6 Haziran 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Aşk-ı mecâzî olmadan, aşk-ı hakîkî bulunmaz yani aşk-ı hakîkîye, aşk-ı mecâzîden geçilir. Birçok velîler, aşk-ı mecâzîden geçerek aşk-ı hakîkîye vâsıl olmuşlardır. Aşk-ı mecâzî, onlar için bir vâsıta olmuşdur. Hattâ ehlullah hazerâtı, aşk-ı mecâzîden aşk-ı hakîkîye geçmeye ömrü vefâ etmeyip de aşk-ı mecâzî hâlinde iken eceli gelip ölen âşıkların, şehâdet rütbesine nâil olduklarını beyân etmişlerdir. Peygâmberler ile mukarrebînden olan evliyâullah ise dâimâ bâb-ı müşâhedede bulunduklarından, onlar için aşk-ı mecâzîye lüzûm kalmamışdır.
Aşk-ı mecâzîden aşk-ı hakîkîye giden yolda âşıka lâzım olan, aşk-ı mecâzî perdesini yırtmakdır zîrâ aşk-ı mecâzî, tıpkı sabır gibi zühd gibi nûrânî bir perdedir. Hazret-i Şems'in, Cenâb-ı Mevlânâ'nın kitaplarını attırması bunun bir misâlidir. Hazret-i Mevlânâ'yı aşk-ı hakîkîden perdeleyen, kitaplarına karşı beslediği sevgi idi. O kitaplar, bir bakıma kendisi ile Allah arasında nûrânî bir hicab idi.
Âşık ile ma'şûk arasında, hicâb-ı nurânî oldugu gibi, hicâb-ı zulmânî de bulunabilir. Hicâb-ı zulmânî, günâhlar ve nefsin kötü sıfatlarıdır ki, bu hicâbın yırtılması ve izâlesi de tövbe ve tezkiye-i nefs ile mümkündür.
Hicâb-ı nûrânînin yırtılması ise, bütün eşyâda Hakk'ın kudretini müşâhede ile kâbil olur. Bu, bir tevfîk-i Rabbânîdir ki, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, kula tâlib olmadan kulun Hakk'a tâlib ve âşık olması mümkün değildir. Allah azze ve celle, kulunu sevecek ki, kul da Hakk'ı sevebilsin. İşte aşk-ı mecâzîde bulunan insan, kime, neye ve niçin âşık olduğunu farkedince, aşk-ı mecâzî aşk-ı hakîkîye döner.