26 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Zühd ki, dünyânın içinde olan ve dünyâya müteallik olan her ne vâr ise cümlesini terk edip ve muhabbetini dahi terk edip leyl ü nehâr makdûrunu âhirete masrûf etmek sıfatıdır. Malûm ola ki âşıkın irfânında ve marifeti makâmında zâhidlerin zühdü kâsiddir ki revâc ve itibârı yokdur. Pes, takvânın manâsı nedir ki, o dahi zühdden madûddur. Bu makâmın keşf ü beyânı budur ki, zühd aslında ahlâk-ı Hakk'dan değildir. Tahalluk ise ahlâk-ı Hakk ile olur. Pes zâhid kendisine zâhid demekle kimin ahlâkıyla tahalluk etmişdir? Yani zâhid olacağına, ârif veyâ âlim olmak gerekdir. Eğerçi ki ehlullah katında ilim ve irfân birdir. İrfânın nisbet-i hâssa olduğu ehl-i rüsûmdan teşhîs içindir. Ve takvâ dedikleri, zühd dedikleridir ki, verâ' bâbından olan perhîzdir. Ve bu makâmın ehlinin bi hasebi'l-gâlib zühdü bârid ve riyâsı gâlib olmakla, zühd ve takvâsına itibâr olunmadı. Zîrâ âşık olmayan zâhidin hatâsı sevâbına gâlibdir. Nitekim zamâne müteassıblarında müşâheddir. Kaçan zâhid âşık olsa, ol zühd onun hakkında terk-i dünyâdan ibâretdir. Terk-i dünyâ ise hakîkatde ârif ve âşıkın sıfatıdır. Ve bu manâya dahi mâsivallahdan perhiz olur ve ikisi hakîkatde birdir. Zirâ dünyâ, mu'zam-ı ecsâm ve hicâb olmakla tahsis olunur. Ve illâ târik-i dünyâ demek târik-i mâsivâ demekdir.
Ve takvânın iki cânibi vardır. Evvelkisi kendi nefsiyle Hakk'dan ittikâdır. Yani nekâisi kendi nefsine isnâd ile Hakk'a isnâddan ittikâ etmiş olur. Pes, Hakk'ı kendi nefsine vikâye kılmış olur. Pes, vücûdu Hakk'a ve ademi nefse izâfe etmek gerekdir. Zîrâ Hakk mevcûd ve cemî' kemâlât ile mevsûfdur. Ve nefs min haysü hiye ma'dûm ve kemâlâtı mevhûmdur. Eğerçi ki üzerine vücûd feyezân eylemiş ve kemâlât ile ittisâf görünmüşdür. Velâkin hâlâ adem-i aslîsi üzerinedir ve kemâl Allah'ındır. Pes bu takrîrden bazı evliyânın kendilerine kemâl-i Hakk'ı izâfe kıldıklarının hakîkati zâhir oldu. Zîrâ murâdları, kendileri mazhar oldukları yüzden, kemâlât-ı Hakk'ı beyândır. Ne ân ki kemâlât-ı Hakk gibi kemâlât iddiâ eylemek değildir. Zîrâ bu manâ şirkden nâşîdir. Tevhîd-i hakkânî ehline ise şirk olmaz. Zîrâ onların yanında vücûd birdir. Fe emmâ kesret ehli, sûret-i davâya bakıp cerh ve kadh ederler. Ehl-i zühdün mezmûm olduğu budur. Âşık ise vahdete nazar edip teslîm eder. Yani bu, şu ismin mazharıdır ve bu şunun hissesidir diye teslîm eder. Ehl-i irfânın makbûl olduğu budur.Elhâsıl, zühd ve takvânın mezmûm olması, zâhid-i bâride göredir. Fe emmâ âşık-ı ârife göre, evsâf-ı celîledendir. Nitekim İbrâhim bin Edhem'e zâhid-i Horasanî derler. Maksûd terk-i dünyâ demekdir ki salatanat-ı dünyâdır. Ve bundan gayrı âlem-i ekvân seyrini dahi terk edip ondan dahi zâhid olmuşdur. Zîrâ âlem-i vücûbun seyri, âlem-i imkânın seyrinin fevkindedir. Zâhid dünyâdan i'râz etdiği gibi, ârif dahi seyr-i ekvândan i'râz eyler. Ve dünyâ mansıbı zâhid yanında hor olduğu gibi, seyr-i ekvân dahi ârife göre denîdir. Bu sebebden küşûf-i süfliyyeye itibâr olunmamışdır. Meselâ mevâlid ve anâsırın keşfi ve keşf-i kubûr ve keşf-i zamîr ve keşf-i melek ve keşf-i cinn gibi. Zîrâ bunlar ekvândan olmakla, kümmel-i evliyâ bunlara iltifât etmezler, ilm-i billaha nazar ederler. Ve tevhîdden tecrîde ve tefrîde terakkî kılarlar. Ve küşûf-ı süfliyyede mü'min ve kâfir beraberdir. Zîrâ ma'kûlât-ı rûhâniyye makûlesidir. Ve rûhda cümlenin ale's-seviyye iştirâki olduğu gibi, küşûfunda dahi iştirâki vardır.