Allah'a ve Resûlullah'a İtâat - Hutbe - 22 Mayıs 1981

26 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

HUTBE
Kâlallahu Teâla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ * وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ 
Ve ati'ullahe ve'r-resûle le'alleküm tuflihûn. Ve sâri'û ilâ mağfiretin min rabbiküm ve cennetin 'arduhe's-semâvâtu ve'l-ard, u'iddet lil müttakîn. 
Sadakallahu'l-Azîm.

Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Allah'ın birliğine, varlığına şehâdet eden ve gönülleriyle Hakk'ın varlığını tasdîk eyleyen, birliğini ikrâr eyleyen ve O'nun habîbi Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma tâbi olup, Resûlullah'ı her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler!

Câhiller helâk oldu, âlimler kurtuldu. Âlimler helâk oldu, âmiller kurtuldu. Âmiller helâk oldu, muhlisler kurtuldu.

Evvelâ bilmek ve bulmak ve olmak lâzımdır. Bilmeyen bulamaz, bulmayan olamaz. Onun için Kitâb-ı Kerîm'in, Kur`ân-ı Mübîn'in ilk emri, Resûlullah'a hitâb ederek, bizlere "İkra' bismi rabbikellezî halak, A'lâ olan Rabbinin ismiyle oku, seni yokdan vâr eden Rabbinin ismiyle, a'lâ olan Rabbinin ismiyle oku". 

İş okumakla bitmiyor, bilmek ve bulmak lâzımdır. Bir adam üç kamyon dolusu kitap okur, Hakk'ı bilmezse, Hakk'ı bulmazsa, Hakk'da olmazsa, yükden başka, kitâb yükünden başka bir şey taşımış olmaz. Çünkü bütün ilimlerin nihâyeti ve alınan diplomalar, icâzetler, kabrin dışına kadardır, kabrin içinde onların faydası olmaz. Ancak kabrin içinde faydası olan ilim, ancak Allah'ı bilmekdir, Allah'ı bulmakdır, Allah'la olmakdır, Allah'lı olmakdır.

Allah'sız bir gönül, Allah'sız bir kalb Şeytan evidir. Allah'lı bir gönül, zâhirde ne kadar harâb da olsa hakîkatde ma'mûrdur. Allah'sız bir gönül zâhirde ne kadar ma'mûr da olsa hakîkatde harâbdır. 
İllâ dilinle Rabbini zikret, kalbinle O'nu sev ve O'na itâat eyle ki, merhamete lâyık olasın, istikbâlde makâmın cennet, menzilin mübârek, rızâ, rıdvân ve  civâr-ı Muhammed'de iskân olup Resûlullah ile sohbet edesin.

İlim ilim bilmekdir, ilim Hakk'ı bilmekdir.  İnsan kendi nefsini bilmeyince, Allah'ı bilemez. Bu nefsi bilmenin de merâtibi, mertebeleri vardır. Bir, nefsinin aczini bilirsen Hakk'ın kudretini muhakkak görürsün ve anlarsın. Bir de, âyât-ı enfüsiyye yani vücûdunda bulunan eşyânın kuvvet ve kudretinin kimin tarafından geldiğini ve oradaki san'at-ı ilâhiyyeyi görürsen Hakk'ı bilmiş ve bulmuş olursun. Geçiyoruz.

Allah'a itâat, Resûlullah'a itâ'atdır. Allah Kitâb-ı Kerîm'inde böylece i'lân etmişdir. Esteîzübillah, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ men yutı'ir-resûle fe kad etâ'allah". Her kim ki Resûlullah'a itâ'at etti, Resûlullah, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, muhakkak o kimse Allah'a itâ'at etti. Bir adam Resûlullah'a itâ'at etmeyince, Hakk'a itâ'at etmiş olmaz. Zâten Hakk'a itâ'at edemez. Bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz. Eğer Resûlullah ve diğer peygamberler gelmeseydi, bizler kendi kız kardeşlerimizle, annemizle evlenir, hayvanlardan farkımız kalmazdı. Bize harâmı, helâlı, taraf-ı ilâhîden aldıklarıyla ta'lîm eden, öğreten, hakkı ve bâtılı bize tefrîk ettiren, akı ve karayı, nûru ve zulmeti bildiren ve bulduran ve öğreten peygamberlerdir. Peygamberlerin seyyidi de Hazret-i Muhammed'dir, sallallahu aleyhi vesellem. Yani bizim peygamberimiz, Allah'ın sevgilisi, mahbûbu, mergûbu olan Muhammed Mustafâ. Allah'ın sevgilisi, bizim de sevgilimizdir.

Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîm'inde yine diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuşdur. Esteîzübillah. Bismillah : " قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî yuhbibkümüllahu ve yağfirleküm zünûbeküm vallahu gafûrur rahîm".

Allah'a giden yollar, bütün mahlûkatın her nefesinin adedincedir. Her mahlûkatın her nefesinin sayısınca Allah'a giden yol vardır. Fakat en kestirme yol, en kısa yol, Hazret-i Muhammed'in açdığı kapıdır ki, islâm yoludur, îmân yoludur, îkân yoludur, ihsân yoludur. En kestirme yol, islâm ile varılır. 

Bu nimete erip de bu nimetin kadr u kıymetini bilmeyenlerin elinden Allah bu islâm nimetini alır. Bir daha tekrar ediyorum. Dikkat buyur, kulağını benden yana ver! Her nimet böyledir, Allah verir, bir adam mâlik olduğu nimetin kadr u kıymetini bilmez, Rabbine şükretmezse, o nimet elinde çıkar ve gider. Maddî, manevî. Verilen nimetlere şükredersek, Cenâb-ı Hakk o nimetleri tezyîd eder, ziyâde kılar, çoğaltır. Onun için Cenâb-ı Hakk şart koşmuşdur, "لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ le in şekertüm le ezîdenneküm, eğer siz verdiğim nimetlere şükrederseniz ben size ziyâde kılarım".

Bu şükür mes'elesini halk iyi kavrayamamış, biz sarıklılar da, ulemâ müstesnâ, biz sarıklılar da halka bunu iyi talîm edememişizdir. Şükür denildiği vakitde, "Şükür Yâ Rabbi" demekle şükrün ifâdesini zannederiz biz. Bu "Şükür Yâ Rabbi" demek zikirdir o. Şükrün fiilen gösterilmesi lâzımdır. Şükrün fiilen gösterilmesi lâzım. 

Mâlik olduğun vücûdun şükrü, Allah'a secde etmekledir. Kalbin şükrü, Allah'ı sevmekledir. Yine vücûdun ve rûhun şükrü, oruç tutmakladır. Verilen malın şükrü, zekât ve sadaka ve yardım etmekledir. Güzelliğin şükrü, iffet ve ırz ve nâmûsunu muhâfaza etmekledir. Verilen ilmin şükrü, halkı Hakk'a ve doğruluğa davet ve halkı tenvîr etmekledir yani nûrlandırmakladır, ilimle nûrlandırmak, onlara öğretmekledir. Yoksa "Ben zenginim elhamdülillah, beni doyurdun yâ Rabbi, yoksulları da doyur" diyerek ağzını silen ve halkı zekâtdan ve sadakadan ve yardımdan mahrûm eden kimse Allah'a şükretmiş olmaz. Lisânen söylemiş olur ki bu da bir fazîletdir ama inşâallah ötekilerin başlangıcı olabilir. Bküsbütün unutmak daha çirkindir ama bu şekilde yapılan şükür, yerine gelmiş olmaz. Ancak şükür, işte az evvel söylediğim gibi, güzel bir adamın Allah'a şükrü, iffet, ırz ve nâmûsunu muhâfaza etmekle, vücûdun şükrü Allah'a secde etmekle, rûhun şükrü Allah'a oruç tutmakla, malın şükrü fakîr fukarâya tasadduk etmekle, sadakât ve zekâtını vermekle ve yardıma hazır olmakladır. Meselâ verilen elbisenin şükrü, onu kirletmemekle, hemen eskitmemekledir. Oturduğun yere dikkat edeceksin, şükrünü böyle ifâde edeceksin. Acaba anlatabildim mi? Bu, şükr-i fiilîdir, öteki, "Şükür Yâ Rabbi" demek şükr-i kavlîdir. Biri sözle şükür, öteki fiilen şükürdür. Fiilen şükür, kavlî şükürden daha üstündür, daha iyidir.

Onun için, çok dikkat buyurun, konuşacağım söz acâib biraz ama söylemek mecbûriyeyti hâsıl oldu. Onun için islâm, zulüm ile pâyidâr olmaz, küfür, adl ile pâyidâr olur. Söz benim değil, evliyâullahın sözü. Bir adam, islâmım, mü'minim, müslümânım dese de zulmetse, zâlim olsa, o kimsenin zulmü pâyidâr olmaz, o yıkılır gider. Onun için devlet-i islâmiyyelerin yıkılmalarının sebebi, adâletden udûl etmişler, zulme sapmışlardır. Zulme sapınca Cenâb-ı Hakk onları helâk etmişdir. Çünkü evvelâ zulüm nereden başlar? Allah ve Resûlüne itâ'atdan çıkıp isyân ile başlar. Onun için bütün mülk-i islâmın mülkleri, devletleri ve saâdetleri ellerinden gitmişdir. Küffâr niçin payidâr olur? Onlarda adl-i kavlî vardır, sözle adâlet var. Fakat kâfirin pâyidâr olması, fiilî adâletleri olduğundan dolayı pâyidâr olmuşdur. Acabâ analatabildim mi? Söz benim değil, Şemseddîn Sıvâsî Hazretlerinin sözüdür. kelâm benim sözüm değil, bu söz. Onun için, ister ferdî ister devlet bakımından çok dikkat etmemiz lâzım gelen hâdisâtın bir tânesi de budur. Kavlen değil, sözlen değil, fiilen âdil olmak lâzımdır.

Hattâ bak ben sana başka bir şey daha anlatayım îmânın daha yakîne gelsin. Bir adam "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" dese, fakat kalbiyle inanmasa, bu adam münâfıkdır. Bu adam öldüğü vakitde, bunun üzerine namaz kılarlar, onu camiye getirirler, imam onun hakkında tezkiye yapar, iyi olduğunu da söyleyebilir, o imamın vazîfesidir, çünkü mangır aldığı için onun vazîfesi yalancı şâhidlik yapmakdır, öyle gider o iş. Hakîkatde o adam münâfıkdır, kurtulamaz âhiret âleminde. Yani bak zâhiren, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" dedi. Biz müslümanlar bu adamın kalbinin içine girmediğimiz için, zâhirî hükümle bunun namazını kılarız, islâm mezarlığına gömeriz, buna islâm kızı veririz ama bu münâfıkdır. Münâfıkların da yeri cehennemin en alt tabakasıdır. Esteîzübillah, "إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ اْلَسْفَلِ مِنَ النَّارِ innel münafıkîne fi'd-derki'l- esfeli mine'n-nâr". Allah münâfıkları cehennemin en alt tabakasında yatıracakdır. Kâfirlerin makâmı onlardan daha yüksek çünkü bir merdlik vardır işin içerisinde, küfrünü izhâr etmişdir, "ben inanmıyorum" demişdir. Bu münâfık,mü'minlerin içine girer, kendini mü'min gösterir ve müslümanlara fenâlık yapar, ikiyüzlülük yapar yani. Kendi şeytanlarının yanına gitdiğinde der ki, "Onlarla ben alay ediyorum" der "o beyinsizlerle".Müslümanların yanına geldiği vakitde, "Ben Allah'a ve Resûlüne inandım" der. Bunların cehennemdeki derekâtı, cehennemin en alt tabakasıdır. Estreîzübillah, işte Kur`ân'dan söylüyorum, Kur`ân-ı Kerîm'den, Allah'ın kitâbından, "إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ اْلَسْفَلِ مِنَ النَّارِ innel münâfıkîne fi'd-derki'l-esfeli mine'n-nâr". Onlara yardımcı da yokdur. Orada ebedî kalırlar. Ebedî mi? Evet, ebedî kalacağını Allah Kur`ân'da beyân etmekde, biz de böyle söylüyoruz, böyle inanıyoruz. 

Mü'minler ebedî saâdete ererler. Mü'minler, yani lisânen ikrâr, kalb ile tasdîk edenler, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah", bunları lisân ile ikrâr kalb ile tasdîk edenler, ebedî saâdete ererler. Ebedî mi? Ebedî. Verilen saâdet elinden geri alınmaz mı? Alınmaz. Ebediyyen saâdete ererler. 

Bir kelime! Bak efendiler! Ey mü'min kardeşlerim! Ey âşık-ı sâdıkân! Ey Hakk'a tâlibler! Bir kelimede iş. Allah bunun üzerine bizi sâbit kılsın. Ölürken de bu kelâmı söyleyeyim ki doğru dâhil-i cennet olalım. "Bir kimse ölürken son nefesinde Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah derse, dahale'l-cenne" diyor Peygamber, "hemen cennete girer" diyor. 

Gene onu da söyleyeyim, hadîs-i şerîfle sâbit, onu da söyleyivereyim sizlere, kulağınızda kalsın ve okuyuverin. Gâyetle kolay. Bir adam dübür-i salâtda yani namazın akibinde yani beş vakit namazın akibinde Âyete'l-Kürsî okuyup da arkasından bir "Kulhüvallah" sûresi okursa eğer, Âyete'l-Kürsî'den sonra, hadîsin meâli böyle, bir "Kulhüvallah" okursa, ama inanarak tabii değil mi, hep inanmak, işin başın îmânda, bu kimseyle cennetin arası ölümdür diyor, ölümdür diyor perdesi, o kadardır diyor. Dikkat buyur konuşduğum söze! Namazın akibinde bir Âyete'l-Kürsî okuduk, arkasından bir de "Kulhüvallah" sûresini, İhlâs-ı Şerîf sûresini ilâve etdik, Peygamberimizin söylediği söz aynen böyle, "Bunun cennete girmesine bir ölüm mânidir" diyor, "bir ölüm mânidir. Hemen cennete gider" diyor. O kadar mühim! Kolay bir iş, sehil. Gâyetle sehil, hepimizin bildiği sûre-i celîle. İhmâl etmeyiniz. 

Hele bu Receb ayında, Şabân-ı Şerîf'de, ibâdetlerinizi çoğaltınız. Zikrinizi, ibâdetinizi, tefekkürünüzü çoğaltınız. Şeytânlara tâbi' olmayın, kötü yollara gitmeyin. Kötü yolun sonu yok. Allah'a isyânın sonu yok, nihâyeti bir uçurumdur. Bu uçurumu da size şimdiden haber veriyoruz.

Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet et. Allah'ı tanı. Allah'ı zikreyle. Allah'ı sev. Muhtâc olduğun kadar! Hangi vakit var, Allah'a muhtâc değiliz? Demek ki, her ânda, her zamânda, her mekânda Allah'ı zikretmeliyiz, Allah'ı sevmeliyiz. Zâten insanı helâk eden iki şeydir. Allah'ı unutan ve ölümü unutan kimse, helâk olmuş demekdir.  Allah'ı unutmayan, ölümü unutmayan kimse, o adam ârifdir, ârifdir, ârifdir. Çıkarma hatırından ölümü ve Allah'ı hiç bir zaman unutma!

Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet kıl. Yalnız Receb ayına mahsûs yapma. Ama bu Receb ayının fazîleti ayrıdır. Bu ayda tövbe edenlerin tövbesini Allah mutlakâ kabûl eder. Muhakkak. Meselâ kötü alışkanlıklarımız var, bazı alışkanlıklarımız, sigara gibi, içki gibi filan böyle Allah'ın sevmediği şeyler, bunlara bu ayda tövbe eden kimseler, mutlakâ tövbelerinde sâbit olurlar. Allah tövbelerini kabûl eder ve yapdıkları fenâlıkdan istikrâh ederler. Ben bir misâlini söyledim böyle. Sigara içmek câiz mi değil mi, ayrı davâ da, içki haram tabii. O ayrı, onun münâkaşası. Böyle kötü alışkanlıklar, ben bu kadar, edeble söyledim, daha başka şeyler varsa böyle Allah'ın sevmediği şeyler, kumardı, içkiydi, fışkıydı filan, bunlara bu ayda tövbe eden kimselerin,tövbesi kabûl olur. Ama hakkıyla tövbe etmek lâzım. Böyle ağızla tövbe edip de kalbde olmazsa, tövbe kabûl olmaz. Böyle âh u enîn ederek, "Bir daha yapmayacağıma söz veriyorum Yâ Rabbi, sana teslîm oldum, beni bu işden vazgeçir" diye Allah'a böyle bu şekilde yalvarmakla. Hani bazı tövbe vardır ki hemen yaparız bir fenâlığı arkasından "Tövbe Yâ Yâ Rabbi". Arkasından aynı şeyi gene yaparız, gene "Tövbe Yâ Rabbi". Bu tövbe değildir bu. İstihzâ çıkar bunun içerisinden. Tövbe, bir hayvanın memesinden sütü sağdığımız vakitde nasıl ki sütü memeden içeriye veremiyoruz, tövbe böyle olacak. Resûlullah böyle tarîf etmiş tövbeyi. "Bir daha yapmayacağım, etmeyeceğim", böyle cezm ü kasd etdi, tekrâr ediyorum şimdi, dikkat buyur konuşduğum sözelere, cezm ü kasd etdi, böyle ağladı sızladı, tövbe etdi, sonra gene yapdı aynı şeyi. Gene tövbe etsin. O vakit gene afüv vardır. Niye? Hakîkaten terk edeceğini söylemişdi, hakîkaten Allah'a söz vermişdi. Fakat kazâ terettüb etdi, tekrâr zuhûr etdi. Böyle tövbe eden, tekrar tövbe edebilir. Ama böyle kalbinde tövbe yok, nedâmet yok, "Tövbe yâ Rabbi", "Tövbe estağfirullah", gene fenâlığâ devâm, böyle tövbe olmaz.
 
Şimdi, lafı uzatmayalım, kestirme yoldan. Kötü alışkanlıklarını terketmek isteyenler, bu ayda tövbe etsinler, muhakkak tövbeler müstecâb olur. Ama Allah'a âh u enîn ederek. hakkıyla tövbe eden kimsenin tuttuğu toprak dahi altın olur. Ondan haberin var mı senin. Haydi bir misâlini vereyim size, vakit dar ama.

Bir yol kesici, kutta'-ı tarîk, eşkiyâ var idi. Büyük velîlerden kendisi şimdi. Soyar insanları fakat soyduğu insanların adresini alırdı. Nerede oturuyorsun? Hangi memleketde? İsmin nedir? Babanın ismi nedir? filan böyle. Hem parasını alır hem deböyle adresini alırdı halkın, böyle bu şekilde. 

Sonra günlerde bir gün gene, büyük bir kervan geliyordu. Eşkiyâlar tabii arazinin durumunu biliyorlar, kervanın kaçamayacağı bir yere, sokdu kervanı oraya, orada kervanı basdırdı. Ama bakıyordu kervana, oraya girsin filan derken, yani o menzile girsin ki soyacaklar, kulağına sessiz, sözsüz, harfsiz bir sadâ erişdi : "Ey kervanı gözleyen göz, seni gören var!" Eli ayağı titredi, eli boşandı, bütün ilikleri boşandı. Bu ses nereden geliyordu kendisine?

Allah bir kuluna tevfîk edecekse eğer, bazen böyle uyandırır. Fenâlığı âyet gelerek terkedersen bil ki melâikenin sana verdiği ilhâmıdır. Bak dikkat et ne konuşuyorum! Meselâ bir fenâlık yapacaksın, âyet aklına geldi yâhud hocanın söylediği söz aklına geldi, bu, melâikenin sana ilhâmıdır. Eğer "Yâ Selâm" ismiyle sana böyle bir ilhâm gelirse bil ki Hakk tarafındandır, Allahu Teâlâ hitâb etmişdir. Bunu da böyle bil. "Yâ Selâm" ismiyle gelir Cenâb-ı Hakk'ın hitâbı. "Yâ Selâm" ismi ondan sonra arkadan söylerler. Sessiz, sözsüz, cihetsiz olur bu iş, harfle, sadâyla, savtla değil.

Ve durdu ve adamlarına dedi ki, "Bırakın gitsin kervan. İlişmeyin sakın hâ!" dedi. Aşağı indi dedi ki, "Ben bu işden nedâmet etdim. Bu işin nihâyeti yokdur. Allah suçları ve günahları affeder, bugünden itibaren ben bu işi terkedeceğim. Size de tavsiyem benim şudur ki, bugüne kadar biz bu fısk u fucûrda bulunduk, bu işi terkedelim" dedi arkadaşlarına. Nasîhat etdi onlara. Onlar, "Peki" dediler filan, kendisinden ayrıldılar. Bu zât eline aldı adresleri, gidiyor birer birer kimleri soyduysa, kapısını çalıyor, birisi çıkıyor, diyor ki, "Seni filanca yerde soydular mı?", "Soydular". "Ne kadar paranı aldılar?". Zâten yazılı. "Şu kadar paramı aldılar". "Sen o adamı tanıyor musun?". "Tanımıyorum". "İşte o adam benim. Hakkını bana helâl et. Buyur sana hakkını" diyor veriyor parayı bu şekilde..

