2 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Kâlallahu Azze ve Cell
Esteîzübillah
Sadakallahü'l-'Azîm
Allah'ın vahdâniyyetine ve birliğine inanan ve Rabbü'l-âlemîn'i lisân ile ikrâr, kalbiyle tasdîk eden, kıyâmet gününe inanan, bu kısa hayâtın hesâbını Allah'a vermeyi kabûl eyleyen, Hakk'ın cennetine râgıb, cemâline âşık, rızâsına tâlib olanlar!
Allahu Teâlâ bizlere, zât-ı ulûhiyyetine itâati emreylemekde. Âdem'in şerefiyyeti, insanlığın şerefiyyeti, Allahu Teâlâ Hazretlerine itâat etmekledir. Allah'a âsî olan İblis'dir, Şeytan'dır. Kim ki Allah'a âsî olur, o kimse Şeytan'a tâbi olur. Kim ki Allah'a itâat eder, o kimse Resûlullah'a tâbi olur. Hattâ Cenâb-ı Hakk Şeytan'a tâbi olanları, Şeytan'a taabbüd etmekle, Kur`ân-ı Kerîminde haber vermekde. Yani Şeytan'a ibâdet etmekle. Şeytan'a tâbi olanların, Şeytan'a ibâdet etdiklerini Allah Kur`ân'da ilân etmekdedir. Onun için, "اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ, e lem a'hed ileyküm yâ benî âdeme en lâ ta'büdü'ş-şeytân, innehû leküm adüvvün mübîn, sizinle biz ahd etmedik mi ey âdemoğulları, ona tâbi olmayacakdınız, ona taabbüd etmeyecekdiniz, sizin için o apâşikâr bir düşman idi". Fakat bu hitâb bize hitâb edildiği vakitde, iş işden geçmiş olacak.
Cenâb-ı Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri, Âdem'i yani Âdem aleyhisselâmı, ceddimizi, babamızı, toprakdan halk etmişdir. Ve etmeden evvel de meleklerine, "Kürre-i arda bir halîfe halk edeceğim" buyurmuş. Melekler, "Yâ Rabbi, biz seni tesbîh ve takdîs ederiz, sana ibâdet kılarız, korkarız ki o yarattığın mahlûk, Âdem, sana âsî ola" demişler idi. Ve Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri kudret eliyle Âdem'in hamurunu yoğurdu. Kırk sene cennetin kapısında Âdem aleyhisselâmın hamuru rûhsuz olarak yatdı. Üzerine otuz dokuz sene keder, hüzün, mahzûniyyet yağmuru yağdı. Bir sene sürûr yağmuru yağdı. Bunun manâsı, bu âleme gelen âdemoğulları, kırk sene yaşasalar, otuz dokuz senesi hayatları, keder ve elemlerle geçeceğine işâret vardır. Ancak bir senesi sürûr olabilirdi.
Hattâ Esedullahi'l-Gâlib Ali ibn Ebî Tâlib Hazretleri şöyle bir hesap gösteriyor bize. Bir insan yetmiş sene yaşasa, otuz beş senesi onun uykuyla geçmiş demekdir. On yedi senesi, gençlik ve çocukluk çağıdır. On yedi senesi, askerliği, hastalığı, ölümler, gördüğü meşakkatler, tahsîl meşakkati. Velhâsıl yetmiş sene yaşayan bir adam, dünya yüzünde bir sene dahi şöyle bir ooh diyemez. Yani bu mülkün, bu fânî mülkün, bekâsı olmadığı gibi, insanlara vefâsı da yokdur. Ancak vefâ ve saâdet ve selâmet, Allah'a itâatladır. Her kim ki Allah'a itâat eder, Allah da ona itâat eder. Yani istediğini Allah'dan alabilir.
Her kim ki Allah'ı zikreyler, Allah onu zikreder. Bir adam, kıyâmen Allah'ı zikreylese, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, yarın yevm-i kıyâmetde kabirler eşilip insanlar kabirlerinden kalkdığı vakitde, ki ilkbaharı görmedin mi, işte sana kıyâmet gününe, ölülerin dirilmesine bir misâl, o vakit Cenâb-ı Hakk o kulu zikreder. Yani affıyla muâmele eder, ona cennetden buraklar gönderir ve kulluğunun mükâfâtını görür. Çünkü ömür sermâyesini isyânda, fıskda, fücûrda, kötülükde yememiş, hakkıyla kulluk etmişdir o. Evvelâ îmâna sâhib olmuş. Sonra kalbine Allah aşkını, Allah muhabbetini, Resûlullah muhabbetini koymuşdur. Sonra Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ve tâatda zevk ve lezzet bulmuşdur. Mükâfâtı böylece karşılanır.
Bir adam Cenâb-ı hakk'ı oturarak zikreylerse, kıyâmet gününde, cümle enbiyâ aleyhimüsselâm, o günün şiddet ve dehşetiyle dizlerinin bağları sökülecek ve diz çökeceklerdir. Cümle enbiyâ. Herkes kendi derdine düşecek, "Nefsî, nefsî, nefsî" diyecek. Hattâ hadîs-i şerîfde şöyle gelmiş. Sallallahu aleyhi vesellem Mirâc'a gitdiği vakitde, Cenâb-ı Hakk ne olmuş ve ne olacaksa Peygamber'e göstermişdir, sallallahu aleyhi veselleme. Diğer peygamberler görmediği için bu hâdisâtı, onlar, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden korkacaklar, kendi canlarının derdine düşecekdir. Peygamberimize şefâat-i kübrâ verildiği için, olacak hâdisâtın kâffesini Allah peygamberine göstermişdir Mirâc'da. Mirâc'ın bir sırrı da budur. Min kıbeli'r-Rahmân beşere hitâb edilecek, diyecekler ki, "Ey insanoğulları, gidiniz babanız olan Âdem aleyhisselâma, mürâcaat ediniz".
