Görüyorsun ya nifak bu. Mü’min kuvvetlerini dağıtan kuvvetler münâfık kuvvetleridir. Onlar gelir senin yanına, “Biz sizdeniz derler”, sonra giderler düşmanların yanına, “Biz sizdeniz derler”, toplulukları dağıtırlar böyle.
Mü’minler dinleyiniz ve duyunuz, îmânın kemâlini size haber vereyim. Birbirimizi sevmedikçe mü’min olamayız. Ben söylemiyorum hâ, benim sözüm değil. Yerin göğün sâhibi Hazret-i Allah’ın habîbi mahbûbu Hazret-i Muhammed söylüyor, sallallahu aleyhi vesellem. “Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız”. Mü’minler birbirlerini severler, sayarlar. Peki alâmeti nedir bu sevginin? Meselâ sen beni seviyorsan, ”Yapacağım işle Efendi’yi kırar mıyım” diye düşünürsün, ona göre hareket edersin. Allah’ı sevenler de böyledir. “Ben bugün namazı terk edeceğim, Allah’ın menhiyyatına el uzatacağım” diyorsak, demek ki Hakk’ı sevmiyoruz. Allah’ı sevsek, O’nun resûlüne gönül versek, sevdiğimiz kırılacak diye yapmayız. Hattâ aşk-ı mecâzî ile bir erkek bir kızı sevse, eğer hakkıyla seviyorsa, sevdiği kızın sevmediği, istemediği işi yapmaz. Kadın da öyle, erkeğini seviyorsa, onun istemediğini yapmaz. Hakkıyla seviyorsa ama. İkinci bir şey daha. Eğer senin karın seni seviyorsa, senin hısım akrabâna muhabbet ve hürmet göstermesi şerâitdendir. “Ben seni seviyorum, akrabânı sevmiyorum” diyorsa bil ki senin dostun değildir, senin malının dostudur. Kadın da böyle, eğer karını seviyorsan, onun bütün hısım ve akrabâsına hürmet, riâyet ve muhabbet şartdır. Velev ki düşmanın dahi olsa mâdem ki onların akrabâsı senin taht-ı nikâhındadır, onlara riâyet etmen şartdır. Hiç olmazsa aleyhlerinde konuşmazsın.
Onun için Peygamber-i Zî-şân Efendimizin amcası olan Ebû Leheb Peygamber’e îmân etmeyip, isyân etdiği ve küfür üzere öldüğü hâlde Cenâb-ı Hakk Habîb-i Edîbine bir sûre inzâl etmiş, Tebbet Sûresi, orada Ebî Leheb’i o kadar güzel kötülüyor ki Cenâb-ı Hakk, Resûlullah kırılmıyor ondan. Onu öğretiyor bize. “tebbet yedâ ebî lehebin ve tebbe”, Ebî Leheb, Habîbim Muhammedime kolu kurusun dedi, kendi kolu kurudu. “mâ ağnâ anhü mâluhû vemâ keseb”, Ebî Leheb’in başına gelen bu belâya Ebî Leheb mâni olamadı, ne kasası, ne kesesi, ne rütbesi. “seyaslâ nâran zâte lehebin”, yakın bir zamanda nâra atılır, cehenneme atılacakdır, “hammâlete’l-hatab”, omuzunda taşıdığı odunuyla beraber, kendi yanacağı odunuyla beraber, ameliyle beraber yani. Herkes cehenneme ateşini buradan götürür hâ! Cehennemde ateş arama. Burada ne kadar günah yaparsan o kadar odununu sırtına yüklenir öyle götürürsün. “fî cîdihâ hablün mim mesed”, boynuna bükülmüş burma ip, manâsı şu. Resûlullah Mescid’e giderken bu Ebû Leheb ve âilesi Resûlullah’ın yoluna diken dökerlerdi ki Fahr-ı Risâlet’in ayağına batsın da incinsin diye. Allah onu suç âletiyle beraber cehenneme koyacakdır.
Peygamberini iyi tanıman lâzım. Onun için müslümanlara lâyık olan şey, çok edebli olacaklar, terbiyeli, edebli olacaklar.
“Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız” diyor Peygamber. Seveceksin birbirini. Bu vatanda yaşayan, her mü’min diğer mü’mini sevecek, hakkına riâyet edecek, ona hürmet edecek. Yalnız mü’minlerin hakkına mı riâyet? Hayır, mü’minleri sevecek, gayr-ı müslimlerin de hakkına riâyet edecek, onları incitmeyecek. “Efendim, lâ-dînî”. Yani dînsiz. Senin dînine tecâvüzü var mı? Yoksa mesele kalmadı, kendi küfrüyle gider. Eğer tecâvüz ederse, güzel sözlerle kendini müdâfaa edeceksin. Nefsini değil, dînini. Ortada nefs yok. Bilmiyor musun İmâm-ı Alî kerremallahu vecheh Esedullahi’l-Gâlib Alî ibn Ebî Tâlib Efendimiz Hazretleri, Hendek muharebesinde düşmanı kesmek için yatırdı tam kılıcı gerdanınako yduğu vakitde kâfir Hazret-i Ali’nin yüzüne tükürdü. Tükürünce İmâm-ı Ali kalkdı ayağa, “Haydi kalk ayağa” dedi “affetdim seni”. Şaşırdı adam. Boynuna kılıç gelmiş, tam ölecek, İmâm-ı Ali’nin yüzüne tükürüyor, İmâm-ı Ali affediyor. Sebebini sordu bunun, dedi ki, “Beni kesecekdin, öldürecekdin niye bırakdın?” dedi. Buyurdular ki, “Senin kanın, malın, canın herşeyin bana haramdır. Ben seni i’lâ-yı kelimetullah için, Allah için katlediyordum, yüzüme tükürünce nefsim kabardı. Seni katletsem, Allah için öldürmüş olmayacağım, nefsim için öldürmüş olacağım. Çünkü yüzüme tükürdün benim. Gadabım kabardığı için kılıcı sana vuracağım yerde seni affetdim, kendi gadabımı kesdim, nefsimi vurdum kılıcı” dedi. Ve islâm olmuşdur o zât-ı muhterem.
Bu vatanda yaşayan herkes vatan arkadaşıdır, vatan kardeşidir, birbirinin hakkına riâyet etmesi lâzımdır. Hele bâhusûs kendi milletimiz birbirine karşı çok hürmetkâr olacak ve muhabbet edecekler birbirlerine. Efendiler! Dikkat buyurunuz, konuşduğum sözü İyi dinleyiniz ve iyi anlayınız. Bir okma ekmek birden yenmez. Onu evvelâ parçalarlar, sonra yerler. Tekrar ediyorum, sana bir misâl veriyorum. Fırından ekmek alıyorsun değil mi, hepsini birden ağzına alamazsın. Önce parçalayacaksın, sonra yiyeceksin. Bir memleketi parçalamak için evvelâ oranın halkını böyle ekmek parçalar gibi parça parça yaparlar, sonra yerler. Aradaki bu buğzu, adâveti kaldıracaksın. Muhabbet edeceksin, hakka hukûka riâyet edeceksin ki vatan ayakda dursun.
“Efendim, siyâsî partiler şöyle diyor böyle diyor”. Onların yapdıkları tenkidler, yapıcı olmalıdır, yıkıcı olmamalıdır. Yapıcı olmalı, yıkıcı olmamalı, hüsn-i niyetli olmalı. Artık hüsn-i niyetle mi sû-i niyetle mi olduğunu sizin irfânınıza havâle ediyorum, ben karışmıyorum, siyâsî değilim ben, dîn adamıyım. Mü’minlere düşen vazîfe, birbirlerinin hak ve hukûkuna riâyet, birbirlerine muhabbet etmekdir. Hattâ burada yaşayan gayr-ı müslim dahi olsa yani yahudi olsa, ermeni olsa, rum olsa, gene onların haklarına riâyet edeceksin. Hattâ kendi kardeşinden ziyâde onun hakkına riâyet edeceksin ki islâmın âlîcenâblığını görsün, öğrensin, islâm olmasına sebeb olsun.
Sana bir misâl vereceğim kesiyorum, haftaya gene anlatırım.
Senin hânene misâfir geldi, bir hıristiyan, bir de müslüman, aynı saâtde geldiler, bayram ziyâretine. Evvelâ ikrâmı kime yapacaksın, müslümana mı hıristiyana mı? Evvelâ hıristiyana ikrâm yapacaksın. Neden? Müslüman senin kardeşin olduğu için ev sâhibi sayılır. Öteki ağyârdır, evvelâ ona ikrâm yapacağız. Dînimizin yüceliğini ona göstereceğiz ve onu fiilimizle, yapdığımız işle islâma davet edeceğiz. Yoksa böyle onların canlarına, mallarına, nâmuslarına kasd etmek, onların haklarına tecâvüz etmek, müslümanın şânından değildir, müslümanlar böyle şeyler yapmaz.
Allah diyor ki, "
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي kul in küntüm tuhibbunallah fettebi'ûnî", "Söyle habîbim onlara, eğer beni seviyorlarsa, sana tâbi olsunlar". Peygamber'e tâbi olan da ahlâk sâhibi olur. Resûlullah'ın ümmeti olan, "Ben Muhammed aleyhisselâmı seviyorum" diyen, "Ben Muhammed aleyhisselâma gönül verdim" diyen, hüsn-i ahlâk sâhibi, sîreti güzel, sûreti güzel, kelâmı nâzik, efâli güzel olan kişidir. Mü'minin elinden ve lisânından kimseye zarar gelmez. Resûlullah böyle buyuruyor. "Mü'min kimdir?". "Lisânından ve elinden nâsın emîn olduğudur" diyor. Yani nâsa bir fenâlığı yokdur mü'minin.
Onun için, imânını kemâle erdir. Dünya çok seriyyü'l-zevâldir, geçicidir, hemen geçer. Ansızın ecel gelir ve yapdığımız fiillerin cezâsı yâhud mükâfâtı bize verilir. Fenâlık yaparsan cezâsını bulursun, iyilik yaparsan mükâfâtını görürsün. Pek yakın bir zamanda olacakdır bu. Burası âlem-i şuhûddur. Âlem-i ervâhdan buraya geldin, burası bir pazardır, buradan iyi şeyleri al. Bilmiş ol ki haramla, yalanla, dolanla, zulümle kazandığın mallar, cehennemin nârında kızdırılacak, senin yüzüne yapışdırılacak, onlar dünyâda kalacak, senin elin boş, iki arşın kefenle gideceksin. Dünyâya sığmazken, iki arşın yere sığacaksın. Düşün bunu. Onun için senden sonra geleceklere miras bırakmak için tatlı canını cehenneme atmaya kalkma. Allah Resûlü'ne uy, peygamberini sev, amelini ıslâh eyle, sâlih kişi ol, dünyân mamûr, âhiretin mamûr olsun, ölüm sana gülerek gelsin. Ölümün şiddetinden, kabrin vahşetinden, cehennemin nârından âzâd ol. Allah'ın arşı altında gölgelen. Resûlullah senden râzı, Hakk'ın cennetinin sekiz kapısı sana açık olsun.
Yâ Rabbi, Habîbin Muhammedine bizi bahşeyle, nârından âzâd eyle.