Allah Kimleri Sever? - Hutbe - 27 Temmuz 1984

20 Ekim 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallâhu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ * قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
Kul in küntüm tuhibbunallahe fettebi'ûnî yuhbibkümullahu yağfirleküm zünûbeküm vallahu gafûru'r-rahîm. Kul atî'ullahe ve'r-resûl, fe in tevellev fe innallahe lâ yuhibbü'l-kâfirîn.
Sadakallahu'l-Azîm

Kutlu ve mutlu müslümanlar! 

Bu âlemde yani bu fenâ âleminde, gelip geçici âlemde, en büyük nimete eren, en büyük devlete yetişen ve saâdet erişen bizleriz. Elhamdülillah. Bunun da sebebi Allahu Teâlâ Hazretlerine îmân ve cümle peygamberlerin seyyidi ve efendisi olan Muhammed Mustafâ'ya gönül verip ona îmân etmemiz, bizi bu mertebeye yüceltmiş ve yükseltmişdir. En büyük saâdet ve selâmet, Hazret-i Muhammed'e bende olmakdır ve ümmet olmakdır. Bundan daha yüksek bir nimet olamaz kâinâtda. Allah da bizi bu nimete nâil kıldı. 

Yalnız şurasına dikkat etmek lâzım gelir. Cenâb-ı Hakk insanlara birçok nimetler verir. Maddî manevî. Bu nimeti bulan insan eğer nimete şükretmezse Allah onun elinden o nimeti alır. Gene maddî manevî olarak. Eğer şükrederse Cenâb-ı Hakk o nimetini ona çoğaltır. Madde olarak böyle, manâ da böyledir. 

Hergün kalkdığın vakitde, "Yâ Rabbi, sana hamd ü senâ olsun, beni Ümmet-i Muhammed'den yaratdın, beni kulların arasına aldın, ey yüce Allah, ey semâvâtı direksiz, kâfirleri yüreksiz halk eden, ey bir katre sudan insanı halk eden Allah, beni kulların arasına aldın, bana Kur`ân-ı Kerîminle hitâb etdin, beni sevgili peygamberin Muhammed Mustafâ'ya ümmet etdin".

Bu ne demek biliyor musunuz efendiler? Mûsâ Kelîmullah vesâir böyle ulü'l-azm peygamberler, "Yâ Rabbi, keşke biz de Ümmet-i Muhammed'den bir ferd olsaydık" diye Cenâb-ı Hakk'a temennîde bulunmuşlardır. Bu nimeti bil. Bunu bilmeyen kimsenin elinden bu îmân nimeti gider, uçar. Hattâ Said-i Hudrî Hazretleri, ashâbın ileri gelenlerinden ve sikasından ashâbın, ileri safında bulunanlardan, diyor ki, "Bir adam îmânsız ölmekden korkmazsa, o kimse mutlakâ îmânsız ölür" diyor. Bu endîşe kalbinde olması lâzımdır. 

Eğer düşünecek olursak, eğer dînimizi yakînen bilsek, benim bu sözümün teyidi ve burhânı ve şâhidi ve tanığı, beş vakit namazdır. Beş vakit namaz kırk rekatdır. Her rekatda "ihdine's-sırâta'l-müstakîm" diye Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretlerine, hâdî-i mutlak olan Allah'a niyâz ediyoruz. Manâsı, "Yâ Rabbi, sırât-ı müstakîmde bizim ayaklarımızı sâbit-i kadem et, ayaklarımızı kaydırma, bizi kulluğundan kovma" diyoruz Allah'a. Namaz kılanlar bu nimete ermişlerdir. 

