15 Temmuz 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Vudû' ki esbâb-ı kurbdan ve envâ'-ı tahâretdendir, sâhib-i vudû'u vudû'u sebebiyle mahbûbiyyetde derc etdi. Zîrâ vudû' vesîle-i salâtdır ki makâm-ı münâcâtdır. Eğerçi hakîkat-i tahâret tezkiye-i nefs ile olur. Zîrâ nefsin ta'allukâtı necâsât-ı ma'neviyye makûlesidir. Pes, necâset-i sûriyyeden tetahhur, necâset-i ma'neviyyeden tetahhura vesîle ve necâset-i ma'neviyyeden tetahhur dahi makâm-ı kurba duhûle vesîle oldu.
Pes, bundan fehm olundu ki şerî'at vesîle-i mutlakadır ve ahkâm-ı şerî'atın 'ilmi şâri'e müfavvaz olmakla, lâ-cerem şâri'e ta'alluk zarûrî oldu. Ve bundandır ki vâsıtaya şükr lâzımdır. Zîrâ şâkirin hicâb-ı cehli mevsûtun ileyhin 'ilmiyle münkeşif olur. Ve 'ilm, sıfat-i ilâhiyye olmakla onun mu'alliminin hukûku dahi ona göre oldu. Onun için üstâza ebeveynden ziyâde ta'zîm ederler. Zîrâ ebeveyn sebeb-i sûret ve üstâz sebeb-i ma'nâdır. Ma'nâ ise sûretin netîcesidir.Ve burada tetahhur, tekellüf sîgasıyla vârid olmak delâlet eder ki tarîkı iktisâbda külfet vardır. Onun için cihâd-ı ekber denildi. Bu cihetden tarîk-ı mücâhede ki tarîk-i ashâbdır, mahbûb olmak lâzım geldi. Nitekim Tarîk-ı Celvetiyye budur ki hâtimetü't-turuk ve netîcetü's-sübüldür.
Ve Kur`ân'da gelir, "لَا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ". Yani mutahhar ism-i mef'ûl îrâd olundu ve mütetahhir denilmedi. Zîrâ mütetahhir ve mutahharın mutahhiri Allâhu Teâlâ'dır. Allâhu Teâlâ'ya nisbet ile ise külfet olmaz. Pes, burada ism-i mef'ûlde ona remz vardır.
Ve bunun nazîri, "اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي" âyetidir. Yani cânib-i Hakk'da "أَسْتَجِيبُ estecîbu" denilmedi, belki istif'âl cânib-i 'ibâdda îrâd olundu. Zîrâ isticâbet icâbetden eblağdır. Pes, Hakk'ın icâbetine mâni' olmamakla te'kîde muhtâc olmadı. İnsânın ise Hakk'a icâbete mevâni'-i kesîresi vardır. Hevâ ve nefs ve şeytân ve dünyâ gibi. Ve bu ma'nâdandır ki kevn dâimâ Allâhu Teâlâ'dan 'avn taleb eder. Allâhu Teâlâ ise ef'âlinde mahlûkdan isti'ânet etmek muhâldir.Ve tetahhur ile hatmden mefhûm olur ki tetahhur-i bâtın rucû'-i hakîkînin netîcesidir. Ve rucû'-i hakîkî odur ki ma'siyet tâ'ate mübeddel ola ve tâ'at dahi ma'rifet semeresin vere ve ma'rifet dahi müşâhedede nihâyet bula. Ve bu bir makâmdır ki zâhir bâtın ile ve bâtın zâhir ile muhtecib olmaz. Nitekim hükm-i bekâ budur ki sırr-ı "اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ elem neşrah leke"dir. Bunu iyi anla.