26 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Allah bir kuluna tevfîk edecekse eğer, bazen böyle uyandırır. Fenâlığı âyet gelerek terkedersen bil ki melâikenin sana verdiği ilhâmıdır. Bak dikkat et ne konuşuyorum! Meselâ bir fenâlık yapacaksın, âyet aklına geldi yâhud hocanın söylediği söz aklına geldi, bu, melâikenin sana ilhâmıdır. Eğer "Yâ Selâm" ismiyle sana böyle bir ilhâm gelirse bil ki Hakk tarafındandır, Allahu Teâlâ hitâb etmişdir. Bunu da böyle bil. "Yâ Selâm" ismiyle gelir Cenâb-ı Hakk'ın hitâbı. "Yâ Selâm" ismi ondan sonra arkadan söylerler. Sessiz, sözsüz, cihetsiz olur bu iş, harfle, sadâyla, savtla değil.
Ve durdu ve adamlarına dedi ki, "Bırakın gitsin kervan. İlişmeyin sakın hâ!" dedi. Aşağı indi dedi ki, "Ben bu işden nedâmet etdim. Bu işin nihâyeti yokdur. Allah suçları ve günahları affeder, bugünden itibaren ben bu işi terkedeceğim. Size de tavsiyem benim şudur ki, bugüne kadar biz bu fısk u fucûrda bulunduk, bu işi terkedelim" dedi arkadaşlarına. Nasîhat etdi onlara. Onlar, "Peki" dediler filan, kendisinden ayrıldılar. Bu zât eline aldı adresleri, gidiyor birer birer kimleri soyduysa, kapısını çalıyor, birisi çıkıyor, diyor ki, "Seni filanca yerde soydular mı?", "Soydular". "Ne kadar paranı aldılar?". Zâten yazılı. "Şu kadar paramı aldılar". "Sen o adamı tanıyor musun?". "Tanımıyorum". "İşte o adam benim. Hakkını bana helâl et. Buyur sana hakkını" diyor veriyor parayı bu şekilde..
Hak böyle kazâ olunur. Şimdi onu da söyleyelim. Kıssadan hisse alalım. Hak böyle kazâ olur. Onun malını çalmışsın, ötekinin malını dolandırmışsın, sonra "Yâ Rabbi tövbe estağfirullah, bir daha yapmam". Olmaz! Hak yerine götürülüp verilecek, kazâ edilecek. Kimin aleyhinde bulunduysan, o zâta gideceksin diyeceksin ki, "Ben senin aleyhinde konuşdum, bana hakkını helâl et. Yalvarırım sana, ricâ ediyorum" diyeceksin. İftirâ ediyorsan eğer, iftirâ ediyorsan, iftirâ etmişsen bir cemiyyetde, o cemiyyetde bulunan halka hitâb edeceksin, "Ben filanca hakkında böyle söylemişdim, iftirâ etdim o adama, ben yalancıyım. O adam bu günahdan berîdir" diyeceksin. Ondan sonra Allah'a tövbe edeceksin. Yoksa ve illâ böyle onu sen dolandır, vur, kır, parasını çal, sonra "Estağfirullahe'l-azîm ve etûbu ileyh, ben tövbe etdim Yâ Rabbi" dersen, ı ıh, iş biraz güçdür. Çünkü bunu Fahr-i Risâlet göstermiş fakat vakit dar olduğu için kıssayı anlatamayacağım, olan hâdisâtı. Geçiyorum. Bilenler biliyorlar. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem talîm buyurmuşdur. Peygamberken, rahmeten-lil-âlemîn iken, sâhib-i Kur`ân iken, sâhib-i mucizât iken, sâhib-i mi'râc iken, Allah'ın mahbûbu iken, bunu talîm buyurmuşdur. "Kimden aldımsa, gelsin benden alsın. Kime vurdumsa, işte Muhammed burada", sallallahu aleyhi vesellem, "duruyorum, gelsin bana vursun" demişdir Peygamberimiz. Onun için günahlar böyle kazâ edilecek yani hak sâhiblerine hakları verilecek.
