Allah'ın Cemâli Celâlinde Gizlidir

6 Ocak 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Derd
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Amerika'daki bir sohbetlerinde, dinleyicilerden birisi, "Çok sevdiğim ve yakından tanıdığım bir arkadaşım var, başına gelen derdler yüzünden rûhen büyük bir sıkıntı içinde ve başına gelenler yüzünden Allah'ın kendisinden nefret ettiğini düşünüyor. Bu kişiye nasıl yardım edebilirim?" deyince, Efendi Hazretleri şöyle buyurdular :
O, onu yanlış düşünüyor, yanlış düşünüyor, yanlış düşünüyor. Cenâb-ı Hakk dilediği kulunu rahata, dilediği kulunu azâba, dilediği kulunu hastalığa, dilediği kulunu sıhhate kavuşturur. Hükmünde gâlibdir, istediğini yapar. O kul iyi kişiyse, onu musîbetlere mübtelâ kıldığı için, ona âhiret âleminde derecât verir, âlî derecât verir. 
Eyüp Peygamber öyle olmadı mı? Hasta olmadı mı Eyüp Peygamber? O Allah'ın düşmanı mıydı? Allah'ın nebîsi idi, Allah'ın sevgili bir kulu idi ama öyle tecellî etti. Hattâ ben sana bu hususda çok şeyler söyleyebilirim ama senin havsalan belki de bunu kabûl etmez. 
Mûsâ Peygamber'e bir adam geldi, "Yâ Nebiyyallah! Allahu Teâlâ'yı evime davet ediyorum, söyle bu cuma gecesi evime gelsin" dedi. Mûsâ Peygamber, Tûr'a çıktığında, adamın bu acâib isteğini, korku içinde titreyerek Allah'a arz edince, Cenâb-ı Hakk, "Söyle o kuluma, cuma akşamı geleceğim, haydi yemekleri hazırlasın" buyurdu. Cuma akşamı oldu, adam yemekleri hazırladı. Akşam güneş gurûb etti, adama bir diş ağrısı yapışdı. Bir diş ağrısı ama maşallahlı. Aspirin, giripin, optolidon ne varsa yuttu ama imkânı yok ağrı geçmiyor, adam "Allah! Allah! Allah!" diye inliyor. Tâ güneş doğuncaya kadar ağrı devam etti. Güneş doğdu ve ağrı durdu, hiç bir şey yok. Adam hemen Hazret-i Mûsâ'nın kapısına koşdu, "Yâ Mûsâ! Hani Allah gelecekdi?. Bir diş ağrısı geldi sabaha kadar anamı ağlattı" dedi. Mûsâ Peygamber doğru Tûr'a çıkdı, "Yâ Rabbi, bunun hikmeti nedir?" diye sordu. Cenâb-ı Hakk, "Evet geldim, her Allah dedikçe ona lebbeyk dedim, onunla berâberdim" buyurdu.
Bundan ne anlaşılıyor? Allah'ın iki sıfatı vardır. Celâli ve cemâli. Suyun da öyle. Her şeyin iki sıfatı vardır, celâli ve cemâli. Ateşin de öyledir. Ateşin celâli geldi mi yakar, mahv eder. Cemâlli olduğu vakit, üşümüşsen, "Oh elhamdülillah" dersin, yemeğini pişirirsin, üzerinde kebabını yaparsın, ısınırsın. Su, mebde-i hayâtdır. Su içersin, hayâtını kazanırsın. Celâli geldi mi yıkar götürür. Nasıl yaptı bu sefer San Fransisco'yu?.
Cenâb-ı Hakk da bazen böyle kuluna celâlle tecellî eder, ağrıyla, hastalıkla, musîbetle. Bazı kuluna da  cemâlle tecellî eder, rahatlıkla, safâ ile. İşte bu şekilde. Celâlinden cemâli zuhûr eder. Meselâ gülün dikeni Hakk'ın celâlidir. Gülde o diken olmazsa gül helâk olur. İşte bak gördün mü? İbrâhim Peygamber'i ne yapdılar? Celâlle ateşe attılar. Sonra cemâl ne yapdı? Ateşi gülzâr eyledi. Ateşe atılmasaydı ateş gülzâr olmayacakdı. Diken açıldı, içinden gül çıkdı.
 Âyîne olmasaydı kahr u celâl
Zâhir olmazdı nûr-i lutf u cemâl
Lutf u kahrın ikisini bir gör
Olmak ister isen ger ehl-i kemâl

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön