30 Haziran 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Gönülleri aşk-ı Habîb-i Kibriyâ ile pür-nûr, alınları semâvâtın ve ardın ve bilinen ve bilinmeyen âlemlerin Rabbisine secde etmekle tezyîn olunan, Hakk'a tâlib, rızâya râgıb, cemâl-i lâ-yezâl-i ilâhîye âşık olan mü'minler!
Okumuş olduğum âyet-i kerîme Sûre-i Haşr'dadır, Kur`ân-ı Kerîm'in Haşr Sûresinde. Kur`ân-ı Kerîm yüz on dört sûredir, altı bin altı yüz altmış altı âyetdir. Kur`ân-ı Kerîm'i oku, öğren, her gün ilmini biraz daha ziyâdeleşdir, takvânı yücelt, ibâdetini çoğalt. muhabbetini ziyâde kıl. Kıl ki, bu fânî ve kısa hayâtın mükâfâtı olan ebedî saâdeti alasın, Hakk rızâsını bulasın, Hakk'ı âlem-i uhrâda göresin, Resûlullah'ın bahçesinden aşk güllerini deresin.
Kur`ân-ı Kerîm'i okumak her mü'minin boynunun borcudur. Ma'nâsını anlamasan dahi Kur`ân'ı okumak, en büyük zikirdir. Elbet ki ma'nâsını anlarsan, iki türlü nûra kavuşmuş olursun. Okuduğun Kur`ân-ı Kerîm'in ma'nâsını anlayıp, anladığın ma'nâ ile âmil olursan, üç türlü nûra mülâkî olursun. Anladığın ma'nâ ile âmil olup, o işlediğin işi ihlâs ile yaparsan, Allah rızâsı için yaparsan, dört türlü nûra nâil olursun. Yani mahşerin şiddetinden, cehennemin nârından âzâd olursun, cennete dâhil olursun ve cemâlullaha nâil olursun.
Şimdi anlatacağımız ma'nâ-yı Kur`âniyye, denizlerden bir katre, şemsden bir zerre. Kelâm, yani "yâ eyyüllezîne" hitâbı, ne imamın, ne hâfızın, ne müftünün ne de Peygamber'in kelâmı, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, semâya bakıp da böyle hüsrân içinde gözlerini çevirdiğin, akılların ölçemeyeceği şu haşmetli, heybetli kâinâtı, bir "kün" emriyle, yani "ol" emriyle yaratan Allah'ın kelâmıdır. Sana hitâb ediyor, seni yüceltdi ve yükseltdi, seni kendisine muhâtab tutdu.
"يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا yâ eyyühellezîne âmenû".
Ey îmân eden kulum, ey bu mürüvvete nâil olan, başına îmân tâcını koyan, muhabbetimi kalbine ilkâ eden, şerîatımı libâs gibi sırtına giyen, beni seven, beni bilen, beni bulan, bende olmak isteyen kulum! Kıyâmet gününe inanan, cennetime tâlib olan, celâlimden korkan, cemâlime koşarak varan, cennetime tâlib, rızâma râgıb, cemâlime âşık olan kulum! Beni zikreyleyen kulum!
"يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا yâ eyyühellezîne âmenû".
Benim varlığıma, birliğime, vahdâniyyetime tanık olan, şâhid olan. Beni şerîkden ve nazîrden münezzeh kılan, noksan sıfatlardan beni münezzeh kılan, kemâl sıfatlarla muttasıf kılan kulum! Beni seven kulum!
"يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ yâ eyyühellezîne âmenu't-tekullah, Allah'dan korkun, benden korkun!"
Neden? Neden? Bir düşün ahvâl ü harekâtı. Bugüne kadar geçen kavimleri, ümmetleri, milletleri, devletleri, kuvvetli ve kudretli, bizlerden daha kuvvetli ve kudretli devletleri, milletleri, insanları düşününüz. Meselâ basdığın toprak. Orada yatan kişi, seni huzûruna almazdı. Öyle insanlar var yani. Bugün üzerine basılıyor, toprağının üzerine, ayak altında çiğneniyor. Bunlar da insanlardı. Meselâ bizim gibi insanlarla tenezzül etmezlerdi konuşmaya bu insanlar. Halbuki bugün âciz ve nâçiz olmuşlar, herşeyleri ellerinden gitmiş, doymayan gözleri bir avuç toprakla dolmuş, kanmayan ağızları bir yudum suyla kapanmış, herşeyleri ellerinden gitmiş, amelleri ile başbaşa kalmışlar toprağın altında. Neyi bekliyorlar biliyor musun? Sûr'un üflenmesini, "Kalk!" emrini bekliyorlar hepsi, başdan aşağı. Yakın bir zamanda sen de ben de oraya vâsıl olacağız. Çocuklarımız yetîm, âilelerimiz dul, hânelerimiz sâhibsiz, gözümüzle bakmaya kıyamadığımız sevgili zevcelerimiz, evladlarımız, eller elinde kalacak. Düşün bunu!
