Allah'ın Zikrinden Yüz Çevirenler - Hutbe - 23 Ocak 1981

14 Ekim 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى * قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا
Ve men a'rada an zikrî fe inne lehû ma'îşeten dankâ, ve nahşuruhû yevmel kıyâmeti a'mâ. Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad küntü basîrâ.
Sadakallahü'l-azîm.


Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretlerini dilleriyle tevhîd eden ve gönülleriyle Allah'ın birliğine, varlığına ve şerîki ve nazîri bulunmadığına şehâdet eyleyen, Allah'ın sevdikleri ve Allah'ı sevenler. Allah Resûlü, sebeb-i hilkat-i âlem, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Okuduğum âyet-i celîle, Sûre-i Tâhâ'dadır. Sûre-i Tâhâ da, ahkâmı eskimeyecek olan dâimâ genç ve dinç bulunan Kelâmullah'da bir sûre-i mübârekedir ki yarın ehl-i îmân cennete dâhil olduğunda bizâtihî Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri Sûre-i Tâhâ ile Sûre-i Yâsîn'i kendisi tilâvet edecekdir. Hazret-i Allah'dan dinleyeceğiz bu iki sûreyi.

İhmâl etme, Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet etmeğe çalış ve oku. İslâm'da "mine'l-mehdi ile'l-lahd", beşikden mezara kadar ilim tahsîli farz olmuşdur, kadına ve erkeğe. Bâhusûs mektûb-i rabbânî olan, seni yokdan vâr eden Allah'ın kitâbını okuman elbet ki senin Hakk'ı sevdiğine bir şâhid ve bir tanıkdır. Okumayanlar çok pişman olacaklardır. Fakat bu pişmalıkları onlara bir fâide temîn etmeyecekdir. 

Zikr-i celîl, en büyük, en yüce zikir, Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet etmekdir, Kur`ân'ı okumakdır.  Bir adam abdestsiz olarak Kur`ân'ı okursa, her bir harfine on sevâb ihsân olunur. Ama en aşağı on sevâb. Abdestsiz olarak yani namaz abdestsiz, namaz abdestsiz okursa Kur`ân-ı Kerîm'i. Malûm ya, Kur`ân-ı Kerîm cünübken okunmaz ve cünübken Kur`ân-ı Kerîm tutulmaz. Ve abdestsiz Kur`ân gene tutulmaz. Namaz abdestsiz Kur`ân tutulmaz. Edeb lâzımdır. Kur`ân'a ne kadar hürmet edersen Allah seni o kadar yüceltir ve yükseltir. Abdestli okursan bir harfine aşağı elli sevâb ihsân olunur. Namazda okumuş olduğun Kur`ân-ı Mübîn'in her harfine yüz sevâb verilir. En aşağı. Meselâ "Elif-Lâm-Mîm", bu üç harfdir, her b,r harfe yüz sevâb verilir. Elif için ayrı, Lam için ayrı, Mim için ayrı.

En yüce ibâdet Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet etmekdir. Tabîi îmân ederek tilâvet etmekdir. Zâten îmân etmeyen ya da îmânının nûru az olan, ne Kur`ân-ı Kerîm'i okuyabilir, ne de Kur`ân'ı dinlemekle zevk duyar. Kur`ân'ı okumakdan lezzet duyan, Kur`ân'ı dinlemekle zevk alan kişi îmân sâhibidir. Ancak îmânının nûru ziyâde olanlar, bu lezzeti tadarlar. Bu zevki onlar bilirler. Geçiyoruz.

Okuduğum âyet-i celîle bu sûre-i celîleden. 

Kur`ân-ı Kerîm, yüz on dört sûredir. Bir müslüman, muhakkak sûretde senede iki hatim indirmesi lâzımdır. "Efendim, bilmiyorum". Öğrenmen lâzım. Hattâ şunu da söyleyeyim, sana tebşîrât vereyim, tebşîr edeyim ki, bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okumasını bilmese, Kur`ân'ı abdestli olarak tutup, sahifelerini çevirse, baksa Kur`ân'ın yapraklarına, Allah ona ziyâret sevâbı verir. Şu müjdeyi de vereyim, Kur`ân'a bakan yüzler ve gözler cehennem ateşinde yanmaz. Hele "Canlı Kur`ân"ın yüzüne bakarsan! Canlı Kur`ân'ın yüzüne bakanlar hiç yanmayacaklardır. Hazret-i Ümmü'l-Mü'minîn Âişe annemize sormuşlar, "Bize Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi tarif et anne" demişler, "Kur`ân'ı okuyunuz, Kur`ân neyse Hazret-i Muhammed Mustafâ odur" demiş.

Sâlih, ârif, vâris-i enbiyâ olan zevâtın yüzüne bakmak, Kabe'ye bakmakdan daha büyük sevâbdır. Kabe'ye bakmak sevâbdır, fakat canlı Kabe'nin yüzüne bakmak daha sevâbdır. Bu kadar söylüyoruz. Ehline söyledik. Herkesin hafsalası kabûl etmez. Herkesin terâzisi tartmaz konuşduğum sözü. Ama bu böyledir, hakdır ve gerçekdir. Onun için namaz kılındıkdan sonra imâm efendi yüzünü cemaate çevirir. Bunun sebebi, mü'min yüzüne bakmak efdaldir. Yüzde esrâr-ı ilâhî vardır, gören için. Görene! Köre ne! Onu da geçdik.

Bu okuduğum âyet, Sûre-i Tâhâ'da. 

Kur`ân'ı mutlakâ oku. Hattâ Osmân-ı zinnûreyn radıyallhu anh, iki nûr sâhib olan, iki nûr sâhibi. İki nûr sâhib demek, Cenâb-ı Peygamber'in iki kerîmesini almış, Efendimizin dâmâdı. Hazret-i Osmân, Peygamberimizin dâmâdıdır. Peygamberimizin iki kerîmesini almış. Onun için ona zinnûreyn, iki nûr sâhibi derler. Hazret halîfe olunca, dünyâ işleri üzerine fazlaca yüklenmiş, bazen devlet dâiresine giderken, vakit olmazmış Kur`ân'ı okumağa, açar, sayfalarına bakar, öyle gidermiş vazîfeye. Yani ziyâret ediyor Kur`ân-ı Kerîm'i. Bunu unutmayın. Ammâ okumayı öğren. Okumakla kalma, ma'nâ-yı Kur`âniyyeyi anla. Anlamakla kalma, âmil ol. Amel etmekle kalma, ihlâs ile yap. Muhlisler ve muhsinler ve müttakîler, Allah onlarla berâberdir. Allah'ın indinde, Allah katında, en yüce insan, ihlâs sâhibi kişidir. Yani Allah için iş yapandır, Allah rızâsı için iş yapandır. Riyâdan berî, süm'adan berî, sırf Allah rızâsı için yapandır. 

Bu âyet-i celîlede, Cenâb-ı Hakk buyuruyor :  "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a’rada an zikrî". Çok mühim! Başıma gelen felâketler nedir diye düşünme. Sana Kur`ân-ı Kerîm bunu haber veriyor. İster ferdî, ister cemiyetle. "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a’rada an zikrî, bizim zikrimizden her kim ki yüz çevirdi". Bu zikr-i ilâhî nedir acaba? Kur`ân-ı Mübîn'dir. Aynı zamanda "Canlı Kur`ân" olan Resûlullah'dan yüz çevirmek. 

Onlar pek yüz çevirmezler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem düyor ki, "Enbiyânın üç âdeti vardır. Bizi terkedeni biz terketmeyiz. Bize buğz edeni biz affederiz". Dinle! "Bize düşmanlı edeni biz affderiz. Bizi mahrûm edeni biz mahrûm etmeyiz" diyor Cenâb-ı Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem. Buna binâen Resûlullah'ın ammisi olan Hazret-i Hamza, esedi'r-resûl, İmâm-ı Ali, esedullahdır, Allah'ın arslanı, Hazret-i Hamza, Resûlullah'ın arslanıdır, yetmiş parça yapdılar da, Hazret-i Hamza'yı şehîd edeni dahi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem afüv buyurmuşdur. Yalnız demişdir ki, "Benim üzüldüğümü istemezsin değil mi? Seni gördüğüm vakitde ammimi hatırlıyorum ben. Benim cemaatime, benim huzûruma geldiğin vakitde, huzûrumda oturma, benim arka tarafımda otur" demişdir. "Seni gördüğüm vakitde amcamı hatırlıyorum" demişdir. Cemâl-i Muhammed'den biraz kendisi dûr olmuş Hazret. Sonra büyük bir fedâkârlık yapdı. Resûlullah'ın en büyük düşmanı olan, o devirde peygamberim diye bir yalancı herif çıkdı, Müsellemetü'l-Kezzâb, o Vahşî Hazretleri gitdi onu katl etdi. Ve kendisi öyle söylüyor, diyor ki, "İslâmımdan evvel Resûlullah'ın sevgilisini katl etdim, islâm oldukdan sonra Peygamber'in en büyük düşmanını katl etdim, belki Allahu Teâlâ beni affeder" diyor. Geçiyoruz. Onlar mürüvvet sâhibidirler. Haydi şunu söylemeden geçmeyelim.

Mescid-i Şerîf'de İmâm-ı Cafer-i Sâdık namaz kılıyormuş, Cenâb-ı Peygamber'in torunu. Bir zât da gelmiş namaza durmuş. Fakat o zâtın üzerinde bir kemer varmış, altın kemeri, ağırca biraz,  ağırlık olmasın diye sökmüş, yan tarafına koymuş, namaz durmuş. Arkadaşları gelmişler, şaka olsun diye, adamın kemerini çekmiş almışlar. Adam namaz kılmış, bakmış kemer yok. İçind ebin dirhem var, altın. Hazret-i İmâm'a sarılmış, demiş, "Sen benim paramı aldın, paramı ver" demiş. Hazret-i İmâm demiş ki, "Ben almadım, ben de senin gibi namaz kılıyordum burada" dediyse de, "Hayır" demiş, "Senden başka kimse yok, sen aldın" demiş, İmâm'ın yakasına sarılmış. Hazret-i İmâm demiş ki, "Benimle beraber gel" demiş, devlethânesine götürmüş, "Ne kadardı paran?" demiş, "Bin dirhem". Çıkarmış bin dirhem vermiş kendisine, "Al" demiş, "Ben almadım ama mâdem ki böyle söyledin buyur, vereyim sana". O zât arkadaşlarının yanına gitmiş. Arkadaşları demişler ki, "Geçmiş olsun, ne oldu?" filan. Demiş, "Parayı aldı ama yakaladım yakasından, parayı aldım" demiş. Demişler ki, "O parayı almadı, parayı biz aldık, sakladık senden, şaka yapalım diye. Paran burada duruyor". Adam "eyvâh" demiş. "O zât kim biliyor musun?" demişler. "Resûlullah'ın torunu, sallallahu aleyhi vesellemin. Niy eyapdın böyle?" demişler. Hemen adam koşarak gitmiş, Hazret-i İmâm'ın kapısını çalmış, demiş ki, "Yâ İmâm, ben size iftirâ etdim, size bir takım ağır sözler söyledim, paramı aldınız dedim, halbuki paramı arkadaşlarım almışlar, benim paramı iâde etdiler, şu parayı lütfen alın, beni de affedin" demiş. Hazret-i İmâm şöyle buyurmuş, "Burası Bâb-ı ehl-i Beyt'dir, bâb-ı mürüvvetdir, biz verdiğimizi geri almayız, bu parayı al sen harca" demiş, "fukaralara filan dağıt" demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem olsun ve Âl-i Muhammed olsun ve ashâbı olsun ve evliyâsı olsun aynı ahlâk üzeredir. Çünkü bu aşkın mektebinin muallimi Resûlullah'dır. Resûlullah'ın muallimi ise Allah'dır, Celle Celâluhû. 

"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a’rada an zikrî", Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden i'râz mes'elesidir. Kim ki Resûlullah'dan i'râz etti, zîrâ kim ki ışığa sırtını çevirdi, karanlıkda kalır o kimse. Sîrâc-ı münîr nûrlu kandil demekdir. Allah'ın nûru Muhammed Mustafâ'dır. Kim ki O'na sırt çevirdi, o kimse karanlıkda kalır. Ferdî başına gelen felâketler nedendir? Resûlullah'dan yüz çevirmenden, zikr-i ilâhîden i'râz etmendendir. Çünkü bu Kur`ân-ı Kerîm, bir göz gibidir ki Cenâb-ı Hakk Kur`ân'da aynı teşbîhi yapıyor. Esteîzübillah, "قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ kad câeküm besâiru min rabbiküm, Rabbinizden size gözler geldi, besâir geldi, göz geldi". Kim ki gözüne bu gözlüğü koyarsa görür. Kur`ân gözlüğünü çıkardı mı görmez kör olur. Kör olunca burada, bu âlemde a'mâ sayılır o. Çünkü Hakk'ı görmeyen a'mâdır. Allah apâşikârdır. Hakk apâşikârdır, görmemek bizdedir. Burada Hakk'ı görmeyen, Hakk'ı bulmayan, Hakk'da olmayan, Hakk'la olmayan âhiret âleminde Hakk'la olamaz, Hakk'ı göremez. Onun için Cenâb-ı Hakk gene Kitâb-ı Kerîminde, gene aynı sûrede, "وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve men kâne fî hâzihî a'mâ fe hüve fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ, bu âlemde a'mâ olan, hak ve hakîkati bilmeyen, görmeyen, aramayan, öteki âlemde de kördür" buyuruyor.

Allah'lı olacaksın bir defa evveliemirde, Allah'la olacaksın. Allah'ı gökde arama, kahr u galebesi her tarafı muhîtdir. Ama sana senden yakındır. Allah'ı seven Muhammed'i sever, Muhammed'i seven Allah'ı sever. Muhammed'e itâat Allah'a itâatdır, Muhammed aleyhisselâma muhabbet Allah'a muhabbetdir. Muhammed aleyhisselâma ihânet Allah'a ihânetdir. Mü'mine ihânet Allah Resûlüne ihânetdir. Allah Resûlüne ihânet Allah'a ihânetdir.

Allah'ı seven Muhammed'i sever, Muhammed'i seven Allah'ı sever. Muhammed'e itâ'at Allah'a itâ'atdır, Muhammed aleyhisselâma muhabbet Allah'a muhabbetdir, Muhammed aleyhisselâma ihânet Allah'a ihânetdir. 

Bir velîyi gördüler, sordular, dedi ki o velî, "Cennât-ı âliyât bana ihsân olundu. Bir nimetden mahrûm kaldım ki nimetlerin en büyüğüdür". "Nedir". "Hakk cemâlini göstermedi". "Niçin?" diye sormuşlar. "Dünyâda görmeyen burada göremezmiş" dedi. Ben dünyâda göremedim, burada göremedim" dedi. Zühd ü takvâ gâyet güzledir ama aşk ile muhabbet de onun fevkindedir.

Şerî'at tarîkat yoldur varana
Hakîkat ma'rifet ondan içeri

"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a’rada an zikrî, her kim ki bizim Muhammedimizden yüz çevirirse", sallallahu aleyhi vesellem, "dünya hayâtını ona dar ederiz" diyor Allahu Teâlâ.

Aman Efendiiii! Bir söz söyledin, tercüme etdin ama benim aklım, idrâkim bunu kavramadı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin nübüvvetini kabûl etmeyen milyonlarca insan var, bunların kimisi zengin, kimisi hükümdâr, kiminin ordusu var, kimisi hükümrân, kimisi şudur, kimisi budur. Evet öyledir ama kalbde safâ olmaz, sadırda refâh olmaz. Allah kimi dilerse onun kalbini İslâm ile şerheder. İslâm, selâmdan gelir. Selâm, Allah'ın esmâsıdır. Selâm, aynı zamanda Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vessselâmın bir ismidir. Kimin kalbinde Allah ve Resûlulullah'ın muhabbeti varsa, o adam dünyâda safâya erişir. Yani dînlenen dinlenir, dînlenmeyen dinlenmez. Dîn denildiği vakitde, dîn, ind-i ilâhiyyede, Allah'ın ta'rifi üzere, "اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ inned dîne indallahil islâm"dır, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma sıkıca sarılmandır ve Resûlullah'ı her şeyinden ziyâde sevmendir. Sevmediğin vakitde işi kaybetdin demekdir. İş muhabbetledir. 


Hattâ Huzûr-ı Saâdet'e gelen bir A'râbî, "Mete'-sâ'a?". Ma'nâsı yani, "Yâ Resûlallah kıyâmet ne vakit kopar?" dediği vakitde, Fahr-i Risâlet namaza durdu, namazdan sonra döndü, o A'râbî'ye cevâb verdi, dedi ki, "Eyne's-sâilü, soru soran nerede?". O zât ayağa kalkdı, dedi ki, "Yâ Resûlallah ben sordum soruyu". "Kıyâmeti niçin soruyorsun? Kıyâmet bir emr-i mühimdir, olacakdır, sen kıyâmet için ne hazırladın?" dedi.

Konuşduğum söze dikkat et! Ne söylüyorum bak. 

Bir çok adam böyledir, kendine kabir hazırlar, kendini kabre hazırlamaz. Kendine kabir hazırlar, halbuki kendini kabre hazırlaması lâzımdır. Kıyâmeti sorar ama kıyâmet için bir şey hazırlamamışdır. 

Resûl sordu ona, sallallahu aleyhi vesellem...

Resûlullah'ın ismini işitdiğiniz vakitde hemen salât ü selâmı getiriniz ki Allah size on salât eyleye, sizi zulmetden nûra çıkara ki rahmet-i ilâhîye müstağrak olasınız. "هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا hüvellezî yusallî 'aleyküm ve melâiketuhû li yuhriceküm minez zulumâti ilen nûr ve kâne bil mü'minîne rahîmâ". Sûre-i Ahzâb'da.

"Kıyâmet için sen ne hazırladın? Ey A'râbî, kıyâmeti sorup ne yapacaksın? Kıyâmet olacakdır".
 
Bu binâ yapıldı, yıkılacak. Buraya toplandık, dağılacağız. Doğdun, öleceksin. Ölüm bir nehir, o nehirden içmedik olmaz. Kefen bir libâs, o libâsı giymedik olmaz. Tabut bir binek, o bineğe binmedik olmaz. Kabir bir kapı, oradan girmedik olmaz. Ne hazırladın ama? Ölümü biliyorsun ama ne hazırladın ölüm için?

Sordu, "Kıyâmet için ne hazırladın?". O A'râbî dedi ki, "Vallâhi Yâ Resûlallah, benim böyle uzun uzun ibâdetlerim yok. Beş vakit namazı kılarım, senede bir ay oruç tutarım, ve zengin olursam zekâtımı veririm. Yani Allah'ın bana emretdiğini, binâ-yı islâmı yerine getiririm. Başka bir şeyim yok ammâ şunu söyleyebilirim ki Allah'ı ve seni çok severim Yâ Resûlallah". Fahr-i Risâlet sallallahu teâlâ aleyhi vesellem, ona cevâb verdi, o A'râbî'ye, dedi ki "Ey A'râbî", dikkat buyur!, "Ey A'râbî Allah ve Resûlünü mğ çok seviyorsun?". "Evet Allah ve Resûlünüğ çok severim". "Müjde olsun sana! Kişi sevdiği ile beraberdir. Kim kimi severse onunla beraberdir, sen de bizimle berabersin" dedi.

Anlaşıldı ki, iş muhabbetde. 

Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetden ne hasıl

Sallallahu aleyhi vesellem. İşin başı orada. Muhabbet-i Muhammediyye. Muhabbet edersen işin rengi değişir. İşin rengi değişir. Muhabbet meselesi çok mühim.

Çok meseleler var ama vakit dar olduğu için geçiyoruz. 

Şimdi efendim, temâyülât-ı kalbiyye ef'âl-i ihtiyâriyyeden değildir. Ne demek bu? Türkçesini söyleyeyim size. Bu da Türkçe ama açıkça konuşayım sizinle. Yani kalbin meyletmesi, kalbin bir kişiyi sevmesi insanın irâdesinde değildir. Ben seni sevmiyorum, zorla sevdiremezsin, olmaz öyle şey. Evvelâ kalbin meyletmesi lâzımdır. Peki öyleyse Peygamber'i nasıl seveceğiz? Oradan taleb olursa bu iş olur. Resûl'den taleb olursa bu iş olur. İki, sünnetlerine, ehl-i beytine ve ıtretine ve ashâbına ve ensârına ve velîlerine hürmetle bu iş açılır. Muhabbetin tohumunu tarlaya atdın demekdir ki, bir gün o tarladan o meyva senin önüne çıkacakdır. Allah cümlemizi Hazret-i Muhammed'den ayırmasın, sallallahu aleyhi vesellem.

Konuşacakdım ama vakit dar olduğu için, saat iki oldu, hepinizin işi gücü var, inşâallah haftaya sağ olursak, ölmezsek gene konuşuruz sizlerle.

Kur`ân'dan iğrâz etmeyiniz. Ferâiz-i ilâhîyi yerine getiriniz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin sünnetlerine riâyet ediniz. Nâzik, zarîf, muhterem mü'minler olunuz. Hazret-i Resûl-i Rabbi'l-âlemîn'e lâyık olan ümmet olalım. Etvât ü harekâtımızdan, efâlimizden bizim Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma ümmet, Allah'ın kulları olduğumuz bilinmelidir. Sözümüz tatlı, işlerimiz dürüst, özümüz ve sözümüz doğru olmalıdır.  

Kavmimiz necîb bir kavimdir. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri beş yüz sene seni dünya üzerinde hükümran kılmışdır. Neden? Resûlullah'ı önüne önder etdiğin için, "Sirâc-ı Münîr"i, Allah nûrunu, yüceldin ve yükseldin. Ve ceddin müttakî idi, bir iş yapacağı vakitde Allah'dan korkar idi. Çünkü Kur`ân'dan iğrâz etmemiş, Hazret-i Muhammed'den yüz çevirmemişdi. Hazret-i Muhammed'den ve Kur`ân'dan yüz çevirmeyince Kur`ân da ondan, Resûlullah da ondan yüzünü çevirmemişdi. Hükümrân oldun, adâletinle, insanlığınla, kahramanlığınla, mürüvvetinle, sabrınla, iltifâtınla, affetmenle, bahşetmenle, birliğinle, tevhîdinle. Sonra ayrıldın. Çünkü Kur`ân'dan yüz çevirdin, çevirince Kur`ân da senden yüz çevirdi, Resûl de senden yüz çevirdi. Ayrıldın, parçalandın sonra seni parça parça parçaladılar. Seni efkâr-ı muhtelifeyle parçaladılar, sana muhtelif fikirler verdiler. Temiz bir arkın vardı, temiz bir testinin içinde temiz bir suyun vardı, o suyu kirletdiler, bulandırdılar, karmakarışık etdiler. Halbuki doğru yol duruyor yine. Kaybetmedin yolu, yürü! Yine istikbâl senin olabilir. Vallâhi, Allah'a kasem ederim ki, Resûlullah bize bir rahmet nazarıyla, bir iltifat nazarıyla nigâh etsin, baksın, yine eski satvetimizi alacağız üzerimize. Hattâ beşinci kıtaya bile adâlet götürdü. Zulüm yerine adâlet götürdü. Yani adâlete numûne oldu. Senin ceddinden öğrendiler adâleti.

Âşık Paşa diyor ki Târihinde, "Bu akvmin hâssası ittikâ idi", ittikâdan murâd Hakk korkusu, Allah korkusuydu. "Allah bunlara şarkı ve garbı verdi, teslîm etdi" diyor. "Şimdi bunlar işi fetvâya dökdüler, korkarız ki Devlet-i Osmâniye yıkılır" diyor.

Dâimâ müttakî ol. Kalbinde Allah korkusu var mı, Hakk seninle berâber olacakdır. Seni kimse mağlûb edemez. Ama Hakk korkusu çıkarsa kalbinden, kalb boş durmaz, mutlakâ içeride Şeytân kâim olur.
 
İşin başı Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme muhabbetdir. Tekrar ediyorum. Çünü O, "Sirâc-ı Münîr"dir. O, "Beşîr"dir. O, "Nezîr"dir. O, "Rahmeten-lil-âlemîn"dir. Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri O'nun hakkında, "وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ ve mâ rameyte iz rameyte velâkinnallahe ramâ" buyurmuş ve "لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm 'azîzün 'aleyhimâ 'anittüm harîsun 'aleyküm bil mü'minîne raûfun rahîm" isimleriyle kendisini taltîf etmiş, tevhîd-i efâl, tevhîd-i sıfat, tevhîd-i zâta mazhar kılmış. "وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ ve mâ rameyte iz rameyte velâkinnallahe ramâ" âyetiyle tevhîd-i ef'âli zuhûra getirmiş. "Habîbim Muhammed! Sen atdığın vakitde sen atmadın, senin elinle ben atdım" diyor Hazret-i Allah. Târihî bir vukûât. İkincisi, Allah, habîbi Muhammedine "Raûf", "Rahîm" ve "Azîz" esmâlarını yani kendi isimlerini  vermiş. Bize de ihsân etmiş, bize de "Mü'min" esmâsını vermiş, kendi isimlerinden bir isim, "Mü'min" ismi. Gene "اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ innellezîne yübâyi'ûneke innemâ yubâyi'ûnallah, yedullahi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenküsü 'alâ nefsih, fe men evfâ bimâ 'âhede 'aleyhullahe feseyü'tîhi ecran 'azîmâ", bu âyet-i celîyle de tevhîd-i zât eylemiş. Yine "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" ile tevhîd-i zâtını i'lân eylemişdir Peygamber'in.

Resûlullah'ı bir parça anlayacak olursak işin rengi değişecekdir. "Efendim, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın babası Abdullah, annesi Emine, Mekke'de doğdu, Medîne'de öldü" filan. Onu Ebû Cehil senden çok daha iyi bilir, kendi kavmindendir. Peygamber'i öyle bilmeyeceksin. O, mirât-ı Hakk'dır. O'nun getirdiği hakdır, O'nun söylediği hakdır. O'nu gören Hakk'ı görmüş olur. Hakk'ın mir'âtıdır O. O'na ittibâ edeceksin, refahın orda, saâdetin orda, selâmetin ordadır. 

Allah bize Kitâb-ı Kerîminin zikrini ve fikrini nasîb etsin. Habîbinin zikrini ve fikrini nasîb etsin ve iltifatlarıyla cümlemizi darlıkdan ve cehennemin nârından âzâd eylesin. Âmîn. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 23 Ocak 1981 (17 Rebîulevvel 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön