Allah'ın Herkese Soracağı Dört Soru - Hutbe - 19 Aralık 1980

22 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُون
Yâ eyyühellezîne âmenüttekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet ligadin vettekullah, innallâhe habîrun bi mâ ta’melûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri kendisinden korkanlarla ve kendi yolunda bezl-i mâl, bezl-i cân edenlerle berbaberdir. Hamd ü senâ, ibâdet ve tâat, yüceltmek, Allah'a mahsûsdur, O'nun hakkıdır. İbâdetler, tesbîhât, takdîsât, yüceltmekler O'nun hakkıdır. Allah, cümle mahlûkâtın Allah'ıdır, ilâhıdır fakat âkıbet müttekîlerindir, Allah'dan korkanlarındır. İşin nihâyeti ve sonu, Allah'dan korkanlarındır, müttekîlerindir. Allah'ın düşman olduğu da, halka zulmeden zâlimlerdir, Allah onları sevmez. Onlar Allah'a düşmandır, Allah da onlara düşmandır. Halka zulmeden, adâletden udûl eden, halkın hakkını ve hukûkunu ayakaltı eden, kendi çıkarlarına çalışan, menfaat-i şahsiyyesinde menfaat-i umûmiyyeyi yok eden, yok etmeğe çalışan, bunların da Allah düşmanıdır. Allah muhsinlerle beraberdir ve muhsinleri sever. Hakk yoluna bezl-i mâl eden, bezl-i cân eden, mukaddesât uğruna, insanlık yolunda, Allah yolunda, insanlık yolunda.

İnsanlığa hizmet Allah'a hizmetdir. İnsanlığa ihânet Allah'a ihânetdir. Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuş "men lem yeşküri'n-nâs lem yeşkürillah, nâsa şükretmeyen, Allah'a teşekkür etmiş olmaz". İnsanda büyük kıymet vardır. Bundan evvelki derslerimizde de bunu söylemiş idik. Söylüyoruz, dâimâ da söyleyeceğiz, ölünceye dek söyleyeceğiz.

Bu arşa, kürsîye Allah'ın ihtiyâcı yokdur. Arş, kürsî, beyti'l-ma'mûr, gökler, yerler, aylar, yıldızlar, güneşler, hava, rüzgar, su, cennet, cehennem, hepsi bunlar insan için halk olunmuşdur. İnsanda büyük kıymet vardır, insanda sırrullah vardır. İşte insanın kıymetini, kadrini bilmeyen şeytan olmuşdur. Allahu Teâlâ Âdem'i halk etdi, Âdem'e esmâyı, esmâ-yı ilâhîyi ta'lîm etdi. Ve İblîs'e de, malûm-i ihsânınız, âyet-i kerîmede, "وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ve iz kulnâ lil melâiketi'scüdû li âdeme fesecedû illâ iblîs ebâ vestekbera ve kâne mine'l-kâfirîn". "Biz meleklere emretdik ki Âdem'e secde edeler". Melekler emr-î ilâhî ile secde etdiler,  İblîs secde etmedi. Yani âdemin kadr u kıymetini bilmeyen iblîs olur. Ama âdem. Âdem sûretinde hayvan olursa ona bir diyeceğimiz yok. 

Âdeme âdem gerekdir âdem ide âdemi
Âdem âdem olmayınca âdem n'itsün âdemi

Sûretâ âdem, hakîkatde de âdem olursa, o vakit Hazret-i Âdem safiyyullahın nâibi olur. Âdem safiyyullah, halîfetullahdır. Gene Kitâb-ı Kerîminden, esteîzübillah, "وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ ve iz kâle rabbüke lil melâiketi innî câilün fi'l-ardi halîfe". "Ben kürre-i arda halîfe yaradacağım" dedi Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri. Melekler dediler ki, "Yâ Rabbi, kan dökecek, fesada uğratacak mahlûk mu halkedeceksin?". Allah dedi ki, "قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ kâle innî a'lemü mâ lâ ta'lemûn" ."Sizin bilmediğinizi ben bilirim, siz durun ve hikmet-i ilâhiyyeyi seyrediniz". Bu sözden murâd da, melekler bize tercemân oldular. Ve Allah Âdem'e esmâyı ta'lîm etdi. İnsanın şerefi demek ki din ile,  kim esmâ-yı ilâhîyi ta'lîm ederse, Allah'ın isimlerini. 

Yalnız isimde kalma, isimde kalma, müsemmâya gel, müsemmâyı bul. Bilmeyen bulmadı, bulmayan olmadı. Kim ki Allah'ı gökde aradı, o gâfil oldu ve câhil oldu. Allah'ın kahr u galebesi semâvât ve ardın her tarafına nüfûz eder. Allah, her şeyi muhîtdir. Allah her şeyi görür ve bilir. Fakat "وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ve nahnu akrebü ileyhi min hablil verîd", insanoğluna can damarından daha yakındır, insanoğluna! Sende gizli olan hazîneyi bil, onu keşfet, bul. Sen bir emânet-i ilâhiyyeye hâmilsin, yani Allah'ın emânetlerine hâmilsin, bâtınen sen busun. Sende büyük bir hazîne-i ilâhî var. Bunun farkına var. Bu senin iç âlemindir. Dış âlemin mahdûddur, iç âlemin nâ-mahdûddur. Çünkü senin özünden içeri bir öz vardır ki sen o öze bağlısın. Yani Allah'a bağlısın. Hakk seninle berâber, sen kiminlesin? Hakk seninle berâber, sen kiminlesin?

Nerde olursan ol, kim olursan ol, Allah seninle beraberdir, görmekde ve bilmekde, habîrdir, görür, basîrdir, O'ndan bir şeyi kaçıramazsın, gizleyemezsin. Hakk'dan korkmayacak mısın? Eğer bu ef'âlimizle Allah'dan korkuyoruz dersek, yalan söylemiş oluruz. korkmuyoruz dersek küfre gideriz. Hâlimiz nice olur acabâ? Allah'dan korkan Hakk yolunda canını ve gözünü budakdan sakınır mı? Canını ateşden sakınır mı? Aşk ateşinden bahsediyorum. Hakîkat böyle. Kellimü'n-nâse 'alâ kaderi 'ukûlihim. Hakîkat böyle.

Allah'ın dört sorusu var. Kime? Herkese. Bu suâllere enbiyâ da dâhil mi? Elbette dâhil. Onlara "bu suâlleri kullara teblîğ etdiniz mi?" diye Allah soracak. Sana da "bu suâller teblîğ olundu mu, duyuruldu mu?" diyecekler. Kâfirler inkâr edecekler, "Hayır, teblîğ olunmadı" diyecekler. Dağlar, taşlar, kurdlar, kuşlar, teblîğ ediyor dâimâ, Allah resûllerinin bize teblîğ etdiklerini. Tabii görene, köre ne! İşitene, duyana.

Bu suâller herkese sorulacağı için âşikâr. Meselâ insan bir imtihana girer, o imtihanda sorulacak sorular gizlidir. Allahu Teâlâ bunu bize i'lân etmiş daha dünyâ âlemindeyken. Bunlara hazırlık yapınız. Sana hiç ibret vermedi mi, helâya adamı bedava sokmuyorlar. Şeytan evi olan hamama dahi bedava giremiyorsun. Allah'ın cennetine bedava girilir mi acaba? Ne ibâdet ve ne tâat, ne aşk var ne muhabbet, ne korku var. Tabii ben kendimi söylüyorum, kendime tercemân oluyorum, seni bundan tenzîh ederim. Sen mü'min kardeşimsin benim. Sen davetlisisin Allah'ın. Allah'ın ve Resûlü'nün davetlisisin sen, bugün beytullaha geldin. Allah evine geldin. 

Birçok insan var, çırpınıyor şimdi, câmiye gitseydim, Cuma kılsaydım diye. Bir takım mâniler zuhûr etdi ve gelemediler. Onlar kendileri mi gelemiyor zannediyorlar? Zâhir kısmında böyledir, ma'nâda böyle değildir. Ma'nâda seni câmiye bırakan onu câmiye bırakmaz. Bak, bir daha söylüyorum. Seni câmiye bırakan onu câmiye bırakmaz. "Efendim, irâde-i cüziyye var". Ben irâde-i cüziyyeyi inkâr etmiyorum ki. İrâde-i külliyenin yanında irâde-i cüziyye ne olabilir acabâ? Onu söylüyorum ben sana. Geçiyorum.

Dört soru soracak Allah. Allah'dan kork ve yarınki gün için hazırlan. Bu sorulara cevâbı hazırla. Gençliğini nerde kocaltdın? Ömrünü nerde yıpratdın? Parayı nerden kazandın, kazandığın serveti nereye sarf eyledin? Bunlar sorulacak. Bir de işitdiğin ilimle ne amel etdin? Bu dört soru herkese sorulacak yevm-i kıyâmetde. Allah bu dört soruyu soracak. Kimlere soracak biliyor musun? Affedeceklerine soracak Allah. Affolmayanlara soru moru yokdur. Onlar, "يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ yu'rafu'l-mücrimûne bi sîmâhum fe yu'hazü bi'n-nevâsî ve'l-akdâm". Mücrimler yüzlerinden bilinir, soruya lüzûm yok, ensesinden tutulduğu gibi nâra ilkâ olunurlar. Çünkü burada Allah'ı bulmayan, âhiretde bulamadı. Burada Hakk'ı görmeyen, âhiretde Allah'ı göremedi. Hakk göz Allah'ı görür. Hakk kulak Allah'ı dinler, işitir. Hakk dudak Allah'ı zikreder. Yani Hakk'da olan dudak. 

Vâiz bunları anlatıyordu, bir veliyyullah ordan geçiyordu, dinledi, kulak verdi vâize. 

İki türlü vâiz var. Ey âşık u sâdıklar! Ey kalbleri uyanıklar! Ey aşkullah ile bağırları yanıklar! Seherde gözlerine uyku girmeyen âşıklar! Sabaha kadar Allah diyenler! Yatağında sağa sola dönerken "lâilâheillallah" de, dilini alıştır "lâilâheillallah"a. Yakın zamanda seni yan üstüne, beni yan üstüne karanlık kabre yatıracaklar. Uyandırdıkları vakitde, hemen "lâilâheillallah" deyip kalk ki işin kolay ola.

Vâiz iki türlü. Bir vâiz var, nâtık, benim gibi konuşuyor böyle. Bir de gayr-ı nâtık vâiz vardır, söylemeyen vâiz. Ondna haberin var mı? Meselâ senin oturduğun yer seninle konuşur. İnşâllah kulağımızdan gaflet pamuğu çıkarsa biz bunu duyarız. Bu hutbe de benimle konuşur. Bu hutbe der ki, sâmit vâiz bu, sükût eden vâiz, "Hocaefendi! Sıhhat u âfiyetine güvenme, ilmine mağrûr olma, servetine dayanma, benim üzerimden nice hocaefendiler geldi ve geçdiler". Öyle söylüyor şimdi bana. Sana yer de öyle sesleniyor. "Benim üstümde nice insanlar geldiler, dünyâ metâı için kavgalar, çekişmeler yapanlar. Hakk aşkı ile uyumayanlar, üzerime secde etdiler, onlar da gelip geçdiler". Misâfirhâne. Ağaç gölgesinde gölgeleniyorsun. Ama yarım saat, bir saat, iki saat, beş sene, on sene, elli sene, altmış senen, yüz sene, yüz yirmi sene, yüz elli sene. Nihâyet? Soruyorum, nihâyet? Nihâyet ölüm! Mâdem ki doğdun ölümün ehazır ol.

Seni buraya getiren ve götüren var. Mebde' ve me'âdını aradın mı, sordun mu? Getireni, götüreni? Niçin geldin, niçin gidiyorsun? Nerden geldin, nereye gidiyorsun? Ne yapdın şimdiye kadar, nefsini hiç hesâba çekdin mi? Soracaklar, nefes sayısı sorulacak. Kâfirler inkâr ederiz diyor teblîgâtı. Allah haber veriyor, esteîzübillah, "اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tükellimunâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". "Biz kıyâmet gününde ağızları mühürleriz, elleri konuşdururuz, ayakları tanık, şâhid tutarız yapdıklarınızdan" diyor. Hadi inkâr et bakalım!

"Efendim böyle şey olur mu?". Valla bilmiyorum, bak, insanoğulları neler yapıyorlar, insanın sesini bile tesbît ediyorlar, nefes alışını bile tesbît ediyorlar. Bunu yapmaya akıl veren Allah, o aklı halk eden Allah, elbette ki seni ve beni hesâba çekmeğe kâdirdir, hiç bir zaman yakamızı elinden kurtaramayız.

Biz geçelim gene vâize. O evliyâullah kulak verdi. 

Bir de büyük bir vâiz vardır, büyük bir vâiz! Ondna büyük vâiz olmaz, nâsih olmaz, öğütçü olmaz. Nedir o biliyor musun? Ölüm! O da sâmitdir, arkasından sesi çıkar. Arkasından ağlayanlar, feryâd edenler olur. İki türlü feryâd edilir. Birisi öldüğüne sevinirler, feryâd ederler, mal bize kaldı, acaba ne kaldı diye diye araştırır. İkincisi  halkı ağlatır. Halka hizmet etmişdir. Arkasından rahmet ile yâd ederler. "Eyvâh! Memleketimizin direği yıkıldı, milletimizin beli büküldü, öyle bir zât-ı akdes gidiyor" dedirtir, gözyaşı döktürürsün. Hangisini istiyorsun? Bazısına da "Allah belâsını versin! Kurtardık yakayı. Şimdi çeksin, dayansın ehl-i kubûr!" derler. Hangisi? İkisi de senin ve benim hakkımda söylenecek sözler bunlar bizim. Hangisini söyletmek istiyorsun? Soruyorum sana! Çocuklarına acı, onlara temiz bir etiket bırak, temiz bir nâm bırak evladlarına. Yalnız parayla uğraşma, para bırakma yalnız. Güzel bir şey para, yerinde sarfedersen. İnsanı cehenneme de çabuk götürür, cennete de çabuk götürür. Para, para, paradan bahsediyorum. Para cennete de çabuk götürür, cehenneme de çabuk götürür insanı. Fuhşiyyata harcarsın cehenneme çabuk gidersin. Hayrâta harcarsın cennete çabuk gidersin, rızâya, rıdvâna kavuşursun.

Ölüm! Bundan büyük vâiz olmaz. Bundan vaaz aldın mı hiç? Bundan vaaz dinledin mi? Mesela toprak sana söyler, "Ey üstüme basan kişi! Basdığın toprak hangi mahbûbun, hangi güzel yüzlünün, hangi güzel kadının dudağıdır. vaktiyle el sürülmeye kıyılmazdı. Yüzünü göstermezdi kimseye, nazar değecek diye. Şimdi toprak olmuş, üzerine basıyorsun".

Misâllerini vereyim daha sana?

İki kardeş kavga ediyorlar, çekişiyorlar, mal taksîmi hakkında, oradan bir veliyyullah geçiyormuş. Demiş, "Nedir çekişmeniz evlâdım, nedir?". "Babamız öldü, mal taksimi yapuyoruz" demişler. "Şu ahır daha güzel, yazlık ev benim, sayfiyelik senin" filan taksim ediyorlar. Demiş ki, "Birbirinizi kırmayarak, hak ve hukûka riâyet ederek bu taksîmi yapın, dünyâ metâı için birbirinizin kafasını kırmayın. Âhirete bunu götüremezsiniz. Bunlar elden ele dolaşa dolaşa, hamamın kurnasına benzer dünyâ metâı, bir cenâbetden bir cenâbete kalır, çekişmeyin" derken "lap" diye ordan bir kiremit düşmüş, yukarıdan aşağı, damdan. Ve kiremit dile gelmiş, o evliyâullah berekâtıyla. Söyledik ya efendim.

Sen şimdi bana "Kiremit konuşur mu?" diyeceksin, kendi kendine akl-ı meâşınla. Esrâr-ı ilâhî aklın fevkindedir, mâverâsındadır. Bildiğin gibi değil her şey konuşuyor şimdi, zamânımızda. Baksana insanın parmaklarının ucundan kâtilleri, cânîleri buluyorlar. Yani her şey konuşuyor, anlayan için. İnkâra yeltenme öyle, inkâr kapısı kapandı şimdi. Peygamber zamânında inkâr olabilirdi. Ebû Cehil geldi Peygamber'e, "Kalk yâ Muhammed, ayağını yerden kaldır", Efendimiz bir ayağını yerden kaldırdı, "öbür ayağını da kaldır yerden", "ne olacak?, "hani sen semâya uçmuşdun ya, yerden bir karış kalkamıyorsun" diyebilirdi Ebû Cehil. Zamânımızda bu kalkdı bu, kapandı bu perde. Daha neler göreceğiz. Yaşayanlar için daha neler olacak. Kimin aklına gelirdi aya ayak basmak? Aya ayak basmak kimin aklına geliyor, soruyorum sana! Semâda uçmak, orduları semâdan sevk eylemek, oturduğu yerden atarak bir kıtayı mahv ü perîşân etmek. Hiç elini oynatmadan düğmeye basıyor, bir kıta havaya kalkıyor. Bak insanoğulları neler yapdılar. Bu işi yapan insanoğullarına da o aklı veren Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Sen Allah'ın kudretini düşün şimdi, o tarafa git. Tabancada kalma, tabanca patladı deme, patlatanı gör. Geçiyoruz.

"Durun size ben nasîhat edeyim" dedi kiremit, kiremit! "Ben nasîhat edeyim size. Ben vaktiyle büyük bir pâdişah idim. Şarka garba hükümrân idim. Ordularım vardı, askerlerim vardı. Tabîblerim vardı, doktorlarım vardı. Hazînem vardı. Ecel geldi çatdı, Azrâil göğsüme oturdu, ne tabîbin ilacı bana menfaat verdi, ne ordularım beni ecelin elinden kurtarabildiler. Öldüm, çürüdüm, toprak oldum. Beni testi yapdılar. Bir müddet içime şarap koydular benim, başka işlerde kullandılar. Sonra kırıldım. Gene atdılar. Yüzlerce sene yatdım. Gene toprak oldum. Birisi geldi beni lâzımlık yapdı, hastaların, çocukların altına koydular beni, üstüme yestehlediler". 

Vücûdumuzun geçirdiği istihâleleri anlatıyorum size. Anlayan için söylüyoruz. Oldu mu olmadı mı diye kafana vesvese sokma, bu teşvîşi kafandan çıkar. Vesveseyi kafandan at, oldu mu olmadı mı diye. Böyle olacak, yani böyle oluyor iş, hâdisât. Olmuş diye anlatıyorum, böyle olacak. 

"Sonra o da olmadı, gene kırıldık, çöplüğe atdılar. Sonra duvarın içine bizi tuğla diye koydular. Orası yıkıldı. Senelerce kaldım. Gene alıp yapdılar, kiremit oldum. Şimdi bundan sonra ne olacağımı bilmiyorum" dedi. 

"Bakın evlâdım bundan ibret alın, bu hâdiseden" dedi o veliyyullah. "İbret alın" dedi. Vâiz işte sana, vâiz ama görene, köre ne! Vâiz, görene, köre ne! İşitene, sağıra ne! Kör için renk, sağır için âhenk olmaz, innîn kişi vuslatın tadını bilmez. Bu kadar.

O veliyyullah geçiyordu, vâizin sözüne kulak verdi. Vâiz, bunu anlatıyor. Gençliğini nerde yıpratdın?. Soruyorum sana! İlimde mi, fuhşiyyatda mı? Kahveler adam almıyor, akşama kadar. Tavlalar, bilmemneler filan. "Efendi oynamasınlar mı?". Canım oynasınlar ama gündüz ne işin var senin oyunda? Memleketin çalışmaya, ilerlemeye ihtiyâcı var. Senin ne işin var gündüz kahvede mahvede filan. Günahı başka, o ayrı davâ. İstirahat zamânında git oyna ama bu ne bu, işini bırak, dükkanını kitle, git oraya, kumar oynamaya! Muhammedîliğe yakışır mı bu, soruyorum sana! Hazret-i Muhammed'e ümmet olana yakışır mı bu? Hiç elini sürmek yakışmaz bir defa öyle şey yapmaya. Sen iffetinle, ırzınla çalışacaksın, küçüğüne şefkatli, büyüğüne hürmetli, merhametli. Yarın ölecek gibi âhiret için hazırlanacaksın çünkü ölücüsün, gidicisin, yolcusun Hiç ölmeyecek gibi dünyâ için çalışacaksın çünkü senin milletin, senin kavmin, senin ümmetin bâkîdir kıyâmet gününe kadar, onlara hizmet edeceksin. Bir ağaç dik hiç olmazsa yâhu! Ağaç dikdin mi şimdiye kadar? Ey zengin! Bir hayırlı talebe yetiştirebildin mi, fukarâdan alıp da bir çocuğu, fukarâ çocuğunu alıp yetiştirip, okutdun mu? Birine bir kitâb aldın mı? Soruyorum ey serhoş! Benim kardeşlerim bunlardan berîdirler am asöylemek mecbûriyyetindeyim. 

Vâize sordu o veliyyullah, "Allah'ın bu soruları doğrudur. Gençliğini nerde yıpratdın? Ömrünü nerde çürütdün? Kazandığın parayı nerden aldın, nereye sarf etdin?"

Bir adam ihtikarla para kazansa, namaz da kılsa o adam, bir lokma ihtikar kursağına düşse, kırk gün, dîn böyle söylüyor, Allah böyle söylüyor, Allah'ın sevgili habîbi Muhammed', böyle söylüyor, bir lokma ihtikar kursağına düşse, kırk gün onun duâsı kabûl olmaz. Duâdan murâd namazı da kabûl olmaz. Belki ferâiz yerine gelir. Duâsı kabûl olmaz. İbâdetden men edemeyiz. Haramzâde de olsa gene ibâdet yapmalı ama alnı secdede delinse, dizleri nasır tutsa, fayda olmaz, yatıp kalkması yanına kârdır. O kadar mühim! Zerre kadar hukûka tecâvüz. Zerre, zerre! Bırak arpayı, hardal tânesini bırak, zerre, zerre! Allah öyle diyor, ben demiyorum ki. "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ fe men ya'mel miskâle zerretin hayran yerah". Zerre kadar hayır yapan, yapdığı hayrın mükâftını bulacak, görecek, görecek. Zerre kadar hayır, nedir o? Yoldan bir taş çekdin, bir kimsenin ayağına batmasın diye. Bunun mükâfâtını bulacaksın. Allah zulmetmez, Allah unutmaz. Ama yolun ortasına çöpü atdın, belediye almıyor diye kızdın belediyeye, sokağın ortasına dökdün çöpü. Çünkü biz her şeyi hükûmetden bekliyoruz. Uçkurumuzu da hükûmet gelsin bağlasın diyoruz biz. Öyle bir kavim. 

Fakîr, Amerika'da bulunduğum esnâda, söylemeden geçemeyeceğim, vakit daraldı ama, söyleyeceğim. Ben cigara içerim. İçenler terk etsinler, iyi bir şey değil. Faydaları vardır ama daha çok zararı var. Oraya bir ibâre koymuşlar, "burada cigara içilmez" diye, ben onun farkın avarmadım, cigara yakdım. İki önümde oturan iki delikanlı, döndüler, "Burada cigara içemezsiniz" dediler bana. Ben analamıyorum lisânlarını. "Ne diyor?", "böyle söylüyor", "peki" dedim, söndürdüm. Ve ben tayyâreden ininceye kadar beni onlar murâkabede tutdular, cigara yakacak mıyım diye. Ben memnûn olmuşdum. Bütün millet birbirini murâkabe etmesi lâzımdır. Allah Kur`ân'da böyle söylüyor, "أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ ". Müslümanların yapacağını onlar yapıyorlar. 

Kamyon geçdi, toprak döküldü Almanya'da, orda da şâhid oldum. Telefon etdiler, filan numaralı kamyondan toprak dökülmüşdür diye, hemen o kamyoncuyu getirttirip o toprağı ordan kaldırttılar. Bir kişiyi ben dönerek sokağın kenarında bir duvara işediğini görmedim. Görmedim hiç. Çok gitdim geldim, görmedim hiç. Bizim burda câmiden çıkıyoruz, câminin duvarına, Bayezid Câmisinin duvarına. Gözümle gördüğüm için söylüyorum bunu. İsmini soruyorsun, Mehmet diyor. Dînin? Elhamdülillah müslümanım diyor. Câminin avlusunda mâlâyukâlini yıkıyor. İstibrâ meselesinde. Ümmet-i Muhammed'in içerisinde. El-hayâu mine'l-îmân. Acı konuşuyorum ama lâzım olan şeyleri söylüyorum. Acı bu, çirkin bir şey, acı. Ve en korkduğum da şu. Fakîr'i dinlemek için dışardan geliyorlar, dışarı memleketlerden, onlara karşı yüzüm kara oluyor. Meselâ Bulgar'dan utanıyorum, Sırplıdan utanıyorum, onlar bizim çobanlarımızdı vaktiyle. Senin âbâ u ecdâdının çobanıydı onlar, onların helâlarını biliyorum, bizim helâları görüyoruz burda. Neyse, geçiyoruz, bunu anlatacak değiliz. Bu ictimâî şeyden ben geçiyorum dînî meseleye.

"Ömrünü nerde yıpratdın. Gençliğini nerde çürütdün? Kazandığın parayı nerden aldın nereye sarf etdin? İşitdiğin ilimle ne amel etdin? Bunları Allah soracak" dedi. "Ey Vâiz Efendi, doğru, hak ve gerçekdir ama, Cenâb-ı Hakk bunları sormayıp da, şöyle bir suâl îrâd etse kula, karşısına hesâba aldığı kula şöyle bir soru sorsa, 'Ey kulum! Ben seninle beraberdim, sen kiminle beraberdin?' derse, kul ne cevâb verir eyince vâiz düşdü, Allah dedi ve rûhunu Allah'a teslîm etdi. Bak ne kadar tesîr etdi, ne kadar tesîr etdi!

Görüyorsun ya tesîr meselesi çok mühim. "لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ". "Eğer biz Kur`ân'ı dağlara indirseydik, dağlar, haşyetullah ile, Allah korkusuyla paramparça olurlardı". Fakat biz dinliyoruz bize hiç bir tesîri olmuyor. En büyük vâiz ölüm dedim, bize şarkı gibi geldi. Hiç sanki bize yokmuş gibi. Hani âbâ u ecdâdın nereye gitdi?

Birgün Hazret-i Îsâ aleyhisselâm, Îsâ rûhullah geçiyordu, bir sürü koyun vardı orda. Sakın iki şeyi unutma! Biri, Allah'ı unutma, bir de ölümünü unutma! Bir daha söylüyorum, defterin kenarına kaydet. Allah'ı unutma, ölümünü unutma! Geçiyordu, ordan bir koyunun kulağına bir şey söyledi Hazret-i Îsâ aleyhisselâm. Bir şey söyledi Îsâ aleyhisselâm. Koyunun kulağına bir şey söyledi. Ve o hayvan o sözden sonra, ne konuşduysa Hazret-i Îsâ onun kulağına, hayvan bir daha ot yetmez, su içmez oldu. Zayıfladı birdenbire hayvancağız, eriyiverdi böyle. Ertesi gün ordan geçerken, çobana sordu, "Bu koyuna ne olmuş böyle?" dedi. "Vallahi ben anlamadım, dün bir zât geçdi burdan, size benziyordu, onun kulağına bir şey söyledi, hayvan ondan sonra bu hâle geldi. Ne su içiyor, ne yemek yiyor, ne uyudu. Eridi yani". "Ne söyledi?". "Bilmiyorum, ne yedirdi ne içirdi, yalnız bir şey söyledi". Kulağına, koyunun kulağına! Acaba ne söylemiş biliyor musun? Acaba ne söyledi? "Ölüm var" demiş. 

Hayvana böyle tesir etmiş. Annesi öldü tesir etmiyor. Dedesi öldü tesir etmiyor. Babası öldü tesir etmiyor kendisine hiç ölüm. Ona var bana yok zannediyor. Hâlâ o mîrâs peşinde. Ölecek imam ölmüş imamın makâmına göz dikmiş. Ölecek kitapçı ölmüş olan kitapçının kitaplarını almaya çalışıyor. Malum ya tavukçu dükkanında bir tarafdan tavukçu tavuk kesiyor, diğer tavuklar birbirlerini dövüyorlar, bir parça mısır için. Aynı ona benziyoruz. Gözümüzün önünde Hazret-i Azrâil bağırta bağırta bazı ahbâblarımızı kesip götürüyor, yani bıçağını vuruyor, biz hâlâ bir habbe için birbirimizi kırmakdayız. Hani vatan sevgisi, hani büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, nerede? Hani Allah'a karşı ibâdetimiz nerede, ne yapdık? Aç defter-i a'mâlini, Allah seni hesâba çekecek, Allah seni hesâba çekmeden sen kendini hesâba çek. Ne yapdın bakayım, soruyorum sana! Bu akşam git, kimseyi odana sokma, nefsinle başbaşa kal, bir tefekkür et. "Ne yapdım şimdiye kadar?". 

"Kaç yaşındasın?", "Yetmiş yaşındayım". Öyle alalım. Yarısı uykuyla geçdi, otuz beş senesini uykuya verdin. Otuz beş senesini uykuya verdin, yetmiş senenin. Otuz beş senenin yarısı da çocuklukla geçdi, kaldı on yedi sene. Askerlik, mekteb hayâtı, yâhud sanat hayatı, işçilik hayâtı, hastalığın, ölümler, kalımlar, felâketler, kaç gün yaşadın? Sana hesapları çıkarıyorum bak birer birer. Ve bu günler içersinde Allah'a ne gibi yaklaşdın? Ne gibi hesap yapdın? Nerden geldiğini, nereye gideceğini düşündün de ne hazırlık yapdın? 

Efendi! Gidiyoruz, durmuyor hiç. Sen zannediyorsun duruyor. Tayyârenin içine binmiş gibiyiz biz. Dünyâya gelen, tayyâreye binmiş gibi. Nasıl tayyâre gidiyor, içinde senin haberin yok gitdiğinden, dünyâ gitmekde. Nereye doğru? Uçuruma doğru. Bir köprünün başı ana rahmi, bir köprünün başı kabir. Yani o kadar kısa ki, 

Ana rahminden çıkdık pazara
Bir kefen aldık döndük mezara 

Bu kadar kısa. Bunun için ne hazırladın, soruyorum sana. Defter-i a'mâline bak. Gene aynı âyet üzerinde duracağız. Saat ikiye geldi, işçi güççü arkadaşlar var. Maamafih patronlara evvelâ hitâb ediyorum, işçilerinize seslenmeyin, geç kaldınız filan diye. Allah vaad etmişdir, Cuma günü namaz vaktinde, ibâdet vaktinde, kaybolan vaktin mükâfâtı, maddî-manevî sâhibine verilecekdir. İşçisi de öyle, patronu da öyle, esnafı da böyle. Allah onun için Kur`ân-ı Kerîm'de buyuruyor, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ", "Ey îmân edenler yarınki gün için ne hazırladın?". Bu hitâb sana ve bana var. Karıştıralım bakalım, suçumuz mu çok, günahımız mı çok, sevâbımız mı. Karıştıralım. 

Sevâbın çok ise sevâbına mağrûr olma, ucuba düşme, de ki, "Yâ Rabbi, sen bana lâyık görmüşsün bu ibâdet ve tâatı ki bunu bana sen işlettirdin" de. Günahın çok ise, o vakit Allah'a istiğfar et, "Ya Rabbi, nefsimden yapdım bu işi ben, benim hatâma bakma, hatâ bizden, atâ senden" diye Cenâb-ı Hakk'a yalvar. Gözyaşı dök. Cehennemin ateşini ne deniz suları, ne pınar suları, ne nehir suları söndürür, ancak Allah korkusuyla ağlayan gözyaşı söndürür. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Saflarınınız doğrultunuz ve düzletiniz. Bak dinle beni! Cuma namazının son sünnetlerini terk etmeyin. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, "Bir zaman gelir, benim bir sünnetimi ihyâ edene yüz şehîd sevâbı verilir" diyor. Bu namazın, iki rekat namazın ne olduğunu yakın bir zamanda, kabirde tek başına, amelinle başbaşa kaldığın vakit anlayacaksın. Allah'ın namaza ihtiyâcı yok, oruca da yok, hiç bir şeye Allah'In ihtiyâcı yok. Bütün cihan kâfir olsa Allah'a zerre kadar zarar eriştiremezler. Bütün cihan, hepsi mü'min olsa, sâlih kişiler olsa, Allah'a bir faydaları yokdur. Herkesin yapdığı kendine, kendi nefsine âiddir. Ama "Efendim ben şâfiîyim, benim farzda noksanım var, onun için ben sünnet kılamama" diyor. İmâm-ı Şâfiî'nin mezhebi böyle. Canım sünnet kılmıyorsan kazâ namazı kıl hiç olmazsa. O zamânı ikmâl et. Ömrünü boşa verme. Nefesini Allahsız geçrime, onun için söylüyorum. Ha, işin acele, sıkışdın, o ayrı davâ, ona bir sözümüz yok. Zâten ben uzatıyorum biraz. Çünkü bizim güneş gurûba yaklaşıyor. Onun için sizle sohbeti biraz çoğaltıyorum. Sizden bunu ricâ ediyorum. Yalnız buraya mahsûs değil, bütün câmilerde böyle. Cuma günü temiz elbiseni giy, işçi elbisenle gelme buraya. Varsa, yoksa ayrı, temiz olması şart. Allah'a karşı değil senin bu temizliğin ve temiz elbise giymen, cemâat-i islâmiyyeye karşıdır. Allah'a karşı setir olmaz. Allah senin içini dışını hepsini görür bilir. Mü'min kardeşine hürmetkâr ol. Allah vâli değil, senin zâhirine baksın yalnız. Allah her şeyi görücüdür. Ümmet-i Muhammed'e hürmetinden dolayı, cemâat-i islâmiyyeye hürmetinden dolayı câmiye temiz elbisenle gel, koku sürün, îcâb ederse gusül abdestinle gelmeye çalış. İslâmda zor yok, mutlakâ gusül abdesti al demedim, mümkünse eğer. Yani efdal odur, güzel olan. Ve erken gel. Kim erken gelirse mükâfâtı gâyetle büyükdür. Cuma namazına biraz erkence davran. Sonra Cumadan çıkdıkdan sonra da kahvelerde şurda burda mâlâyani, lüzumsuz şeylerle uğraşma. Sanatının başına git, işinin başına git, bulun işinin başında, çalış orada, nâmusunla, iffetinle, hayâ ile, efendice. Memursan adl ile iş gör. Ashâb-ı mesâlihi, iş erbâbını bekletme karşında, eziyet cefâ etme onlara. Allah'ın en büyük düşmanı zâlimlerdir, söyledim az evvel, okudum baş tarafda. Arapçanın tercümesini yapdım, okuduğum hutbenin.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 19 Aralık 1980 (11 Safer 1401) târihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön