20 Ekim 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
Tam bir ihlâs ile tevhîd edenlere iki cihânda korku ve üzüntü yokdur. Aşk kılıcını çekerek nefs mücâhedesinde ihlâs ile ALLAH diyenler, dünyâ ve ahiretde en yüce makâmlara ve en yüksek derecelere ererler. Onlar, için ölüm korkusu, kabir kaygusu, sorgu-suâl kuşkusu, mahşer tutkusu bahis konusu değildir. Aşk ve ihlâs ile tevhîd edenler ölmezler, kara yere girmezler, korku ve üzüntü nedir bilmezler. Onlar dâima diridirler, Rabbi'l-âlemîn katında rızıklanırlar. Fakat bizler bu kıt ve kısır aklımızla, yarım yamalak fikrimizle onların vâsıl oldukları makâmları ve dereceleri idrâk edemeyiz.
Neden mi? Çünkü ihlâs ile Allah diyenleri, Allah da zikreder. Allah celle celâluhû, bir kulunu zikrederse, o kul elbette dünyâ ve ahiretde mahrûm kalmaz, mahzûn olmaz, mahcûb olmaz, mahkûm olmaz.
![]() |
Sûre-i Bakara, Âyet 152 |
İhlâs ile Allah diyenlerden bir çoğunun, âkıbetlerinin sürgün, darağacı, hapis, tazyîk ve mahrûmiyyet olduğunu ileri süreceklere de hemen cevap verelim. Evet, görünüşde öyledir ama ehlullah, bütün bunları Hakk'ın kendilerine en büyük lutfu, ihsânı ve iltifâtı olarak kabullenmişler ve bundan aslâ şikâyet etmemişlerdir. Onlar için "CEMÂL" ne ise, "CELÂL" de odur. Onlar, "CELÂL"in ardından "CEMÂL"in zuhûrunu beklerler. Allah, "ZÜ'L-CELÂLİ VE'L-İKRÂM"dır.
diyebilenler için, sana ve bana cefâ gibi görünen hususlar safâ olur. Hakk'ın velîleri yani Hakk dostları için sürgün "SlRR-I MUHAMMEDÎ"dir. Kâfirler, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerini Mekke-i Mükerreme'den sürüp hicret buyurmasına sebeb olmadılar mı? Sonra ne oldu? Resûl-i Müctebâ, hicrete mecbûr edildiği o mübârek beldeye, Allah'ın avn ü inâyetiyle "FÂTİH" olarak girdi, Mekke-i Mükerreme'yi fethederek muzaffer ordularının başında Beytullah'ı tavâf ederken "CELÂL"in ardından "CEMÂL" geleceğini i'lân ve ifhâm eylemişdir.
Hakk velîleri, Hakk dostları hapsolunurlarsa, kendilerinde "SlRR-I YÛSUF" zuhûra gelir. Zîrâ Yûsuf aleyhisselam haksız olarak hapsolunmuş yani "CELÂL" zuhûra gelerek zindana girmişdi. Ne var ki, bu "CELÂL"in ardından da yine "CEMÂL" zuhûra geldi ve hapisden çıkar çıkmaz Mısır'a sultân oldu.
![]() |
Sûre-i Bakara, âyet 156 |
Hakk dostları, darağacında i'dâm olunmalarını "SlRR-I HÜSEYN" kabûl ederler. Kerbelâ fâci'ası, zâhirde büyük bir felâket ve musîbet gibi görünürse de, hakîkatde Hazret-i İmâm Hüseyn'in Hakk katındaki derecâtının ve zâlimlere karşı gösterdiği cesâret, şecâ'at ve fazîletinin bütün kâinâta i'lânı ve bütün insanlık âlemine duyurulmasıdır. Hazret-i İmâm Hüseyn radıyallahu anh, gördüğü bu zulümden ötürü kıyâmete kadar ehl-i îmânın sevgi ve muhabbetine, salât ve selâmına mazhar olacak, âhiretde ise onu sevenler ve evlâd-ı Fâtımatü'z-Zehrâ radıyallahu anhâ Vâlidemize ağlayanlar Hazret-i Betûl'un ve "Haseneyn-i ahseneyn"in şefâ'atine nâil olacaklardır. Ona bu zulmü revâ görenler de, dünyâ ve âhiretde nefret ve husûmete, azâb ve ıkâba müstehak bulunacaklardır.
Hakk velîleri, Hakk dostları kendilerine revâ görülen ezâ-cefâyı ve maruz kaldıkları işkenceleri de "SlRR-I CİRCİS" kabûl ederler. Kâfirler, Hazret-i Circis'e türlü türlü işkenceler yaparak çok ezâ ve cefâ etmişlerdir. Bunun içindir ki, âşıklar sultânı Yûnus Emre kuddise sırruh, Hakk velîlerine ve Hakk dostlarına tercümân olarak şöyle buyuruyor :
![]() |
İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî. Allahım! Tek maksadım sensin, tek talebim de senin rızândır. |
Bir kimse "CELÂL"i de "CEMÂL" gibi severek kabûl etmezse, o kişinin ma'neviyatdaki makâm ve derecesi düşükdür. Hele bir de, başına gelenleri ona-buna anlatır yani Allah'ı kullara şikâyete yeltenirse, o kişi avamdan biri demekdir. Eğer başına gelenlere dayanamayıp şikâyet etmesi lâzım gelse bile, kişinin, bu şikâyeti kullara değil, bizzât Allah'a etmesi ve O'na nâz u niyâz eyleyerek, Allah'ın "CELÂL"inden "CEMÂL"ine sığınması gerekir. Kişinin başına ne türlü bir musîbet gelirse gelsin, hep "İLLALLAH" demesi îcâb eder. Hakk velîleri ve Hakk dostları, Allah'ın "CELÂL" ve "CEMÂL" sıfatlarını hoş karşılarlar. Onlar için musîbetle mükâfât müsâvîdir. Halkın kendilerini övmelerini veya yermelerini de bir tutarlar. Ne övüldükleri zaman sevinirler, ne yerildikleri zaman üzülürler. Onlar, "mir'ât-ı kâinât"a nazar ederler, keder ve safânın zuhûrunu beklerler. Onlar için ne kâinât, ne keder, ne safâ bahis konusu değildir. Onların zikri de fikri de ancak "ALLAH"dır, "İLLALLAH"dır, "HÛ"dur, "YÂ HÛ"dur, "YÂ MEN HÛ"dur.