Allah Yolunda Cihâd ve Manevî Mirâc

27 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İstiğfar

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
﴾وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَف۪ي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿٣
Vel 'asr. İnnel insâne le fî husr. İllellezîne âmenû ve 'amilus sâlihâti ve tevâsav bil hakki ve tevâsav bis sabr.
Sadakallahü'l-azîm.

Ahkâmı eskimeyecek olan, dâimâ genç ve dinç bulunan, hasımlarına her yerde, her zamanda, her mekânda gâlib olan, peygamberler peygamberi, Allah'ın mahbûbu, sultânımız, Sultân-ı enbiyâ Efendimiz Hazretlerine nâzil olan Kitâb-ı Kerîm'in sûrelerinden, okumuş olduğumuz sûre, Sûretü'l-Asr'dır.

Geçen hafta, denizlerden bir katre, kürre-i arddan bir zerre, şemsden bir hüzme olarak sizlere lisânımızın döndüğü kadar, ilmimizin yettiği kadar anlatmak gayretinde bulunduk, sizlerden de herkes nasîbi kadar bundan bir şeyler istifâde ettiğini ümîd etmekteyim.

Gene aynı âyet-i celîle üzerinde duracağız. Gene nasîbimiz kadar bu sûreden tenevvür edeceğiz yani nûrlanacağız. 

Bu sûre-i celîle Kur`ân-ı Kerîm'in otuzuncu cüzünde, kısa bir sûredir fakat ma'nâ bakımından bütün Kur`ân'ı Kerîm'e muâdildir. Kur`ân-ı Kerîm'in bütün kelimâtının ve harflerinin de ma'nâları vardır. Harflerinin de ma'nâları vardır Kur`ân'ın. Tabii bu ehline göredir, ehline söyler. Kelimesi, cümlesi, âyeti, hepsi, insanlara ayrı ayrı hitâb eder. Herkesin ilmi ,idrâki, irfanı ne kadarsa ve bir de nasîbi ne kadarsa, o kadar nûrlanır. Sûre-i celîle gâyetde kısa olmakla berâber ma'nâ bakımından, İmam-ı Şafii Hazretlerinin sözünü söyleyelim, "Kur`ân-ı Kerîm'e muâdildir" diyor. O kadar mühim. 

İmâm-ı Şâfiî dediğimiz vakit, bunu mahalle imamı anlamayalım. Bunlar hak mezheblerin imamlarıdır, arkalarından milyonlarca insanı getirmişler, ictihadlarıyla tenvîr etmişler, nûrlandırmışlar ve kıyâmet gününe kadar da ictihadlarıyla insanlar Hakk rızâsını bulacak, Hakk yollarına gidecek, Allah'a vuslat edeceklerdir. Aynı zamanda maneviyat bakımından da İmâm-ı Şâfiî Hazretleri, kutubdur ve kureşîdir ve Resûl-i Ekrem'in sülâlesindendir. Sallallahu aleyhi vesellem. 

Yani bu sûre-i celîlenin Kur`ân-ı Kerîm kadar ma'nâsı var. Bütün kitâbullahın da böyledir. Yalnız burda sarahat var. Mühim olan tarafı bu. Burda sarahat var. Bazıları "dâl bi işâretihî", bazıları "dâl bi ibâretihî"dir. Yani bazısı işâretle, bazısı ibâreyle gösterir. Zâhirde göremezsin, görmek için ehli lâzımdır. Bundan evvelki hutbelerimizde söylediğimiz gibi, takvâ ehli, verâ ehli, Kur`ân'dan anlayabilir. Kalbinde ne kadar Allah korkusu, ne kadar haşyetullah var ise, Kur`ân'dan o kadar istifâde edersin. Çünkü Kur`ân-ı Kerîm'in baş tarafında Cenâb-ı Hakk, "Hüden lil müttakîn" buyurmuş, "Kur`ân müttakîlere hidâyet eder" demiş. Müttakî demek, Allah'dan korkan demekdir. 

Bu korkuların da nevilerini söylemiştik. Bir takım âşıkan vardır ki, "Rabbim bana kulum demezse benim halim nice olur" diye korkar. O, cennet için Hakk'a ibâdet etmemişdir, cehennem korkusuyla da Allah'a ibâdet etmemişdir, kul olduğu için, Rabbü'l-âlemîn'e Allah olduğu için ibâdet etmişdir. "Ben ibâdet edeyim de Allah beni ne yaparsa yapsın. Ona ait olan bir şey. Bana kulluk, O'na Allahlık lâzım" demişdir. Bir kısım vardır, cehennem ateşinden korkmuşdur, azâb-ı cahîmden korkmuşdur. Hakdır, gerçekdir. Allah'ın nârı da hakdır, nûru da hakdır, cenneti de hakdır, cehennemi de hakdır. Allah cenneti yaratmışdır, ehlini yaratmışdır, cehennemi yaratmışdır, onun da ehli vardır. Suâli de mîzânı da hakdfır ve gerçekdir. Bunlar mutlakâ olacakdır. Senin görmemen, benim görmemem, benim inkârım, senin inkârınla değildir. Muhakkak birgün bunlar öne çıkacak, münkirler, inkâr edenler mahcûb olacaklardır, yüzleri kararacakdır.
Şimdi, gene deryâdan bir katre olmak üzere bu sûre-i celîle üzerinde konuşalım.

Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri yani, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, seni ve beni halk eden, neden?, bir katre su parçasından, ana rahminde, hayız kanıyla, kudret fırçasıyla tersîm etmiş, bizi istediği şekle koymuş, yani bizim istediğimiz gibi olmamış, O'nun istediği gibi olmuş. O, şekle koymuş, sonra bizi dünyâya getirmiş, çocukluk, gençlik, dinçlik, ihtiyarlık sonra öldürmüş, sonra?, sonra tekrar diriltecek. Giden gelen var mı? Dirilen var mı? Gören var mı? Her anda ölüp dirilmektesin, sen farkında değilsin. Bu iş çok hızlı olduğu için, çok süratli olduğu için farkında değilsin. 

Sen ölmeden evvel öl, Allah'a tam bir teslîmiyyetle teslîm ol çünkü İslâm teslîmdir, teslîmiyyetdir, selâmetdir. Yani İslâm'ın nûruyla pür-nûr ol, o vakit hiç ölmeyeceksin. Ölüm yok senin için. Senin için ölüm yok, olum var yani ölmek yok olmak var. Ölüm hayvanlar içindir, insanlar için ölüm yokdur. Allah Resûlü'nü tasdîk eden, Resûl-i Ekrem'in yolundan yürüyen, O'nun çizdiği yoldan aşmayan, hudûd-i ilâhiyyeden taşmayanlar, onlar, katiyyen ölmezler. Onlar, olurlar. Onlar, ölümün tadını tadarlar ama ölümün tadı âşıklar için acı değildir, tatlıdır. Hattâ Resûl-i Ekrem, şehîdler için bak ne buyuruyor. İki türlü şehîd var. Bir şehîd var, düşmânla gazâ etmiş, katl olunmuşdur, bir şehîd daha var, o da nefsi ile mücâdele etmiş, şehîd olmuş, yani aşk şehîdi olmuşdur. Düşmânla boğazlaşıp çekişen şehîd diyor ki, "Yâ Rabbi, beni dünyâya getir yani tekrar dirilt, ben tekrar senin uğrunda şehîd olayım. Beni tekrar getir, tekrar yaşat, ben tekrar kâfirle gazâ edeyim, tekrar şehîd olayım". Demek ki şehâdet onun için ne kadar zevkli bir şey.

Bir de aşk şehîdi var, Hakk şehîdi var. Aşk şehîdi yani Allah'a âşık olmuş, nefsiyle cihâd eylemiş, nefsini taht-ı mahkûmiyyetine almış, kalbini aşkullah, muhabbetullah, muhabbet-i Resûlullah, muhabbet-i Ehl-i Beyt-i Mustafâ, muhabbet-i evliyâullah ile tezyîn etmiş, insanları insan diye sevmiş, âdemoğlu diye sevmiş, Allah'ın Resûlü'nün sözüne ittibâ eylemiş. Resûl-i Ekrem demiş ki, "irhemû men fi'l-ard yerhamu men fi's-semâ", yani "Siz kürre-i ardda bulunanlara merhametli olunuz ki Allah size merhametli ola". Bu söze ittibâ etmiş. Kalbinde kîn yok. Çünkü kîn müslüman işi değildir. "Men lehû kînün leyse lehû dînün". Bir kimsenin kalbinde kîn varsa, o kimsenin kalbi hastadır. Kîn olan kalbde dîn olmaz. "Ez-zıddân lâ yectemi'ân" yani iki zıd bir araya cem' olmaz. Bir kalb ya hastadır ya sıhhatlidir. Kalb sıhhatli ise bütün vücûd sıhhatlidir, kalb rahatsızsa bütün vücûd rahatsızdır. Bunun ma'nâsı şudur ki kalbin içerisinde hem îmân hem kîn, hem Allah hem Şeytân, ikisi bir araya cem' olmaz. Onun için biz yine gelelim evliyâullah sözüne. Bak ne kadar güzel :

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan

Sen Resûl-i Ekrem'in yolundaysan eğer, Resûl-i Ekrem mi'râc etmiş, sen de mi'râc eyle. Yani senin de mi'râc etmen lâzım, 'urûc etmen, yükselmen, Hakk'a vuslat etmen lâzım. Mâdem ki Resûl-i Ekrem'in yolundan gidiyorsun, Hazret-i Muhammed'e "Muhammedü'r-Resûlullah" dedin, kazandın, bu sözle kazandın. Çünkü bu söz, yedi cehennemin ateşini söndürdü. "Muhammedü'r-Resûlullah". Bu sözü söyleyenler, cehennemin ateşini söndürürler. Bu sözün nûru ile nâr-ı cahîm söner. Sen evvel emirde bu sözü söyledin. Şimdi Resûl-i Ekrem'in yolundan çıkmak ve günâha dalmak sana yakışmaz, isyân nisyân filan, olmaz öyle şey. Namâzını terketmek, orucunu, tahâretini, guslünü terketmek sana yakışmaz! Resûlullah mi'râc etmiş, eğer sen de Muhammedî isen, O'nun ümmeti isen, sen de mi'râc edeceksin, etmezsen yarıda kaldın demekdir.

 Gel 'âlem-i ma'nâya mi'râc edegör mi'râc
'Azm eyle "ev ednâ"ya mi'râc edegör mi'râc
Var ol ulu dergâha er kurb-ı şehenşâha
Her demde sen Allah'a mi'râc edegör mi'râc
İnsan, iki şeyden müteşekkildir. Bilirsiniz ama tekrar edelim. Unuttuğumuzu tâzelemiş oluruz, bilmeyenler de öğrenirler. Birisi rûhânî kısmı yani nûrânî kısmıdır ki bu arşîdir, semâvîdir. İkincisi vücûd kısmıdır. Vücûd kısmının aslı menîdir yani toprakdır. Sonra Cenâb-ı Allah, o menîyi kana, kan pıhtısına, sonra et parçasına döndürür, sonra ana rahminde kudret fırçasıyla onu tersîm eder ve şekl-i insâna koyar ve rûhu getirir onun üzerine bindirir. Yani vücûdun senin bineğindir. Tâ "اِرْجِع۪ٓي irci'î" emrine kadar. Bu "اِرْجِع۪ٓي ircı'î" emrinin iki ma'nâsı vardır. Birisi, ölüm ânında yani bu âlemden ayrılıp, gözlerden nihân olurken "اِرْجِع۪ٓي ircı'î" emri vardır. Bir de, daha bu 'âlemdeyken, yani yaşarken Allah'a rücû' etmek vardır. Allah bazı kullarına daha bu hayâtda iken "اِرْجِع۪ٓي ircı'î" yani "bana dön"diyor. "Senden râzıyım, bana dön" diyor. Allah'ın bu hitâbını duyanlar, daha bu hayâtda iken Allah ile hemhâl olurlar yani Allah ile cümbüş ederler. "اِرْجِع۪ٓي ircı'î" hitâbını bu âlemde duyan kimse, Allah'ın sohbetine doyamaz, Allah'ın zikrine doyamaz, Allah'a ibâdete doyamaz. 

Peygamber-i zîşân göçüyormuş, Hazret-i İlyas. Ağlıyormuş. İyi dinle! İlyas değilsin ama Resûl-i Ekrem'in ümmetisin. Melekü'l-mevt demiş ki, yani Azrâil aleyhisselâm, âşıkı ma'şûka eriştiren, kâfiri malından ayıran, dünyâsından ayıran, âşıkları da ma'şûka eriştiren, "Yâ Nebiyyallah, senin için korku yok, mahzûniyyet yok, sen Allah'ın bir nebîsisin, niçin ağlıyorsun?". İlyas Peygamber demiş ki, "Ey melekü'l-mevt, rabbime ibâdet etmeye doyamadım" demiş. Nasıl ayağını uzatıp yatacaksın, ibâdetsiz tâatsız, yakışır mı?, "Muhammedü'r-Resûlullah" diyorsun. 

