Önceki yazımızda, tasavvufun ince mes'elelerini kulakdan dolma bilgilerle öğrenenlerin ekseriyâ, şerîât dâiresinden çıkıp ilhâda düşdüklerinden bahsetmişdik. Şimdi buna bir misâl verelim. Meselâ Hakk yolunda ilerleyen bir kimsenin, gide gide nihâyetinde ulûhiyyet mertebesine erişeceğini zanneden bir takım câhiller ve sapıtmışlar vardır. Bu inanış İslâm akâidine tamâmen aykırıdır. Vaktiyle "Hulûliyye" tabir edilen bu bâtıl inanış, tıpkı Hıristiyanların Îsâ aleyhisselâmı ilâhlaştırmaları gibi, bazı insanların ulûhiyyet vasıflarına hâiz olabileceğini iddiâ eder. Bunlar, tecelliyât-ı ilâhîye mazhar olan insanlarda zuhûr eden fevkalâdelikleri ulûhiyyete hamlettikleri için dalâlete düşmüşlerdir. Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine, "Seyr-i sülûkde belli bir mertebeye gelinince, kul ile Allah arasında fark kalmaz" diyenler var. Siz buna ne dersiniz? diye sorulunca, buyurdular ki :
İnsan, hiç bir zaman Allah olmaz. Kul kuldur, mahlûkdur, Allah Hâlık'dır. Ama Cenâb-ı Hakk kuldan tecellî ederse ona bir sözümüz yokdur. Böyle olmasına rağmen, kul yine de mahlûkdur. Ama tecelliyât-ı ilâhî, kâinâtda herhangi bir şeyden, meselâ eşcârdan, şecerden yani ağaçlardan ve taşlardan da olabilir. Hazret-i Allah, Hazret-i Mûsâ'ya şecere-i mübârekeden tecellî etmişdir. Allah, ateşden tecellî ettiğini de Sûre-i Tâhâ'da haber veriyor. Cenâb-ı Hakk, Kur`ân-ı Kerîm'de bir yerde şecere-i mübârekeden, bir yerde de ateşden tecellî ettiğini haber vermekdedir. Öyleyse, Cenâb-ı Hakk ateşden tecellî eder, ağaçdan tecellî eder de, insandan tecellî etmez mi? Ki mahlûkâtın en ekmeli insandır. Ama hiç bir zaman insan, Allah olmaz. İnsan mahlûkdur, Hakk Hâlık'dır. Fakat Hakk Teâlâ, mahlûk olan kuldan tecellî edebilir. Allah buna da kâdirdir. Eğer yapamaz dersek, Allah'a noksân sıfat isnâd etmiş oluruz ki öyle Allah olmaz yani öyle ilâh olmaz. Allah dilediğini yapar.