Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu te'âlâ 'aleyhi vesellem : Re'sü'l-hikmeti mehâfetullah.
Sadaka resûlullahi rabbi'l-âlemîn.
Kalbleri nûr-ı îmân ile dolu, yüzleri nûr-ı Muhammed'le münevver, gönülleri Allah sevgisiyle muattar, kıyâmet gününe inanan, bu fânî hayâtın hisâbını Allah'a vermeği kabûl eden ve Kur`ân'a inanan, Kur`ân'ı kendisine imâm ittihâz eden, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
En büyük nimet, îmân nimeti. Bunda hiç şekk ve şübhe yokdur. Bu îmân da, Mahbûb-ı Kibriyâ yani Allah'ın sevgilisi, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın ve Peygamberimizden evvel gelen yüz yirmi dört bin peygamberin, bir rivâyet iki yüz yirmi dört bin peygamberin, inanmaya müteallik getirdikleri maddelere, lisân ile ikrâr kalb ile tasdîk, buna îmân etmekdir ki, bütün peygamberler aynı maddeler üzerine gelmişlerdir, îmân faslında. Ahkâm değişmişdir yalnız. Âdem aleyhisselâma ne emrolunduysa îmân faslında, Hazret-i Peygamber'e o. Cebrâil'e ne emrolunduysa Hazret-i Îsâ'ya o. Rüknü, dâimâ okuyoruz ve biliyoruz, Allah'a, meleklerine, kitâblara, kıyâmet gününe, hayrın ve şerrin takdîr-i ilâhî olduğuna, kıyâmet gününe, öldükden sonra dirilmeğe, bu şartlar, altı şarta inanmak. Tabii bunların daha şuabâtı var, şubeleri var. Fakat en ehemm-i mühim olan bunlar. Bunlar içerisinde en mühimmi, iki rüknü, birisi Allah'ın varlığını ve birliğini kabûl etmek, Allah'a îmân etmek. İkincisi, öldükden sonra dirilmek ve bu kısa hayâtın hisâbını Allah'a vermeği kabûl etmekdir. Kâfirlerin akıllarının almadığı bu. Öldükden sonra bir adam nasıl dirilir.
Hani Huzûr-ı Resûlullah'a gelmiş Übeyy ibn Halef denilen adam, ölü kemiklerini getirmiş, kemikleri ufalamış. Bir tarafdan da şaşılacak şey değil, yani akl-ı meâş sâhibi böyle düşünebilir. Ufalamış, Peygamber'in yüzüne doğru üflemiş, püfff, "Bunlar mı dirilecek?" demiş.
Bunu insan inkâr etdikden sonra, dünyâda her şeyi yapabilir. Çünkü her şey yanına kâr kalacakdır. Öldükden sonra dirilmeği bir adam inkâr etdi mi, her şeyi yapmalı burada. Zâten mü'min cehennemin olmasını ister, kâfir olmamasını istiyor. Neden? Çünkü yapdığı fenâlıkların cezâsını çekecek diye korkuyor, cehennemi inkâr ediyor. Mü'min de mazlûm olduğu için, cehennem olsun, yapan cezâsını görsün diyor. Biri ikrâr, biri inkâr ediyor. İnkâr eden, başına gelecek felâketi görüyor, onun için inkâr ediyor.
Dikkat ederseniz müslümanlar, burada böyle münevver çocuklarımıza söyleyelim şimdi, yani tahsîl-i ulûm edenlere, maddî tahsîl, durgun suya bir taş atdığımız vakitde, taş suya vurdu mu, dâireler, su dâireleri açılır. Aynı seviyededir açılan dâireler. Eğer kudret-i ilâhiyye olmasaydı, insanların hepsi birbirine benzeyecekdi. Halbuki herkesin dili ayrı, lisânı ayrı, sesi ayrı, parmaklarının uçları ayrı ayrı. Ve Kur`ân da bunu söylüyor. Yani yeni bulunmuş değil. Sûre-i Kıyâme'de, "بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ belâ kâdirîne 'alâ en nüsevviye benâne, biz parmakları dahi yerli yerine koyacağız" diyor "kıyâmet gününde, diriltdiğimiz vakitde insanları". Bu parmak buraya gelmeyecek, yerli yerine gelecek hepsi. Bir yaradılan bir daha yaradılmamışdır. Çünkü Allah'ın bir Vâsi' esmâsı var, bir yaratdığını bir daha yaratmıyor. Herkesin ayrı bütün uzvu. Bir batında iki kardeş, birbirinden ayıramıyorsun, fakat eline bakıyorsun, elin çizgileri ayrı. Sesi ayrı. Mutlakâ bir ayrılık gösteriyor.
Eğer öyle olmasaydı herkesin müsâvî yaradılması lâzım gelirdi. Maddî manevî her şey dünyâda müsâvî olmadı. Sana verdi Allah o müsâvâtı, emretdi. Beyne'n-nâs, bütün insanlar arasında adl ile kıstı sen yani adâleti meydana sen getireceksin. Sakalı sana verdi, sen dücelteceksin sakalını. Allah düzeltmez sakalını senin. Dağı, taşı, dereyi sana verdi, sen kazacaksın, sen düzelteceksin. Öteki âlemde hepsini hazır bulacaksın, burada yaparsan eğer. Olacak mı? Olacak. Burada veren, orada verir. Burada alan, orada da alır. Hiç bir zorluğu yok Allah için. Bir sivrisineğin halk edilmesi, bir mikrobun halk edilmesiyle bu kâinâtın halk edilmesi arasında hiç bir fark yokdur. Allah bir şeyi murâd etdi mi, "Ol" der, o şey zâhir olur. Olur o iş. Olmam diyemez bir şey hiç. Meğer ki isteye.
O mürîddir, O muîndir, O rahmândır, O sübhândır, O hannândır, O mennândır, O deyyândır, O rahmândır, O rahîmdir, O fettâhdır, O rezzâkdır. Muhyî O'dur, mümît O'dur, O diriltir, O öldürür. Bu yaşa gelineceye kadar yüz bin defa öldün dirildin, farkında bile değilsin, farkında bile değiliz. Her ân ölüp diriliyorsun. Bütün esmâ-yı ilâhiyye cereyân ediyor her ânda.
Unutdun mu hilkatini? Hani bir katre menî idin. Hangi tarlanın mahsûlüsün. İki yerden getirilmişler, vücûdun toprakdan, rûhun arşî, semâvî rûhun. Vücûdun tarlada biten yâhud hayvânâtdan yediğin mezrûatın, me'kûlâtın maddesiyle halk olunmuş, babanın beline gelmiş. Sonra Cenâb-ı Hakk'ın takdîr etdiği kızı baban almış, seni besmele ile ana rahmine, ana tarlasına ekmişdir. İğrenç bir su parçasıydık hepimiz, değil mi? Biliyoruz bunu, inkârı yok. İnkâra mecâl yok. İğrenç bir su parçasıydık, elimize bulaşsa yıkıyoruz ellerimizi filan, sabunluyoruz yani. Aslımız bu değil mi? Sonra Allah onu ana rahminde, yani tarlada, kadın tarlasında hayız kanıyla yoğurmadı m? İnsan şekline koymadı mı?
Bu gözler ne, kulaklar ne, işitmek ne? Dile söyletiyor. Bir sinire işittiriyor. Bak bak bir düşün, kendi vücûdunun kitâbını bir okuyuver böyle yukarıdan aşağıya bak. Nasıl olmuş acaba bu böyle? Meselâ, çok acîb değil mi, insanın saçları böyle uzadığı gibi kalınlaşsa ne olacak insanların saçları? Kalınlaşmıyor. Yumuşacık, ipek gibi. Sakallar öyle. Yani geyiğin boynuzu gibi yâhud keçinin boynuzu gibi her bir kıl kalınlaşsa ne olacak? Soruyorum. Hepsi yerli yerine yapılmış. Ağzın üstünde burun. Bu kitâbı okudun mu hiç sen? Niye acaba ağzın üstünde burun? Niçin gözlerin üzerinde kaşlar var? Niçin kirpik yaradılmış? Neden kulak yaradılmış? Tesâdüfî bir hâdise mi bu? Bazısı da "Tabîat yapıvermiş böyle" diyor. Hangi evi tabîat yapmış, hangi apartmanı bakayım. Rüzgar esmiş, yağmur yağmış, güneş açmış, bir apartman meydana gelmiş mi, bir tayyâre, bir gemi? Ustası var değil mi? Her yapılanın bir ustası var. Niye bunun ustasını inkâra yelteniyorsun yani! "Görmüyorum" diyor. Sen kendini de görmüyorsun zâten. Aklını görüyor musun? "Eserini görüyorum". Allah'ın da eserlerini görmüyor musun? Görsene!
Bir katre menîydik, ana rahminde hayız kanıyla yoğrulduk, şekl-i insâna konduk. İki göz verdi, bir gösterdi. Halbuki bir gözle bir gören, iki gözle iki görmesi lâzım gelir. İki kulak verdi bir ağız verdi. Bir söyle iki dinle diye. Pek fazla konuşma. Sözün nereye varacak hesâb et. İnsanların felâketi iki yerdedir. İki çene arasındaki dille, iki bacak arasındaki etdedir. İk et parçasında insanların felâketi. Saâdeti de oradadır. (Dile işâret ederek) Bu et parçası yok mu, bu adamı a'lâ-yı illiyyîne götürür. Bir kelime-i tayyibe var, söylüyoruz. Bizim alâmet-i fârikamız, îmânın nişânı, cennetin anahtarı, cehennemi kilitleyen, cehennemin ateşini söndüren. "Lâilâheillallah". Bununla söylüyoruz onu. Cennetin sekiz kapısını açıyor. Aynı söz cehennemin yedi kapısını kilitliyor. "Lâilâheillallah".
Günde kaç defa söylüyorsun? "Bin defa söylüyorum". Kalbden kaç defa söyledin? Lisânen söyler kalbinle söylemezsen münâfık olursun. Hakk'ı öyle zikreyle ki, bütün a'zâ ve cevârihin Allah'ı zikretsin. Her yerde her mekânda. Unutduğundan değil. Unutma bir defa, unutulur mu? Unutduğun için değil sen aşkdan hatırla. Aşkdan ötürü unutma. Bir de unutanlara hatırlat.
Evet, sonra? Sonra doğuyor bu yavru. Mikrop bunu mahvedebiliyor. Bir karasinek, bir sivrisinek, bu yavruyu mahvedebiliyor. Sonra büyüdüğü vakitde, Allah'a kafa tutmaya kalkışıyor, Allah'a hasım çıkıyor. "Allah mı yaratdı bizi?". "Ölüyü Allah mı diriltecek tekrardan?" Yani öleceğiz, sonra dirileceğiz, toprak oldukdan sonra. Ba ba ba, unutdu geldiği yeri. Hilkatini unutdu, şimdi darb-ı mesel îrâd ediyor. Kemikleri ufalıyor, ufalan kemikleri, "Bunlar mı dirilecek?" diyor. Düşünsene! Modelin biçimin yokken Allah seni halk etdi, ikinci sefer halk etmek daha kolay olur, modelli biçimli oldukdan sonra.
Evet efendim, dirileceğiz. Rebî'ye bakınız, bahara. Ölen ard dirliyor, ona alâmetdir o, işâretdir. Zâten aklı başında olanlar, mahşer gelmeden burada haşrı neşri görürler.
Mûtû kable en temûtu sırrını fehm eyleyen
Haşrı neşri gördü bunda nefha-i sûr olmadan
Nefha-i sûr olmadan haşrı neşri burada görürsün. Her şey burada var. Allah, âhiretde ne varsa buraya bir misâlini getirmişdir. Görene! Köre ne! Görene!
Îmân evvelâ. En büyük nimet. Taraf-ı ilâhîden gelen bu maddelere îmân etmek, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk etmek. Ve Allah'ın vahdâniyyetini kabûl etmek ve Allah'ı şerîkden, nazîrden berî kılmak, noksan sıfatdan tenzîh etmek. Sübhânallah. Rabbimiz. Ve Allah'ı sevmek ve Hakk'dan korkmak. Korkmalı insan Allahu Teâlâ Hazretlerinden.
Şimdi efendiler size bir hesâb vereceğim ben, bunu hiç düşündün mü bilmiyorum, düşündünüz mü. İnsan günde bir günah işlese. Her gün kaç tâne günah işliyoruz. Hepimizin başında yani yalan söylemeye lüzûm yok. Bazısının farkındayız, bazısının farkında değiliz. Günah da küçük bir günahmış, bir günlük hapis cezâsı veriyorlarmış o günaha. Senede üç yüz altmış beş gün cehennemde kalmamız lâzım gelir, günde bir günah işlersek. Bir gün de cezâ verirlerse bir günaha. Ya on günah işleyen, yüz günah işleyen, bin günah işleyen? Soruyorum. Bereket versin, Allah bir günaha bir günah yazıyor, bir sevâba en ekall on sevâb yazıyor. Yetmiş, yedi yüz, yedi bin de yazabilir. Neden biliyor musun? Bende-i Muhammed olduğumuz için. Resûlullah'a ümmet olduğumuz için. Sevâblar kat kat, ed'âf u mudâaf. Tövbe müstecâb bizim için, başın yastığa gelmeden tövbe istiğfâr et, Allah'a rücû et. Yalnız bekleme, "يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗاِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ yâ eyyetühennefsü'l-mutmainne, ircı'î ilâ rabbiki râdıyyeten merdıyye", bu âlemden Allah'a rücû' et. İbâdet ve tâatına dikkatli ol ve Hakk'dan kork.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Hazret-i Ömer hakkında şöyle buyurmuşlardır. İyi dinle! "Benden sonra peygamber ba's olunsaydı, Allah peygamber gönderseydi, ben son peygamber olmasaydım, benden sonra peygamber olarak Ömer gelirdi" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Ömer ibn Hattâb bu âyet-i kerîmeyi dinlediği vakitde, çok kere haftalarca hasta olmuşdur. Bak düşün, bunlar aşere-i mübeşşeredendir kendileri. On kişi bunlar, bunlar mafuvvdur, günahları kaldırılmışdır taraf-ı ilâhîden. Ne yaparsanız yapın demişdir Hazret-i Allah, serbestdir demiş onlar. Estağfirullah, onlar günahdan zevk almazlar, sevâbdan zevk alırlar.
Sana da öyle tenbîh ediyorum. Allah indinde mergûb musun mahbûb musun matrûd musun şundan bil. Sevâbdan zevk alıyorsan, makbûl insansın. Günahdan zevk alıyorsan, istiğfâr et Allah'a dön. Allah'ı zikretmekden zevk alıyor musun, namaz kılmakdan, oruç tutmakdan, Kur`ân okumakdan, Allah'ı konuşmakdan, Allah'ı dinlemekden, zevkleniyor musun böyle şeylerden? Bil ki işin iyi.
Yani son istasyonda soracaklar sana, pasaportunun numarasına bakacaklar, îmân pasaportuna. Kabirde yani. Dünyânın son istasyonu kabristandır. Âhiretin de ilk istasyonu kabristandır, orada soracaklar evvelâ. Resûl-i Ekrem'in, Hazret-i Muhammed'in, sallallahu aleyhi vesellem, imzâsı varsa bu benim ümmetim diye, iş kolaylaşdı. Eğer tanımıyorum derse kork! O vakit yandın! O vakit mahvoldun!
İbâdet ve tâatdan, iyilikden, gözyaşı silmekden mi zevk alıyorsun, ağlatmakdan mı zevk alıyorsun? Soruyorum sana. İbâdetlerin ehemm-i mühimminden bir tane daha soruyorum sana. Halkı ağlatmakdan mı zevk alıyorsun, güldürmekden mi? Halkı ağlatıyorsan yandın! Felâket! Büyük felâket! Halkın gözyaşını siliyorsan, büyük saâdet senin için. Onunla zevkleniyorsan yani. Halkın gözyaşını silip onunla zevkleniyorsan, büyük saâdet! İyilik yapan kişi, iyilikden zevk alıyor, büyük adamsın! Allah indinde makbûl adamsın! Hazret-i Muhammed'in sancağı altındasın! Korkma. Ama halka eziyet ve cefâ ve zulmediyorsan eğer, o vakit kork, ondan zevk alıyorsan. İnsanlara öyle yapan zâtlarla berabersin, öyle kimselerle berabersin, Nemrudlarla, Firavunlarla berabersin. Helâk oldun! Üç beş günlük dünyâ için. Bu fânî mülk için. Hiç bir kıymeti yok!
Yakın bir zamanda zenginle fakîr, rütbeliyle rütbesiz bir oluyor. Çok yakın bir zamanda. Zâten yetmiş sene yaşasan, otuz beş senesi uykuyla geçer. On yedi senesi çocukluk, on yedi sene kalır. Onun da askerliği, hastalığı, ölümü kalımı, hiç bir şey kalmaz elde. Bir sene dahi gülemezsin. En büyük makâma çıksan orada dahi rahat edemezsin. Hakk'a bende oldun mu, Hakk'a kul oldun mu, iki cihâna sultân olacaksın. En büyük korkun şu olsun, Allah bana kulum demezse. Bundan kork. Resûl-i Ekrem sana ümmetim demezse. Bundan kork. Müttakîler, Allah indinde en kerîm olan kişilerdir.
Düşün bak, söylüyorum, günde bir günah işledik. senede üç yüz altmış beş gün var, üç yüz altmış beş günah eder. Bir günaha bir gün hapsederlerse âhiretde yâhud kabirde tutarlarsa, akabelerde yani. Akabeler var çünkü sırayla. Kaç gün eğleneceğiz yollarda. İstiyor musun hızlı gitmek? Hani biliyor musun şu hikâyeyi, söyleyeyim size Mesnevî-i Şerîf'den.
Günlerde bir gün Behlûl-i Dânâ denilen zât...
Dânâ ârif, okumuş, kâmil, irfân sâhibi demekdir. Her okumuşa dânâ demezler, ârif olursa dânâ derler. Bir de dana var, dana değil. Bu dânâ. Şimdi Türkçe de bozuldu ya, kimi dana diyor dânâ diyeceği yerde.
Bu zât Hârun Reşîd'in yakınlarından. Bazı kitâblarda kardeşi olduğunu, bazı kitâblarda akrabâsı olduğunu, bazı kitâblarda da musâhiblerinden olduğunu söylüyor kitâblarımız bizim. Bir gün Hârun Reşîd'i irşâd için, gitmiş halîfenin tahtına oturmuş. Sen Hârun Reşîd deyip geçme, o Abbâsîlerin en parlak devri, müslümanların en büyük devirlerinden yani şaşalı devirlerinden. Tahtına oturunca, tabii pâdişah tahtına oturmak kadar terbiyesizlik olmaz, küstahlık olmaz, tahtı bekleyen askerler, Behlûl-i Dânâ'ya güzel bir dayak atmışlar. Gürültü kopmuş, bağırmalar, çağırmalar filan. Hârun Reşîd, ne oluyor diye haremden dışarı çıkmış. "Ne var?" demiş. "Efendim" demişler, "Behlûl küstahlık etdi, sizin tahtınıza oturdu" demişler, "onun için biz de dövdük" filan. "Canım o akıldan noksan bir adam, eğer aklı yerinde olsa gelip benim tahtıma oturur mu, bilmiyor musunuz?" demiş. Halbuki kendini öyle gösteriyor. Çooook, ârif-i billah vâsıl-ı ilallah, mükemmel bir insan. Hem kâmil hem mükemmel.
Bir gün kabristanın kenarında dolaşıyormuş da kendisi, demişler ki, "Behlûl, ne dolaşıyorsun burada?" demişler. Demiş ki, "Birisi paramı aldı, paramı çalan adamı burada bekliyorum" demiş. "Ne malûm buraya geleceği?" demişler. "En nihâyet buraya gelecek" demiş. "Bir yere kaçamaz, en sonunda buraya gelecek o" demiş, "kaç sene sonra olursa olsun, mutlakâ buraya gelecek". Böyle bir zât.
"Biliyorsunuz, meczûb gibi bir adam" demiş "vurulur mu" filan. Gelmiş, Behlûl'ün omuzuna elini koymuş, "Behlûl ağlama" demiş, "seni tanıyamamışlar, üzülme" demiş, "yanlışlık oldu, vurmuşlar sana" filan demiş. "Bir tarafın mı acıdı?" filan. "Yok yok! Ne vurduklarına ağlıyorum, ne acıdığından ağlıyorum". "Neye ağlıyorsun?". "Senin için ağlıyorum". "Niye benim için ağlıyorsun" demiş halîfe. "Yâhu ben bir kere oturdum bu kadar dayak yedim, sen yirmi senedir oturuyorsun, senin yiyeceğin dayağı düşündüm ben" demiş, "onun için ağlıyorum ben" demiş. Eyvâh! Felâket! Duyurmuş yani halîfeye. "E ne yapayım dayak yememek için?". "Adâletle muâmele et, ağlayanın gözyaşını sil, kılıcını düşmana, kamçını zâlime, hazîneni milletinin, memleketinin selâmetine harca. O vakit sen önden, milletin arkada, cennete gidersiniz" demiş. Hârun Reşîd'in biraz bozuklukları varmış, onu irşâd etmiş, sonra tövbe etmiş halîfe, düz yola girmiş ve memleketini adâletle idâre etmeye çalışmış.
Sen de kendi çapında bir kişisin, sen de bir çobansın, sen de bir başbuğsun. Çünkü Resûl-i Ekrem hepimize böyle hitâb etmiş, "Küllüküm râ'in ve küllüküm mes'ûlün 'an ra'iyyetihî, hepiniz birer çobansınız...". Bütün Ümmet-i Muhammed'e hitâb. Ve aynı zamanda ümmet-i davete de hitâb bu. "Hepiniz birer çobansınız, her çoban kendi sürüsünden mesûldür". Sen hânenden mesûlsün, çoluğundan, çocuğundan. Hepimiz öyle.
Bak, Hazret-i Ömer bazen, akşam oldu mu düşünürmüş, gece. Bak sana makâmını da söyledim Ömer'in. Cenâb-ı İmâm-ı Ömer radıyallahu anh hakkında Peygamberimiz ne diyor, "Benden sonra peygamber gelseydi Ömer gelirdi" diyor. Bazı gece oturur düşünürmüş, "Ben bugün ne yapdım hayırdan ve şerden" diye.
Gene Seyyidinâ Ebâ Bekr Sıddîk radıyallahu anh Hazretleri, ağzına taş koyarlarmış, lisânına sâhib olsun diye. Bir şey söyleyeceği vakitde düşünür, sonra ağzından taşı çıkarır konuşurmuş. Çok mühim çünkü. Cirmi küçük, cürmü büyük dilin. Diline sâhib ol. Dilini adam çekiştirmekden, gammazlık yapmakdan, kötü söylemekden, sebbetmekden, küfretmekden, acı söylemekden temizle. Dilini hak konuşmakla, halkı irşâd etmekle, halkı Hakk'a götürmekle, insanlığı kurtarmakla.
Vaktimiz doldu, anlatacakdık ama burada bırakıyoruz. İnşâallah sağ olursak, ölmezsek haftaya gene aynı âyet üzerinde durup konuşacağız bir mikdar daha. Allah'ın bize verdiği kadar biz de size söyleyeceğiz, herkes nasîbi kadar alacak.
Ey mü'minler! Hepimiz görüyoruz, işitiyoruz ve gördük ve görüyoruz. Hani âbâ u ecdâdımız nereye gitdiler? Şimdi biz dersden sonra şuraya gelelim, bu dersi alalım. Mühim olan bu. Âbâ u ecdâdımız nereye gitdiler? Pâdişahlar, paşalar, kırallar, emîrler, zâlimler, âdiller, peygamberler ne oldular? Hani beyaz sakallı dedelerimiz, babalarımız? Ölenlerimiz yani. Soruyorum. Hani komşularımız, ahbâb u yârânımız? Soruyorum. Demek ki içimizden akın akın bunlar öteki âleme doğru götürülüyorlar. Kendileri gitmiyor, götürüyorlar bunları. Bizim de gideceğimiz yol bu yol olduğuna göre aklı başında olan kimse herhâlde bu yola bir hazırlık yapmaya çalışır. Çünkü mâdem ki yola gideceğiz, gideceğimiz yol da bizim için meçhûl ama Resûl-i Ekrem haber vermiş, demiş ki, "Büyük akabelerden geçeceksiniz, sefînenizi, geminizi, kayığınızı tecdîd edin" demiş Peygamberimiz, Ebû Zer Gıfârî Hazretlerine. "Büyük denizlerden, deryâlardan geçeceksiniz, sefîneyi tecdîd ediniz".
