Aşkında Sâdık Olanlara Müjdeler Olsun

4 Şubat 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

Muzaffer Efendi Hazretleri, Amerikalılara hitâb etdikleri bir sohbet meclisinde aşkdan ve âşıklardan bahsederlerken, orada bulunan bir zât, "Âşık denilince aklıma hep kendisini ateşe atan pervâne geliyor" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki : 

Yalnız arada bir fark var. Aradaki fark şu, pervâne kendisini âteşe atdığı vakitde, âteşi nûr zanneder o, yakar kendini. Biz Allah'a âşık olanlar, Hakk aşkında yanmağa kendimizi pervâne gibi atarız ama nereye düşdüğümüzü biliriz. O bilmez nereye düşdüğünü. Aradaki farkımız o. Allah'a âşık olan insanlar, işte farkı o. Pervâne döner, kendini atar, bilmez atdığı yeri pervâne. Allah âşıkları Allah'ın cemâli etrâfında dönerler, fakat kendilerini nereye atdıklarını bilirler. 
Bütün aşklar, bütün aşklar Allah'adır. Yalnız sevdiği ona perde olur, onu zanneder, halbuki o değil. Evlâd perde olur, avrat perde olur, sevgilisi perde olur, perde, perde, ama bütün aşk Allah'adır, onlar perdedir. Onları yırtabilirse eğer, o avkit O'na mülâkât edebilir. Perdeyi yırtmanın ma'nâsı, bildiğimiz maddî perde gibi değil. Yani aşkın Hakk'a olduğunu bildi mi kâfî. Bütün aşklar Allah'adır. 
Bak, vaktiyle Züleyhâ , Hazret-i Yûsuf'a âşık oldu. Öyle âşık oldu ki, gelip Züleyhâ'ya diyorlardı ki, "Biz Yûsuf'u gördük". Yalandan söylüyorlar. O kimin ağzından sevgilisinin ismini işitiyorsa, huliyyâtını onun başına atıyordu, elmaslarını, yâkûtlarını, incilerini. Demek ki, insan sevgilisinin ismi zikredildiği vakitde, hakkıyla seviyorsa, onun ismini zikreden yalandan da yapsa, onun için her şeyini fedâya hazır olması lâzım. Sonra vaktâ ki Züleyhâ her şeyini fedâ etdi ve muvaffak olamadı. En nihâyetinde Hazret-i Yûsuf bunu taht-ı nikâhına aldı. 
Birgün çok ihtiyarlamış, o eski güzelliği gitmiş. Aynalar utanıyordu Züleyhâ'dan, o kadar güzeldi Züleyhâ. Yûsuf da öyle. Hâmile bir kadın Yûsuf'u görse, hemen lap çocuğunu düşürüyordu. Onun için Yûsuf yüzüne perde örtüyordu. Aynalar utanıyordu Züleyhâ'dan, o kadar güzeldi. Zonra Züleyhâ ihtiyarladı, yaşlandı, saçları ağardı, beli büküldü, gözünün nûru söndü, cemâlinin rengi sarardı ve soldu. 
Yûsuf nefsine hâkim olduğu için, Allah, onu Mısır'a sultân etdi. Köle iken, nefsine hâkim olduğu için, köle iken, Mısır'a sultân oldu. Züleyhâ ise, onun Yûsuf'a bu şekilde aşkı, nefsî olan aşkı, bilemedi Hakk'a olduğunu, o ne oldu? Sultan iken bu hâle düşdü. 
Birgün Yûsuf geçiyordu, halk bütün hücum etmişler, çünkü sultân olmuşdu. Züleyhâ da, o ihtiyar yaşında, artık ihtiyarlamış, araya girdi, Yûsuf'u tekrar göreyim diye. Fakat Yûsuf Peygamberi o kadar halkın içerisinde onu gördü. Ve onun aşkına hürmeten, yani vaktiyle kendisinis evdiği için, aşkına hürmeten atını sürdü, gitdi yanına sordu, "Züleyhâ nasılsın, iyimisin?", "Teşekkür ederim, iyiyim elhamdülillah". "Fakat ne oldu böyle, sen benim aşkımdan mı böyle oldun, benim aşkım mı seni bu hâle koydu?". Ve en sonunda dedi ki, "Sen mâdem ki sen bu aşkın üzerine sâbit-i kadem oldun, ben seni maşûkuna ileteceğim. Yani seninle evleneceğim" dedi. 