Ne istiyorlar biliyor musunuz efendiler? Mahkeme-i Kübrâ'nın kurulmasını, hesâbı ve kitâbın okunmasını arzu ediyorlar. Çünkü mahşer gününde beyinler kafatası içinde kaynayacak. Peygamberimizin söylediği gibi, elli bin sene mahşerde kıyâm üzere durulacakdır. Ancak herkes güneşin şiddeti ve dehşeti altında kendi kusûru kadar terlere gömülecek, ancak arşın gölgesinde gölgelenecek olan, Allah ve Muhammed diyendir. Âdil hükümdarlar, âdil kâdılar, hâkimler yani yargıçlar, âdil olanlar, sonra Allah rızâsı için müezzinlik yapanlar, ulemâ-i âmilîn, Allah Resûlünü sevenler. Çünkü kim kimi severse, onunla beraber olacak mahşer gününde. Kim kimi severse. İyileri seversen iyilerle beraber olacaksın. Kötüleri seversen kötülerle beraber olacaksın.
Beşer gider Âdem aleyhisselâma Mahkeme-i Kübrâ'nın kurulmasını söyler. Hattâ gene Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuş, Receb ve Şabân-ı Şerîfin fazîleti hakkında, "o günde herkes açdır ve susuzdur, Şabân ve Receb ve Ramazan-ı Şerîf'de oruç tutanlar o günde müstesnâdır, Allah'ın sofrasındadır onlar". Hattâ Cenâb-ı Hakk, "Dünyâdayken benim rızâm için yemediniz, içmediniz, buyrun soframa" diyecek, davet edecekdir. Onun için bugünleri fevt etme, ömrünü bedâvaya sarfetme. Receb Allah'ın ayı, Şabân Resûlullah'ın ayıdır, Ramazan da bizim ayımızdır. Her kim ki Receb ayında tövbe eder, ibâdet tohumunu eker, Şabân'da gözyaşıyla sular, Ramazan'da onun semeresine, meyvasına sâhib olur.
Onun için gününüzü, vaktinizi boş geçirmeyiniz. Hiç kimse bulunduğu mevkiye güvenmesin. Akşam zelîl olan sabah azîz, akşam azîz olan sabah zelîl olur. Dayandığın duvarlar yıkılır. "Gencim, gençliğim var" deme, görüyorsun ya sakatât dükkanlarında ekseriya genç başları görülür, genç hayvan başı görülür. Meyvalar da olmadan düşer. Onun için hemen ibâdet ve tâata sarılmak lâzım. Ve Allah'a itâat edersen bu işi kurtaracaksın ve Resûlullah'ın kurbiyyetinde olacaksın. Ve Cenâb-ı Peygamber'in mübârek ellerinden Âb-ı Kevser'den içeceksin.
Mahşerdeki bulunan halk, Hazret-i Âdem'e giderler. "Babamızsın, safiyysin, alleme'l-esmâya mâliksin, bize şefâat et, Mahkeme-i Kübrâ kurulsun". Hazret-i Âdem aleyhisselâm der ki, "Evladlarım, evlâdımsınız ama bugün benim ne olacağım malûm değil. Ben Allah'ın men etdiği meyvadan yedim, benden zelle sâdır oldu. Rabbime yüzüm yok" der, "Siz Nûh Peygamber'e gidin" der.
Mahşer ehli Nûh Peygamber'e mürâcaat ederler. Nûh aleyhisselâm der ki, "Ben kâfir oğlumu kurtarmaya kalkdım, Hakk'a karşı yüzüm yokdur". Malûm ya, dünyâ yüzünde bir tâne kâfir kalmasın diye bedduâ etdiği hâlde Hazret-i Nûh aleyhisselâm. Ki çok mühim, o peygamber-i zîşânı döverlerdi kavmi ve ciğerleri yara olmuşdu. Bin sene peygamberliği var, dokuz yüz elli sene yalnız teblîgât-ı şer'iyye yapdı, elli yaşından itibaren. Îmân etmedi kavmi, hiç birisi. Pek cüz'î kimseler îmân etdi Hazret-i Nûh aleyhisselâma. Hattâ kendi evlâdı bile. Ve babalık şefkatiyle gemiye çocuğunu çağırdı, kâfir olan evlâdını. Hattâ sebebi de şu oldu bedduâsının. Bir yaşlı adam, genç bir çocuğu getirdi huzûr-ı Nûh'a. Dedi ki, "Evlâdım, benim rızâmı almak istiyor musun?". "İsterim dede" dedi. "Şu adamın kafasına sopayla vur" dedi. O delikanlı olanca kuvvetiyle Hazret-i Nûh'un kafasına şiddetli bir asâ ile vurup peygamberin kafasını yardı. Ve peygamber Hazret-i Nûh aleyhisselâm, bu asâyı yediği vakitde, mübârek kanı damladı göğsüne, sakallarından aşağı, dedi, "Yâ Rabbi, bu kavme beni irsâl eyledin, gönderdin peygamber olarak, bunlar bana îmân edecekler mi? Senin vahdâniyyetini kabûl edecekler mi?". Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, ilm-i ledünden, "Yâ Nûh, onlar îmân etmezler". Onun üzerine gene buyurdu şefkatle, peygamber çünkü, "Bellerinden gelecek tohumlarından da sana îmân edecek yok mu Yâ Rabbi?". Hakk Sübhânehû ve Teâlâ gene ilm-i ledünden haber verdi, "Îmân etmezler Yâ Nûh". Onun üzerine Cenâb-ı Nûh aleyhisselâm, "Dünyâ yüzünde bir tâne kâfir bırakma Yâ Rabbi" diye bedduâ etdi. Duâ kabûl oldu. Allah dedi ki duâdan sonra, "Artık teblîgât-ı şer'iyye yapma, onları hakka çağırma. Gemi yap". İşte Nûh aleyhisselâm gemiyi inşâ eyledi. Gene kâfirler gelip Hazret-i Nûh'a, taş atarlar ve söz atarlardı. Derlerdi ki, "Peygamberliği bırakdın, marangozluğa mı başladın?" derlerdi. Gemi tamâm oldu. Allah vahy eyledi mahlûkât-ı ilâhiyyeye, her mahlûkdan birer çift gemiye geldiler. Nasıl Allah arıya ilhâm ediyor, bal yapdırıyor, bütün mahlûkât-ı ilâhiyye, zerreden kubbeye kadar hepsi yed-i kudretdedir. Allah ilhâm etdi hayvanlara, hayvanlar birer çift olarak gemiye geldiler. Ve yağmur başladı semâdan. Korkunç! Sanki bütün semâvâta bütün denizler çekilmişdi, ummanlar, oradan dökülüyordu sular. Kavmi başladılar Nûh aleyhisselâmın gemisinin etrâfında dolaşmaya, fakat gemiye binemiyorlardı. Oğlunu gördü kâfirler içerisinde. Üç oğlu kendine îmân etmiş, bir tânesi etmemişdi. Ona dedi, "Oğlum, gel gemiye bin, kurtar kendini" dedi. O dedi ki, "Baba ben gemiye binmeyeceğim, büyük dağlar var, onlara çıkar kendimi kurtarırım" dedi. Bilmiyordu ki dağlardan su patlayacak. Gökden su indiği gibi, dağlardan su patladı yukarıdan aşağı. Evvelâ anneler babalar...Dikkat buyurun, çok incelik var konuşacağım sözde. Evvelâ anneler babalar, çocuklarını aldılar ellerine, boğulmasın diye yukarı doğru kaldırdılar. Fakat su boyu aşınca, bu sefer çocuklarını ayak altına basıp üstüne çıkdılar ki sudan kurtulalım diye. Herkes evladlarını boğdu yani. Sonra Allah buyurdu ki, "نَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ innehû leyse min ehlik, innehû amelün gayru sâlih". Çocuğun, evladın senin evladın değil, senin sulbünden gelen evladın değil, senin yolundan gelen evladındır. Ve hepsi helâk oldular.
Onun için Hazret-i Nûh diyor ki şimdi ehl-i mahşere, "Benim yüzüm yok Cenâb-ı Hakk'a, Mahkeme-i Kübrâ'nın kurulması için ricâ edeyim, niyâz edeyim". Neden? "Bütün kâfirlerin helâki için duâ etdim, kendi kâfir evlâdımı babalık şefkatiyle kurtarmaya kalkdım. Bu bir zelleydi Hakk'a karşı. Onun için bırakın beni, siz gidin Hazret-i İbrâhim aleyhisselâma". Ehl-i mahşer İbrâhim aleyhisselâma varırlar, İbrâhim Peygamber der ki, "Bugün yanıma sokulmayın, gelmeyiniz". Derler ki, "Sen bizim babamızsın Yâ İbrâhim, Allah'ın sevgilisisin, halîlisin". "Öyle ama benden de zelle sâdır oldu. Bu iş Hazret-i Mûsâ'nın hakkıdır, ona gidin" der. "Mûsâ kelîmdir ona varın". Hazret-i Mûsâ aleyhisselâma giderler, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm titremekdedir. Koskoca bir peygamber! Cümlesi ulü'l-azm peygamber bunların. Ki İbrâhim cümle insanların ikinci babasıdır. "مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ millete ebîküm ibrâhîm", Kur`ân-ı Kerîm'de Allah'ın haber verdiğine göre. Mûsâ Peygamber der ki, "Bana gelmeyin. Bu benim hakkım değil. Zîrâ ben ne yapdım, bir kimseyi kazârâ katletdim. Zelle sâdır oldu benden de. Siz gidiniz Hazret-i Îsâ aleyhisselâma. O rûhullahdır". Ehl-i mahşer Hazret-i Îsâ aleyhisselâma mürâcaat ederler.
Fakat bu konuşduğum şey, böyle câmide oturur gibi mürâcaat değil. Az evvel bahsetdiğim gibi, gözler yerlerinden uğramış, kafataslarında beyinler kaynamışdır. Kimi göbeğine kadar, kimi boynuna kadar, kimi boğazına kadar terler içine gömülmüşdür. Herkes muntazırdır, Allahu Teâlâ Hazretlerinin hesâbı görmesine, onu beklemekdeler. Yalnız a'mâl-i sâliha erbâbı, söylediğim gibi âdil kumandanlar, âdil hükümdarlar, âdil hâkimler ve yargıçlar, şehîdler, sâlihler, enbiyâ, onlar, arşın gölgesindedirler. Bir de Allah rızâsı için müezzinlik yapanlar.
Şunu da söylemeden geçmeyelim. Hazret-i Ömer ibn Hattâb diyor ki, "bana hilâfet teveccüh etmseydi, ben halîfe olmasaydım, müezzin olurdum" diyor. O kadar sevâbı büyük. Hatta bu Cuma günü arş-ı a'lâ altında, yani Sidretü'l-Müntehâ'da Beytü'l-Mamûr'da ezan okunur. Melekler de Cuma namazı kılarlar. Cebrâil aleyhisselâm ezan okur. Ezan okuyan müezzinlere sevâbını bağışlar. Mikâil aleyhisselâm mihrâba geçer, namaz kıldırır, namaz kıldıran imamlara Mikâil aleyhisselâm kıldırmış olduğu namazın sevâbını bağışlar. Hazret-i Azrâil aleyhisselâm kâmet eder, kâmet eden mü'minlere Azrâil aleyhisselâm yapmış olduğu kâmetin sevâbını bağışlar. Diğer melekler de Cuma namazı kılan Ümmet-i Muhammed'e sevâbını bağışlarlar. Cuma namazını fazîleti ve sevâbı. Sakın terkedeyim deme! Öyle bazı beyinsizler var fî zamâninâ, "Cuma namazı câiz değilmiş bilmem ne" filan. Bunların hepsi Şeytan'ın verdiği dedikodudur. Sen Allah yolunda bulun, Allah de, mahrûm olmayacaksın.
Hazret-i Îsâ'ya giderler, Îsâ Peygamber der ki, "Aman! Bugün bana gelmeyin. Ben nefsimin derdine düşdüm. Çünkü benim kavmim beni Allah ittihâz etdiler, Allah'a beni şerik koşdular. Hiç yüzüm yok" der. "Bu hak Hazret-i Muhammed Mustafâ'nındır. O nûru evveldir, ba'sı sonradır. Cümle mahlûkâtın sebebidir. Beşer Hazret-i Peygamber'e varır. Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Evet, bu şefâat bana verilmişdir" der, gider Cenâb-ı Hakk'ın arşı önünde secde eder. Cenâb-ı Hakk emr ü fermân buyurur, "irfa' re'sek yâ Muhammed, başını secdeden kaldır, duân müstecâbdır, şefâatin kabûldür. Ne istiyorsun?". "Hesâb Yâ Rabbi, hesâbı gör, ümmetimi bana bağışla. Fâtıma'mı, Hasan'ımı, Hüseyn'imi, Kâsım'ımı, İbrâhim'imi, Rukiyye'mi, Ümmü Gülsüm'ümü al, onları nâra koy, beni de nâra koy, ille ümmetime necât isterim" der. Ve şefâat-i kübrâ Resûlullah'a verilir. Ve Ümmet-i Muhammed, feyz ü berekât-ı Muhammed'le, şefâat-i Resûlullah ile, cennât-ı âliyât yolunu tutar.
Hesâbları görülür. Ve kısa bir süre sürer. Kâfir için uzun bir hesâbdır, mü'min için kısa bir ândır. Bir hayvan sağacak kadardır hesâb. Onu da söyleyeyim size. O şiddetli günün şiddeti kâfirler içindir. Mü'minler için değildir. "E nasıl olur bu?" dersen, gâyetle basit söyleyivereyim ben sana, misâlini vereyim de îmânın kemâle ere. Bir adam kiracıysa, hemen aybaşı gelir. Ev sâhibiyse, ay başı uzar. Ev sâhibi, "Ne kadar uzadı bu ay" diyor. Öteki, "Ne çabuk geldi" der. Kâfir için şiddetlidir, mü'min için kolaylıkdır. Acaba anlatabildim mi? Onun için bu zamanlar, mekânlar, îzâfîdir. Sana uzun gelen bana kısa gelir. Meselâ hasta bir adamı bir odaya koyun, diğer odaya da bir sevgili yani yeni evlenmişler, sevgilisiyle evlenmiş, onu da bir odaya koyun, her ikisini de sekiz saat odada bırakın, çıkarın. Hasta diyecek ki, "Seksen sene yatdım yâhu sabah olmadı" diyecek, sevgililere soracaksın, "Yâhu ne vakit sabah oldu" diyecek. Onun için mahşer gününde de böyle olacakdır yani. Ehl-i îmân, ehl-i saâdet, Allah'a mutî olanlar, Allah'a itâat edenler, onlar boş kalmayacaklar, yapdıkları ibâdet ve tâat boşa gitmeyecekdir. Mutlakâ mükâfâtlarını görecekler ve bulacaklardır. Çünkü Allah indinde, zerre kadar günah da, zerre kadar sevâb da zâyi olmaz. "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ fe men ya'mel miskâle zerretin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerah" . Zerre kadar şer ve zerre kadar hayır, ind-i ilâhîde mahfûzdur. Hemen tövbe istiğfâr eyle ki, şerlerin siline, hayrâtın bâkî kala. Hayrât tohumunu ekmişsin, Hakk korkusuyla, Hakk aşkıyla ağla ki o tohum bitsin, sana meyva versin. Ama günah tohumu ekdinse hemen istiğfâr eyle, hemen Allah'a rücû eyle. Allah'a rücû eyle ve o tohumu öldür. Meyvasını görmeyesin. Geçiyoruz.
Allah'ı yan üstünde zikredenlere gelince. Yarınki günde bizleri âhiretin ilk istasyonu, ilk durağı, dünyanın son durağı olan kabre götürecekler. Hepimiz için mevûd. Çocuklar, kardeşler, ahbâb u yârân, hemşehrilerim, ey dîni bütün mü'min, ey Allah'ı seven âşık! Hepimiz için mevûd. Kurtuluş yokdur. Bundan kurtuluş yok. Zâten bir adam ölümü unuttu mu, Allah'ı unuttu mu, o adam hiç bir hayra yaramaz. Bitmişdir onun işi. O ancak yer, içer, nefs-i emmâresinin zevkini yerine getirerek dünyâda bir müddet böylece durur. Ondan sonra âkıbet, helâk olur gider. Allah muhâfaza buyursun. Ölür de kurtulur değil! Çünkü zamanımızda bir takım insanlar var, bu fikre zâhib olmuşlar, "Öldü kurtuldu". Nereye kurtuluyor! Ondan sonra iş başlıyor zâten. Bu kısa mülkün hesâbı o vakit başlıyor, ölümle beraber başlıyor. İlk soru komşu hakkından. Komşunun evinin önünü kirletme, komşuna riâyetkâr ol, komşunu Ramazan'da, Bayram'da tebrîk et, komşuna güleryüzlü ol, çekişme sakın hâ! Rûhu kabz olunan bir meyyit, yıkanacak yere götürülünceye kadar, komşu hakkından sorulur. Hemen başlıyor iş, komşu hakkından. Sonra ana baba hakkından. Sonra Allah ve Resûlü hakkında. Akabeler başlar önüne çıkmaya. Onun için, "Öldü kurtuldu", kim kurtuldu? Âşıklar kurtuldu, âşıklar kurtuldu, Allah'ı sevenler kurtuldu, Muhammed'e gönül verenler kurtuldu. Onlar için cennet mevûddur. Daha ölüm ânında, müjdeci melekler gelir, "Korkma, mahzûn olma, bak sana âgûş-ı Muhammedî açıldı. Peygamber sana göğsünü açdı, ellerini açdı. Cennât-ı âliyâtın kapıları açıldı senin için, cennât-ı âliyâtın kapıları. Sekiz cennet keşfolundu". Günahkâr dahi olsa gene müjde verirler, derler ki, "Ebedî nârda kalmayacaksın, îmânlısın çünkü". Îmânını kurtarmaya çalış. Ey âşık-ı sâdık! Bir günde kırk rekat namaz var. Her rekatda bir Fâtiha okuyoruz. Her Fâtiha'da, "ihdine's-sırâta'l-müstakîm" var. Bunun manâsını biliyor musun? "Yâ Rabbi, sırât-ı müstakîm olan Dîn-i İslâm'da sâbit-kadem et. Ayaklarımı kaydırma. Gadab etdiklerinden beni kılma Yâ Rabbi" deyip ağlayacaksın Allahu Teâlâ Hazretlerine. Ebü'd-Derdâ radıyallahu anh Hazretleri buyuruyor ki, "Bir adam îmânsız ölmekden korkmazsa, o adam îmânsız ölür" diyor. Yüreğin titreyecek îmân üzerine, Allah ve Resûlüne bağlılığından. "Aman beni bundan atarlarsa, îmân defterinden ismimi silerlerse". Bundan kalbin titreyecek. Tüylerin diken diken olacak.
Evet, Allah'ı kim yatarak zikrederse, yakın bir zamanda, dünyânın son menzili, âhiretin ilk menzili olan kabire götürürler onu.
Bu kabre gidiş iki türlüdür. Hepimizin başına geleceği için söyleyelim. Kerrât merrât ile söyleyelim. Ve insâf ile dinleyelim. Ve îmân edelim ki bu böyle olacakdır. Çünkü ölümün münkiri yokdur. Birisi der ki, "Mahşer ne malûm, giden gelen var mı?". Giden gelen vardır ama inkâr eder. Ama ölümü kimse inkâr edemez. Seni buraya sana sormadan getiren seni buradan sormadan götürür. Buna ölüm derler. Şimdi, bu iki nevidir. Ey âşık-ı sâdık! Hepimizin başına geldi ve gelecek. Hani babalarımız? Hani dedelerimiz? Hani büyük pâdişahlar? Hani kırallar? Hani ordular? Ne oldular? Hani Kaf'dan Kaf'a hükmeden Süleyman Peygamber ne oldu? Zülkarneyn ne oldu? Şeddad ne oldu? Bırak onları gelelim. Hitler ne oldu? İngiliz kıralları ne oldu? Osmanlı pâdişahları ne oldu? İran şahları ne oldu? Herkes ölüme mahkûmdur. "وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ velev küntüm fî burûcin müşeyyede", demir kalelere girsen saklansan, ölüm seni mutlakâ bulacakdır.
Ölüm iki türlü gelir. Allah'a itâat eden, Peygamber'e itâat eden...Çünkü Peygamber'e itâat, Allah'a itâatdır. Esteîzübillah. "ve men yuti'i'r-resûl fekad etâ'allah"dır. Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, peygamberlerin seyyididir, Allah'ın mahbûbu, sevgilisidir. Sen de O'nun ümmetisin. Sana isyân etmek yakışmaz. Sana itâat yakışır. Hazret-i Muhammed'in boyasıyla boyanmalısın, sallallahu aleyhi vesellem. O ayağını nasıl attıysa, ayağını öyle atmalısın. Yalnız ferdî sünnetlerine değil, ictimâî sünnetlerine de riâyet etmelisin. Bunu bilmek için ilim lâzımdır. Peygamber'i tedkîk edeceksin. Hazret-i Muhammed'de gönül veren kazanacakdır. Ama ben gönül verdim deyip yalancı davâ değil. Efâliyle, akvâliyle gösteren. Yani sözüyle söyleyip, işiyle gösteren kişi. Müstakîm olan, dürüst olan, elinden dilinden halkın sâlim olduğu kişi. Hazret-i Muhammed'in boyasıyla boyanan, O'nun nûruyla nûrlanan, O'nun gittiği yoldan giden kimse. Kalbinde kîn yok, ucub yok, riyâ yok, hased yok, gadab yok, hubb-ı câh yok, hubb-ı mâl yok. Ancak Allah ve Resûlü var kalbinde, O'nun aşkı var, O'nun muhabbeti var kalbinde. Yoksa mücerred zâhir kısmıyla değil. Hem bâtın hem zâhir. Bir kimse zâhiren "Lâilâheillallah" dese, kalbiyle inanmasa, o adam münâfıkdır. Zâhiren "Lâilâheillallah" dedi, kalbiyle inkâr etdi, münâfıkdır o kimse. Bir adam "Lâilâheillallah" dese, kalbiyle tasdîk etmese, kâfirdir. Mü'minim dese, inanmasa münâfıkdır. Mü'minin hem zâhiri "Lâilâheillallah" nûruyla nûrlanacak, hem bâtını. Bâtın kısmı, nûr-ı Muhammed'le nûrlanacak. O'nun sıfatları, afüv, kerem, sabır, metânet, lutuf, ihsân, mürüvvet, cümle ahlâk-ı hasene, Allah'ın sevdiği güzel ahlâklar Hazret-i Muhammed'de cem olmuşdur. Onun için Cenâb-ı Allah Sûre-i Kalem'de, "وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ve inneke le alâ hulukin azîm, Habîbim Muhammed, sen huluk-ı azîmin de fevkindesin" diyor Cenâb-ı Hakk. Özene bezene, seve seve halk etmiş Hazret-i Muhammed'i. Biz de 'onun ümmetiyiz. Yakışır mı bize onun yolundan gitmemek, O'nun sünnetlerini, O'nun ahlâkını terketmek? Yakışmaz. Hemen bu sene cehâletmizin son senesi olmalıdır. Hemen tövbe istiğfâr edip Allah'a dönmeliyiz.
İyi dinle şimdi!
Buradan gidiş iki türlüdür. Buradan cenâzeyi adıkları vakit...
Kim o? Ben, sen o. Ne vakit? Belki bugün. Belki son Cuma namazı, belki son hutbe, belki son Cuma günümüz. Bilmiyoruz ne olacağını. Ne vakit geleceği malûm değil.
İki türlü gelir. Allah'a âsî olanlar, Peygamber'e âsî olan, dînini, diyânetini, donunu bilmeyen kimse, o adam, ölüm ânı geldiği vakitde, başlar feryâd u figâna. Hattâ Cenâb-ı Hakk buyurur Kur`ân-ı Kerîminde. Esteîzübillah. Bismillah. "لَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ velev terâ izi'z-zâlimûne fî gamarâti'l-mevti ve'l-melâiketi bâsitû eydîhim", "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed", Peygamber'e hitâb, bize hitâb, zâlimleri ölürken görsen, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak rûhlarını kabzederiz. Onların çekdiği azâbı bir görsen". Yaaa! "Komaya girdi, kurtuldu". Nereye kurtuluyor! Ondan sonra iş başlıyor. Çünkü rütbeler mülgâ, rütbe yok. Kasa geçmez, kese geçmez, para geçmez, evlâd u ayâl geçmez, kuvvet geçmez. Zâten görüyorsun ya, teneşirde görüyorsun meyyiti. Ne elini kaldırabiliyor, ne gözünü açabiliyor. Donmuş, kalmış, Allah'a teslîm olmuş. Zâlimler ölüm ânında ölümüü tadarak, rûhları kabz olunur. Sonra tabuta konulduğu vakitde, başlar feryâd u figâna, sevgili dostlarına, kadeh arkadaşlarına, akşamları kadeh arkadaşlarına, Allah'a isyân etdiği arkadaşlarına, "Aman götürmeyin beni, nereye götürüyorsunuz! Dost sûretindeki düşmanlarım! Dost sûretindeki düşmanlarım, beni nereye götürüyorsunuz!". Namazdan men edenlere, "Beni nereye götürüyorsunuz!". "Yâhu sen daha gençsin şimdi, biraz eğlen. Sofular gibi nedir senin hâlin bu genç yaşında". Sakın hâ! Bunlara inanmayın. İblis'in verdiği vesvesedir bunlar. Allah Resûlü gençleri seviyor. Allah Resûlü saçı sakalı ağarıp Allah huzûruna, kendine gelip de Allah'a tövbe edenleri Allah seviyor ve Resûlü seviyor. Hepsini seviyor, Allah'a dönersen eğer. "Efendim, ben bu yaşa kadar bunca günah işledim, ne olacak hâlim?". Hemen Allah'a dön! Allah affeder. Allah bağışlar. Allah rahmândır, Allah rahîmdir, Allah gaffârdır, Allah settârdır. Hemen Allah'a dön!
Hattâ bağışlamakla, affetmekle bırakmaz Sorar Cenâb-ı Hakk, der ki, "Ne kadar günahı var?". "Yâ Rabbi şu kadar günahı var". "Günahlarını sevâba çeviriniz, mâdem tövbe etdi". Hazret-i Muhammed'in ümmeti için bu. Senin için bu. Kur`ân için bu. Muhammed Mustafâ için bu. O'nun hürmetine. Şurada oturuyorsan O'nun hürmetine oturuyorsun burada. Demeseydi İstanbul feth olunacak diye gelip burayı feth etmezdi babalarımız bizim.
Ve kadeh arkadaşlarına seslenir, beraber günah yapdıklarına, dost sûretindeki düşmanlara : "Eyne tezhebûne, beni nereye götürüyorsunuz! Aman götürmeyin beni! Evimden almayın beni, götürmeyin!". Fakat iş işden geçmişdir. Kimse duymaz. Duyanlar olur, ne duyan söyler, ne gören haber verir. Ve kervan olur gider yollara. İster çelenkle git, ister davulla zurnayla git, ister Kur`ân'la git, îmânsızsan bitdi iş, bitdi. Felâket. Âsî isen eğer.
İkincisi, mü'minler. Ölüm ânında melekler gelir, müjdeci melekler. "Müjde! Mahzûn olma, korkma, üzülme. Bak cennât-ı âliyâtın kapıları sana açıldı. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem seni cennetin kapısında bekliyor, ellerini açmış sana. Gör". "Nereden buldun efendi sen bunları? Nereden söylüyorsun?" "اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا". "Kim ki Rabbim Allah dedi, bu kelimede sâdık oldu, îmân sâhibi oldu, müstakîm oldu, Hazret-i Muhammed'in nûruyla nûrlandı, Kur`ân boyasıyla boyandı, Hazret-i Peygamber'in kokusunu duydu, istikâmet sâhibi oldu, işte bunlara ölüm ânında melekleri göndeririz, müjde veririz" diyor Cenâb-ı Allah. "Gitdiğin yerden korkma, bak görüyorsun ya gitdiğin yer cennât-ı âliyât". Ötekine cehennem gösteriliyor, kâfire ve âsîye ve fâsıka. Ve hemen bunu alırlar, götürürlerken, arkadaşlarına seslenir : "Ey benim câmi arkadaşlarım, Allah yoldaşlarım, beni yollarda oyalamayın, hemen beni götürün yerime verin. Ben vâsıl olayım Hakk'ın bana nasîb etdiği saltanata ve cennete" der.
Hangisini istiyorsun, soruyorum sana. Hepimizin başına gelecek. Vallahi gelecek, billahi gelecek. Yüz bin yemin edebilirim, yemînimde hânis değilim. Bugün senin haberin yok, benim haberim yok, gaflet içindeyiz, yüzbinlerce insan geliyor, istemeyerek. Gene bu âlemden yüz binlerce insan gidiyor o tarafa doğru, istemeyerek.
İşte, kim ki Allah'ı yan üstü yatarak zikrederse, seni ve beni kabre götürdükleri vakitde, kabre bizi yan yatırırlar, yüzümüz kıbleye döndürülür. İnşâallah yüzümüz kıbleye döndürülür. Ve inşâallah yüzümüz kıblede kalır. Çünkü Bayezid-i Bistâmî Hazretlerine bir zât gelmiş, bir adamcağız, demiş ki, "Efendi, bana elini ver tövbe edeyim. Tövbe edeceğim, bana tövbe etdir, istiğfâr etdir, beni adam et" demiş. "Kur`ân reçetesiyle, Allah şifâsıyla, Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın şefâatiyle". İyi dinle, kulağını benden yana ver. "Tövbene ne sebeb oldu?" diye sormuş. Diyor ki, "Ben kefen soyucuydum" diyor, "ölülerin kefenini soyardım. Hem hıristiyanları hem müslümanları". Çok acı, çok acı konuşacağım söz. Anlayan için. Allah sonumuzu, âkıbetimizi hayr eyleye. "Şu kadar hıristiyan cenâzesi soydum".
"Efendi, o devirdeki insanlar ne kadar kötüymüş, o devirdeki insanlar ne kadar kötüymüş, insan ölünün kefenini soyar mı" diye soracaksın. Ben de kitâbda okuduğum vakitde böyle üzülürdüm. "O devirde insanlar ne kadar kötüymüş, insanların kefeni soyulur mu, ölünün kefeni" diye. Fî zamâninâ ölünün kefenini soyuyorlar da bir de abdestini bozuyorlar. Ama şekil değişmiş. O otuz paralık kefeni söküyor, üç paralık kefeni söküp götürüyor, buradaki kefen soyanlar başka türlü alıyorlar parayı adamdan, cenâze zamânında. Neyse. Allah cümlemizi gafletden îkâz buyura. Zeyd, Amr diye konuşmadık. Elbet ki başına geldi, görmüşsündür.
Diyor ki, "Bu kadar hıristiyan cenâzesi soydum, on binden ziyâde islâm cenâzesi soydum. On binden ziyâde soyduğum islâm cenâzesinden, yüzü kıbleye karşı olanı, ancak onda birini gördüm. Hepsinin yüzü çevrilmişdi kıbleden, sırtları kıbleye dönmüşdü" diyor. Orada yatıyorlar adamı kıbleye karşı ama, inşâallah öyle kalır göğsümüz. Îmânlı göçmeyenlerin yüzleri tersine çevrilir, arkaları kıbleye döndürülür kabirde. Bildiğin gibi değil hâdisât.
Aman kardeşlerim! Aman evladlarım! Aman dindaşlarım! Aman Allah yolunda yoldaşlarım! Allah'dan korkun ve Allah'a itâat ediniz. İtâatın zirvesi, nihâyetinde meyvası, Allah ve Resûlüne aşkdır. Kim ki Allah'ı sever, Allah da onu sever. Kim ki Hazret-i Muhammed'i sever, Resûlullah da onu sever.
Şimdi, diyor ki, "Şu kimse ki Cenâb-ı Hakk'ı yatarak zikreyledi, onu kabre koydukları vakitde, Allah onu zikreder". Bak bu aylar, bir daha elimize ya gelir, ya gelmez. Gelse dahi, "Efendi daha nice Receb, Şabân var" dersen, bu aylar bir daha gelmez. Receb, Şabân, Ramazan ayı gelir, sen gitdin mi bir daha gelmezsin, başkası gelir senin yerine. Bu Receb, Şabân, Ramazan da gider, bir daha bunlar gelmez, başka Receb, başka Şabân, başka Ramazan gelir. Muzaffer gider, bir daha Muzaffer gelmez am abaşka Muzaffer gelir. Acaba anlatabildim mi? Onun için gaflet vaktini geçirme! Allah'ın rahmetini istiyor musun? Allah'ın rahmetini, Allah'ın cennetini, Allah'ın cemâlini, Resûlullah'ın rızâsını, Allah ve Resûlüne itâatda bulun, suçları, günahları terkeyle. Bir ilacını söyleyelim, nihâyet verelim sözümüze.
Suçu nasıl terkedeceksin, sana onun şartını öğreteyim. İçkiyi terkedeceksen, içki içiyorsan, fenâ bir itiyâdın varsa, iyi dikkat et konuşduğum söze, içkiyi terkedeceksen evvelâ içki arkadaşlarını terket. İçki arkadaşlarını terketmezsen, içkiyi terkedemezsin. Güçdür. Ondan sonra Cenâb-ı Hakk'a tövbe istiğfâr et. Hele bu Receb ve Şabân aylarında yapılan tövbe, mutlakâ müstecâb olur. İki. Kötü bir itiyâdın var, kumar oynuyormuşsun, kumara alışmışsın. Evvelâ kumar arkadaşlarını terkeyle, sonra kumarı terkedebilirsin. Çünkü seni başdan çıkarabilirler yeniden arkadaşların. Şeytan kendi yapamazsa, insanoğullarını kullanır arada. Ve insan şeytanından kurtulmak çok güçdür, Yâsin de okusan kaçmaz insan şeytanı, hatim de indirsen kaçmaz. Ama diğer cin şeytanı, istiâze etsen hemen kaçar gider. Kendi yapamazsa, arkadaşlarıyla, anasıyla, babasıyla, evladıyla, komşusuyla insanı yoldan çıkarır, Allah'a âsî kılar. Onun için düşmanını tanı. Evvelâ ne kötülük yapıyorsan, o kötülüğü yapdığın kimseleri terkeyle, sonra onu terkedeceksin. İlacı budur. Ve Allah'a tam bir tevekkül ile, "Aman Yâ Rabbi, kalbler senin yed-i kudretindedir, ben kendi nefsime sâhib olamıyorum, sana teslîm oldum Yâ Rabbi. beni gözü açıp kapayasıya kadar nefsimle başbaşa bırakma, beni nefsim elinde zebûn etme" diye Allah'a yalvar. Ve insan ol. Yakın bir zamanda, daha kafan ecel yastığına yatdığı vakitde karşılasınlar, kabre vardığın vakitde melekler seni karşılasın, Hazret-i Muhammed'in kucağına düşesin.
Böyle olmazsa, âsîlik, isyân, kötülük, fenâlık, insanlara fenâlık. Aman kul hakkından kaçınınız! Tekrar tekrar söylüyorum. Kul hakkından kaçınınız. Helâl lokma yiyiniz. Alnınızın teriyle kazandığınızdan infâk ediniz. Helâl lokma yersen Allah'a ibâdet edersin. Haram yiyen ibâdet edemez Allah'a. Etse dahi zevkini duymaz. Kul hakkından kaçının. Ve insanlara muhabbet edin. Çünkü halîfetullahdır insanoğlu.
İşte anlatdım yukarıda, hutbenin başında ki sonra geçdik derse. Sen âdemoğlusun, âdemzâdesin, hayvanzâde değilsin. Maymundan gelmedin sen, Âdem'den geldin. "Bizim babamız maymun" diyenler var, onlara bir sözümüz yok, onlar, hayvan evlâdı. Biz insan evlâdıyız, Âdem oğluyuz, halîfetullahın oğluyuz, Allah'ın halîfesinin, Âdem'in oğullarıyız. Âdem'e yakış. O'nun oğlusun, Hazret-i Muhammed'in ümmetisin, sallallahu aleyhi vesellem. Ve rûhen de baban Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Rûhen! Çünkü Peygamber ebü'l-ervâhdır. Hazret-i Âdem ebü'l-eşbahdır. Yani Âdem cesed babası, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, rûh babasıdır. O'nun yolunda bulunuyorsun.
Yâ Rabbi, bu ayın şerefini Habîbin Muhammed îlân edip, "Şabân benim ayımdır" diye ilân etmişdi, Habîbin hürmetine, bizi bu ayda rahmetine garkeyle. Gönüllerimizden hubb-ı sivâyı ihrâc, gönüllerimizi aşkullah, muhabbetullah ile münevver kıl. Söylediklerimizle ve işittiklerimizle amel etmek ve ihlâs ile yapmak nasîb ü müyesser eyle. Bizi kötü yerlere gönderme. Her ne kadar irâde-i cüz'iyye bize verilmişse de, senin irâde-i külliyyen yanında bizim irâde-i cüz'iyyemiz ne olabilir Yâ Rabbi. Bize tevfîkini refÎk et. Bizi nefsimize zebûn etme. Kâfirlere esîr etme. Vatanımızı, milletimizi her türlü âfât-ı semâviyyeden ve aradıyyeden koru. Fenâ kişilerden bizi sakla. Sana sığındık, sana güvendik. Senden sana sığındık Yâ Rabbi. Senden başka sığınacak yer yokdur. "Lâilâheillallah" dedik, "Muhammedü'r-Resûlullah" dedik, lisânımızla ikrâr, kalbimizle bunu tasdîk etdik, bunun şefâatiyle bizi iki cihânda şâd eyle.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 5 Haziran 1981 (2 Şabân 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.