Düşününüz, hazırlanınız. Hepimiz o tarafa doğru gitmekdeyiz, akın akın. "Çocuğu evlendireyim inşâallah işe başlarız", "Kızı evlendirelim namaza başlarız", "Hele bir tekâüd olayım". Tekâüd oldun mu zâten iş bitiyor. Tekâüd oldun mu iş bitiyor. Allah seni tekâüd etmesin kulluğundan. Sen ibâdet ve tâatına bak. Dürüst ol, özün sözün doğru olsun. Dînine, diyânetine, vatanına, insâniyyete hâdim ol. Ve ölümünü düşün. Ve Hakk'ı zikreyle.
Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet kıl. Düşün. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet eyle. Ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle. Bak, eve gitdiğin vakitde sobaya elini basdır, soban varsa eğer, ateşin varsa. Ne kadar dayanacaksın bakayım. Bir daha söylüyorum. Hangi vakit var ki biz Allah'a muhtâc değiliz. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet eyle. Bu sözü ben mübtedîlere söylüyorum. Ârif olana bu söz söylenir mi! Bu söylenmez ârif olan kişilere. Mâdem ki kulum, mâdem ki O benim ma'bûdum evvelâ ben râzı olup, O'nu râzı kılıncaya kadar O'na kulluk edeceğim. İster cennetine koysun, ister cehennemine koysun beni. Yani muhtâc olmasak gene Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet kılmayacak mıyız? Bizi halk etdi ya, hâlıkımız değil mi? Muhtâc olmasak dahi Allah'a ibâdet etmek lâzım. Allah cennet ve cehennemi halk etmese gene Allah'a ibâdet etmek lâzımdır. Ama muhtâc olduğun kadar hiç olmazsa, bak bak düşün! Muhtâc olduğun kadar Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet et. Ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle.
Bir kimseye bir şey yapacağın vakitde düşün, evvelâ kendine iğneyi, sonra başkasına çuvaldızı sok. Yetîme hor bakma. Bakarsın sen de sonra onun babası gibi ölürsün, senin çocuğun yetîm kalabilir. Mal mülk tâlân olur, sevmediklerine kalır. Gel sen Allah için Allah'ın dediği kadar ver de, verdiklerin âhirete senden evvel gitsin, seninle beraber onları orada hazır bulasın.
Tövbe istiğfâr et, dâimâ hazırlıklı ol. Yolcu adam, ne vakit gideceği malûm olmayan bir adam tayyâre meydanında, yâhud tren meydanında, bir misal veriyorum sana, aynen böyle, hiç bir farkı yok, tayyâre ne vakit kalkacak bilmiyoruz, yolcuyuz da oraya gitmişiz bekliyoruz böyle, bir tarafa ayrılmayız değil mi? Hadi dediler mi bineceğiz. Ecel aynı bunun gibidir. Hazır dur, hadi dediler mi "eyvallah, bismillahi allâhu ekber", yallah, tamam, tayyâreye bin, tamam.
Sakın ibâdetden geri kalma! Yarın yaparım deme! Yarın yaparım diyenler, ziyân etdiler. Tövbeyi yarına bırakanlar, zarar etdiler. İbâdeti yarına tehîr edenler, zarar etdiler, büyük zarar yapdılar. Hemen Rabbü'l-âlemîn'e kulluk et ki iki cihâna sultân ol.
Bak ne diyor Aşık Paşa târihinde, onu da söyleyeyim. "Bu Âl-i Osmân ki" diyor. Âşık Paşa, İkinci Bayezid zamânı. "Bu Âl-i Osmân ki" diyor, "bunların işleri takvâ idi, Allah bunlara şarkı ve garbı feth u futûhât etdirdi" diyor, "bundan böyle işi fetvâya dökdüler, korkarız ki mülk-i Osman yıkıla" diyor. İkinci Bayezid zamânında!
Dâimâ Allah'dan kork. Allah korkusunu ve Allah'ı hiç kalbinden çıkarma. Dilin Allah'ın ismini zikretsin, kalbin Hakk'ı sevsin ve Hakk'dan korksun. Allah indinde en yüce olan kimse, Allah'dan korkandır, verâ sâhibidir. Hem Allah'dan korkanlara, Cenâb-ı Hakk onlara, birçok bilmediklerini öğretir, görmediklerini gösterir, onları çoook yüceltir, yükseltir de, "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adı sıdkın 'inde melîkin muktedir"e erdirir.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 18 Ocak 1985 (25 Rebîulâhir 1405) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.