10 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden Seyyid Ahmed er-Rıfâî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Ey kardeş, bilmiş ol ki, ârifler sınıf sınıfdır, onların muhtelif mertebeleri, çeşitli dereceleri vardır. Onların bir kısmı Allah'ı kudretiyle tanır ve bu yüzden O'ndan korkar. Bir kısmı, Allah'ı murâkebesi ile tanır ve sıdk sâhibi olur. Bazıları da Allah'ı azameti ile tanır ve O'ndan haşyet duyar. Bazıları Allah'ı kifâyeti ile tanır ve bu yüzden yalnız O'na muhtâç olduğunu bilir. Bazıları Allah'ı ferdâniyyet ile tanır ve safvete erer. Bazıları da Allah'ı zâtıyla tanır ve vuslata nâil olur. Yani ârif, kudretullahı tanıdığı kadar havf sâhibi olur, fazl-ı ilâhîyi tanıdığı ölçüde hüsn-i zann sâhibi olur, Hakk'ın murâkabesine vâkıf olduğu ölçüde sıdk sâhibi olur, Hakk'ın azametini bildiği kadar, haşyet duyar, Hakk'ın kifâyetine vâkıf olduğu ölçüde iftikar sâhibi olur, Hakk Teâlâ Hazretlerini tanıyabildiği kadar da vuslata nâil olur.
Ehl-i semâ da aynı şekilde muhtelif makâmlara ayrılmışdır. Allahu Teâlâ'nın, "وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ" buyurduğu üzere bazıları hürmet, bazıları hayâ, bazıları kudret bazıları murâkabe, bazıları da heybet makâmındadır.
Marifet ehlinin tamâmı, Allah'ın birliğine âlemlerin efendisi Resûlullah'ın haber verdiği gibi inanırlar. Bu îmânı kalbleriyle tasdîk, fiilleriyle izhâr ederler. Nefislerini günahlarla ve masiyetlerle kirletip cehâlet ve gaflet içinde yaşayanlar ise, bu zümrenin dışındadırlar. Böyleleri büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadırlar, meğer ki erhame'r-râhimîn olan Allahu Teâlâ'nın merhameti onlara erişe.
Bir kısım insanlar da Allah'ı bir takım delillerle tanırlar. Bunlara ehl-i akl, ehl-i nazar ve ehl-i fikr denir. Bunlar Allah'ın birliğine delîller, âyetler ve rubûbiyyete dâir haberler vâsıtasıyla îmân ederler. Görünmeyen şeylere görünen şeylerle istidlâl ederler. Böylece hüsn-i zann yoluyla delâletin sıhhatine inanırlar. Bunlar, Allah'ın delîllerini gördükleri için, Hakk'dan perdeli olarak yaşarlar. Marifet ehlinin havâssından olanlar ise, Hakk Celle ve A'lâ Hazretlerine yakînen inanırlar. Onlar yakîn ve temkîn ehlidir. Onları bu işe sevkeden delîller yâhud illetler değildir. Onların delîlleri Resûlullah'dır, imâmları Kur`ân-ı Kerîm'dir. Nûrları onların yanlarında ve önlerinde koşar.
Her kim Allah'a bir haber vâsıtasıyla inanırsa, Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri gibidir. Hani Yûsuf'un kardeşleri onu gördükleri halde tanıyamamışlardı da, "Eğer o çaldıysa, zâten kardeşi de vaktiyle çalmışdı" demek sûretiyle Yûsuf'un önünde kendi ayıplarını ortaya döküp, rezil rüsvâ olmuşlardı ya. Allah'ı delîllerle tanıyan da, Hazret-i Yakûb'a benzer. Çünkü o, Yûsuf'un hayâtda olduğuna bildiği için, hüzünlendikçe hüzünlenmiş, ağladıkça ağlamış, nihâyet gözleri kör olmuşdu. Hattâ çocuklarına şöyle demişdi, "Gidiniz ve Yûsuf'u araştırınız, çünkü ben onun kokusunu duyar gibiyim". Gâfil olanlar ise, "Vallahi sen eski şaşkınlığındasın, sen hâlâ Yûsuf'u sayıklayıp duruyorsun" demişlerdi. Allah'ı zâtıyla tanıyanlar ise Bünyamin misâlidir. Yûsuf Bünyamin'i kendi yanında alıkoyduğu vakit önce ona sormuşdu, "Kardeşim, benimle mi kalmak istiyorsun, babana mı dönmek istiyorsun" demişdi. O da, "Seninle kalmak istiyorum" demişdi. Bunun üzerine Yûsuf, "Öyleyse benden gelecek zorluklara katlanmalısın" demişdi ve Bünyamin'in eşyaları arasına kendisine âid olan maşrabayı koydurmuşdu ve ona hırsızlık isnâd etmişdi. Bu yüzden Mısır halkı onu ayıpladılar, ona kötü sözler söylediler, çok hakâretler etdiler ama o da kardeşi de olandan bitenden memnundu. İçlerinden gülüyorlardı, levmedenlerin levmine hiç aldırmıyorlardı. İşte bu da, yakîn ehlinin Allah'ı bilmesine misâldir.
Allahu Teâlâ kullarından bir kısmını seçmiş ve "وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ" emriyle kendisine inâbe etmelerini istemiş, onlar da bu emre imtisâl ederek, O'na yönelmişlerdir. Bunlar da birkaç sınıfdır. Tâibler yani Allah'a tövbe yönelenler, hayâ kademi üzerinde nedâmet ile yürürler. Zâhidler, yani Allah'a zühd ile yönelenler, rızâ kademi üzerinde tevekkül ile yürürler. Hâifler, yani Allah'a korku ile yönelenler, vefâ kademi üzerinde heybet ile yürürler. Muhibler, yani Allah'a muhabbet ile yönelenler, safâ kademi üzerinde şevk ile yürürler. Ârifler ise fenâ kademi üzerinde müşâhede ile yürürler.
Marifet öyle bir yemekdir ki Allahu Teâlâ Hazretleri onu dilediği kullarına yedirir. Bir kısmı ondan tadacak kadar yer, bir kısmı kifâyet mikdarı, bir kısmı da doyacak kadar yer İnsanlar marifet husûsunda derece derecedir. Bazılarının derecesi, mahalle gibi, bazılarının derecesi köy gibi, bazılarının derecesi şehir gibi, bazılarınınki ise dünyâ ve âhiret gibidir.