Niyâzî'den görünen ol ben ancak ad ile sânım Niyâzî Mısrî Kuddise Sırruh
ÎZÂH
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir soru üzerine bu nutk-i şerîfin kısa bir îzâhını lutfetmişlerdi. Buyurdular ki :
Bu nutk-i şerîf tevhîd ve vahdet hakkındadır. Kul ile Allah'ın birleşmesi demek olan vahdetin "cem'ül-cem" makâmını ta'rîf eder. Hazret-i Niyâzî Mısrî bu nutkunda, Hakk'a âşık olduğunu ve bu aşkda fânî olduğunu, yalnız bir ad ve sân olarak kaldığını ve Hakk'dan gayrı bir şey olmadığını ve görünen ne varsa Hakk'ın tecelliyâtı olduğunu beyân ediyor.
"Buluşdu bir ten ü bir cân bu mülkü etdiler seyrân" sözünden maksad da şudur. Semâlara sığmayan Allah insanın gönlüne tecellî eder. Allah'ın insana nefh etdiği rûh ile ten ü cân birleşmiş olur. Yani kul zarf, Allah mazrûf olur. Yani kulun işlediği işler aslında Allah'ın ef'âlidir. Zâhirde kul bakar ama aslında Allah görür, zâhirde kul işitir ama aslında Allah duyar. Ne göz, ne de kulak kula âicdir. Gören de duyan da Allah'dır, başkası değil.
Efendi Hazretleri bu nutk-i şerîf ile beyân olunan ve tasavvufun en incelikli mes'elelerinden biri olan cem'ül-cem makâmını şu teşbîh ile îzâh buyurdular :
Bir demir parçasını ateşe sokunca kıpkırmızı olur ve ateşden farkı olmaz. İşte bu cem'ül-cem makâmıdır. Hakk'da fânî olan evliyâullahın makâmıdır. Sonra o demir parçası ateşden çıkartılır ve soğumaya bırakılırsa tekrar eski hâline döner. İşte buna da fark makâmı denir. İşte Niyâzî Mısrî Hazretlerinin bu nutku cem'ül-cem' hâlinde söylenmişdir, vahdeti sunar, vahdeti anlatır. Tabii anlayanlara.
Bu sözlerin Kur`ân'dan delîli Sûre-i Kasas'ın sonundaki "وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ" âyet-i kerîmesidir. "كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ Külli şey'in hâlikün illâ vecheh" demek "Her şey helâk olur ancak Allah kalır" demekdir. İşte bu âlemde de kendisini yok eden, Hakk'da bekâ bulur.