Yani şimdi bundan ne anlaşılıyor? Bir adam bir aşk üzerine durursa, en nihâyet Allah onu maşûkuna kavuşuturuyor. İster kul olsun, ister Cenâb-ı Hakk'a âşık olsun, hiç meyûs olmasın ki, mâdem ki aşkında sâdıkdır, mutlakâ birgün âşık ile maşûk kavuşacakdır, ona işâret var. İlle aşkında sadâkat istiyor, sadâkat. Allah öyle istiyor, aşkda sadâkat istiyor.
Aldı Yûsuf götürdü ve nikahları kıyıldı. o akşam onu güvey odasına aldı, Züleyhâ'yı. Eski güzelliği gene kendisine iâde olundu. Allah neye kâdir değil? Nasıl ki ölü ardı Allah diriltiyor, Allah onu tekrar diriltdi, ihyâ etdi. Nasıl ki bak şimdi her taraf sararmış, ard ölmüş. Bir ay sonra her tarafdan yeşil otlar çiçekler zuhûra gelecek, ard dirilecek. Onun için Allah kudretini gösterdi, Züleyhâ'nın eski hâlini ona iâde etdi. 
İnsaan ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, çirkinleşirse çirkinleşsin, sevdiği bir kismeyle karşılaşdığı vakitde o gençleşir. Bu maddeten böyle, yani hepimizin bildiği, tecrübeyle sâbit olan bir şeydir. Allah kâdir ya, Züleyhâ'ya hem gençliğini iâde etdi. O akşam gerdek odasına girdiler, yani güvey odasına. Züleyhâ, Hazret-i Yûsuf'a "Sokulma yanıma,gelme" dedi. "Ben" dedi Yûsuf Peygamber, "Ben bir köle idim, sen bir sultân idin, sen bana o vakit aşk ilân etmişdin, beni yatağına çağırmışdın, aramızdaki bu münâsebet gayr-ı meşrû idi, o yüzden de ben senin teklîfini kabûl etmemişdim. Ama şimdi sen benim helâlım oldun, niye beni yanına istemiyorsun?". Züleyhâ dedi ki, "Ben Allah'a âşık imişim, âşıkdım, sen bana perde olmuşsun, O'nu ben sende gördüm. Şimdi ben O'nu buldum, seni istemiyorum, perde olma aramıza" dedi. 
Haaa, onun için bütün aşklar, Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerinedir. Ama kadın üstünde perde olabilir, çocuk üstünde perde olabilir. Bilmeli ki aşk Allah'adır. Çünkü sevilecek olan ancak O'dur. İhtiyarlamaz, üzerinden vakit geçmez, nimet-i uzmâsı dâimâ dâim olan Hayy u Kadîm olan Allah'dır, Celle Celâlûhû Hazretleri. Biz O'ndan geldik, gene O'na gidiyoruz ve nihâyet gene O'na gideceğiz, sevgilimize. Sevgilimize gideceğiz. Onun için perdeyi kaldırmak lâzım. 
Bir adam bakdığı vakitde eşyâda eşyâyı mı görüyor, yoksa eşyâdaki kudreti mi görüyor. Sanatkârın kudretini mi görüyor, sanatını mı görüyor. Her ikisi de mukaddes ama, evvelâ eşyâda O'nu görmeli sonra eşyâyı görmeli. 
Kad enâre'l-'aşki li’l-'uşşâki minhâci'l-hüdâ
Sâlik-i râh-i hakîkat 'aşka eyler iktidâ
Vâdi'-i vahdet hakîkatde makâm-ı 'aşkdır
Kim müşahhas olmaz ol vâdîde sultândan gedâ
www.muzafferozak.com

Listeye geri dön