29 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri’ne Amerika’daki bir sohbetlerinde sordular, “Bir konuşmanızda Âdem’in cennetden çıkdıkdan sonra üç yüz sene ağladığını söylemişdiniz. Neden bu kadar uzun müddet ağladı?” dediler. Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Şecere-i memnûadan yemek zuhûra geldiği için. Zâhirde suç görünüyordu, hakîkatde taraf-ı ilahîden kandisine işlettirilmişdi. Âdem aşka tâlib oldu, cennetdeydi, aşka tâlib oldu. Allah Celle Celâluhû Hazretleri buyurdu ki, “Cennet, dârü’s-sürûrdur, burada keder olmaz. Aşk, gözyaşıdır ve âh u enîndir” dedi. Onun üzerine Allah’ın yeme dediği ağaca yaklaşdı, aşkı elde etmek için ona yaklaşdı, onu yedi ve cennetden dışarı çıkarıldı ve âhu enîne mübtelâ oldu. Çıkarıldı, çıkarılınca, artık kürre-i arda ağlayabilirdi, âh u enîn ederdi. Neden? Çünkü firkate düşdü, ayrılığa düşdü. Aşkın firkatdeki zevki vuslatda olmaz. Onun üzerine Cenâb-ı Âdem aleyhisselam, Allah ona ilim verdiği için, “alleme âdeme’l-esmâe küllehâ”, ilmen bildiği için, hakîkatde Allah ona işlettirdiği hâlde, bir suç meydana geldiği için, öyle görünüyordu, bu suçu üzerine aldı, “rabbenâ zalemnâ enfüsenâ, ben nefsime zulmetdim yâ Rabbi” dedi ve ağladı. İnsan, aşk ile ağlamanın zevkinin ne olduğunu bilse üç yüz sene değil, üç bin sene ağlar adam. Yaaa! O ağlamakda ne zevk var! Hiçbir âşık, hakkıyla âşık, vuslat aramaz, hep sevgilisini arar, onun yolunda gider hep böyle, onu arıyor. Çünkü vuslatda firkat vardır. Firkatde ise, zâhi0rde firkat görünür, gözyaşıyla vuslat vardır. Onun için üç yüz sene ağladı. Az bile!
Dinleyenlerden birisi, “Öyleyse aşk yolunun başı Hazret-i Âdem midir?” diye sorunca, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Evet. Aşk Şeytan’da yokdur. Şeytan’da aşk yok. Kimin aşkı yokdur o şeytandır.
İstanbul’da Bayezid Camisi yapılmış, resm-i küşâdında Hazret-i Cemâl-i Halvetî çıkmış kürsüye. Halk oraya toplanmışlar, ekâbiri, fukarâsı, hepsi. Büyük bir câmi. Bunlar geldiler, gördüler. Tam vaaza başlayacakmış, bir adam kalkdı oradan, “Yâ Şeyh, ben eşeğimi kaybetdim, gören var mı” dedi. “Otur, otur, sorarım ben şimdi onu cemaate” dedi Şeyh. Sonra cemaate döndü, “Ey ahâli! İçinizde aşk nedir bilmeyen, âşık olmayan var mı?” diye sordu. Bir adam kalkdı, dedi “Ben hiç âşık olmadım”. “Hiçbir şeye?”. “Hiçbir şeye” dedi adam, “ben aşk nedir bilmem”. Biri daha, biri daha kalkdı. Onlar da “Biz aşk nedir bilmiyoruz” dediler. “Yani hiçbir şeye âşık olmadınız mı siz? Kadına, erkeğe, güle, çiçeğe filan? Aşk nedir bilmiyor musunuz?”. “Hayır bilmiyoruz” dediler. Sonra Hazret-i Şeyh döndü cemaate, ciddî ciddî, “Eşek sâhibi nerede?”. “Benim Efendim” dedi o, kalkdı ayağa. Dedi, “Sen bir eşek kaybetdin, ben sana üç tâne eşek buldum, al bunları götür”.
Yalnız aşk, taallukunun ahlâkını, taallukunun sıfatını alır. Bir adam eğer nefsini terbiye etmediyse, nefs-i emmâre ehliyse, nasıl ki şarabı koyuyoruz bardağın içerisine, bardağın şeklini alıyorsa şarab, o adamda aşk öyle tecellî eder. Yani nefs-i emmâre ehli ise eğer, kendi onun bir kap gibidir, aşk da onun şeklini alır, yani şehvet olarak zuhûr eder. Öyle zuhûr eder. Eğer insan kâmilse, aşk-ı ilâhî ile tecellî eder. “Bunda aşkın kabahati yok mu?” diye sorarsan eğer, yokdur. Neden? Aşk yağmura benzer, bokluğa yağarsa, pis kokutur, güllüğe yağarsa gül kokutur. Onun gibi. Taallukunda değişir yani. Taallukunda değişiyor. Sebeb-i illeti o. Onun için tasavvuf lisânında, aşk şarâb, sâkî şeyh, meyhâne tekkedir. Meyhâne denildiği vakitde tekke manâsına. Sâkî denildiği vakitde şeyh. Şarab aşk. Kadeh de mürîdin kalbidir.
Daha insân olmayanlar, bunu işittiği vakitde, aklına Dingo’nun şarabını aklına getiriyor. Onlara da kabahat bulmuyoruz, çünkü insan gözüne nasıl gözlük takarsa, kâinâtı öyle görür. Yeşil gözlük takarsan, kâinât yeşil olmadığı hâlde, yeşil görürsün. Kayserilinin eşeği, sarı saman yemiyormuş, kuru ot, Kayserili kafayı işletmiş, yeşil gözlük takmış eşeğin gözüne, hayvan bakıyormuş, yeşil otu diye yiyormuş samanı. Gene Kayserilinin kedisi, kuru ekmek yemiyormuş, kedinin burnuna biraz tereyağ sürmüş, kedi tereyağlı ekmek yiyorum diye kuru ekmeği yemiş. Bazı adam bunun gibidir, burnuna biraz tereyağ sürerler onun. İnsan eşek mâhiyetindeyse, gözündeki yeşil gözlükle, sarı otu yeşil zanneder, yer. Eşekse eğer. Ama insansa ayırır onu, sarı mıdır, tâze midir.
İşte onun için aşkı ayırmak lâzımdır. Aşk-ı ilâhî nedir, aşk-ı nefsânî nedir, aşk-ı insânî nedir. Aşk-ı nefsânî olarak, karı koca arasındaki muhabbet ve aşkı da gösterebiliriz. Ama bu aşk-ı nefsânî değildir, aşk-ı rahmânîdir bu. Çünkü bunun semeresi kâinâta zürriyet getirmekdir. Hattâ karı koca sevişirken, Allah bile seyrede, hoşuna gider. Yaaa! Seyrediyor. Görüyor çünkü her şeyi Allah. Yaaa! Görüyor ama seviyor onu O. Neden? Çünkü ondan zürriyet gelecek meydana. Gâye de kâinâta zürriyet halk etmek değil midir? Çünkü o gelen insanın vazâifi de Allah’ı bilmek, Allah’ı bulmak, Allah’da olmak, Allah’a ibâdet ve tâat. Onun birinci vazîfesi, insanoğlunun.
İnşâllah benim konuşduğum sözlerin zevkine varırlar. Yani çok zevkli şeyler konuşdum bu akşam.