Amân kaçınınız! İnsan hakkından kaçınınız! Amân kâfir hakkından kaçınınız ve firâr ediniz! Amân hayvan hakkında firâr edin ve kaçınınız! İslâmınki filan âhiretde belki muvâzenesi, muhâkemesi olur, yerli yerine gelir ama kâfir hakkı hiç ödenmez. Onun için âbâ u ecdâdımız, kâfirlere reâyâ demişler. Reâyâ demek, hakkına dikkatle riâyet edilen kimse demekdir. O düşman, muhârebe, devlet harb ilân eder, muhârebe meydanında dövüşürsün. Dövüşürsün, kâfiri vurursun, vurdukdan sonra yaralıya ikinci kurşunu atamazsın. O yaralı derse ki sana, "Şu yaramı sar benim" diye, kâfirin kolundaki yarayı sararsın. Müslümansın sen çünkü. Su isterse suyunu verirsin. Ekmeğini verirsin, vurduğun, yaraladığın kâfire. Çünkü teslîm oldu artık, tamam. Yani gavurdur diye öldüremezsin, malını da kıramazsın, alamazsın. Muhârebe meydanında dahi. Yaralandı mı, bitdi. Teslîm oldu mu, tamam, o kadar. Allah'ın emri böyledir, isteyen yapar, isteyen yapmaz. Yapan mükâfâta nâil olur, yapmayan hatâ etmiş olur, Allah'a âsî olmuş olur.
İşitmedin mi ceddin, Sultan Murad, Kosova Muhârebesi meydanında, gidiyordu oradan, birisi sûikasd hazırladı pâdişaha, Birinci Murad Hüdâvendigâr Hazretleri. Dedi, "İslâm olacağım, bana bir su verin" lütfen dedi. Pâdişah bizâtihî yaralı kâfire, düşmanına su veriyordu, pâdişaha ne yapdı, sûikasd yapdı ve pâdişahı şehîd etdi. O da akşamdan duâ etmişdi gece zâten, "Yâ Rabbi, ordumu muzaffer et, beni orduma kurbân et" demişdi. Duâ müstecâb olmuşdu. Geçiyoruz.
Ve bu şekilde paraları dağıtdı bu zât-ı muhterem, dağıtdı, dağıtdı, dağıtdı, ve en nihâyetde bir Yahudiye yüz altın borcu kaldı, onun parasını almış, para kalmadı bitdi, tükendi. Gitdi Yahudinin kapısını çaldı. Yahudi kapıyı açıp, "Ne istiyorsun?" dedi. Dedi ki, "Seni filanca yerde soydular mı?". "Soydular". "Kaç paranı aldılar?". "Yüz altınımı aldılar" dedi. "Sen o eşkiyâyı tanır mısın?" dedi. "Tanımam" dedi, "bilmiyorum". "İşte o eşkiyâ benim" dedi. "Neee! Sen mi! Haydi karakola". "Ben karakola gitmek için gelmedim buraya, beni dinle bakayım şimdi. Ben sana geldim bu parayı ödeyeceğim" dedi. "Ben tövbe etdim Allah'a. Tövbe etdim Allah'a". Allah'a tövbe böyle olur.
Her gece münâdî bağırıyor, duyduğun var mı? Uyumakdan gözlerimiz şişiyor. Resûlullah salllahu aleyhi vesellem, Allah'ın mahbûbu iken, ibâdet ve tâatdan mübârek ayakları şişmişdi. Bizim uyumakdan gözlerimiz şişiyor. Bu uyku sana fayda vermez birâder! Yakın bir zamanda bir uykuya dalacaksın, uzun bir uyku. Uzun bir uykuya yatacaksın yani yakın zamanda. O uyku gelmeden evvel pek fazla uyuma. Gece rabbine ibâdet et. İbâdet edenler kazandılar. Allah diyenler kazandılar. Gâfiller kaybetdiler.
Ey âşık-ı sâdıkân! Rabbü'l-âlemîn'i gece ve gündüzde zikrediniz. Gece münâdî bağırıyor, diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Benden isteyen yok mu, istediğini vereyim", "Bana tövbe eden yok mu ki, ben onun tövbesini kabûl edeyim". Ne istersen Cenâb-ı Hakk'dan. Câmiye geldin, câmiyi ararsan câmiyi bulursun, mihrâbı ararsan mihrâbı bulursun, imâmı ararsan imâmı bulursun, câminin sâhibini ararsan O'nu bulursun! Ona göre, gece pek fazla uyuma, gözlerine uyku pek fazla girmesin.
Beş vakit namâzını kıl, sakın ihmâl etme! İhmal ediyorsan yazık ediyorsun. Vallâhi yazık ediyorsun! İlk hesâb namazdandır yevm-i kıyâmetde, ilk hesâb namazdandır. Sakın namâzı terk edeyim deme mü'min!
Kardeşim! Ahbâbım! Evlâdım! Hemşerim! Akrânım! Kim varsa, size söylüyorum. Namazı sakın terketmeyiniz. Namaz kılınız ve cemaate gidiniz, câmiler bomboşdur. Yapmayın! Bunun sonu nihâyeti iyi olmayacak. Yapmayın! Ben çok şeyler söyledim sizlere, eğer duyanlar varsa duydular, görenler varsa gördüler. Yapmayın! O korkunç gün gelmeden namâzınızı kılınız. O gün ne bel bükülür, ne kafa secdeye iner, kazık gibi kalınır, teneşire yatırırlar adamı. O gün gelmeden evvel. Çoluk çocuğun senden korkar. O gün gelmeden evvel, Allah'a mahbûb ol, Allah'ı sev, Allah'a itâ'at et, Resûlullah'a itâ'at et. Senin dostun Allah ve Resûlüdür.
"Sana vermeye param yok benim" dedi, "fakat geldim bedenen çalışacağım, boğaz tokluğuna. İşin varsa, beni çalıştır. Yüz altınlık, kaç sene çalışacaksam çalışacağım" dedi, "çalıştır beni, hakkını ödeyeceğim senin, vereceğim hakkını. Seni râzı kılıncaya kadar. Çünkü benim sevgilim, benim gözümün nûru, Allah'ın sevgilisi, mahbûbu Muhammed Mustafâ öyle söyledi, 'Hasımlarınızı râzı kılmadan âhirete gitmeyiniz, yakalarınıza yapışırlar sonra mahkeme-i kübrâda'.
Allah'ın kâdı olduğu gün, hiç bir yere kaçamazsın, bir tarafa. Dünyâ mahkemesini kandırabilirsin, dünyâ hâkimine yalan söyleyebilirsin. O günün mâliki ve meliki Allah'dır, O'na yalan olmaz. Hattâ senin anlaman için Allah Kur`ân'da şöyle ilân etmiş : "Biz o günde, elleri konuşdurur, ağızları mühürleriz, ayakları şâhid tutarız". Sana kitâbını sana okuturlar, kendi kitâbını. "اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا ikra' kitâbek kefâ bi nefsikel yevme 'aleyke hasîbâ". Okuduğum âyet, "الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el yevme nahtimü 'alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". O günde, ağızlar mühürlenir, eller konuşur, ayaklar şâhid olur. Kötülükden kaçınınız! Zerre kadar kötülükden kaçın, zerre kadar hayra koş. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet kıl. Unutma sözümü! Geçiyorum.
"Peki" dedi Yahudi. Ve geniş bir yar vardı, dedi ki, "Bu dağı bu yarın içerisine doldur, iki tarafı bir et, burayı düz bir tarla yap ki senin hakkın ödenmiş olsun bana. Bir koca dağ, tepe, cebel .Yani dağ dediğimiz Uludağ gibi değil, bir cebel. Karşı tarafda da bir dağ var. "İkisinin ortasını, bu dağı yıkarak oraya dolduracaksın, burayı düzelteceksin, burayı bir tarla yapacaksın, o vakit ben sana hakkımı helâl edeceğim".
"Peki" dedi, sabahleyin çıkdı, Bismillâhirrahmânirrahîm.
İyi dinle! İyi dinle! İyi dinle! Kulağını benden yana ver!
Aldı eline kazmayı, bakdı ki ne dağ oraya iner, ne ömür yetişir buna. Bârigâh-ı ehadiyyete elini açdı, "Yâ Rabbi, sen bana tâlib olmasaydın ben sana tâlib olamazdım. Sen bana hitâb etdin, 'ey göz sâhibi!' diye. Ben şakî bir insan idim, şekâvetle âlûde idim. Bana hitâb etdin, 'Ey bakan göz! Fenâlık yapmak için bakan göz! Seni gören var!' dedin. Şimdi ey gören! Gör benim hâlimi, ben âcizim işte her şeyi götürdüm yerli yerine verdim. Senin emrine, sana itâat etdim, senin resûlüne itâat etdim, O'nun dediği gibi yapdım. Fakat bu yüz altın kalmadı benim elimde. Bu benim kudretimin hâricinde bu dağ Yâ Rabbi". Elini açdı böyle hüsn-i niyyetle, gözyaşı dökerek. Dağ başladı sallanmaya. Kâdir ü Kayyûm Allah. Huuuup kaydı ve o ark doldu. Bir anda.
"Efendi nasıl olur bu, akıl ermez?". Allah'ın işine akıl ermez zâten. Sen Allah'ın işini akılla ölçmeye mi kalkıyorsun. Akılla ölçülecek bir davâ mı o, bir katre menîden insan zuhûra gelsin de sonra Allah'a isyân etsin, Allah'a âsî olsun, Allah'ı inkâr etsin. Onu akıl ölçer mi acabâ? Bir katre menîden insan olacak, sonra hâlıkını inkâr edecek. Akıl bunu ölçer mi? Ölçmez. Bırak onu sen şimdi, o tarafını. Sen iyi tarafını al bu işin. Olur mu olma zmı diye şekk ü şübheye düşme de, Hakk'ın kâdir olduğunu düşün., daha güzel.
Doldurdu, gitdi Yahudiye, dedi, "Al buyur, sözünde dur beni âzâd et, gideyim ben artık". "Ne oldu?". "Doldurdum". Güldü Yahudi, "Böyle şey olur mu?" dedi. "Nasıl olur?" dedi. "On senede olmaz o iş, yirmi senede olmaz". "Oldu" dedi, "gel bak istersen. Allahu Teâlâ bak ne yapdı". Geldi bakdı, hakîkaten öyle, şaşırdı adam. "Peki, gel buraya" dedi, "bizim ahdımız böyledir, ben sana yüz altın vereceğim şimdi, doldurduğun için burayı, borcunu bana öde" dedi, "çaldığını bana ver" dedi. "Peki". Bir torba verdi Hazret'e. Hazret açdı, bir iki üç dört, ..., doksan dokuz, yüz ve torbayı Yahudiye teslîm etdi, "buyrun" dedi, "tamam mı işimiz?". Oldu tamam.
Gavur dedi ki, "Bana arz eyle islâmı" dedi, "Allah seni o şakâvetden kurtarıp bu saâdete erdirdi, ben de şakîydim şimdiye kadar Hakk'a. Hazret-i Muhammed'i, sallallahu aleyhi vesellem, Hazret-i Îsâ'yı ve İncil'i ve Kur`ân'ı kabûl etmez idim, şakî bir insan idim. Bana da Allah şimdi hitâb etdi, bana islâmı arz eyle". Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh.
"Sebebi ne?". "Vallâhi ve tallâhi ve billâhi, benim sana vermiş olduğum torbada, altın yokdu". "Ya ne vardı?". "Toprak doldurdum verdim. Çünkü ben okudum ki Tevrat'da", âlim adammış Yahudi, "Tevrat'da okudum ki ben" diyor, "bir adam hakkıyla tövbe ederse, hakkıyla tövbe ederse nedâmet ederse, Allah'a rücû ederse, onun tuttuğu toprak altın olur diyor" dedi, Allah bunu yapdı, bunu gördüm" dedi. "Sen hakkıyla tövbekâr oldun, Allah'a makbûl oldun, ben de Allah'a makbûl olayım. Ben de tövbe ediyorum" dedi, "küfre ve inâda ve inkâra". İslâm ile müşerref oldu. Allah ve Resûlüne itâat ederek merhamete lâyık oldular.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 22 Mayıs 1981 (18 Receb 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.