. Innîn olanın kadınlardan alınan zevke şaşmaları, çocukların büyüklerin makâm ve mevkîden aldıkları zevki anlamamaları da yine bu kabîldendir. 
Aslında bütün bunların tek bir sebebi var. O da şudur ki, her zevk bir idrâkdir, her idrâk bir kâbiliyyet gerektirir. O kâbiliyyete sâhib olmayan kimse o zevki alamaz. Meselâ tat alma hâssasını kaybeden bir kimse, yemekden nasıl zevk alabilir. Sağır da âhenkden anlamaz. Mûsıkînin zevki de önce sesin kulağa erişmesi sonra da oradan kalbe nüfûz etmesiyledir. Bu hâssalara sâhib olmayan kimse, elbette bu zevkden de mahrûm olur.

"Allah'a karşı aşk nasıl düşünülebilir ki, semâ'ın zevki onu tahrîk etsin" diye düşünüyorsan bilmiş ol ki, Allahu Teâlâ'yı bilen, muhakkak O'nu sever, bilgisi arttıkça sevgisi de artar. Kuvvetli sevgiye aşk denir. Aşk, ifrat derecede sevgidir. Bu yüzden, Resûl-i Ekrem Hira mağarasında inzivâya çekilince, Araplar, "Muhammed Rabbisine âşık oldu" demişlerdir.

Yârin cemâlin seyridir kâr u vârımız
Yokdur cihânın vârına i'tibârımız
Eller ne derse desin ne gam bize
Bilir her hâlimizi yâr-ı gârımız

Listeye geri dön