4 Haziran 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Aşk, taraf-ı ilâhiyyeden insanlara verilen bir devletdir. Bidâyeti Hakk'la başlar, nihâyeti Hakk'la biter yani nihâyeti vuslatdır.
Aşk, her kula nasîb olmaz. Aşk öyle bir nûrdur ki, Allah onu her kula vermez.
Hayvanlar da aşkdan anlarlar ancak hayvanlardaki aşk, şehvet sûretinde zâhir olur. Kemâle ermemiş olan insanlarda da aşk, şehvet olarak zâhir olur. Zîrâ aşk hangi kaba konulursa onun şeklini alan suya benzer. Nasıl ki su konulduğu kabın rengini alırsa aşk da teveccüh ettiği kişinin hâline göre renk alır.
Cenâb-ı Hakk kâinâtı aşk ile halk etmişdir, aşk için halk etmişdir ve sevgililerini insanlardan seçmişdir. Allah ile kul arasındaki muhabbetin bidâyeti Allah'dandır. Allah bir kulu sevecekse onun kalbine kendi aşkını atar. Sonra kul Allah'ı sever. Muhabbet karşılıklı hâle gelir. Allah ile kul arasındaki bu muhabbet, lisân ile ta'rîf olunamaz. Allah sevdiğini semâvâtdaki meleklerine şöyle i'lân eder "Ben filan kimseyi sevdim siz de onu seviniz". Cenâb-ı Hakk, meleklerin başı olan Hazret-i Cebrâil aleyhisselâma "Kürre-i arda da seslenin, Allah filan kulunu sevdi, siz de seviniz" buyurur. Bunun üzerine semâvât ve ardda bulunan mahlûkât-ı ilâhiyyenin hepsi o zâtı severler. Allah'ın sevdiği kul, böylece mahlûkât içinde mahbûb olur.
Hakk'a âşık olan Hakk ile kâim olur. Aşk onu öyle bir hâle koyar ki Hakk ile Hakk olur, kendi özünü bilir, nereye baksa Hakk'ı görür. Zîrâ bu âlemde Hakk'ı görmeyen a'mâdır ve yarın öteki âlemde de a'mâ olacakdır yani Hakk'ı göremeyecekdir.
Allah'ı sevmeyen bir kalb, kalb midir? Hayvanla insan arasındaki fark da budur. Birisi Aşkullah ile süslenmişdir, diğeri aşkullahdan bî-haberdir.
Aşkın ta'rîfi gâyet güçdür ancak başına gelen bilebilir, başına gelmeyen bilmez. Zîrâ kör için renk sağır için âhenk olmaz.
Meselâ deve âşık olduğu vakit, taşıdığı yükün on mislini taşır, yürüdüğü yolun on mislini yürür.
Gerçek bir âşık aşk ile çöle düşse, aşkın ateşi çölün harâretini yakar. Yalancı bir âşık çöle düşerse, çölün harâreti onu yakar.
Mecnûn, Leylâ'nın köyüne gittiğinde orada bulunan köpeklerin gözlerini ve ayaklarını öptü. "Niçin pis bir hayvanı öpüyorsun?" diye sorduklarında "Bu gözler Leylâ'yı gördü, bu ayaklar Leylâ'nın bastığı yerlere bastı" diye cevap verdi.
Allah bize aşkı tattırsın ve zevkine vardırsın zîrâ ondaki zevk hiç bir şeyde bulunmaz.
Âşıkı cehenneme atsalar, aşkın ateşi cehennemim ateşini söndürür. Âşıkı cennete koysalar, aşkın ateşi cennetin güllerini soldurur.
Bu yola aşksız giren kimseye İslâm şerî'atı gâyet ağır gelir. Bunun da sebebi şudur. Hastaya bal tattırırlarsa bal hastaya acı gelir. Balın acı gelmesi, balın acı olmasından değildir, hastanın mizâcının bozuk olmasındandır. Eğer insan, ârif ve kâmil bir mürşidde intisâb ederse, mürşid ona aşkın tadını tattırır. O zaman o kişi soğuğun şiddetini de âteşin harâretini de duymaz.
Tarîkat-ı aliyyeye girmek demek, ma'nâ tarlasına muhabbet tohumunu atmak demekdir. Ma'nâ tarlasına tohumu attık ama sulamak da lazım. Eğer o tohumu gözyaşıyla sularsak yakın zamanda ekilen tohumun meyvası meydana gelecekdir.
Aşk derece derecedir. Aşk, herkesin isti'dâdı kadar tecellî eder. Aşk suyu tükenmeyen bir pınara benzer. Herkes kendi kanacağı kadar içer ama pınarda su tükenmez. Aşkın evveli âhiri yokdur.
Aşk, sâlikâna kendi derecesine göre teveccüh eder. Kimisi bu aşkı bir kadında görür, kimi kadına erkekde tecelli eder. Sevgililer Tûr-i Sînâ misâlidir. Bütün aşklar Allah'adır. Sevgililer perde olurlar. Seven sevdiğinde Hakk'ı görür ama sevdiği perde olur. Bütün aşklar mahbûb-i hakîkî olan Allah'adır. Sevgililer ayna misâlidir. Onlardan akseden Hakk'ın cemâlidir. Kim ki aynayı kaldırdı Hakk'ı buldu!