19 Aralık 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Hani hikâye ederler ya, İsrâiloğullarından Âzim'in hikâyesini söylerler. Âzim, günlerden bir gün, fitne ve fesad yuvası olan evinden çıkdı ve ovaya doğru yola koyuldu. Bir yere vardı, gördü ki, bir topluluk ekin ekmiş, zahmet çekmiş, sonunda da o ekin boy atmış, sararmış, saplar tanelerle dolmuş, biçilecek, harmana götürülecek bir hale gelmiş. Derken o topluluk ateş getirdi, bütün o ekinleri yakıp yok etti. Âzim, kendi kendisine, "Böyle bir geliri yakmaya acımıyorlar mı?" dedi ve oradan şaşkın bir halde geçip gitti, başka bir yere vardı. Orada bir adam gördü, bir taşı kaldırmaya uğraşıyordu. Fakat bir türlü kaldıramıyor hattâ yerinden bile kımıldatamıyordu. Derken bir başka taş aldı, getirip o taşın yanına koydu. Bu sefer ikisini birden kaldırmaya uğraşıyor yine kaldıramıyor ama kımıldatabiliyordu. Âzim, "Ne tuhaf şey" diye düşündü. "Taş bir iken bile yerinden oynatamıyordu, şimdi iki oldu, daha da ağırlaştı, bu hâliyle nasıl kımıldatabiliyor ki?". Derken adam gidip üçüncü bir taş getirdi, diğer ikisinin yanına koydu. Taş üç olunca adam üçünü birden kaldırıverdi. Âzim, bu şaşılacak şeyi de gördü ve yine ovada yürümeye koyuldu. Bu sefer bir koyun gördü, beş kişi, o koyunu korumakdaydı. Birisi koyunun sırtına binmiş, biri koyunu sırtına almış, birisi koyunun memesine yapışmış memeyi sağıp duruyordu. Bir diğeri koyunun boynuzunu tutmuş, birisi de iki eliyle kuyruğunu yakalamışdı. Âzim'e soru sormaya izin yokdu, oradan da yürüyüp gitti. Bir dişi köpek gördü ki, karnında köpekencekleri havlamakdaydı. Âzim, "Ne kadar şaşılacak şeyler gördüm" dedi ve yoluna devâm etti.
Âzim gide gide bir şehrin kapısına ulaşdı ve orada bir ihtiyar gördü. "Şu geldiğim yolda çok şaşılacak şeyler gördüm" dedi. İhtiyar, "Ne gördün?" diye sorunca, "Bir topluluk gördüm, ekin ekmişler, ekinleri de yetişmiş ama hepsini ateşe verdiler" dedi. İhtiyar dedi ki, "O, yüce Allah'ın sana göstermek istediği bir misâldir. Onlar, öylesine bir topluluk ki kullukda bulunmuşlar, ibâdetler etmişler ama yaptıkları kötülükler ve işledikleri günâhlar yüzünden yüce Allah, "وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُورًا Onların yaptıkları her bir işi dikkate alırız fakat toz duman ederiz" âyetinde beyân olunduğu gibi onların kulluklarını, ibâdetlerini yok etti".
İhtiyar, "Başka ne gördün? diye sorunca Âzim, "Bir adam gördüm, bir taşı kaldırmak istiyordu ama bir türlü kaldıramıyordu, hattâ yerinden bile kımıldatamıyordu" diyerek gördüklerini anlattı. İhtiyar, "Bu da şu adamın hâline benzer. Adam bir suç işler, o suç kendince pek büyükdür, ona tahammül edemeyeceğinden korkar. Adam bu düşüncede iken bir suç daha işler. Artık bu suç, ona daha kolay görünür. Yani taş iki olmuşdur, görür ki yerinden kımıldatabiliyor. Halbuki taş tek iken onu yerinden kımıldatamıyordu. Bundan sonra üçüncü bir suç daha işler, yani başka bir günah daha yapar ve artık bütün günahlar ona kolay görünür, hafif gelir".
Âzim "Ey ihtiyar! Bir de koyun gördüm" diyerek gördüğünü bir bir anlattı. İhtiyar, "O koyun, dünyâya benzer. Üstüne binenler pâdişahlardır, koyunu sırtına alanlar ise yoksullardır, kuyruğuna yapışan, işi sona varmış, eceli yaklaşmış, ömründen pek az bir zaman kalmış adama benzer" dedi. Koyunun boynuzlarını tutmuş olan da, dünyâda pek büyük sıkıntıyla, pek çok zahmetle yaşayabilendir. Koyunun memesini yakalayıp sütünü sağanlar ise, zenginler, sermâye sâhibi olanlar, kâr elde edenlerdir" dedi. Âzim, "Bir de kancık köpek gördüm, encikleri analarının karnında havlamakdaydı" dedi. İhtiyar, "Bu da vakitsiz söz söyleyenlerin misâlidir, onlar tıpkı o köpek enciklerine benzerler, daha ana karnındayken havlarlar" dedi.
Âzim, yol boyunca gördüğü acâibliklerin ma'nâlarını bir bir anlatan ihtiyara dedi ki, "Ey ihtiyar! Söylediklerini anladım. Şimdi bir de bana, parayla kendini satan filân kadının evi nerede, hangi mahallede, onu gösteriver. O fâhişe için pek güzel diyorlar, ben de onu elde etmek için geldim". İhtiyar üç kere Âzim'in yüzüne tükürdü ve dedi ki, "A bahtsız kişi! Sana öğütler verdiler, kulağına bile girmedi, misâller gösterdiler, hiç aldırış etmedin. Ben senin zannettiğin gibi bir ihtiyar değilim, ölüm meleğiyim, can alıcı meleğim ben, sana bu şekilde göründüm. Şimdi Allah'ın emriyle senin canını alacağım, bir yudum su içmene bile fırsat vermeyeceğim". Âzim'in rengi attı, benzi soldu, korkudan erimeye başladı. Ölüm meleği de o anda, Rabbü'l-âlemîn'in emriyle onun canını alıverdi.Bu hikâyedeki adam, kalb gözü kör yani gördüklerinden hiç ibret almayan, kalb kulağı sağır yani işittiği nasîhatlardan hiç istifâde etmeyen ve âkıbetini hiç düşünmeyip ömrünün sonuna kadar hevâsını ilâh edinerek yaşayan insanların remzidir. Kur`ân-ı Kerîm'de bu gibi insanlar hakkında nice âyetler vardır. Meselâ Sûre-i Bakara'daki "صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ summün bükmün 'umyun fehüm lâ yerci'ûn" âyet-i kerîmesi bunlar hakkındadır. Yine Sûre-i Enfâl'deki "اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ inne şerre'd-devâbbi 'indallahi's-summül bükmüllezîne lâ ya'kılûn" âyeti bu gibi kimseler hakkındadır. Sûre-i Hac'daki "اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ" âyet-i kerîmesinde de şöyle buyrulmuşdur : "Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, kör olan gözler değil, asıl kör olan sînelerdeki kalblerdir".