Bu Said-i Hudrî ki, ben size bunu söylemişdim ama gene tekrar edip söyleyeyim, bu zât-ı Akdes, ashâb-ı soffeden. Bu ashâb-ı soffe ise İslâm'ın ilk fakültesi ve bunlar Resûl-i Ekrem'in talebeleri. Bir lokma ekmeğe, bir hırkaya bunlar kâni olmuşlar, aç tok, var yok Resûlullah'ın kapısında oturmuşlar ve Allah'ın Resûlullah'a indirdiği bu kelâm-ı kadîmi, yüce kelâmullahı ve Resûlullah'ın sünnetini ve sözlerini, mübârek sözlerini ve efâl ü harekâtını bizlere haber vermişlerdir. Öyle bir zât-ı akdes. Onlardan bir tânesi. 

Melekü'l-mevt yani Azrail aleyhisselâm, birgün Said-i Hudrî'ye gelmiş, demiş ki, "Yâ Said" demiş, "Bir evin var ki kış gününde soğukdan, yaz gününde güneşin hararetinden ayaklarını muhâfaza edemiyorsun". Kim bilir nerede nasıl yatıyorsa Hazret. Bugünkü bu tarzda yaşayanları görerek bunları mukâyese etmeyiniz. Kıyâs-ı bâtıl olur. Bunlar Allah ve Resûlüne kendilerini satmış insanlar. Kendilerini yok etmişler Allah'da ve Peygamber'de. Bak dinle şimdi. Melekü'l-mevt demiş ki, "Yâ Said, bir evin var ki yazın ayaklarını güneşin harâretinden, kışın soğuğundan koruyamıyorsun. Biraz şunu büyütsen de rahat etsen" demiş. 

Melekü'l-mevt insan şeklinde görünmüş. Melekler bazen insan şekline girerler. Herkesi kırmaya kalkma, bilemezsin ve mülkün tersine döner. Bu kadar söyleyeyim sana. Onun için herkese hüsn-i muamele. Zâten Muhammedîler, Resûlullah'ın ümmeti, Allah'a kul olanlar, kitâbları Kur`ân olanlar, ilâhları Sübhân olanlar, bunların yüzleri tatlı, dilleri tatlı, ahvâl ü harekâtları tatlı olur. Halka düşmanlık yapmazlar. Hattâ bir otu dahi, yeşil bir otu dahi koparmaz. Bilir ki o yeşil ot da Allah'ı zikrediyor. Ama bilmeyenler Allah'ın velîsiymiş, Allah'ın delisiymiş, melekmiş filan bilmez, önüne geleni ısırır, arkaya geleni teper. Çünkü henzü sûretâ insan, hakîkatde hayvandır. Hayvanlaşmış, bir türlü insan olamıyor. 

Şimdi, Said-i Hudrî'ye gelen zât Melekü'l-mevt. Bu Melekü'l-mevt, Azrâil aleyhisselâm. Yani en sonunda seninle ve benimle buluşacak olan zât. En sonunda, âhiret âlemine gideceğimiz vakitde bununla karşılaşacağız, bu Melekü'l-mevt'e. Herkesin ameline göre tecellî eder. Nasıl hazırlanırsan öyle bulursun Melekü'l-mevt'i. Kâfire şiddetli, mü'mine rahîmdir. Sâlihe rahîmdir, âsîye biraz sertçedir. Hattâ Kur`ân-ı Kerîminde Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri ilân ediyor bu husûsda. İstersen bak tefsirlere filan. 

İnsan sûretinde görünmüş, böyle söyleyince, şöyle bakmış Said-i Hudrî Hazretleri o zâtın yüzüne, demiş ki, "Sen beni takîb etdiğin müddetçe, bana bu ev bile çok" demiş. Melekü'l-mevt şaşırmış. 

