Kalbleri nûr-i îmân ile münevver, yüzleri Hakk'a secde etmekle mutahhar, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, yani yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, istediğini istediğine veren, istediği vakitde almak kudretine mâlik bulunan, azîzi zelîl eden, zelîli azîz eden, bir katre sudan insanı halk eden Hakk Teâlâ, Kitâb-ı Kerîminde, kendi hakkından sonra, ebeveynin yani ananın babanın hakkını bize izhâr eyleip, bizleri irşâd ediyor.
Hakk Teâlâ'nın kullar üzerindeki en büyük hakkı, Allah'a şirk koşmamakdır. En büyük günah da budur, bundan büyük günah yokdur. Allah Celle Celâluhû Hazretleri, dilerse, şirkden gayrı cümle günahı affeder. Ne günah olursa olsun. Denizlerin katresi kadar, güneşlerin hüzmesi kadar, kürrenin zerresi kadar, sayısız günahlar olsun, Allah dilerse, dilerse, şart var, dilerse affeder Allahu Teâlâ. Fakat şirki affetmeyeceğim diyor.
Onun için müfessirîn-i kirâm hazerâtı, "vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'budûn" âyetindeki ibâdeti, Hakk Teâlâ'yı şirkden berî kılıp, Cenâb-ı Hakk'ı bilmekle ve O'nu tevhîd etmekle tefsîr etmişlerdir. Allah birdir, şerîki ve nazîri yokdur. Hakk'ın varlığını her husûsâtda görebilirsiniz ve görüyoruz. Fakat işin farkında değiliz. A'mâlar güneşi görmediği gibi, kalb gözlerini küşâd etmeyenler de Hakk'ı göremez. Hakk'ı burda görmeyen de ahretde göremez.
Kullar üzerinde Allahu Teâlâ'nın birinci hakkı, Allah'a şirk koşmamakdır. Ve kulların, Cenâb-ı Hakk'ı bilip, bulup Allah'a ibâdet ve tâatlarıdır. Bütün seâdetler, bütün selâmetler, bütün felahlar, bütün necâtlar, Hakk'a itâatdan gelir. Bütün felâketler, elemler, kederler, azâblar, Allah'a isyândan gelir. Bizim hilkatimizin sebebini Allah Kur`ân'da izhâr etmiş. "Sizi halk etdim ki, beni bilip, beni bulup, beni tevhîd edip bana ibâdet edesiniz diye" buyurmuşdur.
Öyleyse vazîfelerimiz, Hakk Teâlâ'ya ibâdet ve tâat ve Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini seve seve yerine getirmek, yasaklarından da Allah'dan korkarak kaçınmakdır. Ondan sonra en büyük hak, ebeveynin hakkıdır yani ananın babanın hakkıdır, anaya babaya ihsândır. İşte Kitâb-ı Kerîminde Allah böyle i'lân etmiş : "وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا va'budullahe velâ tüşrikû bihî şey'en ve bi'l-vâlideyni ihsânâ".
Birgün Huzûr-i Seâdet'e, sallallahu aleyhi vesellem, bir a'râbî geldi. A'râbî demek, köylüye a'râbî denir, şehirliye medenî denir, arab denir, medenî denir. A'râbî köylüye denir. Bir a'râbî geldi dedi ki, "Yâ Resûlallah", dikkat buyurunuz, "Yâ Resûlallah, bana İslâm'ı arz et". Cenâb-ı Fahr-ı Risâlet sallallahu aleyhi vesellem, "Allah'ı tevhîd, risâlet-i nebîyi tasdîk, beş vakit namaz, ma'lûm olan ayda, Ramazan ayında bir ay oruç, gene ma'lûm olan vakitde kuvve-i mâliyyeye ve kuvve-i bedeniyyeye mâlik olan kimsenin haccetmesi, mal sâhibi olursa malının kırkda birini Hakk yoluna, Allah yoluna, Allah için seve seve infak etmesidir" dedi. A'râbî dedi ki, "Yâ Resûlallah, İslâm bundan ibâret midir?", "Evet bundan ibâretdir" dedi Peygamberimiz. "Vallâhi ben bundan ne bir fazla yaparım ne de bir eksik yaparım" dedi ve ordan ayrıldı. Cenâb-ı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, dikkat buyurunuz, ashâb-ı bâ-safâya döndü dediler ki, "Eğer bu a'râbî sözünde durursa ve bir de annesine ve babasına ihsânda bulunursa ehl-i cennetden birini görünüz" dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.
Tabii Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi, Allah ve Resûlünü herşeyden ziyâde sevmeyince, îmân kemâle ermez. Resûl-i Ekrem'i nefsimizin üstünde, herşeyin üstünde seveceğiz ve ezvâc-ı nebîyi de peygamberin âilelerini de kendi annelerimizden üstün seveceğiz. Bu bir insanlık ve ümmetlik vazîfesidir.
Düşününüz ki işte Peygamberimiz "işte görün" dedi, "eğer bu a'râbî anaya babaya ihsân ederse bu âlemden ehl-i cennetten birini görünüz" dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. İşte bu kadar mühim, ehemm ü mühim.
Yine Huzûr-i Risâlet'e, sallallahu aleyhi veselleme, bir zât geldi, "Yâ Resûlallah, evlad üzerine annenin hakkı mı büyükdür, babanın hakkı mı büyükdür?" dedi. Resûl-i Ekrem, "Annenin hakkı büyükdür" dedi. Sonra o zât, tekrar sordu Peygamberimize, Efendimiz yine "Annenin hakkı büyükdür" dedi. Sonra bir daha sordu, yine "Annenin hakkı büyükdür" dedi. Sonra dördüncüde, "Babanın hakkı büyük" dedi. Üç anneye verdi, bir babaya verdi Peygamberimiz, hak meselesinde. O zât, "Yâ Resûlallah, annenin hakkı neden büyükdür?" deyince, "Seni dokuz ay on gün karnında taşıdı, sana bir buçuk sene süt verdi, seni üç dört sene sırtında taşıdı. Bu yaşa geldin hâlâ senin merâkındadır" dedi.
Seni o gene küçük yavrusu gibi görür, öyle şefkatli ve merhametlidir. Nısfü'l-leylde eve gitsen, çocuk geç kaldı acabâ kayboldu mu diye pencereden seni gözler, uyumaz sen gelmeyince.
O zât, "Yâ Resûlallah, ben bunların hepsini yapdım anneme, acabâ hakkını ödeyebildim mi" dedi. Buyurdu ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Ananın karnında iken, annenin rahmine vurmuş olduğun bir tekmenin dahi hakkını ödeyemedin" dedi. "Peki Yâ Resûlallah, ben annemin bana yapdığından daha çok ona ikrâm etdim, daha iyi hizmet etdim" deyince, "Aradaki fark şu. Annen seni bu şekilde yaşaman için büyütdü, sen onun ölümünü bekliyorsun" dedi. "Aradaki fark bu" dedi. Sallallahu aleyhi vesellem.
Şimdi gelelim, gene bir kıssa daha anlatacağım size.
İnsanın anası-babası yâhud anasından babasından her biri, kâfir olsa, tapınağına götürmez, fakat annesini babasını tapınakdan çıkdığı vakit, sırtına alır, evine getirir. Babası kötü bir insan olsa, evlad onu kötü yere götürmez ama kötü yerden çıkdığı vakit sırtına alıp evine getirmesi lâzımdır. İslâm bize bunu bu şekilde öğretmekdedir ve göstermekdedir. O kadar hürmet lâzım anaya babaya.
Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem bir hadîs-i şerîflerinde, "el cennetü tahte akdâmü'l-ümmehât" buyurmuşlar. "Cennât-ı âliyât, ananın ayağı altındadır" demiş. Bir kimse annesine "öf" dese, ki Allahu Teâlâ "üf" kelimesiyle tarif ediyor Sûre-i İsrâ'da, "فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ felâ tekul lehümâ üffin" buyuruyor, yani anaya babaya "üf" dese, azâba müstehak olur. İsmiyle çağırsa azâba müstehak olur. "Anneciğim", "Babacığım" diyecek. Karşısında, yavru kuşlar nasıl anasının babasının karşısında kanatlarını çırpıyorsa, o şekilde, tatlı sözle, acı sözle değil, sert sözle değil, yumuşak sözle cevap verecek.

"Efendim, biz hoca dinlemedik, mürşid görmedik, câmi görmedik, bazı husûsâtda annelerimizin babalarımızın haklarını çiğnedik" diyecek olursanız, böyle kimseler içinizde varsa eğer, ki olabilir, mümkündür, onların çâreleri vardır, onlar hakkında size bazı ilaçlar vereceğim. Akşamla yatsı arasında dört rekat ebeveyn namazı vardır yani ana baba namazı. Bu dört rekat namazı kılarsın, onların rûhuna gönderirsin. Her akşam. Böylece hakkını ödemiş olursun, me'mûldür ki hakları ödene. Ama hayatda ise, annenin ayağının üstünü değil altını öpeceksin. Cennetin kokusunu almak istiyorsan, annenin ayağının altını öpeceksin. Uzak memleketde ise, kendisine mektûb yazarsın, mektûbunu eksik etmezsin, selâmını da ikrâmını da eksik etmezsin. Sıla-yı rahm edersin. Bazen memleketine gidersin, hısım-akrabânın, âbâ ü ecdâdının basdığı yerleri koklarsın, annenin babanı ziyâret eder, ocağından dönersin. Hacc sevâbı verir Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri.
İyi dinle bakalım şimdi, birkaç şey daha anlatacağım, sonra dersi bitireceğiz.
Bir gün Resûl-i Ekrem, sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl-i Habeşî'ye "Yâ Bilâl, garîbleri ziyâret edelim" dediler. "Garîbleri ziyâret edelim". Yâ Resûlallah, garîbler kimlerdir" dedi. "Kabristanda yatanlardır. Mallarını mülklerini bırakmışlar, kendileri rahmetle yâd edilmiyor, anılmıyor, onlar garîbdirler. Hadi yürü gidelim" dedi. "Gitdik" diyor. "Cenâb-ı Peygamber'le Medîne'nin kabristanına vardık, dolaşdık. Cenâb-ı Peygamber, bir kabir başına vardı, orda başladı ağlamaya" diyor. "Cenâb-ı Peygamber, uzun uzun hıçkırarak ağladı ve mübârek gözlerinden yaşlar, inci tâneleri gibi sakallarından üstüne döküldü. 'Yâ Resûlallah bir âyet mi nâzil oldu?' diye sordum, 'Hayır' dedi Cenâb-ı Peygamber. "Bu kabrin sâhibi delikanlı bir adam fakat azâb-ı kabre müstehak olmuş" buyurdu.
Efendiler! Kabristanlara gidiyoruz, onların üstüne basıyoruz, altında ne olduğundan haberimiz yokdur. Üstleri çiçekle süzlenmiş ama altı acabâ nedir? Yakın bir zamanda buna mutalli' olacağız ama iş işden geçecek. Onun için hemen tövbe-istiğfâra sarıl, Hakk Teâlâ'nın emrine başını koy, itâat et, sonra pişman olmayasın.
Resûl-i Ekrem, "Yâ Bilâl, git Medîne'ye, herkes kabrinin başına gelsin diye seslen" dedi. Hazret-i Bilâl gitdi Medîne şehrine, bağırdı, "Herkes mezarlığa gelsin, herkes kendi hısım akrabasının kabri başına gelsin" diye seslendi. Herkes akın akın geldiler. Herkes kendi kabri başında durdu, bu kabre kimse gelmedi. En arkadan bir ihtiyar kadın, elinde değneği, inleyerek geldi, o kabrin başına. Efendimiz ona sordu, "Vâlide, burda yatan kimdir?" dedi. "Yâ Resûlallah, oğlumdur" dedi. "Senin oğlun azâb-ı kabre giriftâr olmuş, gel hakkını helâl et, Allah bu azâbı bunun üzerinden kaldırsın" dedi. "Yok Yâ Resûlallah, yaralıyım" dedi, "Bana yapmadığı hakâret kalmadı. Bir gece ben namazdaydım, geldi, kapıyı vurdu, geç açdım diye beni itdi, kolumu kırdı. Sonra Allah bunun rûhunu kabzetdi" dedi. Cenâb-ı Peygamber, "Vâlide, iş senin bildiğin gibi değil" dedi ve onun gözünden perdeyi kaldırdı, ona kabri gösterdi. Hemen "Helâl olsun yâ Resûlallah" dedi. Çünkü anne bu! Derhal Cenâb-ı Hakk onun azâbını def' ü ref' eyledi, duâ-yı Muhammedî ile, sallallahu aleyhi vesellem. Anne bu!

Malum ya, kitaplarda vardır. Adam annesini öldürmüş, ciğerini götürürken ayağı taşa çarpmış, "Ah anam!" demiş. Ne diyecek başka? Hepimiz öyle değil mi? Canımız müdhiş yandığı vakit, anne diyeceğiz. Âşıklar Allah derler. Ekserimiz anne deriz. Canı acıyınca, "Anne!" deyince, ciğer cevap vermiş, "Evlâdım, ayağın mı acıdı" demiş, annesinin ciğeri. Anne bu!
Çocuklar! Gençler! Size söylüyorum. Anan baban hayatdaysa, yâhud baban hayatda, anan hayatda ise, bunu bir ganîmet bil, defter-i a'mâl-i hayriyyen açıkdır, ne yaparsan Allah sana kat kat vermekdedir. Bu fırsatı ganîmet bil. Öldüğü gün kapanır defter.
İkinci bir kıssa daha.
Ensardan Alkame radıyallahu anh, ölüm ânında tevhîd edemiyor, lisânı tevhîd getiremiyormuş. Resûl-i Ekrem'e haber verdiler, Cenâb-ı Peygamber geldi. Hakîkaten de konuşuyor fakat "lâilâheillallah" diyemiyor. Sonra annesini ve âilesini çağırdı, "Bu namaz kılmaz mıydı?" dedi. Bazı insan, gösteriş için namaz kılar, evde kılmaz. "Kılardı yâ Resûlallah" dediler. "Kur`ân okumaz mıydı?", "Okurdu yâ Resûlallah", "Tesbîh etmez miydi?", "Ederdi yâ Resûlallah". Bunun suçu nedir ki son nefesde lisânı tevhîd edemiyor? Ensardan bu! O vakit Cenâb-ı Peygamber annesine sordu, "Yoksa bu seni mı kırdı?" dedi. Der demez kadın başladı ağlamaya. "Kırmadı ama yâ Resûlallah, âilesini (karısını) benim sözümün üstünde tutuyordu" dedi. Âilesini (karısını) benden fazla seviyordu, sözünü benden ziyâde tutuyordu. "Öyleyse bunun cezâsı budur, son nefesde tevhîd edememekdir. Hakkını helâl et", "Etmem yâ Resûlallah" dedi. "Öyle mi, odun getirin Alkame'yi yakacağım" dedi Peygamberimiz. "Ateş yakın, Alkame'yi yakacağım içersinde". "Yâ Resûlallah, ben ona dayanamam, evlâdımdır" dedi. "Bu azâb dünyâ azâbıdır, sen hakkını helâl etmemekle, ahret azâbına oğlunu hazırlıyorsun, o azâb daha şiddetlidir" deyince, kadın, "Hakkım helâl olsun" demekle, Alkame'nin dili çözüldü, başladı "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" demeğe.

Yeter mi, daha anlatayım mı? Size kıssalarla haber verdim. Öyleyse bize düşen vazîfelerimiz. Allah'a ibâdette noksanlık yapmayacağız. Efendiler! Son pişmanlık para etmez, fayda vermez. Hemen Rabbini bil, bul. Gençliğine güvenme. Rütbene dayanma. Servetine güvenme. Güzelliğin bir anda mahvolur. Bir çıban çıkar yüzünde, sabaha kadar her tarafın berbat olur. Malına mülküne güvenirsen, bir kıvılcım gelir, ateş alır götürür. Aklına güvenirsen aklına hiffet gelebilir, ertesi gün seni tımarhâneye götürebilirler. Allah muhâfaza buyursun seni ve beni. Hakk'a güven. Mâdemki Allah'a muhtâcız, Allah'a muhtâc olduğumuz kadar Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet edelim. Ben bugün tövbe ederim, yarın ibâdete başlarım diyenler zarar ettiler. Bunlar, zarar ettiler.
Anana babana ne yaparsan evlâdında sana onu yapacakdır. Hiç bunu unutma sakın ha! Onun için hayatlarında onların kadr u kıymetlerini bilmeyenler şimdi onların ruhlarını şâd etmelidir.
Bir kıssa daha anlatayım sizlere, nihâyet verelim dersimize.
Âilesi demiş ki adama, "babanı istemiyorum" demiş. "Al bunu götür ne yaparsan yap" demiş. Adam "Başka param yok ki ona baktırayım, ben ne yapacağım onu?" demiş. Karısı, "Götür ormana, ihtiyar adam bu, bırak ormana orda helâk olur gider. Sen de kurtarırsın, ben de kurtarırım" demiş. "Bu ne evin içerisinde, öksürüyor filan". Adamcağız nâçâr, babasını arabaya almış, "Baba, odun kesmeye gideceğim, seni de götüreyim dağa, orada biraz istirahat et, hava alırsın" demiş, almış, çocuğunu da yanına almış, ufak çocuğunu, berâber gitmişler dağa. Odun kesmiş. Dede, yolda giderken torununu seviyor, okşuyor.
Malûm ya, defterin kenarına yaz. Yaşlı müslümana torun baktırırlar, yaşlı gavura domuz baktırırlar. Mü'min olduğuna duâ et, sana iş bile verseler, çocuk baktırırlar sana, torun baktırırlar, "Çocuğa bakıver baba" filan derler. Yaşlı kâfire domuz baktırırlar, domuz güttürürler. İnşallah sözümün tesirini ve altındaki bulunan şeyi sezmişindir, sezmişizdir. Îmân bir nûr, bir tâc o, taraf-ı ilâhîden. Yat-kalk Allah'a şükret, mü'min olduğun için, Muhammedî olduğun için. Hiç bir zaman bunun şükrünü îfâ edemezsin. Cennet sana vaad olunmuş, cemâl sana vaad olunmuşdur yâhû. Bunu nasıl bırakıp da geriye atıyorsun da nefs-i emmârene tâbi oluyorsun. Allah'a kulluk yapmayan nefs-i emmâresine kulluk yapmış olur. Gel sen Allah'a kulluk yap, daha hayırlı senin için. Nefslerine uyanlar, helâk oldular. Züleyhâ gibi sultanken, berbat oldu. Yûsuf Peygamber, köle iken, nefsine hâkim oldu, Mısır'a sultan oldu.
Gitmiş odunu kesmişler. Adam ihtiyara, "Baba sen burada istirahat et, uyursunburada yatarsın" demiş, çocuğunu aldığı gibi arabayı doldurmuş yürümüş. Şimdi çocuk bakıyor, babasının yüzüne doğru. "Baba dedemi niye bıraktık orda?". "Hiç, hava alsın filan diye". "Ama niye bıraktık orda, gece orda kalacak, kurtlar iner, vahşî hayvanlar iner". "Yok evladım, ihtiyar o, onun için bıraktık" deyince çocuk demiş ki babasına, heeey, men dakka dukka, men lâ yerham lâ yurham, merhamet etmeyene merhamet olunmaz, "Aaa babacım, dedemi niye bıraktık orda?", "Bıraktık, çünkü o ihtiyar" deyince, "Sen de ihtiyarlayınca ben de seni öyle dağda bırakırım, dedem gibi" demiş. Öyle deyince, adam ağlamış, dönmüş gerisi geriye, gelmiş babasının elini öpmüş, almış arabasına, köyüne dönmüş ve bunu anlatmış babasına. "Seni ben bırakmıştım, torunun sebep oldu bu işe, seni geri aldırmaya sebep olan torunun oldu" demiş. Demiş ki, "Evlâdım, ben babamı dağda bırakmadım ki, sen beni bırakasın. Allah torun meydana getirir, Allah bir bahane verir, gene beni bıraktırmazdı orda" demiş.
Fefham! İftah ayneyk! Gözünü aç! Sözümü anla! Ne yaparsan onu göreceksin önünde, hayır ve şer. Babana anana ne muamele yaptınsa, çocuklarından onu göreceksin. Dedene ne muamele yaptınsa torunlarından onu göreceksin.
Rabbine ibâdet et. İbâdeti terk etme. İbâdeti bir tâc bil, tâc, nûrlu bir tâc. Çünkü Allah'a kul olan iki cihana sultan olur.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.