1 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
Pek çok kimse buna bir manâ veremeyecekdir. "Allah yoluna giren niçin belâya uğrasın, bilakis nimete gark olması gerekmez mi?" diye düşünecekdir. Pek çok yerde olduğu gibi burada da akıl yanılır. Zîrâ belâlar, musîbetler, gâfiler için, zâlimler için, münkirler için belâdır, musîbetdir. Hakk'ı sevenler için belâ, nimetdir, lutufdur. Zîrâ nefsin başı belâlarla ezilir, terk-i dünyâ belâlarla olur, Hakk'a teslîmiyyet, tevekkül, rızâ, Hakk'a kurbiyyet hep belâlarla, musîbetlerle olur. Nitekim diyor ya Niyâzî Mısrî Hazretleri, "Derman arardım derdime derdim bana dermân imiş" diye. Bu sözün hikmeti budur işte. Sôfiler arasında bir söz vardır, "Dervîşin yakası bitden, paçası itden, ensesi Yezid'den kurtulmaz" derler, bu da aynı hikmete işâret eder.
Kur`ân-ı Kerîm'deki peygamber kıssaları da hep bu hikmeti gösterir bize. Bütün peygamberler belâya uğramışlardır. Belâya uğramayan peygamber yokdur. Yûsuf'un kıssası malûm. Hem babası peygamber, hem kendisi, ikisi de masûm. Öyle olduğu hâlde hem babası çekdi belâyı, hem kendisi. Hem de üç gün beş gün değil, üç ay beş ay beş ay da değil, yıllarca. Diğer peygamberlerin başına gelenleri de siz bulup okuyabilirsiniz tefsîrlerden, kitaplardan.
Büyük velîlerden Zünnûn-ı Mısrî Hazretlerine sormuşlar bu meseleyi, "İnsanlar arasında belânın en şiddetlisine maruz kalanlar peygamberlerdir hadîsi ne manâya gelir?" demişler. Hazret buyurmuş ki :
Onlar safâ ehli oldukları için, belâlara maruz kalmaları, tam manâsıyla saflaşmaları içindir. Kendilerine vâcib olan vazîfeleri yerine getirmeleri için, karşı karşıya geldikleri ve şâhid oldukları şartlar ve ahvâl tam olarak gerçekleşdiğinde de, kendi nefslerinden yüz çevirmişlerdir. Böylece aslında nimet olan şeyler belâya dönüşmüşdür onlar için.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri de bu meseleyi Tamâmü'l-Feyz nâmındaki eserinde şöyle îzâh ediyor :
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuşdur : "Küçüklüğümde yetîm idim, yaşlılığımda da garîb oldum". Yetîmin ve garîbin hakîkatde Allahu Teâlâ'dan başka sâhibi yokdur. Onları terbiye eden ve görüp gözeten bizzat Cenâb-ı Hakk'dır. Görülmez mi ki yetîmin işlerini görecek, ona sâhib çıkacak, onu kucaklayıp büyütecek kimsesi olmadığı zaman mescid ve benzeri yerlerin kapısına konur. Allah da onu isteyenin ellerine verir. Garîb ise çoğu zaman Allah'ın evi olan mescide sığınır. Yetîmin manâsı, Allah'ın terbiye etdiği, garîbin manâsı da bildiği çevreden ayrılan, tüm insanların bildiği yerden uzaklaşan ve kimsenin bilmediği bir ortama dâhil olan kimse demekdir. Onu orada Allah'dan başka kimse bilmez. Nitekim vârid olduğuna göre, "Evliyâî tahte kubâbî lâ ya'rifuhum gayrî" (Velîlerim kubbelerim altındadır, onları benden başkası bilmez) buyrulmuşdur. O, okyanusda tek başına giden bir yolcu gibidir. Böyle bir kimse için "Tûbâ lil gurabâ (Garîblere müjdeler olsun)" ifadesi vârid olmuşdur. Sûrî yetimlik ve hicret etme, çoğu zaman manevî yetîmlik ve garîbliğin de ayrılmaz bir parçası ve aracıdır. Yûsuf -ı Sıddîk'ın hâlini görmez misin ki küçük yaşda babasından ayrıldı, kuyu ve hapishânenin sıkıntı ve zorluklarına göğüs gerdi. Yine Peygamber Efendimiz'in hâline bakmaz mısın ki hem yetîm hem de garîb kaldı. Bu âşikârdır. Diğer peygamberler de garîb kaldılar.
Bunun sebebi şudur. İnsanın olgunlaşması, kemâle ermesi, melek gibi bir defada değil yavaş yavaş gerçekleşmekdedir. Belâlar altın gibi olan insan cevherini terbiye etmek içindir. Altının ateşe tutulması nasıl ki ona güzellik ve saflıkdan başka bir şey katmıyorsa, aynı şekilde belâlar da insanı arı duru bir hâle getirir. Sâlik, uzun bir zamanda zorluklara göğüs gerip elem ve sıkıntılara sabretmek sûretiyle gerçek anlamda yetîmlik ve garîbliğe vâsıtasız olarak ulaşdığında, onun için Kur`an'dan en sevimli sûreler, sülûkdeki hâline uygun gelmesi hasebiyle, Duhâ, İnşirâh ve Nasr sûreleri olur.
Bu husûsda bir hadîs-i şerîf de var. Bir adam Efendimiz'e gelip, "Yâ Resûlallah, Allah'a yemîn ederim ki, ben seni seviyorum" deyince, Efendimiz ona, "Sen ne söylediğine bir bak" buyurmuşlar. Yani "Ciddî misin sözünde? Bunun şakası yok" demek istemişler. O zât, sözünü üç defa yemînle tekrarlayınca Efendimiz buyurmuşlar ki, "Eğer beni seviyorsan, fakirliğe karşı kendine bir zırh hazırla. Çünkü fakirlik, beni sevene tepeden inen selden daha çabuk ulaşır".