Aşkın Hakîkati ve Tezâhürleri - Sohbet - 17 Mart 1981 ABD

30 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, kendisini mevlevî şeyhi olarak tanıtan İngiliz mistik Richard Timothy Feild nâm-ı diğer Reshad Field ve talebelerine hitâb etdiği bir sohbetlerinde buyurdular ki :
"Ene'l-Hakk" terânesinden Mansûr'u yakdılar, o küller kime isâbet etdiyse, onların hepsinin kalbine ateş-i aşk düşdü. Bu, dünyâda zuhûru. Daha evveliyâtı, âlem-i ervâhda, Hakk'ın, "e lestü bir rabbiküm, ben sizin rabbiniz değil miyim?" hitâbını kimler can kulağı ile işittiler, onların hepsine bu aşk ateşi sirâyet etdi. Ama ehlullahın vermiş olduğu aşk şarabı badesiyle. Ama bu aşk, aşk-ı mecâzî oldu, bir kadın bir erkeği, bir erkek bir kadını sevdi. Hattâ hayvanların bile birbirine karşı aşkları vardır, muhabbetleri vardır. Fakat taalluklarıyla öyle zuhûra geldi. Yani bu bardağın içindeki suyu şarap olarak kabûl edelim, aşk olarak kabûl edelim, hangi kaba girdiyse, o kabın şeklini aldı. Kiminde aşk-ı mecâzî olarak neş'et etdi, zuhûra geldi. Aşk-ı mecâzî olarak. Kimine aşk-ı hakîkî olarak. Ama herşey mecâzdan hakîkate gider. Bütün aşklar O'nadır ama kimisi kadında kaldı, kimi çiçekde kaldı, kimi evde kaldı, kimi dünyâda kaldı. Bunlar perde oldu yani. Yoksa bütün aşklar O'na. Bunları yırtarsa bir adam Allah'a mülâkat yapar. Yani aşk-ı mecâzîden aşk-ı hakîkîye geçer. 
Aşkdan nasîbi olmayan bir kimse var. O da aşka tâlib oldu fakat aşk ona isâbet etmedi. O aşka tâlib oldu ama aşk ona isâbet etmedi. Buı da, Şeytan. Şeytan, tâlib oldu aşka fakat aşk ona isâbet etmedi. Aşk, insanlara verildi. 

Erkân-ı tarîkat dörtdür. Tarîkatın erkânı dörtdür.  Zühd-i Cüneyd, İrfân-ı Bayezid, Terk-i Edhem, Aşk-ı Mevlânâ. Bunlar tarîkatda erkân olmuşlar. Dînin erkânı var ya işte islâmın binâsı beşdir, îmânın şartı altıdır filan böyle, abdestin farzı dört, namazın farzı on iki. Bu da tarîkat-ı aliyyede erkân-ı tarîkat bu. Bu erkân-ı tarîk oldu. 
Bayezid Câmisi yapıldığı vakitde, câminin resm-i küşâdına o devrin en büyük tasavvuf âlimi ve kâmili Cemâl-i Halvetî Hazretlerini pâdişah irâde etmiş, ricâ etmiş, irâde sayılmaz o, ricâ etmiş, "Câminin küşâdını siz yapın" demiş. Şeyh de kabûl etmiş ve câminin kürsüsüne çıkmış. Halk, vezir vüzerâ, vükelâ, pâdişah hep oradalar başdan aşağı. Ulemâ da orada. O aralık bir adam ayağa kalkmış, dedi, "Şeyh Efendi, benim eşeğim kayboldu, İstanbul halkı hepsi burada duruyorlar, gördüler mi, bir sâhibsiz eşek gören kimse var mı?" diye sordu Hazret-i Şeyh'e. O da dedi, "Otur şimdi, ben senin eşeğini bulurum" dedi. Oturdu. Sonra o halka hitâb etdi, "İçinizde hiç aşkdan anlamayan var mı?". Hitâb etdi böyle. "Hiç bir şeyi âşık olmayan, aşk nedir, muhabbet nedir bilmez". Sonra bir adam kalkdı, dedi, "Efendim, ben aşk nedir bilmem hiç". "Hiç bir şeye?". "Aşk nedir, sevgi nedir, muhabbet nedir bilmiyorum hiç" dedi. Bir tâne daha, bir tâne daha, bir tâne daha. Dört kişi kalkdı böyle. "Başka var mı aşkdan anlamayan?". Yok. Onun üzerinde dedi, "Eşek sâhibi, neredesin sen?". "Buradayım efendim". "Sen bir eşek kaybetdin, ben sana dört tâne eşek buldum" dedi, "al götür bunları" dedi. (Uzun uzun gülüşmeler)
Halbuki eşekde de aşk seks olarak zuhûra geldi. Onun kabına göre. Bu çirkin bir şey değildir ama Allah onu oradan zuhûra getirdi. Nasıl ki Mevlânâ aşkda imâm olduysa, irfanda Bayezid, eşek de bu şehvânî şeylerde imâm oldu, birinci oldu o. Hepsinin böyle bir makâmı, merâtibi vardır. Eşekde aşk yok değil, var da, bu şekilde tezâhür etdi. Eşek vaktâ ki o işi görür, onun aşkı biter. Ama insan olanın aşkı daha çoğalır, devam eder. O mayayı koyar yani o. Eşeğinki gibi hemen orada o iş biterek çekilmez, daha muhabbeti çoğaltır, daha kurbiyyeti artırır. Tabii benim konuşduğum şey, şer'î olarak söylüyorum ben, gayr-i meşrû' değil. Teyid et onu, söyle. 
Allah'ın yaratdığı hangi mahlûk yok ki onun üzerinde kudretullah ve sun'-ı ilâhî görülmesin, hüviyyet-i rabbânî oradan zuhûra gelmesin. Hiç bir şey yok ki Allah'ı zikretmiyor, hepsi zikrediyor. Bir cigara zikretmiyormuş onu da ateşe atıp yakıyoruz zâten. (Gülüşmeler).

Allah da âşık olmuş. Hakk da âşık idi. Olmuş kelimesi, ihdâs olmuş oluyor ki Cenâb-ı Hakk'ın üzerinden vakit geçmez. Aşk sıfatullahdır, Allah'ın sıfatı. Allah da âşık idi. Sonra bu aşkını izhâr için bizi yaratdı, halk etdi. Yalnız başınaydı, ferddi, ehaddi, vâhiddi, sameddi, kendi başınaydı. Kimse onun ehadiyyetini, ferdiyyetini, samedâniyyetini bilmiyordu. Yokdu ki kendinden başka. Kendinden başka yokdu. Kendi kendini biliyordu ve âşık idi ve bu aşkını izhâr etmek için bizleri halk etdi. Bizleri halk etdikden sonra Hakk'ın âşık olduğunu bildik. Allah'ın samed olduğunu, Allah'ın vâhid olduğunu, Allah'ın ehad olduğunu, Allah'ın latîf olduğunu öyle bildik. 
İşte onun için diyor ki mahbûbuna, "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk, seni halk etmeyecek olsaydım, hiç bir şeyi halk etmezdim. Seni halk etdim ki onları halk edeyim diye. Senin için halk olundu". Ve gene aynı, diyor ki, bize hitâb ediyor şimdi, "Ey âdem! Ey âdemoğlu! Ey benîâdem! Herşeyi senin için halk etdim, seni kendim için halk etdim". Yaaa! Yaaa! Onun için insanlar çok kıymetli. Yaaa!

Bu sohbetin muhâtabı olan zevât, şerîatsız tarîkat ehlinden idi. Yani İslâm'a girmeden sôfî olmaya kalkan kişilerdi bunlar. O zamanlar batıda bu gibi kimseler çokdu. Hâlâ da sağda solda bu gibi mistiklere rastlıyoruz. Efendi Hazretleri bu konuşmayı, onları incitmeden, kırmadan irşâd etmek maksadıyla yapmışlardı. Erkân-ı tarîkatden bahsetmelerinin sebebi de budur. Aşk-ı hakîkîden bî-haber olduğu hâlde kendisini ehl-i tarîk zannedenlere, sôfî kisvesine bürünenlere, büyük bir ders vardır bu sohbetde.

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön