5 Haziran 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Şehzâdebaşındaki Ferah Tiyatrosunun arkasındaki konakta, Viyana Sefîri Gâlip Paşa'nın kerîme-i muhteremesi Güzin Hanımefendi'nin dadısı "Tarîkat-i Aliyye-i Kâdiriyye"den siyâhî ve âşıka bir hâtûn olan Zeynep Hanım vardı. Zeynep Hanım, vaktiyle köle olarak getirilmiş, Gâlip Paşa tarafından satın alınmış ve yıllarca konakta hizmet etmişti. Güzin Hanım dünyaya gelince, onun dadısı olmuş ve kendisini o büyütmüş. Sonradan âzâd edilen Zeynep Hanım ihtiyarlayıp çalışamaz hâle gelince, Güzin Hanım onu tekrar konağa almış ve kendisine büyük hizmet ve emekleri geçen bu sâliha kadına cidden sahip çıkmıştı. Güzin Hanımefendi, Arapça ve Farsçaya vâkıf olduktan başka, İngilizce ve Fransızcayı da ana dili gibi konuşur münevver bir hanımdı. Doğu ve batı kültürüne hakkıyle vâkıf bulunduğu halde, Türklüğünü kaybetmemiş, tam bir müslüman, temiz ve çok nâzik bir insandı. İhtiyar Zevnep Hanım'a annesi gibi saygı ve sevgiyle bakar, bir dediğini iki etmezdi.
Âilem vâsıtasiyle, Güzin Hanımefendi ile tanışmak şerefine nâil olmuştum. Hattâ bir kaç defa konağa giderek Zeynep Bacı'yı ziyâret etmiştim. Zeynep Bacı da fırsat ve imkân buldukça fakîrhâneyi teşrîf ederdi.
Zeynep Bacı, Güzin Hanımefendi'ye, kendisine emr-i hak vâki olduğu takdirde cenâze namazını fakîrin kıldırmasını ricâ ve vasiyyet etmiş imiş. Bir defâsında bana, "Efendi, Zeynep Hanım cenâzesinde hazır bulunmam ve namâzını senin kıldırmanı ricâ ediyor" diye bu vasiyetini tebliğ etmişti.
Birgün Zeynep Bacı'nın göçtüğü ve beni konaktan bekledikleri haberi geldi. Nefes nefese konağa vardığımda, cenâzenin yıkanmış ve götürülmüş olduğunu gördüm. Bazı hanımlar, gasledildiği taşlığı temizliyorlardı. Cenâzesinin Fâtih Câmi-i Şerîfinden kaldırılacağını öğrenerek oraya koştum. Musallâda bir kaç cenâze vardı ve birisi de bizim Zeynep Bacı idi. Diğerlerinin namazları kılındıktan sonra, Zeynep Bacı'nın cenâze namâzını kıldırmak üzere tabutunun önünde durduğumda, sandukadan siyâhî lehçesiyle "Allah...Allah..." denildiğini duydum. Namazda olduğum için, lafza-i celâlin nereden geldiğini kestiremedim. Tezkiyeler de yapıldıktan sonra, herkes cenâzesini omuzlarına aldığı sırada bir kalabalık zuhûra geldi ve "Zeynep Hanım'ın cenâzesi hangisidir?" diye sordular. Merhûmenin tabutunu gösterdik. Gelenler arasından bir zât dedi ki : "Bu cenâze tekrar doktor muayenesinden geçirilecek. Zîrâ kendisini gasleden belediyenin cenâze teşkîlâtındaki hoca hanımlar gasil esnâsında, Zeynep Hanım'ın "Allah Allah" diye zikrettiğini duymuşlar. Haber verdiler, ölmeden diri diri gömülmesin diye kendisini tekrar muayene etmemiz lâzım".
Konuşan zât, belediye hekimi imiş. Tabutu açtılar ve Zeynep Hanım'ı tekrar muayene ettiler ve doktor ölümün vâki olduğunu beyân edip bir raporla tevsîk ederek defnine ruhsat verdi. Kabrine götürmek üzere tekrar tabutu omuzladık, yol boyunca tabutun içinden yine "Allah Allah" sesleri geliyordu. Tekrar doktor çağırıldı, tekrar muayene yapıldı ve merhûmenin gerçekten hayat eseri göstermediği tesbît edildi. Fakat, bu arada "Allah Allah" lafzını bizzat doktor da işitti, rengi kireç gibi bembeyaz kesildi, dudaklarının rengi soldu ve kendisine zor gelebildi. Bu muayenesinde ben de hazır bulundum, yüzü gülümsüyordu, kulağına doğru eğildim ve kendisine gizlice : "İpliğini pazara verdin" dedim.
Tabutu yeniden omuzladık ve kabre gelinceye kadar Zeynep Hanım'ın tabutundan zikir sesi eksilmedi. Hattâ kabrine yerleştirirken bile "Allah Allah" zikrine devâm ediyordu. Zeynep Hanım, kendisi için "ÖLDÜ" diyenlere, "Hayır! Ben ölmedim, oldum!" der gibiydi. Yüzü kara idi ama, kalbi nûrdan ak idi, zâhirde köle idi ama hakîkatde sultân olduğunu hepimize isbât ve ilân etmişdi. Rahmetullahi aleyha ve rahmeten vâsia.