2 Temmuz 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir zât-ı muhteremi mahkemeye çıkarmışlar, benim sevdiğim saydığım zevâtdan birisini. Vaktiyle, ittihadçılar zamânında. Onun yapdığı şeye göre cezâ yemesi lâzım. Hâkim bunu bildiği için, bakmış seksen yaşında bir adam, beyaz sakallı, nûrânî, kamburu çıkmış filan, kurtarmak istiyor hâkim. Öyle bazı vicdanlı hâkimler vardır. Yol gösteriyor, "Baba! Vekil tutacaksın değil mi?" demiş. Yol gösteriyor, "vekil tutacağım" derse bırakacak. "Vekil tutacaksın değil mi? "deyince, "Yok" demiş, "Evlâdım, ben vekil tutamam" demiş. "Paran mı yok" demiş. "Yok, param var" demiş. "Niye tutamazsın?". "Anlatayım" demiş, "Ben hasbünallahi ve ni'mel vekîl diyorum, eğer ben kullardan vekil tutarsam, Allah bana yevm-i kıyâmetde der ki, 'Benim vekâletimi beğenmedin, beni azletdin, benim yerime kullardan vekil mi tutdun?' der, beni mahkûm etdirir" demiş.
Ama sen ben hakkımızı korumak için avukat tutacağız. Bazı adam avukat tutamaz, yasak onlara. Onlar mukarreb olan evliyâullahdır. Herkes onlarla bir olmaz. Bazı adam var, kendisini Yûnus Emre zannediyor filan böyle, Abdülkâdir Geylânî zannediyor kendisini adamcağız. Yani biraz peynir görmüş, kendini mandırada zannediyor. Olmaz öyle, olmaz. Onlar ayrı. Evliyâullahın yeri ayrı. Onlar acâib, çok acâibâtdan yani.
Cenâb-ı Hakk'a mukarreb olan zevât, kendinden gayrısına, ya kendinden dûnuna, Hakk'dan gayrına mürâcaat ederse, cezâya çarptırır Allahu Teâlâ. Bak Yûsuf Peygamber'e, büyük bir âyet oldu ki, mukarreb olan zevât bir daha öyle yapmasın, Allah'dan başka kimseye yüz sürmesin diye.