Hak böyle kazâ olunur. Şimdi onu da söyleyelim. Kıssadan hisse alalım. Hak böyle kazâ olur. Onun malını çalmışsın, ötekinin malını dolandırmışsın, sonra "Yâ Rabbi tövbe estağfirullah, bir daha yapmam". Olmaz! Hak yerine götürülüp verilecek, kazâ edilecek. Kimin aleyhinde bulunduysan, o zâta gideceksin diyeceksin ki, "Ben senin aleyhinde konuşdum, bana hakkını helâl et. Yalvarırım sana, ricâ ediyorum" diyeceksin. İftirâ ediyorsan eğer, iftirâ ediyorsan, iftirâ etmişsen bir cemiyyetde, o cemiyyetde bulunan halka hitâb edeceksin, "Ben filanca hakkında böyle söylemişdim, iftirâ etdim o adama, ben yalancıyım. O adam bu günahdan berîdir" diyeceksin. Ondan sonra Allah'a tövbe edeceksin. Yoksa ve illâ böyle onu sen dolandır, vur, kır, parasını çal, sonra "Estağfirullahe'l-azîm ve etûbu ileyh, ben tövbe etdim Yâ Rabbi" dersen, ı ıh, iş biraz güçdür. Çünkü bunu Fahr-i Risâlet göstermiş fakat vakit dar olduğu için kıssayı anlatamayacağım, olan hâdisâtı. Geçiyorum. Bilenler biliyorlar. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem talîm buyurmuşdur. Peygamberken, rahmeten-lil-âlemîn iken, sâhib-i Kur`ân iken, sâhib-i mucizât iken, sâhib-i mi'râc iken, Allah'ın mahbûbu iken, bunu talîm buyurmuşdur. "Kimden aldımsa, gelsin benden alsın. Kime vurdumsa, işte Muhammed burada", sallallahu aleyhi vesellem, "duruyorum, gelsin bana vursun" demişdir Peygamberimiz. Onun için günahlar böyle kazâ edilecek yani hak sâhiblerine hakları verilecek. 

Amân kaçınınız! İnsan hakkından kaçınınız! Amân kâfir hakkından kaçınınız ve firâr ediniz! Amân hayvan hakkında firâr edin ve kaçınınız! İslâmınki filan âhiretde belki muvâzenesi, muhâkemesi olur, yerli yerine gelir ama kâfir hakkı hiç ödenmez. Onun için âbâ u ecdâdımız, kâfirlere reâyâ demişler. Reâyâ demek, hakkına dikkatle riâyet edilen kimse demekdir. O düşman, muhârebe, devlet harb ilân eder, muhârebe meydanında dövüşürsün. Dövüşürsün, kâfiri vurursun, vurdukdan sonra yaralıya ikinci kurşunu atamazsın. O yaralı derse ki sana, "Şu yaramı sar benim" diye, kâfirin kolundaki yarayı sararsın. Müslümansın sen çünkü. Su isterse suyunu verirsin. Ekmeğini verirsin, vurduğun, yaraladığın kâfire. Çünkü teslîm oldu artık, tamam. Yani gavurdur diye öldüremezsin, malını da kıramazsın, alamazsın. Muhârebe meydanında dahi. Yaralandı mı, bitdi. Teslîm oldu mu, tamam, o kadar. Allah'ın emri böyledir, isteyen yapar, isteyen yapmaz. Yapan mükâfâta nâil olur, yapmayan hatâ etmiş olur, Allah'a âsî olmuş olur. 

İşitmedin mi ceddin, Sultan Murad, Kosova Muhârebesi meydanında, gidiyordu oradan, birisi sûikasd hazırladı pâdişaha, Birinci Murad Hüdâvendigâr Hazretleri. Dedi, "İslâm olacağım, bana bir su verin" lütfen dedi. Pâdişah bizâtihî yaralı kâfire, düşmanına su veriyordu, pâdişaha ne yapdı, sûikasd yapdı ve pâdişahı şehîd etdi. O da akşamdan duâ etmişdi gece zâten, "Yâ Rabbi, ordumu muzaffer et, beni orduma kurbân et" demişdi. Duâ müstecâb olmuşdu. Geçiyoruz. 

Ve bu şekilde paraları dağıtdı bu zât-ı muhterem, dağıtdı, dağıtdı, dağıtdı, ve en nihâyetde bir Yahudiye yüz altın borcu kaldı, onun parasını almış, para kalmadı bitdi, tükendi. Gitdi Yahudinin kapısını çaldı. Yahudi kapıyı açıp, "Ne istiyorsun?" dedi. Dedi ki, "Seni filanca yerde soydular mı?". "Soydular". "Kaç paranı aldılar?". "Yüz altınımı aldılar" dedi. "Sen o eşkiyâyı tanır mısın?" dedi. "Tanımam" dedi, "bilmiyorum". "İşte o eşkiyâ benim" dedi. "Neee! Sen mi! Haydi karakola". "Ben karakola gitmek için gelmedim buraya, beni dinle bakayım şimdi. Ben sana geldim bu parayı ödeyeceğim" dedi. "Ben tövbe etdim Allah'a. Tövbe etdim Allah'a". Allah'a tövbe böyle olur.  

Her gece münâdî bağırıyor, duyduğun var mı? Uyumakdan gözlerimiz şişiyor. Resûlullah salllahu aleyhi vesellem, Allah'ın mahbûbu iken, ibâdet ve tâatdan mübârek ayakları şişmişdi. Bizim uyumakdan gözlerimiz şişiyor. Bu uyku sana fayda vermez birâder! Yakın bir zamanda bir uykuya dalacaksın, uzun bir uyku. Uzun bir uykuya yatacaksın yani yakın zamanda. O uyku gelmeden evvel pek fazla uyuma. Gece rabbine ibâdet et. İbâdet edenler kazandılar. Allah diyenler kazandılar. Gâfiller kaybetdiler. 

Ey âşık-ı sâdıkân! Rabbü'l-âlemîn'i gece ve gündüzde zikrediniz. Gece münâdî bağırıyor, diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim", "Bana tövbe eden yok mu ki, ben onun tövbesini kabûl edeyim". Ne istersen Cenâb-ı Hakk'dan. Câmiye geldin, câmiyi ararsan câmiyi bulursun, mihrâbı ararsan mihrâbı bulursun, imâmı ararsan imâmı bulursun, câminin sâhibini ararsan O'nu bulursun! Ona göre, gece pek fazla uyuma, gözlerine uyku pek fazla girmesin.

Beş vakit namâzını kıl, sakın ihmâl etme! İhmal ediyorsan yazık ediyorsun. Vallâhi yazık ediyorsun! İlk hesâb namazdandır yevm-i kıyâmetde, ilk hesâb namazdandır. Sakın namâzı terk edeyim deme mü'min!

Kardeşim! Ahbâbım! Evlâdım! Hemşerim! Akrânım! Kim varsa, size söylüyorum. Namazı sakın terketmeyiniz. Namaz kılınız ve cemaate gidiniz, câmiler bomboşdur. Yapmayın! Bunun sonu nihâyeti iyi olmayacak. Yapmayın! Ben çok şeyler söyledim sizlere, eğer duyanlar varsa duydular, görenler varsa gördüler. Yapmayın! O korkunç gün gelmeden namâzınızı kılınız. O gün ne bel bükülür, ne kafa secdeye iner, kazık gibi kalınır, teneşire yatırırlar adamı. O gün gelmeden evvel. Çoluk çocuğun senden korkar. O gün gelmeden evvel, Allah'a mahbûb ol, Allah'ı sev, Allah'a itâ'at et, Resûlullah'a itâ'at et. Senin dostun Allah ve Resûlüdür.

"Sana vermeye param yok benim" dedi, "fakat geldim bedenen çalışacağım, boğaz tokluğuna. İşin varsa, beni çalıştır. Yüz altınlık, kaç sene çalışacaksam çalışacağım" dedi, "çalıştır beni, hakkını ödeyeceğim senin, vereceğim hakkını. Seni râzı kılıncaya kadar. Çünkü benim sevgilim, benim gözümün nûru, Allah'ın sevgilisi, mahbûbu Muhammed Mustafâ öyle söyledi, 'Hasımlarınızı râzı kılmadan âhirete gitmeyiniz, yakalarınıza yapışırlar sonra mahkeme-i kübrâda'. 

Allah'ın kâdı olduğu gün, hiç bir yere kaçamazsın, bir tarafa. Dünyâ mahkemesini kandırabilirsin, dünyâ hâkimine yalan söyleyebilirsin. O günün mâliki ve meliki Allah'dır, O'na yalan olmaz. Hattâ senin anlaman için Allah Kur`ân'da şöyle ilân etmiş : "Biz o günde, elleri konuşdurur, ağızları mühürleriz, ayakları şâhid tutarız". Sana kitâbını sana okuturlar, kendi kitâbını. "اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا ikra' kitâbek kefâ bi nefsikel yevme 'aleyke hasîbâ". Okuduğum âyet, "الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el yevme nahtimü 'alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". O günde, ağızlar mühürlenir, eller konuşur, ayaklar şâhid olur. Kötülükden kaçınınız! Zerre kadar kötülükden kaçın, zerre kadar hayra koş. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet kıl. Unutma sözümü! Geçiyorum.

"Peki" dedi Yahudi. Ve geniş bir yar vardı, dedi ki, "Bu dağı bu yarın içerisine doldur, iki tarafı bir et, burayı düz bir tarla yap ki senin hakkın ödenmiş olsun bana. Bir koca dağ, tepe, cebel .Yani dağ dediğimiz Uludağ gibi değil, bir cebel. Karşı tarafda da bir dağ var. "İkisinin ortasını, bu dağı yıkarak oraya dolduracaksın, burayı düzelteceksin, burayı bir tarla yapacaksın, o vakit ben sana hakkımı helâl edeceğim". 

"Peki" dedi, sabahleyin çıkdı, Bismillâhirrahmânirrahîm. 

İyi dinle! İyi dinle! İyi dinle! Kulağını benden yana ver!

Aldı eline kazmayı, bakdı ki ne dağ oraya iner, ne ömür yetişir buna. Bârigâh-ı ehadiyyete elini açdı, "Yâ Rabbi, sen bana tâlib olmasaydın ben sana tâlib olamazdım. Sen bana hitâb etdin, 'ey göz sâhibi!' diye. Ben şakî bir insan idim, şekâvetle âlûde idim. Bana hitâb etdin, 'Ey bakan göz! Fenâlık yapmak için bakan göz! Seni gören var!' dedin. Şimdi ey gören! Gör benim hâlimi, ben âcizim işte her şeyi götürdüm yerli yerine verdim. Senin emrine, sana itâat etdim, senin resûlüne itâat etdim, O'nun dediği gibi yapdım. Fakat bu yüz altın kalmadı benim elimde. Bu benim kudretimin hâricinde bu dağ Yâ Rabbi". Elini açdı böyle hüsn-i niyyetle, gözyaşı dökerek. Dağ başladı sallanmaya. Kâdir ü Kayyûm Allah. Huuuup kaydı ve o ark doldu. Bir anda. 

"Efendi nasıl olur bu, akıl ermez?". Allah'ın işine akıl ermez zâten. Sen Allah'ın işini akılla ölçmeye mi kalkıyorsun. Akılla ölçülecek bir davâ mı o, bir katre menîden insan zuhûra gelsin de sonra Allah'a isyân etsin, Allah'a âsî olsun, Allah'ı inkâr etsin. Onu akıl ölçer mi acabâ? Bir katre menîden insan olacak, sonra hâlıkını inkâr edecek. Akıl bunu ölçer mi? Ölçmez. Bırak onu sen şimdi, o tarafını. Sen iyi tarafını al bu işin. Olur mu olma zmı diye şekk ü şübheye düşme de, Hakk'ın kâdir olduğunu düşün., daha güzel. 

Doldurdu, gitdi Yahudiye, dedi, "Al buyur, sözünde dur beni âzâd et, gideyim ben artık". "Ne oldu?". "Doldurdum". Güldü Yahudi, "Böyle şey olur mu?" dedi. "Nasıl olur?" dedi. "On senede olmaz o iş, yirmi senede olmaz". "Oldu" dedi, "gel bak istersen. Allahu Teâlâ bak ne yapdı". Geldi bakdı, hakîkaten öyle, şaşırdı adam. "Peki, gel buraya" dedi, "bizim ahdımız böyledir, ben sana yüz altın vereceğim şimdi, doldurduğun için burayı, borcunu bana öde" dedi, "çaldığını bana ver" dedi. "Peki". Bir torba verdi Hazret'e. Hazret açdı, bir iki üç dört, ..., doksan dokuz, yüz ve torbayı Yahudiye teslîm etdi, "buyrun" dedi, "tamam mı işimiz?". Oldu tamam. 

Gavur dedi ki, "Bana arz eyle islâmı" dedi, "Allah seni o şakâvetden kurtarıp bu saâdete erdirdi, ben de şakîydim şimdiye kadar Hakk'a. Hazret-i Muhammed'i, sallallahu aleyhi vesellem, Hazret-i Îsâ'yı ve İncil'i ve Kur`ân'ı kabûl etmez idim, şakî bir insan idim. Bana da Allah şimdi hitâb etdi, bana islâmı arz eyle". Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh.

"Sebebi ne?". "Vallâhi ve tallâhi ve billâhi, benim sana vermiş olduğum torbada, altın yokdu". "Ya ne vardı?". "Toprak doldurdum verdim. Çünkü ben okudum ki Tevrat'da", âlim adammış Yahudi, "Tevrat'da okudum ki ben" diyor, "bir adam hakkıyla tövbe ederse, hakkıyla tövbe ederse nedâmet ederse, Allah'a rücû ederse, onun tuttuğu toprak altın olur diyor" dedi, Allah bunu yapdı, bunu gördüm" dedi. "Sen hakkıyla tövbekâr oldun, Allah'a makbûl oldun, ben de Allah'a makbûl olayım. Ben de tövbe ediyorum" dedi, "küfre ve inâda ve inkâra". İslâm ile müşerref oldu. Allah ve Resûlüne itâat ederek merhamete lâyık oldular.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 22 Mayıs 1981 (18 Receb 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.


Listeye geri dön