Bak bak bak! "Ve'l-asri" de, Allah, "Asra kasem ederim" diyor. Ne demek bu "Asra kasem ederim?". Allah, Resûl-i Ekrem'in asrına kasem ediyor. Peygamberin doğduğu asr-ı saadete kasem ediyor. Aynı zamanda, sana beş vakit namazı ikram etmiş, ikindi vaktine kasem ediyor Allah, ikindi vaktine! Düşün vaziyeti, ikindi namazının kudsiyyetini, Allah indindeki makbûliyyetini. İkindi ezânı vaktine Allah yemîn ediyor. Semâvâtın ve ardın rabbi Allah. İkindi vaktine!

Hemen seni dünyâ işi meşgûl etmesin. Yalnız sana şunu da söyleyeyim. Cenâb-ı Hakk sahtekârlığı sevmez. Resûl-i Ekrem de sevmez. Konuştuğum sözlerden dolayı darılmayın, ben sizi bunlardan berî kılarım ama söylemek mecbûriyetindeyim. Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz pazar yerinde dolaşıyormuş. Dolaşırken bakmış birisi buğday satıyor. Efendimiz mübârek elleriyle buğdayı karıştırmışlar, altı ıslak üstü kuru. Efendimiz satıcıya "Niye böyle yaptın?" diye sormuşlar, adam "Yâ Resûlallah, yağmur yağdı, buğdayın ıslak olduğunu görürlerse almazlar. Onun için kurusunu üste çıkardım yaşını altta bıraktım" demiş. Efendimiz "Böyle yapanlar bizden değildir" buyurmuşlar. İkindi namazına patronun sana müsaade ediyorsa işi fazla uzatma. Yani bıktırma, "Aman senin namazından" dedirme sakın ha! Taş atanlar bizden, attıranlar bizden değildir. Sakın hırsızlığına, tembelliğine, namazı perde yapma. Sana söylemiyorum, yapanlara söylüyorum. Ekseri insanlar, meselâ götürü bir iş versen, hemen namazı kılıyor da, yevmiyeli olursa namazda iş uzuyor, Bayezid-i Bestâmî gibi. Olmaz o vakit, iş bozulur. Müslümanın sıfatı değildir o. Mü'minin içi dışı bir, özü sözü birdir. Zâten mü'min yüzüne bakıldı mı, onun alnında eser-i secde vardır. Onun alnında bir mühür vardır. Üzerinde "Muhammedü'r-Resûlullah" yazılıdır. Mü'minin alnında. 

Allah'a kasem ederim, bak kumandanlara sorun, askerlere filan sorun. Çünkü iyi tanırlar. İnsanlarla çok temas eden bilir. Gayr-i müslim olan bir taburun içerisine, iki müslüman soksunlar, eğer bir adamın irfânı varsa, şöyle bir baksın, o iki müslümanı o taburun içinden çıkarabilir. Allah mü'minlerin kadınına ve erkeğine bir nikâb bahşediyor ki, onun üzerinde mühr-i nübüvvet vardır, Resûlullah'ın ümmeti olmak münâsebetiyle.

Allah diyor ki, Resûl-i Ekrem için, "Asr-ı Muhammediyyete kasem ederim". Resûlullah'ın zuhûrundan kıyâmet gününe kadar Asr-ı Muhammediyyet'dir. Bütün insanlar Hazret-i Peygamber'in ümmetidir, dinlisi-dinsizi, donlusu-donsuzu, îmânlısı-îmânsızı. Yalnız ümmet iki kısımdır. Ümmet-i davet, ümmet-i icâbet. "Muhammedü'r-Resûlullah" diyen, lisân ile ikrâr edip, kalb ile tasdîk edenler ümmet-i icâbetdir. Bunlar kurtulmuşdur. Diğerleri ümmet-i davetdir. Kur`ân dâimâ davet eder, çağırır Allah, dâimâ çağırır. Rahmete çağırır, mağfirete çağırır. "ve sâriû ilâ mağfiretin min rabbiküm ve cennetün arduhes semâvâtu vel ard". Çağırır Cenâb-ı Allah, rahmetine çağırır. Hiç kimseye intikâmı yoktur Allah'ın. Yalnız Resûl-i Ekrem'e düşman olanlara intikâmı vardır Allah'ın. Mü'minlere düşmanlık yapanlara intikâmı vardır. Çünkü Allah "Zü'l-intikâm"dır yani Cenâb-ı Hakk intikâm sâhibidir. Çünkü mü'mine hud'a, Allah'a hud'adır. Mü'mine hîle, Resûl'e hîledir. Resûle hîle, Allah'a hîledir. "Yuhâdi'ûnallahe vellezîne âmenû". Bak, dikkat et. Münâfıkların işini Allah ilan ediyor. "Yuhâdi'ûnallahe", Onlar, Allah'a hud'a ederler, hîle yaparlar, "vellezîne âmenû", mü'minlere. Allah kendisine yapılan hud'ayı mü'minlere, mü'minlere yapılan hîleyi Allah kendisine saymakdadır. Onun için bir kimseyi inciteceğin vakit, bilmiş ol ki, o binâ-yı ilâhîdir, onu incitme, Allah'ın beytini yıkmış olursun.
Onun için bir adam ne kadar günahkâr da olsa, Allah'a rücû ederse, tövbe ederse, gene iki cihan serverinin sözüyle söyleyelim, ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, "et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh". Dikkat buyur bak ne söylüyorum. Ben söylemiyorum, Resûl-i Ekrem'den rivâyet ediyorum. "Tövbe eden o günâhı yapmamış gibidir". Burayı iyi anlayalım. Yani böyle günahı yaptı "tövbe yâ rabbi", günahı yaptı, "tövbe yâ rabbi" dedi ma'nâsına değil. Hayvanı sağdın, nasıl ki sütü sağdığın vakit bir daha o sütü aynı memeden içeri koymak ihtimâli yokdur, tövbe de böyle olacak. Yani nâdim olacaksın, bir daha yapmamaya cezm ü kasd edeceksin, o vakit Allahu Teâlâ günahı affeder ve mâ-sebakda geçen günahları da affeder. Yalnız kul hakkı, hayvan hakkı müstesnâdır. Söylüyoruz. Kul hakkı, hayvan hakkı, müstesnâdır. Bi gayrı hak, kime vurdunsa, gidersin, boynunu uzatırsın. Yalnız Îsâ Peygamber'e emir değil sana da var o emir. "Sağına vurdular mı solunu çevir" diye. Bi gayrı hak vurdunsa, "Arkadaş, seni incitmiştim ben" der, boynunu uzatırsın. Onun mürüvvetine kalmışdır. İkâbeye ikâbe câizdir ama sabredersen senin için daha hayırlı olur. Yahud kimin malını aldınsa götürüp yerine vereceksin, tevdi edeceksin. İslâm hîlekârlığı kaldırmaz. Süt gibidir, hemen bozulverir, nûru hemen kaçar. 

Hele kâfir hakkı. "Gavur o, malını alırım" dersen, yevm-i kıyâmetde îmanına sarılır o senin. Hattâ senin ceddin onlara "reâyâ" demiş, "hakkına riâyet edilen" demişdir, "hakkına riâyet edilen" demişdir. Hattâ Seyyidinâ Ömer ibn Hattâb dolaşıyordu, bakdı, bir takım insanlar dileniyorlar. İslâma yakışmayacak bir sıfat. Dilencilik ne demek. Allah'dan gayrından bir şey isteme, Allah'dan iste. Kimden ne istiyorsan istediğin zâten Allah'dan istiyor. Ona da Allah vermiş, sana da verir. Hazret-i Ömer, "Bunlar nedir, bu şekilde niye dileniyorlar?" diye sordu. Dediler ki, "Bunlar gayr-i müslimlerdir, çalışamıyorlar ve vergi veremiyorlar, dilenerek yiyeceklerini çıkarıyorlar". Dedi ki, "Bunlar vaktiyle çalıştılar, vergilerini aldınız, şimdi çalışamaz durumda iken dilendirecek misiniz! Bunları beytü'l-mâl-i müslimîne yazdırın, ayıptır, dilendirmeyin" dedi. Ve nitekim de dilendirmemişdir. İsteyecek misin Mâlike'l-mülk'den iste. Mâlike'l-mülk'den iste yani Allah'dan iste. Allah'ın kapısını kim çalarsa Allah kapısından kimseyi boş çevirmez. İstemesini bil. İstemesini bil, mutlakâ seni mahzûn etmez. 

"Ve'l-asri", asra kasem ederim. Asr-ı Nübüvvet'e ve kıyâmet gününe kadar Asr-ı Muhammediyyet çünkü. Her kahramanlık, her zafer, her a'lâlık, her a'lâlığın şerefi Resûl-i Ekrem'e âittir. Sallallahu aleyhi vesellem. Çünkü bir peygamberin ümmetinden olan büyük kumandanlar, şerefli kumandanlar, âdiller, gâzîler, onların yapmış olduğu gazâ ve o peygambere tâbi olan velîlerden zâhir olan kerâmâtın şerefi, tâbi olduğu peygambere âittir. Senin anlayacağın, bugün aya çıkıldıysa, şeref Resûlullah'a âittir. Sallallahu aleyhi vesellem. 

"Ve'l-asri", asra kasem ederim. "İnne'l-insâne le fî husrin", bütün insanlar hüsrandadır, zulmettedir.  Aynı şunun gibi. Ana rahmine düşen menî sanki dipsiz, karanlık bir kuyuya düşer. Başlangıç ordan başlar. Sonra et olur, kan olur, pıhtı olur, insan olur, rûh verilir kendisine ve bu âleme çıkar. Ağlayarak gelir. Ağlaya ağlaya gelir. Makâmından ayrılmayı istemez. Ve elleri sıkıdır. Çok dikkat buyrun. Hep işâretleri söylemek istiyorum. Çocuğun elleri doğduğu vakit sıkıdır. Acaba niye, niçin böyle yapıyor? Dünyâya harîsdir. Ona işârettir. Ağlaması, vatan-ı aslîsinden ayrı düştüğü için ağlar. Giderken de bakarsın elleri açık gider. Boşdur, bir şey götüremez. Yani mâlik olduğu maddeden hiç bir şeyi yanında götüremez. Nasîb olursa kefen sararlar. Nasîb olmazsa onu da bulamaz, ot koyarlar. 

Meselâ milyoner bir arkadaş Arafat'da vefât etti, kefen bulamadık, otla sardık koyduk. Adamın Türkiye'de milyonları vardı. Nasîbe bağlıdır. Sen dünyâ kefenine bakma. Allah sana ve bana öyle bir kefen versin ki, yevm-i kıyâmetde nebîler, velîler ve bâhusûs Resûl-i Ekrem'in yanında bizim ayıp yerlerimizi meydana koyup bizi rezîl etmesin, o kefenle tesettür edelim kendimizi. Allah setr etsin günahlarımızı. 

Ey mü'minler! Günahlara istiğfâr ediniz. İffetiniz ve nâmûsunuzla çalışınız, çalışınız ve yoksullara yardım ediniz. Allah'ın en sevdiği kullar, Allah'ın en sevdiği kullar, helâlından kazanıp helâlıyla infâk edenlerdir yani cömertlerdir.

Söylemeden geçemeyeceğim. Yakub Peygamber'e Cebrâil aleyhisselâm sormuş. Yakûb'la Yûsuf meselesini biliyorsunuz. Kur`ân'da da Allah en güzel kıssa diye beyân ediyor, SÛre-i Yûsuf'da. "Ahsenü'l-Kasas". Demiş ki, "Yâ Yâkûb, gözlerin niye ağardı?". "Yûsufum Yûsufum" diye Yûsuf'a ağlamakdan gözleri beyazlaşdı. "Yûsuf'a ağlamakdan gözlerim ağardı" demiş. "Kamburun niye çıktı?" demiş. "Bünyâmin"e ağlamaktan" demiş. "Yâ Yakûb, bu derde nerden mübtelâ oldun biliyor musun?". "Allah bilir" demiş. "Bir gün et kebabı yapmıştın, bir yetîm gelmişti, ona tattırmadın, Yûsufunla, Bünyâmininle ve diğer çocuklarınla oturdun yedin. O yetîm karşıdan gözyaşı döktü. Allah onun için seni bu derde mübtelâ kıldı" demiş. Ondan sonra Yakub Peygamber, her gün ziyâfet verdirir, münâdîlere şöyle nidâ ettirirmiş, "Oruçlu olan iftara gelsin, oruç tutmayan yarınki gün öğlen yemeğine gelsin". Her gün. 

Kaç tâne ağlayanın gözyaşını sildin, kaç tâne? Soruyorum sana!  Kaç tâne ağlayanın gözyaşını sildin, kaç tâne yetîmi giydirdin? Kaç tâne ağlayanı güldürdün? Kaç tâne açı doyurdun? Açı doyuranlar, yetîmi giydirenler yevm-i kıyâmetde çıplak kalmazlar, onlar arşın gölgesinde gölgelenir ve libâs-ı cennet ile ilbâs olunurlar.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.


Kıl tövbe seyyiâtına gözler kapanmadan
Vaktiyle gör hesâbını defter kapanmadan


www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 11 Şubat 1983 (27 Rebîulâhir 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz. 
Listeye geri dön