Âşıkın Seyrânıdır Firdevs İle Tamûda Hû

5 Aralık 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Tevhid



'Âşıkın seyrânıdır firdevs ile tamûda Hû
Evvel Âhir Zâhir u Bâtın'da muzmer "Hû"da Hû

Hakk'a âşık olanlarda ne cennet arzusu ne de cehennem kaygusu vardır. Onların bütün arzusu ve iştiyâkı Hakk'ın cemâlini müşâhede etmekdir. Cemâlullahın müşâhedesi mertebe mertebedir. Cemâl-i ilâhîyi kimis esmâ mertebesinde, kimisi ef'âl mertebesinde, kimisi sıfat mertebesinde, kimisi de zât mertebesinde görür. Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın Cenâb-ı Hakk'ın isimleridir. Yani her nereye dönersek dönelim Hakk'ın vechine dönmüş oluruz. Her neye bakarsak bakalım Hakk'a nazar etmiş oluruz.

"He" hidâyet dîdesiyle gösterir hüviyyeti
Kim celâl ile cemâlin cem'idir her sûda Hû

Yukarıdaki hatta da göreceğiniz gibi, Arapça "He" harfinde iki göz vardır. Bu gözler baş gözlerine mukâbil olan kalb gözünün remzidir. Baş gözü sûretleri, kalb gözü ise ma'nâları görmeye yarar. Allah kime hidâyet ederse O'nun kalb gözü açılır ve o kişi gerek enfüsde gerek âfâkda Hakk'ın tecelliyâtını o gözüyle görür. Kâinâtda ne varsa hepsi Hakk'ın esmâ ve sıfatının tecellîsidir. Diğer bir ifâde ile, âlemde ne varsa hepsi esmâ ve sıfatullahın  tecessüm etmiş hâlidir. Her gün gördüğümüz, kullandığımız ve içtiğimiz su da Hakk'ın tecelliyâtı eseridir. Su, hem Celâl'e hem de Cemâl'e mazhardır. Su, Cemâl tarafıyla rahmet, Celâl tarafıyla azâbdır. Cemâl tarafıyla insan ve dünyâya hayât veren su Celâl tarafıyla zuhûr edince sellerle, hortumlarla, tsunamilerle azâba dönüşür. Dikkat edilirse, su, oksijen ve hidrojen elementlerinden müteşekkildir. Bunlarda da  Celâl ve Cemâl tecellîleri vardır. Oksijen hayât için elzemdir fakat yakıcıdır. Hidrojen de bir yönüyle rahmet bir yönüyle azâbdır. Meselâ güneş hidrojen sâyesinde enerji verir dünyâya rahmet olur ama güneşdeki  füzyon hâdisesi dünyâda olunca hidrojen bombası olur ve bütün dünyâyı mahveder. 

"Vâv" ile feth olmada hakbîn-i vahdet mihveri
Nokta-i hattı cemâlinden mücellâ mûda Hû

"Hû" lafzında "He"den sonra "Vav" gelir. Bu "Vav" vahdete işâretdir. Vahdet-i ilâhî ancak kalb gözüyle idrâk edilir. Hakk'ın cemâli de kalb gözüyle görülür. Hakk'ı görenler, hep kendi isti'dadlarına göre görürler zîrâ Cenâb-ı Hakk idrâk ve ihâta edilemez. Her şeyi ihâta eden O'dur.

Bahr-ı vahdet mevcesinden sûret-i imkân olur
'Aks eder feryâd ile 'ummâna cârî sûda Hû

Hakk'ı görmek için Hakk göze sâhib olmak lâzımdır zîrâ ancak Hakk göz Hakk'ı görür. Kul Hakk'da fânî olup, Hakk'da bekâ bulmadıkça Hakk'ı göremez. Hakîkatde gören de görülen de O'dur.

İsm-i "Hû"nun nakşıdır şems ü kamerde âşikâr
Mehcebîn-i zülf-i müşkin tal'at-ı ebrûda Hû

Güneş zât tecellîsinin ay ise sıfat tecellîsinin remzidir. Güneşin ve ayın görülmesine mâni' olan bulutlar da cemalullahı örten perdeler gibidir. Bu perdeler sevgilinin saçlarına teşbîh edilir. Zaman olur ki saç sevgilinin yüzünü kapatır. Âşık ma'şûkunun cemâlini gâh görür gâh göremez. Görünce şâd olur  göremeyince nâşâd olur ama görememesi de fenâ bir şey değildir zîra bu firkat âşıkın aşkını ziyâdeleştirir. 

Resm-i eflâk ü zemîn tedvîri "he"den munfasıl
Cezbedâr-ı âfet-i cân dîde-i âhûda Hû

Bütün kâinât Hakk'ın kabza-i kudretinde ve taht-ı galebesindedir. Her şey Hakk ile kâimdir. Buna ârif olanlar her şeyde Hakk'ın kudretini müşâhede ederler. Müşâhede ettikçe de muhabbetleri artar. Cenâb-ı Hakk, binbir türlü tecellîleriyle sevdiklerini  kendisine çeker.

Serve 'aks eden sabâdan Hû gelir her lahzada
Tercemân-ı kûrsitân olmuş ten-i fersûde Hû

Ağaç da her an Hakk'ı tesbîh eder, rüzgâr da. Rüzgârın ağacı hareket ettirip yapraklarını hışırdatması da Hakk'ın tecelliyâtından başka bir şey değildir. Yapraklardan çıkan ses duyabilen için Hû zikridir. 

Sûret ü ma'nâda "Hû"dur âdemin kudsiyyeti
Ravza-i hadrâ mekânı kim olur âlûde Hû

İnsan da Hakk'ın tecelliyâtı eseridir. İnsanın kudsiyyeti, hem sûret hem de ma'nâ bakımından Hakk'ın esmâ ve sıfatına mazhar olmasındandır. Gerçi Cenâb-ı Hakk'ın esmâsı ve sıfatı her şeyde zâhir olmuşdur ancak esmâ ve sıfâtın kâffesi sadece insanda zâhir olmuşdur. Hakk'ın hem esmâsına, hem sıfâtına hem de zâtına mazhar olan, insân-ı kâmildir. İnsân-ı kâmilin en a'lâsı ve en mükemmeli de, Mahbûb-i Hudâ Resûl-i Kibriyâ Muhammed Mustafâ aleyhissalâtü vesselâm Efendimizdir. Bizzat kendisinin "Men reânî fekad real Hakk" beyânına göre, O'nu gören Hakk'ı görmüş olur.

Serteser eşyâ nikâhından Hüve'l-Hû 'aks eder
Gülde Hû sünbülde Hû şebbûde Hû her bûde Hû

"Fe eynemâ tüvellû fesemme vechullah" âyetiyle beyân olunduğu üzere her şey bize Hakk'dan haber verir, her şeyden Hakk'ın kokusu duyulur, Hakk'ın cemâli görülür. Tabii görmeye göz, işitmeye kulak, koklamaya burun gerekir.

Perde-i sûretle hüviyyet eder 'aks-i cemâl
Merci'-i 'aslına vasî' eyler değil beyhûde Hû

Gördüğümüz eşyâ Hakk'a perde olmuşdur. Bunda da nice hikmetler vardır. Bu hikmetlerden birisi şudur ki, Hakk'ı âşikâr görmeye herkes tahammül edemez. 

Nây gibi nakletmede her zerreler bu hikmeti
Kenz-i âdemdir hüviyyet tal'at-i dilcûda Hû

Kâinâtda her zerre Hakk'dan bize haber verir. Bu da tıpkı neyzenin neyi üflemesi gibidir. Neyzenin nefesi olmasa neyden ses çıkmaz. Cümle kâinât Hakk'ın nefhasından ibâretdir. Bu sır da insan ile zâhir olmuşdur.

Remz-i "İllâ Hû"yu Sâmî fehm eden hakka'l-yakîn
Hep nikâbı ref' olup meşhûd olur mehrûda Hû

 Tevhîdin en üst mertebesi "Lâ mevcûde illallah" mertebesidir. Bu mertebeye ermek laf ile olmaz. Bunu hakka'l yakîn idrâk etmek lâzımdır. Bu mertebeye sôfiyye lisânında bâb-ı müşâhede ya da şuhûd mertebesi denir. Şuhûd mertebesine erenlere hicâb olmaz. Onlar her an Hakk'ın cemâlini  seyrederler.

Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî
Listeye geri dön