9 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük velîlerden Seyyid Ahmed er-Rıfâî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Kim Allah'a ârif olursa, O'ndan başka hiç kimseyi sevgili olarak kabûl etmez. Bir haberde şöyle gelmişdir, "Allahu Teâlâ, mahlûkâtı önce zulmet içinde halk etdi, sonra onların arasına kendi nûrundan bir parça atdı. Her kime bu nûrdan isâbet ederse, o, hidâyete erer. Her kime de bu nûrdan uzak kalırsa, o, dalâlete düşer. O nûr, minnet arazisinden çıkar ve kalbe yerleşir. Onunla kalbler nûrlanır, aydınlanır. O nûrun aydınlığı ceberût hicâblarına kadar ulaşır. Ceberût da, melekût da, o kişinin Hakk'ı görmesine engel olmaz. Böylece kul, hayâtında ve memâtında, bütün söz, fiil, hareket ve irâdesinde nûr hâline gelir. "اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ". "يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ"
Allahu Teâlâ'nın marifeti, ârifi sebeblerle uğraşmakdan alıkoyar. Yani marifetullah onu öyle meşgûl eder ki, başka hiç bir şeyle ilgilenemez. Halk ona bakdığında, onu câhil zanneder. O ise Allah'ın azameti karşısında devamlı bir korku hâlindedir ve O'nun aşkından şaşkına dönmüş vaziyetdedir. Görenler onu mecnûn zannederler. O ise Allah'dan gayrı her şeyden yüz çevirmiş, azamet-i ilâhî ve muhabbetullah ile her şeyden geçmiş, fenâ bulmuşdur. Onu görenler hayrete ve dehşete düşerler. Marifetullahdan haber veren hiç kimse, onu takdîr edememişdir. Çünkü marifetullah, Allah tarafından bahşedilir ve yine O'na döner.
Şâyet ârif, Hakk Teâlâ Hazretlerinin hükmü altında olursa, Hakk döşeğinin üzerinde nefessiz ve sebebsiz olarak durur. O, ölü-diri ve diri-ölü, mahcûb-mekşûf ve mekşûf-mahcûb hâldedir. Sen onu Hakk Celle ve A'lâ Hazretlerinin kapısında korku ve hayret içinde, Allah'ın setri altında nazlı, Hakk'ın hüküm ve saltanatı altında fânî ve Hakk'ın lutuf yaygısı üzerinde bâkî olarak görürsün. Âriflerin nefisleri, Hakk'ın bekâsı ve saltanatı altında bütün gücünden ve kuvvetinden fenâ bulmuşdur. Bu yüzden onları esbâba tevessülü terketmiş olarak görürsün. Âriflerin fakrı da, gınâsı da, izzeti de zilleti de dâimâ Allah'ladır.
Allahu Teâlâ Dâvûd Peygamber'e, "Yâ Dâvûd, beni tanı ki, ben de sana nefsini tanıtayım" diye vahyetmiş, bunun üzerine bir müddet tefekkür eden Dâvûd aleyhisselâm, "Allahım, senin ferdâniyyetin, kudretin ve bekân karşısında nefsimi acziyyet ve fenâ ile bildim" demiş, bunun üzerine Allahu Teâlâ, "İşte şimdi gerçekden beni tanıdın" buyurmuşdur.
Bir haberde de şöyle rivâyet edilmişdir, "Siz Allah'ı hakkıyla tanımış olsaydınız, kendisinden sonra hiç bir cehâletin olmadığı ilmi öğrenmiş olurdunuz. Duâlarınızla dağlar yerinden oynardı". Ne var ki, hiç kimse marifetullahın son noktasına ulaşamaz. Allahu Teâlâ, kulun kendisini bilmekde son noktaya ulaşmasından münezzehdir.
İmâm-ı Cafer es-Sâdık, "Kim Allah'dan başkasına yönelirse, marifetullaha nâil olamaz" buyurmuşdur. Marifet, kalbin ünsiyyet ve ülfet arazisinde kudret ve celâl örtüsü altında cevelân ve tayerân etmesidir. Bu hâl, kulakların bâtıla tıkalı, gözlerin şehvâniyyete kapalı ve dilin de bâtıl sözlerden uzak olmasıyla elde edilir. Marifet üç dalı olan bir ağaç gibidir. Bunlar tevhîd, tecrîd ve tefrîd dallarıdır. Tevhîd, ikrâr ma'nâsına, tecrîd, ihlâs ma'nâsına, tefrîd ise her hâl ü kârda, tam ma'nâsıyla Allah'a bağlanıp, O'ndan gayrı her şeyden alâkayı kesmek ma'nâsınadır. Marifet derecelerinin birincisi tevhîddir. O da şerîklerin yok edilmesi demekdir. Tecrîd, esbâbın kat edilmesi demekdir. Tefrîd ise, ittihad ve hulûl olmaksızın Hakk ile Hakk olmakdır, O'nsuz olmamakdır.
Marifet bir ağaca benzer, şöyle ki, bir pâdişah toprağı verimli bahçesine bir ağaç dikmiş, sonra da o ağaca bir zarar gelmemesi için her türlü tedbiri almış, ona zarar verecek olan her şeyden o ağacı korumuşdur. Zîrâ o ağacın meyveleri bol ve tatlı, dalları yüksek, yaprakları güzel, gövdesi sağlam, kokusu güzel, çiçekleri de insana sürûr vericidir. Allahu Teâlâ'nın mü'min kulunun kalb bahçesine ekdiği marifet ağacı da tıpkı bunun gibidir. Allahu Teâlâ tıpkı pâdişahın ağacına gösterdiği ihtimam gibi, kulunun kalbindeki marifet ağacının korumasını kendi üzerine alır. Ona her saat rahmet hazînelerinden bol bol yağmur bulutları gönderir ve kudret şimşeği ve gök gürültüsü ile meydana getirdiği kerâmet damlalarını, kulların nazarlarından neşet eden tozları temizlemek için marifet ağacının üzerine yağdırır. Sonra onun velâyet şerefini tamamlamak için, şefkat ve merhamet rüzgarlarını onun üzerine gönderir. Artık ârif, Allah'ın sırrıyla marifet ağacının gölgesi altında döner durur, onun kokusundan koklar, meyvelerine zarar vermeden edeb tırpanıyla ondaki fazlalıkları ve zararlı şeyleri ayıklar. Şâyet ârif, marifet ağacının altında durmaya devam ederse, o ağacın meyvesinden de istifâde eder, safâ elini o meyvelere uzatır, onları toplar, sonra büyük bir iştahla o meyvaları yer ve onlardan büyük lezzet alır. İstiğrak ateşi onu her tarafdan öyle bir kuşatır ki, inbisat elini muhabbet denizine daldırır ve oradan bir yudum su içer. O suyla sarhoş olup, kendinden geçer.
Kardeşim! Şübhesiz Allahu Teâlâ her şeyi bir kadere göre yaratmışdır. Her kader için bir kâide, her kâide için bir sebeb, her sebeb için bir ecel, her ecel için bir kitâb, her kitâb için bir emr, her emr için bir ma'nâ, her ma'nâ için bir sıdk, her sıdk için bir hak, her hak için bir hakîkat, her hakîkat için bir ehil, her ehil için bir alâmet yaratmışdır, ki hak bâtıldan bu alâmetlerle ayrılır. Allah'ın marifet hakîkatinin döşeği üzerine yerleştirdiği her kalb, marifet sîmâsıyla Allah yolunda yürür. Marifetin eseri, "تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ ta'rifühüm bi sîmâhüm", âyetinde buyrulduğu gibi, onların her sözünde, her fiil ve hareketinde ortaya çıkar.