9 Aralık 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Kâlallahu Teâla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-azîm.
Gönülleri nûr-ı Kur`ân ile münevver, alınları Rabbü'l-âlemîn'e secde etmekle eser-i secdeyle nûrlanan, peygamberlerin seyyidi sebeb-i hilkat-i âlem olan Allah'ın habîbi Muhammed'i sevmekle ve O'na îmân etmekle ve O'nu her şeyden ziyâde sevmekle îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, HJakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Okumuş olduğum âyât u beyyinât gâyet ehemm-i mühimm. Zâten Kur`ân-ı Kerîm'in her âyeti ehemm-i mühimmdir, herkese hitâb eder, herkes oradan nasîbini alır. Vereceğimiz manâ, denizlerden bir katre, şemsden, güneşden bir hüzme, kürrelerden de bir zerredir. Yani manânın kâffesini vermiş olacak değiliz.
Şöylece, kısaca, "Habîbim Ahmed, Resûlüm Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem.
Efendim, şurada gene duralım. Hiç Cenâb-ı Allah, yani yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah, Habîbi Muhammed'ine, hiç "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir, sallallahu aleyhi vesellem. Hattâ Sûre-i Hucurât'da Cenâb-ı Hakk, "Birbirinize çağırır gibi Habîbim Muhammed'e seslenmeyiniz, amelleriniz bâtıl olur" diyor. "Birbirinizi çağırır gibi Peygamber'e seslenmeyin, bu şekilde Peygamber'e çağırmayın, amelleriniz bâtıl olur" diyor.
O'nu her şeyinden ziyâde seveceksin, gözünün nûru, kalbinin sürûru ve îmânının kemâli O'nda olduğunu, senin kurtarıcın, müncîin ve şâfî'in O olduğunu bileceksin. Kim ki Muhammed'siz Allah'ı arar, sallallahu aleyhi vesellem, Allah'ı bulamaz o kimse. "Et-turuku ilallahi bi enfâsi'l-halâik", mahlûkât-ı ilâhînin her nefesinin sayısınca Allah'a giden yol mevcûddur, vardır. İnsanı bir mikrop da Allah'a götürebilir. Ama bütün kapılar seddolmuş, yalnız bâb-ı Muhammediyyet açıkdır. Kim o kapıdan girerse, akreb yani karîb olarak, yakîn olarak Allah'a vuslat eder, Allah rızâsına kavuşur. Bu kadar söylüyoruz.
Onun için gece gündüz, âşikâr ve gizli, Allah'a hamd ü senâ et ki, seni ve beni kendine kul, Habîbi Muhammed'ine ümmet etmiş, sallallahu aleyhi vesellem, ve Kitâb-ı Kerîminde, Kur`ân-ı Azîminde, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbı ile bizlere hitâb buyurmuş, kendi ismiyle bizi isimlendirmiş Allah. Niçin? Peygamberine îmân etdiğimiz için. Kim ki Resûl-i Ekrem'e îmân etmedi, ona mü'min ismi verilmez, mü'min değildir o kimse. Kim ki Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma îmân etdi, Allah kendi ismini ona vermişdir, mü'min ismini vermişdir. Allah'ın bir ismi de mü'mindir. Senin de benim de bir ismimiz mü'mindir. Neden? Resûl-i Ekrem'e îmân etdiğimiz için.
Şimdi kulağını benden yana ver.
"Söyle Habîbim, eğer beni seviyorlarsa, sana tâbi olsunlar, seni önder edinsinler, ki benim kapımdan bana gelebilsinler, ben de onları seveyim". Yoksa kuru, mücerred iddiâdır bu, "Ben Allah'ı seviyorum" kelimesi. "Kim ki beni seviyorsa sana tâbi olsun ki ben onu seveyim".
Hani hatırlıyorsun ya, anlatmışdım size burada, gene söylemeden geçmeyelim. Biraz hava sıcak ama burada terlersek, mahşer günü terlemeyiz. Burada ağlarsak, mahşer günü ağlamayız. Burada Allah'dan korkarsak, Allah iki korkuyu kuluna yüklemez, dünyâda Allah'dan korkanı, Allah âhiretde korkutmaz. Safâya erer, velî olur, arşın gölgesinde gölgelenir, civâr-ı Muhammed'de iskan olur, sallallahu aleyhi vesellem, Livâ-yı Hamd altında cem' olur, defter-i a'mâli sağ cânibinden verilir, sırâtı korkusuz geçer, cehennemden âzâd olur, defter-i a'mâli sağ cânibinden verilir, ehl-i cennet olur, matlab-ı a'lâ maksad-ı rânâ olan cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhî ile müşerref olur. "وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ * إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ vucûhun yevme izin nâdıratün ilâ rabbihâ nâzirah".
Rabîa-i Adeviyye ölmüş. Ölmemiş, olmuş!
İki türlüdür ölenler. Bir kısmı ölür, bir kısmı olur. Olanlara hakkında, "وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ velâ tekûlu li men yuktelu fî sebîlillâhi emvât, bel ahyâun velâkin lâ teş'urûn". Ve fî âyetin âhar, "وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ velâ tahsebellezîne kutilû fî sebilillahi emvâtâ, bel ahyâun 'inde rabbihim yürzakûn". Bunlar olmuşlar. Ölenler de kâfirlerdir ve hayvanlardır. Hayvanlar ölür ve kâfirler ölür. Ölmekle kurtulmazlar. Enbiyâ, Allah'ı sevenler, Allah'ın sevdikleri yaşar. Gözden nihân olurlar. "Onlar için ölü demeyin" diyor Hazret-i Allah. Kim onlar? Şehîdler, gâzîler, âdiller, ilmiyle âmiller, Allah'ı sevenler, Allah'ın sevdikleri, enbiyâ-i mürselîn. Onlar hakkında ölü demeyin diyor Allah. Onlar ulu onlar çünkü. Ulu var, ölü var. Allah da zâten hayyları inzâr ediyor, korkutuyor, hayylara hitâb ediyor. Hayy, hayy, dirilere! Allah'ın hitâbı dirileredir.
Olmuş. Vuslat...
Ey mü'min! Lâilâheillallah, Muhammedü'r-Resûlullah, Kur`ân Kitâbullah, mü'minim elhamdülillah, kıblem Ka`be, mü'minler kardeşlerim dediysen, eğer bunu lisân ile ikrar kalbinle tasdîk etdiysen ölmeyeceksin, olacaksın. Bu âdetullah böyle cereyân edecek, kabirde melekler gelip sana soru soracaklardır. Hükûmet-i Rabbâniyyenin âdeti bu. İnsan bir memleketden diğer memlekete gitdiği vakitde, ondan pasaport sorarlar. Pasaportuna bakarlar, o gitdiği memleketin izni varsa o memlekete girmek için, onu o memlekete alırlar. Yoksa geri çevirirler, değil mi? Allah hükûmetinin de elçisi, sefâreti Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, kimin manevî pasaportunda Muhammedü'r-Resûlulullah kaydı vardır, o geçer. Semâ kapıları ona açılır. Semâya yücelir. Yok, kimde yoksa eğer o kayıt, onu geri çevirirler, hapsederler âlem-i berzahda. Neyse. İnşâallah başka dersimizde anlatırız.
Melekler gelmişler, sormuşlar Rabîa-i Adeviyye'ye...
Râbia Adeviyye'yi sen işitdin mi hiç, Râbia Adeviyye'yi? Bir kadın bu. Erkek kadınlardan. Ricâl kadınlardan bu. Biliyorsunuz ki ben Avrupalılarla temâs ediyorum, Amerikalılarla filan, onlar bile okumuşlar da merâk etmişler, heveslenmişler Râbia Adeviyye gibi olalım diye. Yani evliyâlığa heveslenmişler Avrupalılar. Öyle bir kadın bu. İsterdim anlatayım ama vakit dar. Neyse.
Hânesine hırsız girmiş. Beklemiş Râbia'nın uyumasını. İbâdet etmiş etmiş, sonra biraz yatmış. Beşeriyyet hâli, yatmış, uyumuş. Hemen hırsız girmiş, yükde hafîf, pahada ağır olan şeyi almış çıkacak. Fakat kapı duvar olmuş. Kapı yok, duvar! Aldığını koyuyor, kapı açılıyor, kapı oluyor. Hırsız alıyor çalmak için gene kapı duvar alıyor. Gene koyuyor, gene kapı açılıyor. Gene alıyor, gene duvar oluyor. Sonra kendisine seslenmişler hırsızın : "Sevgili uyuyorsa, seven uyumuyor!" demişler.
Rabiâ böyle bir insan yani. Bu kadarını söyledik sana. Merâk edersen oku menâkıbını. Öyle olmaya çalış. Mâdem ki Muhammedü'r-Resûlullah dedin, Allah'a ahd ü peymân etdin, âlem-i ezelde, âlem-i ervahda "kâlû belâ" dedin, olabilirsin velî. Zâten velîsin, vilâyet-i âmmedesin. İnşaallah vilâyet-i hâssaya da girersin. Mü'minlerin hepsi velîdir, Allah'ın dostlarıdır, düşmanı değildir. Allah'ın ve Resûlünün.
Melekler sormuşlar, "Rabbin kim, dînin nedir, peygamberin kim? Cevâb vermiş Rabîa. Tabiî verecek. Melekler demişler ki, "Biz senin cevâb vereceğini biliyorduk, haber almışdık, haydi rahatına bak, Allahaısmarladık derken, "Yooo" demiş, "Sizi ben göndermem" demiş. "Neden?". "Ben cevâb verdim, siz de bana vcevâb verin bakayım. Rabbim Allah dedim, Allah beni kulluğa kabûl etdi mi? Peygamberim Muhammed Mustafâ dedim, Resûl-i Ekrem beni ümmetliğe kabûl etdi mi?" Melekler vevâb verememişler. Tabiî veremezler. "alleme âdeme'l-esmâ"ya mâlik olan âdemoğludur, Âdem'dir, âdemzâdelerdir. Melekler Allah'dan aldıkları emri infâz ederler, o kadar. Melekler âciz kalınca, Cenâb-ı Hakk buyurmuş ki, "Siz çekilin, o benim sevgilimdir, ona ilişmeyin siz" demiş. Rabîa bu işte.
Şimdi geliyoruz. Sevgililerden bahsetdik. Dostluk...
İyi dinle! Kulağından gaflet pamuğunu çıkar, kulağını bana ver! Uyuma! Çok uyuyacaksın, binlerce sene. Yani kıyâmet gününe kadar uyuyacaksın. İnşâallah rahat uyursun. Sen kabirlere bakdığın vakitde üstleri çiçeklik diye altı da öyle zannetme sakın hâ! Bazılarında ateş yanıyor. Bazıları katran dolmuş. Bazıları yılan çıyan içerisinde. Dünya yılanı çıyanı değil. Herkes yılanını çıyanını buradan götürmüş oraya. Onun için çok uyuyacaksın, pek uyumaya bakma. Uyanık ol biraz. Uyuma! Gaflet uykusunda uyuma, gaflet uykusunda.
Allah'a dost olacağız, Peygamber'e dost olacağız. Dostluk üç kısımdır. İyi dinle beni! Şimdi kendi mevkiini ortaya koy. Bir. Bir dostluk vardır ki, o dostunu insan göremeyince, su içmeden, yemek yemeden, hava almadan yaşamadığı gibi, o dostunu göremeyince, onunla olmayınca, o adam yaşayamaz. Allah'ı, Peygamber'i böyle sevenler var ümmetin içerisinde. Hattâ Muhammed Bahâeddîn Nakşibendî kaddese sırrahu'l-âlî diyor ki, "Her ân sohbet-i Muhammed'deyim, huzûr-ı Muhammediyye'deyim" diyor. "Ben bir ân Resûlullah'ı görmesem" diyor, "bir ân görmesem, kendimi tedennîde farz ederim" diyor, Muhammed Bahâeddîn Nakşibendî Hazretleri.
Çok güzel şeyler geldi aklıma ama sizi fazla yormayalım bu sıcak havada. İnşâallah başka zaman anlatırız.
Bir dostluk var, tekrar ediyorum, o dostunu görmeyince, yaşayamazsın. Nedir o? Su içmek, yemek yemek, hava almak gibi. O kadar ihtiyâcın var ona senin. Bir dostluk bu, bir mertebesi. Bir dostluk var ihtiyâcın olduğu vakitde ona gidersin, müracaat edersin. Başı sıkıntıya kaldı, başı belâya girdi, Allah'a secde ediyor, Allah'dan istiyor. O vakit, başı belâya girdiği vakitde. Refaha daldı mı, refaha, unutuyor Allah'ı. Münâfıkların ve kâfirlerin sıfatıdır bu. İyi dinle! Allah öyle söylüyor Kur`ân-ı Kerîminde. "Beni inkâr edenleri koyun denize" diyor, "deniz bir kalkdı mı, başlar bana seslenmeye, bağırmaya, ihlâs ile, 'Aman yâ Rabbi! Aman yâ Rabbi!' Karaya çıkdı mı, rahatlığa erdi mi, unutur Allah'ı".
Bir gün o iki cihân serveri, ins ü cin peygamberi, Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm...
Bütün peygamberlerin seyyidi ve efendisidir, bu âlemin sebebidir, yaradılmasına, Hazret-i Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. "Rahmeten-lil-âlemîn"dir. Beşîr'dir. Nezîr'dir. Şâhid'dir. O'na bîat, Allah'a bîatdır. O'na îmân, Allah'a îmândır. O'na isyân, Allah'a isyândır. O'na ihânet, Allah'a ihânetdir. O'nu sevmek, Allah'ı sevmekdir. O'na tâbi olmak, Allah'ın muhabbetini celb etmekdir, okuduğum âyet-i kerîmede. Hepsini âyetle söylüyorum. "مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ men yutı'ir-resûl fekad etâallah", "إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ innellezîne yubâyi'ûneke innemâ yübâyi'ûnallah". Hepsi âyetle yani âyetlerin size manâlarını söylüyorum.
Bir gün o iki cihân serveri, ins ü cin peygamberi, Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, Mescid-i Şerîf'de...
O ne güzel mescid o! O ne güzel mescid! O ne güzel cemâat! Onlar ki Resûl-i Ekrem'in mübârek cemâlini gördüler. Resûlullah da onları gördü.
Bir kısımları Peygamber'e bakdılar, göremediler. Bakmak başka, görmek başka. Onlar Ebû Cehiller ve onların emsâlleri. Onlar bakdılar göremediler. Îmân edenler gördüler. Herkes kendi çapında gördü, kendi istidâdı kadar gördü, Allah'ın taksîmi kadar gördü. Çünkü Allah Allah'la bilinir, Muhammed'i Allah bilir, kul bilemez, sallallahu aleyhi vesellem. Onun için Cenâb-ı Hakk'a, "اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا innallahe ve melâiketehû yusallûne 'ale'n-nebiyy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû 'aleyhi ve sellimû teslîmâ" dediğimiz vakitde, "Allahümme salli 'alâ Muhammed" diyoruz. Diyor ki Allah, "Ben meleklerimle beraber salât ediyorum Habîbim Muhammed'e, ey mü'minler, siz de salât ediniz". Biz de diyoruz ki, "Yâ Rabbi sen salât et" diyoruz. Ne demek manâsı? O'na lâyık olan salavâtı ancak sen bilirsin yâ Rabbi, biz âciziz" diyoruz. İlmullah ile. Bitdi.
Bir zât kalkdı ayağa ve Resûl-i Ekrem'e hitâben, "Yâ Resûlallah mete's-sâ'a, kıyâmet ne vakit kopar?" dedi.
Size müjde vereceğim. Sevenlere müjde vereceğim. Vallâhi müjde vereceğim! Bu müjdenin ne demek olduğunu yakın zamanda anlayacaksın. Hemen o amel sandığı olan kabre girdiğin vakitde anlayacaksın. Evvelâ sana Resûlullah'dan soracaklar çünkü, "Bunu nasıl tanıyorsun?" diye. Müslim'in beyânına göre, gösterecekler, "Bunu nasıl tanıyorsun?" diye, bu zâtı, bu zât-ı şerîfi.
"Mete's-sâ'a Yâ Resûlallah". Ne demek manâsı biliyor musun? "Mete's-sâ'a", kıyâmet ne vakit kopar? Salâta durdu, namaza durdu Efendimiz, namaz kıldılar. Sonra namazdan fâriğ oldular, gene mübârek cemâlini ihvânına karşı döndü, ashâbın akarşı döndü, "Eyne's-sâilü, soru soran nerede?" dedi. "Fe kâme'r-reculü", o zât ayağa kalkıp dedi, "Yâ Resulullah ben sordum soruyu". "Ne yapacaksın kıyâmetin vaktini saatini öğrenmekle? O bir emr-i mühimmdir, olacakdır. Sen kıyâmet günü üçün ne hazırladın?" diye Peygamberimiz ona sordu.
Dikkat et, konuşduğum şey oyuncak değil! Mühim şey söyledim sana, Resûl-i Ekrem'den rivâyet etdim. Bazı adam ölümünü merâk ediyor. Ölümünü öğrenip ne yapacaksın. Ondan sonra ne yapacaksın, onun için ne hazırladın? Kıyâmeti öğrendin, ne olacak? Kıyâmet günü için ne hazırladın? Soruyorum. Onu düşün sen. Kendine kabir hazırlamış. Bırak bu ahmaklığı. Kendini kabre hazırla. Sana bir çukur bulurlar, seni oraya koyarlar. Merâk etme, meydanda koymazlar seni, bırakmazlar. Kokarsın çünkü, etrâfı rahatsız edersin. Kendine kabri hazırlama, kendini kabre hazırla. Kabir karanlıkdır, nûr ister. Kur`ân oku, Allah'ı zikret. Kabirde yılan çıyan vardır, oraya tiryak götür. Sakın kul hakkıyla gitme. Borçlu gidersen elin zincirdedir. Hakkı gasb edip gitdinse sorusu ağırdır çok. Neyse, uzatmayalım işi.
O zât dedi ki, "Yâ Resûlallah, benim böyle büyük büyük ibâdetlerim yok. Yani beş vakit namaz kılarım".
Ki bir müslümânın şânıdır bu. Allah'ı seviyorsun ya, nasıl Allah'ı kırarsın, namazı terk edersin. Seviyorsun ya Allah'ı. Seni yokdan vâr etmedi mi! Bir katre meni değil miydin! Seni ana rahminde hayız kanıyla, kudret fırçasıyla insan şekline koymadı mı! Göz verip göstermedi mi! El verip tutturmadı mı! Ayak verip yürütmedi mi! Burun verip koklatmadı mı! Dil verip söyletmedi mi! Kulak verip işittirmedi mi! Hani hissiyâtın, hani hâfızan, hani aklın, onları vermedi mi! Nasıl Allah'ı kıracaksın, seviyorsun ya Allah'ını. Allah'ı seven namazı terk edemez. Hele Resûlullah'ı seven hiç terk edemez. Neden biliyor musun? "Gözümün nûru" demiş, "es-salah kurreti aynî" buyurmuşlar. Peygamberin gözünün nûrunu nasıl terk edebilirsin, seviyorsan Hazret-i Peygamberi. Söylüyorum sana.
"Efendim, daha çok gencim daha". Oğlum aklını başına al. Sana büyük ibret olsun, git sakadatçı dükkanına, hep genç hayvanları keserler, yaşlıları bırakmazlar pek. Hep kuzular, orta yaşlılar gider gürültüye. Aklını başına al. Haydi bakayım, ibâdet ve tâata. İbâdet kemerini beline dola. Allah'a secde et, rükû eyle. Allah'ı tesbîh et, Resûlullah'a salât et. Senin müncîin O. Şurada oturmana bile sebeb O'dur. O işâret etmiş İstanbul'u alacaksınız diye. Öyle gelip aldılar burasını. Ona borçlusun. Rütbeni O'na borçlusun. Kasanı O'na borçlusun. Keseni O'na borçlusun. Hürriyetini O'na borçlusun. Müslüman olmasan sana o rütbeyi vermezlerdi, müslüman çocuğusun diye verdiler, Muhammed'e bendesin diye verdiler. Kasayı ondan aldın, keseyi ondan, toprağı ondan aldın. O işâret etmiş, "le tuftahanne'l-kostantınıyye".
"Vallâhi Yâ Resûlallah, benim böyle uzun uzun namazların yok, beş vakit kılıyorum".
Evet, müslümanın şânı bu. Mü'minin mi'râcı. Dînin direği. "Accilû bi's-salâti kable'l-fevt, accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt". Bak dikkat et, nasıl zamanlar çabuk geçiyorsa, ömür öyle geçecek. Hemen tövbe et, ölüm gelmeden. Vakit geçmeden namazı kıl. Çabuk geçiyor çünkü. Biz de çocukduk. Sonra genç olduk. Sonra dinç olduk. Sonra yaşlandık. Ayaklarımız yürümüyor şimdi. Bir müddet sonra seni beni tanımayacağım, kendi evlâdımı tanımayacağım. Bir müddet sonra toprak olacağız. Doymayan gözümüze toprak dolacak. Kanmayan çenemiz kilitlenecek, kanmayan çenemiz. Topladıklarımızı düşmanlara bırakacağız, onlar taksîm edecekler. Hesâbı bizden sorulacak. Daha ıslâh olmayacak mısın! İrfânın yok mu! Düşüncen yok mu! Gözünde ibretin yok mu! Görmedin mi!
"Yâ Resûlallah, fazla namazlarım yok, beş vakit kılarım. Senede bir ay oruç tutarım. Ramazan'dan Ramazan'a. Zengin olursam zekâtımı veririm. İbâdetim bu. Ama Allah ve Resûlünü çok severim yâ Resûlallah". Müjde! Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyurdu, "ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, el mer'ü me'a men ehabbe, kişi sevdiği ile beraberdir, ey A'râbî, sen de benimle berabersin" dedi Peygamberimiz.
Şimdi, Resûlullah'ı sevenler, yakın bir zamanda Peygamber'in civârında toplanacaklar, onunla beraber olacaklardır. Müjde veriyorum sana. Peygamber'i nasıl seviyorsun? Nasıl susuz duramıyorsun, ekmeksiz, havasız, Resûlullah'ı böyle sev. Bu sevgiyi sana vermezler. Bu Allah'ın elindedir. Çünkü temâyülât-ı kalbiyye, ef'âl-i ihtiyâriyyeden değildir. Ama sünnetlerine ittibâ eyle, sünnet-i ictimâiyyesine, sünnet-i ferdiyyesine, muhabbet-i Muhammediyye kalb tarlasına ekilecek, yakın zamanda meyvasını verecekdir.
Haftaya Cenâb-ı Hakk ecelden amân verise anlatacağım Çünkü vakit çok dar oldu. Hava da çok sıcak. Sizi fazla üzmeyeyim. Yeter bu kadar. Çok konuşmakla değil.
Câhiller helâk oldu, bilenler kurtuldular. Bilenler helâk oldu, âmiller kurtuldular, yapanlar kurtuldu. Yapanlar helâk oldular, muhlisler kurtuldular. İhlâs ile bir kaç şey yapabilirsen, sana kâfî gelecekdir. Hele muhabbet-i Muhammediyye! Hele muhabbetullah! Sana kâfî gelir.