Babamdan Öğrendiğim Liyâkat Ölçüsü

11 Ocak 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Liyakat
Rahmetli babam, uzun yıllar devlet memuru olarak görev yaptı. Memuriyetinin son on yılında, vazîfesi gereği, gerek yerli gerek yabancı sayısız devlet adamı ve idâreci ile muhâtab oldu. Vâlilerle, müsteşarlarla, bakanlarla, büyükelçilerle, yüksek rütbeli komutanlarla, yabancı devlet adamlarıyla, başbakanlarla hatta cumhurbaşkanları ile değişik vesîlelerle bir arada bulundu, türlü türlü şekillerde onlara muhâtab oldu. Onca yıllık tecrübesine dayanarak şöyle demişdi :
Bulunduğu makâm ve mevki ne olursa olsun, eğer bir kimse, hep kasım kasım kasılıyor, her şeyi kendisinin bildiğini zannediyor, hep üst perdeden konuşuyor, durmadan önüne geleni azarlıyor, yapılan hiçbir işi beğenmeyip habire bağırıp çağırıyorsa bil ki o adam, o makâmın adamı değildir yani bulunduğu makâmın gerektirdiği liyâkate sâhib değildir, kifâyetsizliğini örtmek için böyle davranıyordur.
Diğer tarafdan, hangi makâmı işgâl ederse etsin, eğer bir kimse, kendinden aşağıda olanlara tepeden bakmıyor, herkesle iyi geçiniyor, kimseyi incitmiyor, bilgiçlik taslamıyor, başkasının fikrine değer veriyor, kendi hatâsını kabûl edip özür diliyor, en genç, en tecrübesiz veya en alt rütbedeki bir kişi de söylese doğruyu kabûl ediyorsa bil ki o adam bulunduğu makâmı hattâ belki de daha yükseğini hak etmişdir. Tekebbür etmeyip dâimâ mütevâzı olmasının sebeb liyâkati ve kifâyetidir.
Babamdan öğrendiğim bu ölçüyü, her kesimden tanıdığım sayısız insanda denedim, bir kere bile şaşmadı. İsterseniz siz de deneyin, hiç şaşmadığını göreceksiniz.


Tevâzu, el etek öpmekle, eğilip bükülmekle olmaz. Asıl tevâzû, söyleyen düşmanın bile olsa, doğruyu kabûl etmekdir.
Hazret-i Aşkî
Listeye geri dön