Ama Hakk'a mülâkat edeceksin. Eğer bu kısa hayâtda kazanırsan gitdiğin yerden korkma çünkü sana âgûş-i Muhammedî açılmış, rahmet-i Rahmân erişmişdir. Eğer îmânsızsan, bu kısa hayâtı küfürde, dalâletde, isyânda, nisyânda harcadıysan o vakit çok kork, çok kork!
Burada, "ittekullah"ın bir kaç ma'nâsı var. Bir kaç değil, bir jaç bin ma'nâsı var. Bir kaç bin değil, bir kaç milyon ma'nâsı var. Ama biz dilimizin döndüğü kadar anlatacağız, sen de nasîbin kadar dinleyip anlayacaksın. Kur`ân-ı Kerîm öyle bir kitâbdır, bütün kavimler bir araya gelse, tâ Hazret-i Âdem'den önce geçen kavimler var dünyâ yüzünde, kavm-i cânlar, kavm-i tenler, kavm-i benler ve kıyâmet gününe kadar gelecek olan bütün mahlûkât-ı ilâhiyye, cinniler, insanlar, melekler birbirine zahîr olsalar, yardımcı olsalar, en kısa bir sûresinin mislini getiremezler, getiremediler, getiremeyecekler. Kelâmullah çünkü
Binâenalâzâlik, "ittekullah"ın ma'nâsı çok. Bizim kelâmımızın bitmesiyle onun ma'nâsı bitmiş, tükenmiş ma'nâsına değil. Yani hava alıyorsun, senin ciğerlerinin kapsadığı hava kadar hava var zannediyorsun. İşte "Kur`ân-ı Kerîm'i ben bu kadar anladım" demekle Kur`ân-ı Kerîm'i tamâmen anlamış değilsin. Nasîbin kadar hava aldığın gibi. Bu bir misâl. Belki havanın nihâyeti, suyun nihâyeti var, bu kâinâtın nihâyeti var, kitâbullahın nihâyeti yok. Çünkü Allah kelâmı. Bize anlatmak için Allah böyle îzâh eylemiş, denizler mürekkeb olsa, ağaçlar kalem, semâvât ve ard da kağıt olsa, kırtas olsa, zîr-rûh olan yani rûh sâhibi mahlûkât da kâtib olsalar, yazsalar, Kur`ân'ın ma'nâsını bitiremezler. Yalnız şunu söyleyeyim, Allah'dan korkuyorsan, bunun birkaç nevini söyleyeceğim, dilimin döndüğü kadar, ittikân varsa, Allah'dan korkuyorsan...
Yani Allah'dan korkmak ne demekdir? Bütün nâsa sorarız, Allah'dan korkarız derler, yapdıkları iş kelâmlarına uymaz. Hattâ büyük velîlerden bir velîye sormuşlar, "Allah korkusu nedir?" diye. Demiş ki, "Size Allah'dan korkuyor musunuz diye sordukları vakitde, cevâb vermeyin, sükût ediniz" demiş o zât-ı muhterem, büyük bir veliyyullah. Kabr-i münîrleri Kabe-i Muazzama'dadır yani Mekke'dedir. "Niçin?" demişler. "Korkuyorum derseniz yalan söylemiş olursunuz, korkmuyorum derseniz kâfir olursunuz" demiş, "onun için sükût edin" demiş. Allah'a inanan herkes, Allah'dan korkduğunu söylüyor fakat öyle bir isyân icrâ ediyorlar ki, Şeytan onu gördüğü vakitde, "Ben bu günahı yapmaya, Allah'a karşı bu isyânı yapmaya Allah'dan korkarım" diyor. Onu bu isyânı yapan kula sorduğun vakitde, "Ben Allah'dan korkuyorum" diyor.
Şimdi, korkulardan biraz anlatacağım. Sobanın içinde ateş var. Elini sobanın içine sokar mısın? Sokmam. Neden? Sende üç ilim var. Bu sobaya elini basmamak için, ateşe elini sürmemek için üç ilim var sende. Birisi, ilme'l-yakîn yani işitdin ki ateş yakar. Bir de gördün ki birinin elini ateş yakmışdı. O da ayne'l-yakîn yani gözle gördün. Bir de hakka'l-yakîn, elini sürdün, yandı elin. Üç ilim olursa, îmân kemâle erer. Bildiğin vakitde, elini ateşe sokmazsın. İşte bunun gibi, Allah'ı bilirsen, Hakk'dan hakkıyla korkarsan, Hakk'a karşı isyâna ve nisyâna yeltenemezsin. Bu kabadayılığı gösteremezsin. İnsanın kendisinden kudretli kişiyle mücâdele etmesi akıl kârı değildir. Cesâret nasıl olur? Cenk edecek olan iki ordunun kuvvetlerinin müsâvî olmasıyla olur. Atom bombasına karşı taşla giden akıllı insan değildir. Silaha karşı sopayla giden o da akıllı insan değildir. Cesâret değildir o, cünûnun bir şubesidir. Aynı silâha, aynı kuvvete sâhib olup da düşmandan yüz çeviren korkakdır. Cenâb-ı Hakk bir mü'mine iki kâfir vermişdir.
İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Bir gün gelecek lâzım olacak sana söylediğim söz, yakın bir zamanda! Sen ayağını nereye atdığını bilmiyorsun, seni fırka fırka, parça parça ayırdılar. Birliği, vahdeti kaybetdin. Vatan içinde, memleket içinde aynı kanı, aynı dîni, aynı lisânı taşıdığın hâlde birbirine sırt çevirdin, düşman oldun. Tevhîdden dönenleri Hakk Teâlâ imhâ eder, yok eder, kaldırır. Tevhîdin kelâmı, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah"dır, hâli, birbiriyle birleşmek, sevişmek, birbirinin hakkına hukûkuna riâyet etmekdir. Geçiyoruz.
İttikâ. Allah'dan korkan kişi, hiç bir şeyden korkmaz. Nasıl olur bu? Allah düşmanın gözüne korku verir. Bir mü'min iki düşmanla çarpışabilir. Üç düşman gelirse, o mü'min sırtını çevirse, cehenneme gitmez. İki kâfirden kaçan, sırt çeviren mü'min cehenneme gider. Ölse şehîd olmaz, mürd olur. Her ölen şehîd olmaz. Düşmana sırt çeviren, iki kâfire sırt çeviren, cehenneme gider, mürd olur, şehîd olmaz. İki düşmanla çekişirken kendisi katl olunursa şehîd olur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz zamânında bir mü'min on kâfirle çekişiyordu. Yani bir mü'min on kâfire sırt çevirse cehenneme giderdi, ashâbdan da olsa. Sonra îmânın nûru zayıflayınca Cenâb-ı Allah merhametinden bir mü'mine iki kâfiri nasîb kıldı. Hakkıyla müttakî olursan, kâfir senden korkar. Çünkü gözleri ve kalbleri çeviren Allah'dır. Misâlini vereceğim ve geçeceğim, vakit çok dar çünkü.
Bir muhârebede müslümanlar çok az, kâfir çok kalabalık, kavî. Düşman öncülerini düşman serdârı gönderdi. "Git" dedi "müslümanların kuvvet ve kudretini ölç, askeri ne kadardır?". Gözcüler geldiler bakıyorlar, uzakdan tedkikât yapıyorlar, rapor verecekler serdâra. O gözcü, korkarak, oradan fırlayarak koşdu geldi serdâra, "Durmayalım, kaçalım!" dedi. "Neden?" diye sordu serdâr, "Ne oldu?". "Efendim, ben orada size rapor yazmak için müslümanların kuvvetini ölçerken, birisi çıkdı yüksek bir yere bağırdı, bütün müslümanlar oradaki akarsuyun başına koşdular, ellerinde törpüleri var, dişlerini biliyorlar, bizi yiyecekler" dedi. Meğerse ezân vakti gelmiş, birisi çıkmış ezân okumuş, mü'minler abdest almak üzere su kenarına inmişler, bellerinden misvaklarını çekmişler, dişlerini yıkıyorlar. Allah öyle gösterdi kâfire. Onun için korkmayacaksın. Allah'dan ittikâ et, hiç bir şeyden korkma, bütün kâinât senden korkacak. Bitdi, bu kadar.
Ve Allah'dan kork, o vakit hidâyet olunacaksın, Kur`ân'ın ma'nâsını anlayacaksın. Belki söyleyemeyeceksin ama anlayacaksın, o zevke erişeceksin. Nice ümmî kişiler var, söyledikleri söz terâziye, mîzâna sığmaz, müftüler, şeyhülislamalar cevâb veremezler. Ümmîdir ama müttakîdir, müttakî olunca Hakk onun kalbine hidâyet eder, ma'nâsını anlar, lezzetini duyar, belki söyleyemez. Söylerse ağır söyler. Geçiyoruz.
İttikâ. Bir ittikâ var, korku, işte ateşden korkar gibi, elini ateşe sokunca yanmak filan. Bu, daha insâniyyet makâmına basmayanlar içindir böyle korku. Sopa korkusu, dayak korkusu, ateş korkusu, yılan, çıyan, akrep korkusu, daha insâniyyetden anlamayanlar içindir. Bir korku var ki, "Rabbim bana kulum demezse, Habîb-i Hudâ Cenâb-ı Muhammed Mustafâ bana ümmetim demezse, Rabbim bana iltifat etmezse".
Hani biliyorsunuz ya, kabre götürdüler Râbia-i Adeviyye'yi, radıyallahu anhâ. Melek geldi ona sordu...
Efendiler! Bunu hikâye diye dinlemeyin, yakın zamanda kabre gireceğiz, melek gelip bize soru soracak. Lisânını zikrullaha alışdırmadın ise, gönlünde hubb-i Muhammed yok ise, hubb-i ehl-i beyt-i Resûlillah, evliyâullaha muhabbetin yoksa, dilin tutulacak, çenen kilitlenecekdir, haber vereyim sana. Allâme ol istersen. Kamyonlar dolusu kitâb oku. İlle kalbinde bir muhabbet tohumu olması şartdır. Allah'ı seveceksin, Hakk seni sevecek. Resûlullah'ı seveceksin, Resûlullah seni sevecek.
Râbia kabre girdi, melekler geldi soru sordular, vazîfeleri.
Allah bilmiyor mu? Biliyor. Hepsinin cevâbını veririz. Saltanat-ı ilâhiyye böyle. Allah dileseydi, kulları kâinâtı halk eder gibi halkederdi, bir kün emriyle yaratırdı bizi. Öyle yapmıyor. Bir kadınla bir erkek izdivac ediyor, aylar geçiyor çocuk öyle meydana geliyor, kırk senede büyüyor, bir kurşunla ölüyor. Yapması güç, yıkması kolay. Bu binâyı yüz binlerce lira vererek yapdırırsın, iki adam tutarsın, üç günde yıkarlar aşağı. Kalb de böyledir. Îmân da böyledir. Yapması güç, fakat yıkılması, kırılması çok kolay. Kırk sene, elli sene ibâdet yaparsın, bir gün dîne, îmâna küfredersin, îmân elinden çıkar gider.
Râbia'ya sordu melek, "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dînin nedir? Kitâbın nedir?".
Her imtihanın suâlleri gizlidir, kabir suâlleri âşikârdır, cevâbını buradan hazırla. Her imtihan suâli gizli, mahşer günündeki suâller güneş gibi âşikârdır. "Gençliğini nerede yıpratdın? Bedenini nerede kocaltdın? Kazandığın malı nereden kazanıp nereye sarf eyledin? İşttiğin ilimle ne amel etdin? Soracaklar bunları, cevâblarını hazırlayınız. Bir ayak bir tarafdan bir tarafa gidemez, bu suâllere cevâb vermeyince.
Melek sordu Rabia'ya. Râbia dedi ki, "Rabbim Allah'dır. Beni yokdan vâr eyeldi. Nebîm de bütün peygamberler serveri, Mahbûb-i Hudâ, Şefî-i Rûz-i Cezâ, Muhammed Mustafâ'dır. Kitâbım da bütün kitâbların zübdesi, Allah'ın kelâmı, ahkâmı dâimâ genç ve dinç duran, ona sarılan Hakk'a mülâkat eder, o kitâbdır işte".
"وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا va'tesimû bi hablillahi cemî'an", Kur`ân'a tutunursan Allah'a mülâkat edersin, cennete çeker seni o. Kur`ân'dan gayrını tutarsan helâk oldun gitdin.
"Mü'minler kardeşlerimdir. Kıblem de Kabe'dir" dedi. Melekler dediler ki, "Müjde olsun sana! Rahat et artık" dediler. "Yoook, size de benim sorularım var" dedi. "Ben Rabbim Allah dedim, Rabbim beni kulluğa kabûl ediyor mu? Benim peygamberim Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed Mustafâ dedim, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem beni ümmetliğe kabûl etdi mi? Bunun haberini bana verin" deyince melekler durdular. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Râbia kulumu bana bırakın, aramıza girmeyin" dedi.
"اتَّقُوا اللَّهَ ittekullah", Allah'dan kork! Hakk'dan kork! Eğer dereke-i hayvâniyyetde isen, hayvan bile ölümden, sopadan korkuyor. Biz korkmuyoruz hiç. Allah'ın gökden taş yağdırmayacağından emîn misin? Toprağın seni yutmasından emîn misin? Yapdığımız suçlar, günahlar, yapdığımız felâketlerden yer titremekde, melekler Allah'dan hayâ etmekde. Öyle suçlar iritkâb ediyoruz ama şefîimiz Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi vesellem. Yoksa belâ üstümüzde hep hazırdır. Ama böyle devâm etmez. Bu böyle devâm etmez. Bir bardağın içine su damlar damlar, nihâyetinde damlalar taşırır. "Ben fenâlık yapdım, belâmı bulmadım" deme. Bak Firavunlar, Nemrudlar da "Biz yer allahıyız", "ene rabbükümü'l-a'lâ" dediler dediler, Allah imhâl etdi, etdi, ihmâl etmedi, zamânı geldi bardak taşdı. Hakk sillesinin sadâsı yokdur, bir vurdu mu devâsı yokdur, davâsı da yokdur. Bir şey olmadı deme, bir gün muhakkak sûretde yapdığın şeyi önünde görürsün.
"اتَّقُوا اللَّهَ ittekullah", Allah'dan kork ki Hakk sana öğretsin ve hidâyete eresin. Allah'dan şöyle kork, "Ya Rabbim bana kulum demezse, beni cennetine alsa, cennet bana nâr olur". Çünkü Allah mahbûbdur, Allah maksûddur, Allah matlûbdur. Allah kendisini zikredeni zikreder. Allah'a yürüyerek gidene Hakk koşarak gelir. Hakk'ı seveni Allah sever. Mahbûbdur O. Sevmek lâzım Cenâb-ı Hakk'ı ve Habîb-i Hudâ Şefî-i Rûz-i Cezâ sallallahu aleyhi vesellemi.
Îmânın kemâli, her hafta söylüyorum, niçin söylüyorum acaba her hafta, îmânın kemâli Resûlullah'ı ve evlâd-ı Muhammed'i cânından, mâlından, her şeyinden ziyâde sevmekledir. Sünnetinin en küçüğüne koşacaksın. Bugün de sana haber vereyim ben, bugün de sana haber vereyim. Bazı zaman olur ki bir sünnete ittibâ etmekle, bir sünnet-i Resûlullah'ı ihyâ etmekle, yüz şehîd sevâbına nâil olursun. Bugün evliyâlık kolay.
"اتَّقُوا اللَّهَ ittekullah", Hakk'dan kork! İster cehenneminden kork, ister azâbından kork, ister, "Rabbim bana kulum demezse, yüzüme bakmazsa" diye ondan kork, muhabbetden kork ama Allah'dan kork.
Allah'dan kork, sakın ibâdetlerini ihmâl etme! Hepimizin ensesine Hazret-i Azrâil'in kılıcının ucu değmekde. Genç ve ihtiyar gözetmemekde. Kimin sırası gelirse, emr-i ilâhî gelir, "Bak!" denilir, rûhu kabz olunur, malı mülkü taksîm olarak kendisini bir çukura atarlar. Yakın bir zamanda! Hiç gençliğine güvenme! Biz de genç idik, kuvvetli idik. Nice gençleri bugüne kadar kaybetdik. Malın hayırlısı Hakk yoluna sarf olunandır. Ve kâle'n-nebiyyü aleyi's-salâtü ve's-selâm, hayru'l-mâl mâ enfaka fî sebîlillah, malın en hayırlısı, Hakk yoluna sarf olunandır". Gözün en hayırlısı ibret ile bakandır. Dilin en hayırlısı, hak ve doğru konuşandır. Elin en hayırlısı, Hakk yoluna infâk edendir. Ayağın en hayırlısı, hayırlı yerlere gidendir. Kalbin en hayırlısı, içinde muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah olan kalbdir. İbretin yoksa, o vakit felâket. Hayvanlar da bakıyor, ibretsiz kimseler gibi. Hattâ hayvanlar da ibret alırlar. Hani söylemişdim bir kaç defa, gene söyleyiverelim de öyle geçelim.
Îsâ Nebî koyunun kulağına bir şey söyledi. Koyun o günden itibaren yemez içmez oldu. Bir kaç gün sonra geldi, çobana sordu, "Bu koyuna ne oldu böyle?". "Vallahi bilmiyorum. Bir zât geldi, bunun kulağına bir şey söyledi, o günden itibaren bu hayvan ne su içiyor, ne ot yiyor" dedi. Acaba ne söylemiş Hazret-i Îsâ aleyhisselâm o koyunun kulağına da koyun yemeden içmeden vazgeçmiş? Acaba ne söylemiş. Ne demiş biliyor musunuz efendiler? Her gün görüyoruz ve şâhid oluyoruz, hiç uslanmıyoruz. "Ölüm var!" demiş. Hayvan bile tesîr altında kalmışdır.
Ey ibâdallah! Ey Allah'ın kulları! Ey Resûlullah'ın sevgili ümmetleri! Güneş gurûb etmeden Hakk'a rücû et, kork, kork! Yakın bir zamanda gelici gelecek, mallar taksîm olacak, kapıya cansız at dayanacak. Çünkü ölüm bir şerbetdi0r ki ondan içmeyen kimse yokdur kâinâtda. Zî-rûh olan o ölümün şerbetinden içecek. Tabut bir binekdir, ona herkes binecek. Kefen bir libasdır, onu herkes giyecek. Kabir bir kapıdır, oradan herkes girecek. Mal, mülk, makâm, rütbe burada kalacak, muhabbetullah, muhabbet-i Resûlullah, muhabbet-i Ehl-i Beyt-i Mustafâ, muhabbet-i evliyâullah, muhabbet-i îmân, muhabbet-i Kur`ân, muhabbet-i İslâm seninle beraber gidecekdir. İbâdetin, tâatın sana yoldaş olur.
Ömrünü hebâya sarfeyleme! Nefsini boşa harceyleme! Bir adam görüyorsun, paralarını denize atıyor, ne dersin? Bu adam mecnûn dersin, değil mi? O para ele geçebilir, çalışılırsa, ya ömrünü hevâya verenler, haydi onlar da bir tarafa, ya ömrünü Allah'a isyânda geçirenler akıllı mı zannediyorsun yani? Akıllı olan, zikrullahdan kaçmaz. Ârif olan, ömrünü bedâva yere saçmaz, doğru yoldan saşmaz, dürüst yaşar, kalbi safâya erere. Çünkü bir kalbde ki îmân nûru vardır, bir kalbde ki muhabbet-i Muhammediyye vardır, o kalbin sâhibi safâya ermiş demekdir. Öyle olmazsa, dünya onun olsa kalbi dar olur, safaya ermez gönlü, safaya gönlü ermez. Bu hayatdan, bu âlemden azâba giriftâr olmuş olur. "Efendi, ben nice müslümanlar biliyorum, kalbleri safâya ermedi". Onların îmânları kalbe girmedi de ondan. Îmân kalbe girdi mi, kalb safâya erer. Hakk'a teslîm ol, selâmet bul. Allah Resûlünü sev, iki cihan saltanatı senin olsun, gönlün safâya ersin.
Efendi Hazretlerinin bu hutbesini ses kaydı net olmadığından yalnız yazılı olarak yayınladık. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.