Onun için bazı gözler vardır ki Hakk nazarıyla bakarlar. Nevâfille Allah'a öyle kurbiyyet peydâ etmişlerdir ki gören gözleri Hakk'ın gözü, tutan elleri Hakk'ın eli, yürüyen ayakları, Hakk'ın ayağı, konuşan dilleri Hakk'ın dili olmuşdur. Bu da nâfile ile, nevâfil ile. Tabii beş vakit namazı terkederek değil, ferâizi terkederek değil. Ferâizden sonra nevâfil aşkın ifâdesidir Hakk'a.  Allah'a sevginin ifâdesidir, nevâfil ibâdet ve tâatlar. Allah bize beş vakiti kıldırsın da ferâiz-i ilâhiyyeyi yerine getirelim beş vakit. Orucumuzu, zekâtımızı, haccımızı yapalım, bunlar da bizim için kâfî gelecekdir. Ama nevâfille Hakk kula öyle yaklaşır ki, kul Hakk'a öyle yaklaşır ki, gören gözü Hakk, tutan eli Hakk, söyleyen dili Hakk olur. 

Gelelim şimdi. Bismillahirrahmânirrahîm.

Dünyâda insanlar nasıl derece derece ise, iyi dinle beni, kulağını benden yana ver, dünyâda insanlar nasıl derece derece ise, âhiretde de insanlar derece derecedir. Mü'minlerden bahsetdim, cennetin derecâtından. Kâfirler de derece derecedir, dereke derekedir cehennemde. Bir yumurta çalanla, bin lira çalan, bin lira çalanla, bir milyon çalan, bir milyon çalanla yüz milyon çalan bir değildir. Herkes ateşini buradan götürür. Acaba anlatabildim mi? Zannediyorsun ki sen cehennem hamam gibi bir yer, kolundan tutup içeri atıyorlar. Öyle değil. Öyle zannetdiğin gibi değil. Dereke derekdir, herkes günahına göre yanar ateşde. 

Oraya girmeye çalışma. Cebrâil aleyhisselâm demiş ki Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme mirâc gecesinde, "Yâ Resûlallah, nârı gör, ümmetine haber ver, buraya gelmesinler, kendilerini ateşden vikâye etsinler. Buraya gelmesinler, buradaki bulunan melâikenin hiç merhameti, insafı yokdur. Allah'dan ne emir alırlarsa onu infâz ederler. Cennete tâlib olsunlar. Cemâl-i Rahmân'a tâlib olsunlar". Bunun da şartı var.  Allah'ı seveceksin. İşte söylediğim âyet-i kerîme de o, okuduğum âyet. Manâsı, denizden bir katre, "Habîbim Ahmed, Resûlüm Yâ Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, söyle kullarıma, eğer beni seviyorlarsa, bana karşı muhabbetleri varsa, sana tâbi olsunlar ki onları seveyim ben". 

Hakk'ı sevmek, Allah'ı zikretmek. İki. Hakk'a ibâdet ve tâatda bulunmak. Üç. Allah'a teslîm olmak. Başda bu gelir. Ama ben olan şeyleri birer birer sırayla saymıyorum da olanları söylüyorum sana. Böyle yaparsan eğer, o vakit mağfiret-i ilâhiyyeye nâil olur, cennete dâhil olur, cennetden matlab-ı a'lâ, maksad-ı rânâ olan cemâlullah ile müşerref olursun. Hattâ kendini iyi bilirsen bu âlemde, bu âlemden dahi, cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhî ile müşerref olursun. Çünkü nereye bakarsan Hakk'ın cemâline bakmış olursun, onun farkına varırsın. Her yerde kudretullahı görürsün, her yerde cemâl-i ilâhîyi seyredersin. "فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah" âyeti buna işâretdir. "Nereye dönerseniz bana dönmüş olursunuz, benim yüzüme" diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. 

Resûl-i Ekrem'i eğer seviyorsan, onun da mertebesi şudur, şefâatine nâil olursun. Şefkatli bir anne, rahmetli bir baba nasıl evlâdını tanır ararsa, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme muhabbet etdinse, O'nun muhabbetini celbetdinse, mahşer yerinde,  şefkatli bir ananın evlâdını aradığı gibi seni arayacak ve bulacakdır. Bu nasıl olur deme. Akılla bu iş ölçülmez. Akılla ölçemezsin bu işi. Akl-ı meâş ile yani. O vakit Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme bolca salavât getir. Arayı iyi et. Kişi sevdiğini çok zikreder. Kendi etmese dahi başkasının tarafından edildiğini ister, hazzeder, duyar. Çünkü lisânın bir zevki olduğu gibi, kulağın da dinleme zevki vardır. Gözün de görme zevki vardır. 

Cennât-ı âliyât derece derecedir. İbâdet ve tâat ile. Yüz derecedir. Dünyâda insanlar nasıl bir değildir, orada da bir değildir, cennetde. Makâmları ayrı ayrıdır. Yalnız bir yerde birleşirler. Muhabbetde, aşkda. Kim Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi seviyorsa, onlar enbiyâ-i mürselîn ve Resûlullah ile beraberdir. Muhabbetle. İlle muhabbet! İbâdetle derecât vardır fakat muhabbetde derecât yokdur. Sallallahu aleyhi vesellem.

Karyelerden bir arâbî gelmiş Medîne-i Münevvere'ye. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerine, "Yâ Resûlallah, gör" demiş, "eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh. Senin nübüvvetini tasdîk, Allah'ın vahdâniyyetini tasdîk etdim. Lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk etdim yâ Resûlallah. Allah'ı ve seni severim. Şâhid ol yâ Nebiyyallah. Beş vakit namaz kılarım. Senede bir ay oruç tutarım. Zengin olduğum vakitde malımın zekâtımı veririm. Benim yerim nedir âhiretde?" demiş. Demiş ki Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Sen enbiyâ-i mürselînle berabersin" buyurmuşlar. "Beni sevdiğin için benimle berabersin" demiş. "Şefâatime nâil olacaksın, cennetde sohbetime oturacaksın" demiş. Civâr-ı Mustafâ'da iskân olacak, sallallahu aleyhi vesellem.

Akşamları Resûl-i Ekrem'e on salavât-ı şerîfe, sabahları on salavât-ı şerîfe gönderen kimsenin mükâfâtı kıyâmet gününde kıyâmetin şiddet ve dehşetini görmez, Resûlullah'ın Livâ-yı Hamd'i altında cem olur ve Peygamber'e yakın olur ve şefâat-i Resûlullah ile kendisi "fezeu'l-ekber"in yani kıyâmet gününün şiddetinden ve azâbından emîn olacakdır. Sallallahu aleyhi vesellem. 

Bir zât-ı mübârek vaktiyle, o vakit kâdı tabir ediyorlar, şerîatla hükmeden zevâta, genç bir çocuk, Resûl-i Ekrem'e büyük muhabbeti varmış, çok aşkı varmış kendisinin. Hep duâ edermiş. Çünkü mektebi kim birincilikle bitirirse onu evvelâ Medîne-i Münevvere'ye kâdı tayîn ederler, Resûl-i Ekrem'in bulunduğu memleketde, o şehirde kâdılık yaparmış. Bu nimete nâil olayım dermiş. Gece gündüz Cenâb-ı Hakk'dan niyâz eder dersine devâm eder, çalışırmış. Ve muvaffak olmuş. 

Bazı insanlar var, onu da söylemeden geçmeyelim, ekseri görüşüyoruz böyle, hep arzu ediyorlar, "Medîne'de ölsek, Medîne'de ölsek". Arkadaşlar! Medîne'de, Mekke'de ölmeye bakmayın. Oraya lâyık olmaya bakın, Peygamber'e. Nerede ölürsen öl, oraya lâyıksan seni oraya götürürler, sevdiğinin yanına. Orada dahi ölsen, Peygamber'i sevmiyorsan, seni başka tarafa atarlar, bir çukura. Oraya lâyık olmaya çalış, Hazret-i Peygamber'e, Allah'a lâyık olmaya çalış. 

Ve nezri de şöyle yaparmış dermiş ki, "Yâ Rabbi, eğer bu nimeti bana ikrâm edersen, yolda giderken önüme çıkacak olan fukarâ ne isterse, cebimden ne çıkarsa hepsini veririm" dermiş. Öyle söylermiş. Nezri de böyle yapıyor, ahd ü peymân. 

Nezrini yerine getir. Bazı insan nezrediyor, sonra nezrinden dönüyor. Sonra başına musîbet gelir. Nezirler yerine gelmelidir. Kurban mı adadın, kurbanını kesersin. Sadaka mı adadın, sadakayı verirsin. Sonra musîbet olur. Cenâb-ı Hakk verdiğini geri almasını bilir gene, yapmazsan eğer. Acı olur biraz sonra. 

Çocuk mektebi bitirmiş. Duâsı müstecâb olmuş. Çalışmış tabii. Elbet çalışmış. Ve giderken Şam'da bir câmiye namaza girmiş, bir zât zuhûr etmiş, "şeyenlillah" demiş ona böyle, "Allah için bir şey ver" demiş. Hazret de elini atdığı gibi, eline beş tâne beşibirarada geçmiş. Çok para o. Gene şimdi de çok para ama o devirde çok para. "Vereyim mi vermeyeyim mi?". Fakat hemen âyet aklına gelmiş.

Burada bir sır size söyleyeyim. Bir fenâlık yapacağın vakitde, yâhud iyilik yapacağın vakitde, o iyiliğe, o fenâlığa âid bir âyet aklına gelirse meleklerin ilhâmıyla yapılmışdır o iş. Bir de Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri kula bazen ilhâm eder, bi zâtihî kendisi. O da "Yâ Selâm" esmâsıyla gelir, "Yâ Selâm" esmâsıyla gelir. Bu kadar kulağınızda kalsın. İhtiyacı olanlar alsınlar, herkes anlamaz, benim konuşduğum sözün ne olduğunu kavrayamaz. 

Hemen aklına gelmiş, "وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ ve evfû bi ahdillahi izâ âhedtüm", âyet-i kerîme aklın agelmiş, melekler demek ki ilhâm etdiler. "Ahdına vefâkâr ol, ahdetdiğin vakitde", Allah diyor Kur`ân'da. Hemen vermiş hepsini. On para yok. Ve kervana dâhil olmuş. Ve oraya gidinceye kadar yardımla gitmiş Medîne'ye. İyi dinle. Çok enteresan. Ve Medîne'ye vardığı vakitde, tabii gusül abdesti almış, elbise değiştirmişler, doğru Huzûr-ı Saâdet'e. Durmak yok hiç. 

Allah gidenlere tekrar, gitmeyenlere helâl malla gitmek nasîb etsin. Medîne'ye gidip Peygamber'e selâm verirsen şefâat vâcib olur sana. Öyle diyor Peygamber. "Kim beni ziyâret ederse şefâatim ona vâcibdir" diyor. "Hayâtımda bana selâm verdiğiniz gibi ben ordayım" diyor, "öyle bulacaksınız beni" diyor, sallallahu aleyhi vesellem. Bu kadar.

Gitmiş ziyârete, bakmış bir adam yatıyor orada, ayaklarını uzatmış Türbe-i Saâdet'e karşı uyuyor. Tabii kâdı âşık adam, onu görünce böyle, terbiyesiz bir adamı, âdâba mugâyir, tekmeyle vurmuş böyle, "Kalk buradan!" demiş, "Nedir bu yapdığın iş!" filan. Şöyle bakmış o adam kâdının yüzüne. Kâdı çekilmiş Huzûr-ı Saâdet'e varmış, selâm vermiş Peygamberimize. "Es-salâtü ve's-selâmu aleyke yâ Resûlallah, es-salâtü ve's-selâmu aleyke yâ Habîballah, es-salâtü ve's-selâmu aleyke yâ seyyide'l-evvelîne ve'l-âhirîn". Duâ etdikden sonra dönmüş. Gece olmuş yatmış. Gece demişler ki, "Kalk, seni Resûlullah istiyor. Senin hakkında şikâyetçi var" demişler o kâdıya. Zâhirde Medîne'nin kâdısı sensin ama hakîkatde buranın hâkimi, emîri ayrıdır" demişler, "haydi yürü bakalım". Bir de gitmiş bakmış Cenâb-ı Peygamber oturuyor sahabesiyle beraber. Rüyâda. 

Peygamber'i rüyâda görürsen, Peygamber'i gördün demekdir. Bıyıklı, bıyıksız, sakallı sakalsız, sarıklı, sarıksız. O noksanlıklar senin sünnetdeki noksanlığına âiddir. Peygamber mir`ât-ı mücellâdır. O'na bakan kendisini görür. 

Bir zât ayağa kalkmış, "Yâ Resûlallah, ben yatıyordum, benim huzûrumu bozdu, ayağıyla bana vurdu, beni tepdi" diyor. "Vurdu bana uyandırdı" diyor. "Davâcıyım" diyor. Efendimiz demiş ki, "Kâdı Efendi, niye ayağınla vurdun, bunu rahatsız etdin?" demiş. Demiş, "Yâ Resûlallah, yapdığı âdâba mugâyir bir hareketdi, biraz terbiyesizce yatıyordu yani mescidin içerisinde. Ben tahammül edemedim onu görünce, dürtdüm. O zât, "Yâ Resûlallah" demiş, "evet yapdığım iş belki terbiyesizce idi ama aramızda muhabbet var bizim, muhabbetde terbiye aranmaz" demiş. "Sen beni seviyorsun, ben seni seviyorum, burada âdâb aranır mı?" demiş. "Bak ne diyor" demiş Cenâb-ı Peygamber. Kâdı ağlamış. Dedi, "Yâ Resûlullah, ben aranızdaki muhabbeti bilmiyordum, ben zâhire göre hükmetdim ve onu hakka davet etdim" dedi, "beni affetsin. Bu size olan muhabbetimden ve hürmetimden". Efendimiz ona da teveccüh etdi, dedi ki, "Bak bana hürmetinden ve muhabbetinden bunu yapmış, benim için affet bakayım". "Peki Yâ Resûlallah, senin için affedeyim". "Haydi sarılın öpün birbirinizi". Sarılmışlar, muânaka yapmışlar, öpüşmüşler, ayrılmışlar. Kâdı uyanmış, ezânlar okunuyor minârede. Medîne'nin mescidinde. Ter içerisinde. Hemen giyinmiş, abdestini almış, koşarak gitmiş. Gene o adam orada yatıyor. Hemen sarığını başından çıkarmış, eğilmiş, daha evvel vurduğu yeri öpmüş. O da başını kaldırmış, demiş, "Kâdı Efendi, dün beni tekmeledin, bugün öpüyorsun, neden?" demiş. "Bana hakkını helâl et" demiş. Demiş, "Kâdı Efendi, az evvel Huzûr-ı Saâdet'de barışmadık mı seninle biz?. Senin Resûlullah'a olan aşkını biliyorum, onun için ben itiraz ediyordum ki Peygamber'i fazlaca seyredesin diye" demiş. "Senin yapdığın hakdı" demiş. "Ahdini yerine getirdiğin için sana bu mükâfâtı verdiler ve Resûl-i Ekrem'e olan muhabbetinin semeresini bugün gördün" demiş. 

Konuşduğum söz inşâallah aklım var diyenlere kâfî gelecek zannediyorum. Fazla konuşmayalım, kâfî.

Yâ Rabbi, bizi habîbin Muhammed'den ayırma, bizi bu sıcak günde bu mescidde terletdin, yarın kıyâmet gününde insanların kafası üzerine yedi karış güneşi indireceksin, kafatasları içinde beyinler kaynayacak, bizi o günde habîbinin gölgesi altına ve sancağı altına böylece cem et. Bizi habîbinden, habîbini bizden hoşnûd u râzı kıl. Ve şefâatiyle bizi taltîf eyle Yâ Rabbi.

Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâû ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 27 Temmuz 1984 (28 Şevval 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön