Muzaffer Efendi Hazretlerinin lutfettiği zarîf nüktelerden biri de şudur :
Tımarhânedeki deliler, bir odanın anahtar deliğini bellemişler, sıraya girip devamlı o delikden bakıyorlarmış. Biri baktıkdan sonra diğeri onun yerine geçiyor ve bu böyle sürüp gidiyormuş. Bu hâle şaşıran bir doktor da delilerin arasına karışmış, nihâyet sıra ona gelmiş ve o da merakla delikden içeri bakmış. İlk bakışda bir şey göremeyince, birkaç defa daha sıraya girmiş ve aynı delikden birkaç defa daha bakmış ama her seferinde boş bir odadan başka bir şey göremeyince, delilere dönüp demiş ki :
"Yâhu ne var bu odanın içinde? Ne bakıyorsunuz? Ben baktım, hiçbir şey görmedim"
Deliler doktora sormuşlar :
"Sen kaç kere baktın?"
Doktor cevap vermiş :
"Birkaç kere baktım"
Deliler şu şaşırtıcı cevâbı vermişler :
"Biz on senedir hiç durmadan bakıyoruz bir şey göremiyoruz, sen iki-üç kere bakmakla mı göreceksin!"
Hikâyedeki nüktelere gelince;
Hakîkati arayanlar, tıpkı hikâyedeki deliler gibi, bıkmadan, usanmadan çalışırlar. Böyle bir azimle sebât edilmezse hakîkat keşfolmaz. Hiç kimse, iki satır okuyarak, üç tesbih beş zikir çekerek hakîkati keşfedemez.Tıpkı kıymetli hazînelerin derinlerde saklı olması, değerli madenlerin yerin yedi kat altında bulunması gibi hakîkat hazînesi de gizlidir, ona ulaşmak için büyük bir cehd ve gayret lâzımdır.
Cezbe-i ilâhîye tutulanlar, Hakk'a âşık olanlar, O'nu bulmak O'na kavuşmak için gece gündüz demeden zikrullaha yani O'nu anmaya devam eder, aynı zikirleri aynı ibâdetleri hiç yorulmadan yaparlar. Malum ya sevgili her zaman nazılıdır, cemâlini hemen göstermez, âşığa düşen sevgilinin nazına dâimâ niyâz ile mukâbele etmekdir. Onların yaptıklarına vâkıf olmayıp da dışardan bakanlar, onları deli zanneder.
Bu hikâyenin en can alıcı nüktesi de şudur. Dışarıdan bakanlar, hakîkati göremez, ancak içeriden bakanlar görebilir.