Allahlı Kalb Emândadır Allahsız Kalb Husrândadır

11 Mayıs 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah
Men kâne fî kalbihî Allah fe mu'înuhû fi'd-dâreyni Allah
Ve men kâne fî kalbihî gayrullah fe hasmuhû fi'd-dâreyni Allah
Kalbinde Allah olanın iki cihânda da yardımcısıdır Allah
Kalbinde Allah'dan gayrı olanın iki cihânda da düşmânıdır Allah

Bu vecîz ibârenin ma'nâlarından biri şudur :

Kişinin kalbinde Allah olması demek, Allah'ın zikri ile meşgûl olması demekdir. Bu zikir, elde tesbih, dilde esmâ şeklinde yapılan zikirden öte bir hâldir. Kişinin, her nereye baksa Hakk'ın kudretini ve sıfatını müşâhede etmesi ve her şeyin kişiye Cenâb-ı Hakk'ı hatırlatmasıdır. Zamanla bu zikir öyle bir hâl alır ki, insan Hakk'dan gayrı hiçbir şeyi görmez olur. Buna sôfiyye lisânında "zikr-i dâim" derler. İşte kalbinde Allah'ın zikri böylece yer eden kişinin Hakk'dan gayrısının yardımına ihtiyâcı yokdur. Ne bu dünyâda ne öbür tarafda. Nitekim "elâ inne evliyâallahi lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenûn" âyeti bunlar hakkında nâzil olmuşdur. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın öyle bir inâyetine mazhar olmuşlardır ki bütün dünyâ karşılarına dikilse endîşe etmezler, herkes bunların aleyhinde olsa ve zemmetse, yerin dibine batırsa, gam çekmezler, herkes bunları medh ü senâ etse ona da kıymet vermezler. İbrahim aleyhisselam gibi korkmadan ateşe girerler de ateş bunları yakmaz, İsmail aleyhisselam gibi seve seve bıçak altına yatarlar da bıçak bunları kesmez, Yûnus gibi balığın karnında olsalar da helâk olmazlar, mutlakâ necâta ererler.

Kalbinde Allah olmayan demek, kalbi, hubb-i sivâ ile dolu olan demekdir. Sôfiyyede "sivâ" diye Allah'dan gayrı her şeye derler. Madem ki bir gönülde iki sevdâ olamaz, öyleyse bir kalbde ya Allah sevgisi olur ya da dünyâ sevgisi, makam-mevkî muhabbeti olur. Sôfiyye hazerâtı bunlara "hubb-i mâl" ve "hubb-i câh" ta'bîr ederler ve nefsin en kötü sıfatlarından ikisi olarak kabûl ederler. Bir gönülde ya Allah Korkusu olur ya da dünyânın nimetlerini, sâhib olduğu makâm ve mevkiini kaybetme korkusu olur. Öyle olunca bu gibilerin hayatı başdan aşağı meşakkat, ızdırab, işkence şeklinde geçer. Arzuladıkları dünyâ menfaatlerine ulaşma hırsları bunları hem madden hem ma'nen harâb eder. Hırsları yüzünden sâhib olduklarına kanâat etmedikleri için çekdikleri azâb ve işkence daha da artar. Bulundukları mevkiden düşme korkusu ve sâhib oldukları dünyâ nimetlerinden ayrı kalma endîşesi içinde kıvrana kıvrana  pek acı bir hayat yaşarlar. Bu gibiler Allah'dan korkmadıkları için, Allah bunlara şu korkuyu vermişdir. Bunlar kendilerine dünyevî zarar eriştirebilecek olan "ehl-i dünyâ"dan korkarlar. Hem de öyle korkarlar ki gözlerine uyku girmez. İşte bu gibi sebeblerden bunların hayatları bir işkenceye döner. Bunlar, Hakk'a kul olmayıp dünyâya taptıkları için Allah'ın hasmıdırlar. Hakk'a kul olanlar ise iki cihâna sultân olurlar.

Diğer bir ma'nâ da şudur :

Her kim ki bir işi Allah için işler, yaptığına bir karşılık beklemez, gösteriş yapmaz, dünyevî ve uhrevî bir menfaat beklemez ise, Allah o kişiye görünmeyen orduları ile yardım eder. Bu kimse kaldırılamayacak yükleri kaldırır, yapılamayacak işleri yapar, yenilmez zannedilen büyük düşmanları mağlûb eder. Enfüsde de âfâkda da bu böyledir.

Her kim ki bir işi Allah için işlemez, bir garaza mebnî işler, karşılığında bir menfaat bekler, gösteriş için yaparsa, o kişi gizli bir şirk içindedir ve tabiidir ki Allah'ın hasmıdır. Allah'ın hasmı olan kişi zâhiren ne kadar büyük bir mevkide olursa olsun, ne kadar büyük bir kuvvete mâlik olursa olsun, mahvolması mukadderdir. Hem de hikmet-i ilâhî iktizâsı, hiç ummadığı, zayıf bir düşman ya da Allah'ın ordularından kuvvetsiz bir nefer bu kişiyi hâk ile yeksân eder. Burnu dağlardan büyük Nemrud'u, ayağı sakat bir sivrisineğin helâk etmesi gibi. Yaptıklarını bir garaz, menfaat veya gösteriş için yapanlar her iki dünyâda da rezîl ve rüsvây olmaya mahkûmdur.


Eyler keremin âteşi gülzâr Halîl'e
Mağlûb olur peşşeye Nemrûd-i mübâhî

Bu kısacık ibâreden daha nice ma'nâlar da çıkar. Onları da siz tefekkür ederek bulmaya gayret ediniz.

Vâsıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz bir gönülde tâ ki pürnûr olmadan

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan

"Mûtû kable en temûtu" sırrını fehm eyleyen
Haşr u neşri gördü bunda nefha-i sûr olmadan

Mest olanların kelâmı kendinden gelmez velî
Pes "ene'l hakk" nice söyler kişi Mansûr olmadan

Hakk cemâlin ka'besini kıldı âşıklar tavâf
Yerde Ka'be gökyüzünde beyt-i ma'mûr olmadan

Mest olup mestâne geldim tâ ezelden tâ ebed
İçdiler aşkın şarâbın âb-ı engür olmadan

Bir 'acâib derde düşmüş Şemsî yanıyor müdâm
Hakk'a makbûl olmak ister halka menfûr olmadan

Bu yazının ilhâm kaynağı olan şu sohbeti de buraya kaydedelim.
Listeye geri dön