Allah'a İtâat Edene Bütün Mahlûkât İtâat Eder - Sohbet - 14 Mart 1981 ABD

12 Şubat 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Yanık

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Amerika'daki sohbetlerinin birinde, hizmetnişînlerden birinin yemek pişirirken elini yakdığı söylenince, "Eyvâh! Vâh evlâdım yazık! Bir şey sürdü mü, merhem filan?" diye sordular, "suya sokuyor" denilince, "Olmaz öyle, tuzlu suya sokması lâzım" buyurdular ve başlarından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatdılar :

Çölde yandım ben. Çölde ama, gece, hiç bir şey yok. Kahve getirdiler, bir şey anlatıyordum, bir vurdum ben, döküldü. İhramdayız. Olduğu gibi bir ayağımı kaynak kahve haşladı. Tuz dökdüm üzerine. Tuz ekdim ve derhal durdurdu acısını. 
Bir kurban bayramıydı, bayramın dördüncü günü mü neydi, köylüler tâze yumurta getirmişler bana. Merhûme eski hanım, memlekete gitmişdi. Ben evdeyim yalnız başıma. Dedim, "Lokantaya gideceğime evde yiyeyim". Etden de bıkdım, malûm kurban bayramı. Tereyağına tâze yumurta kırayım dedim ve tavayı koydum havagazı ocağının üstüne. Böyle büyük bir tava. Anlatdığım hikâye kırk senelik hikâye. Sekiz tâne yumurta kıracağım karnımı doyurmak için. Tereyağ iyice kızarsa, onun üzerine kırılırsa yumurta, onun tadına doyum olmaz. Biraz yanacak yağ yani. Çiğ yağa kırılırsa lezzetli olmaz. Yağ başladı çıngırdamaya, benim kollarım sıvalı, abdest alacakdım. Gitdim yumurtayı aldım kıracağım, o tava oradan kalk sen, ateşin üstünden benim koluma. Sanki birisi böyle tutdu da atdı üstüme benim. Tava kalkdı havaya, neden, nasıl oldu bilmiyorum. İyi saatde olsunlar mıdır nedir. Besmele mi çekmedim, ne oldu bilmiyorum. Zâten ev cinliydi bizim. Sen oradan kalk tava, benim koluma, cazzz, buraya kadar. Nasıl bağırdım, "Meded Yâ Seyyid Ahmed er-Rıfâiiiiii". Bir söz! Buradan aşağıya doğru sıyırdım onu ben böyle. Canım fenâ hâlde yanıyor. O ara kapı çalındı, bayram tebrîkine birisi geldi. Kapıyı açdık, Receb Efendi, Allah rahmet eylesin, Süleymaniye Câmisinin müezzini. İşte "Efendi, senin bildiğin vardır, benim maaşı artırmamışlar da başkalarınınkini artırmışlar da filan". Benim canım yanıyor. Azîzim, sabahleyin kalkdım, bu kolumda hiç bir şey yok. Burada küçük bir yer kalmış, mesh etmemişim orasını, onu üç ay çekdim. Burada hiç bir şey yok, sanki hiç yanmadı. Seyyid Ahmed er-Rıfâî'ye seslendik ve derhal yetişdi, önledi Hazret-i Pîr. Sonra üstüne tuz muz atdım tabiî. Ama bu tarafdaki yanığın acısını üç ay dört ay çekdim. 
Ev cinliydi bizim, oturduğum ev. Hakîkaten öyleydi. Meselâ ben saat ikide filan gelirim, orta katda oturuyordum ben, merdivenden yukarı çıkarken arkamdan  konuşuyorlar, nerede kaldın gibilerden filan. Odaya giriyordum hemen ben korkudan. İnsan çekiniyor. Sonra yazlığa gitdik, yazlığa gidince evde adam bırakdık, bekçi bırakdık, Ömer Ağa'yı bırakdık. Tabiî ben söylemedim Ömer Ağa'ya. Sabahleyin geldim dükkana, Ömer Ağa başını sallıyor. "Ne oldu Ömer Ağa, başını sallıyorsun?". "Sabaha kadar beni uyutmadılar" dedi. "Kim?" dedim. "Evde" dedi. "Yâhu kimse yok evde, sana öyle gelmişdir". "Yoh babam" dedi, "merdivenden iniyler çıhıyler iniyler çıhıyler, dangur dungur, gümbür patır, paldır küldür" Allah rahmet eylesin. 

O Ahmed er-Rıfâî ateşe filan karışır. Ateşe o karışır. Onun üzerine hükümran. Ve Rıfâî dervîşleri şiş batırırlar, ateş yalarlar, yanan fırının içine girerler,  otururlar ateşin içerisinde. 
Sıdk ile ol bende ağla seherlerde
Yetişir her yerde Ahmed er-Rıfâî
Sultânü'l evliyâ Ahmed er-Rıfâî
Vârisü'l enbiyâ Ahmed er-Rıfâî
Günâhkâr kullarız acı hâlimize
Himmet et sen bize Ahmed er-Rıfâî
Sultânü'l evliyâ Ahmed er-Rıfâî
Vârisü'l enbiyâ Ahmed er-Rıfâî
Mezhebimdir benim meşrebimdir benim
Sultânımdır benim Ahmed er-Rıfâî
Sultânü'l evliyâ Ahmed er-Rıfâî
Vârisü'l enbiyâ Ahmed er-Rıfâî
Bir donanma gecesi, Bayezid'de bizim câminin orası kalabalık oluyor, bayram, bir Rıfâî dervîşi o da gelmiş girmiş o kalabalığın arasına. Edebsizin biri Rıfâî dervîşinin arkasına saklanmış, kadının birine çimdik atmış. Kadın, o Rıfâî dervîşi yapdı zannetmiş, bağırmış, "Utanmaz herif!" Bilmem ne filan. Adam dese ki ben yapmadım, kimse inanmayacak dövecekler adamı. Bakmış ki pabuç pahalı, kaçmış. Kaçınca bütün millet peşinden bunun, Aksaray'a kadar kovalamışlar. Aksaray'da fırıncı ekmek atıyormuş fırına. Bir tarafdan ekmeği alıyor, dönüyor böyle fırına atıyor. O dervîş içeri girdi ve hemen fırının içine girdi. O ateş yanan fırının içine girdi. Ekmekçi de fırının kapağını lap diye  kapadı. Görmedi. Kimin aklına gelecek fırının içine adam girecek, ateş yanıyor içeride. Kapadı kapağını fırının. Halk geldiler oraya toplandılar, dediler, "Buraya bir adam kaçdı filan". Fırıncı dedi ki, "Nereye adam kaçdı, burası fırın, yanıyor içerisi. Burada ben varım, başka kimse yok". "Ama buraya girdi". "Yok. Olsa burada olur" dedi. Ve halk gitmiş. Sonra o fırıncı kapağı kaldırmış, ekmek çıkaracak fırından. Kapağı kaldırır kaldırmaz, bir adam çıkmış dışarıya, "Gitdiler mi?" demiş. Fırıncı bayılmış korkudan. Ve çıkdı fırından dervîş, yürüdü gitdi. 
Rıfâîlerin ateşle araları iyidir. Yılanları tutarlar, akrepleri tutarlar hem de en zehirli akrepleri. Okur, okuduğu vakitde, ne kadar akrep, yılan varsa, sokmaz hiç. Evvelsi Pazar mı neydi, gece bizim televizyonda gösterdi, bir programcıya bir şeyhi tarîf etmişler, Rıfâî şeyhini, gitdi oraya dedi, "Siz yılanları tutuyormuşsunuz, akrepleri filan". O, "Evet yapıyorum" dedi. Hakîkaten de alıyor akrebi, zehre hükmediyor. Bir doktora sordular. Doktor dedi ki, "Akrep sokması, yılan sokması filan biz onları halledemiyoruz, o Hazret'e gönderiyoruz, o düzeltiyor" dedi doktor. "Bunun îzâhı yok" dedi. Sonra orada bulunan adamları çağırdılar.  Adamın birisi dedi, "Bizim evi yılanlar basmışd"ı dedi, "Hazret geldi, bir toprak atdı evin etrâfına, sonra bir açık yer bırakdı, yılanlar hepsi oradan kaçdılar gitdiler" dedi. "Sonra kapatdı orasını, bir daha hiç yılan gelmedi". 
Derken "Akrep var mı sizde?" dedi. "Evet var" dedi ve çıkardı cebinden bir akrep.  O spikerin koluna koydu, "Ben şimdi seni efsunlayacağım, burayı sokmayacak, saatin bu tarafını sokacak" dedi. Kodyu akrebi, koca bir akrep böyle. Eliyle vuruyor, hayvanı sıkıştırıyor filan, sokmadı. Saatin bu tarafına geçdi, orayı vurdu. Bir tarafda vurmadı, öbür tarafda vurdu. Vurunca tabii büküldü adam, sonra eliyle hükmetdi, zehir gerisin geriye geldi, zehiri çıkardı dışarıya. Acîb çok. "Şimdi kışdır" dedi, "yılan bulunmaz. Yaza doğru gel, en büyük yılanları tutayım size göstereyim" dedi. Sonra bir profesöre sordu, profesör çuvalladı, bir türlü îzâh edemedi, hiç bir şey yapamadı. 
Yalnız bir yılan var, selâmün kavlen min rabbi'r-rahîm, kısa, "onu tutmayın" diyor Hazret-i Ahmed er-Rıfâî, "o bana îmân etmedi" diyor. "O îmânsız, onu tutmayın, ondan gayrı hepsini tutabilirsiniz" diyor. 
Okudu mu nerede ne varsa geliyor. Omuzuna çıkıyor, boynuna çıkıyor, korkunç yılanlar yani. Zehri alıyor. Efsunladı mı, hükmediyor yılanlara. "Senede dört beş bin kişi kurtarırım" diyor. Çünkü orada çok şey var haşerâtdan. Bir kızı kafasından sokmuş, anlatdı kendisi, kız öldü diye bırakmışlar. Gitdi bakdı, "Bu zehir çıkar, dirilir bu" dedi.  Ve başından zehiri çekdi aldı, eliyle çekiyor ve alıyor zehiri. Hayret edilecek bir şey.
Bir adam Allah'dan korkarsa, bütün mahlûkât ondan korkar. Bir adam Allah'a itaat ederse, bütün mahlûkât ona itâat eder. Onu gösteriyor. Yaaa!
Size anlatdım ya daha evvel burada, İbrâhim Edhem yatmış, yatmış uykuya, güneş çıkmış, büyük bir kobra gelmiş, başını kaldırmış, şeyhin üzerinde  gölge yapıyor, yüzüne güneş gelmesin diye, kafasına güneş geçmesin diye, kendisini gölgelik yapıyor yani. Küçük yılanlar da gelmişler, ağızlarında fesleğenler, sinekleri kovalıyorlar, Şeyh'in üzerine konan sinekleri. Sinekler kaçsın, o uyusun diye. Görenler bunun farkında değil, "Eyvah" demişler, "Efendiyi sokacak, öldürecekbu ejderha". Efendi başını kaldırınca, ejderha başını yere koydu ve kaydı gitdi. Vazîfesini bitirdi, meğerse gölge yapıyormuş Hazret-i Şeyh'in üzerine, güneş gelmesin diye. Onu gösteriyor işte, kim Allah'dan korkuyor , bütün mahlûkât ondan korkar. Kim Allah'a itaat eder, bütün mahlûkât ona itâat eder. 
Bazı dervîşlerin başında sarık var, o ne biliyor musun. Vahşî kobra yılanını sarıyor başına, kuyruğunu buradan sarkıtıyor, onu gösteriyor, ona remz. Canlı! Canlı hayvanı alıp, başına sarık gibi sarıyor, kuyruğunu taylasan gibi sarkıtıyor. Onu gösteriyor. Arslanlara odun yüklüyorlar, eşeğe yükler gibi, beygire yükler gibi odun yüklüyorlar arslana, yılanla odunu bağlıyor, arslanın sırtına asıyor. Allah'a itâat edenleri, Allah'ı sevenleri, bütün mahlûkât seviyor ve itâat ediyor onlara. 
www.muzafferozak.com

Listeye geri dön